13 Şubat 2026
Hucurât Sûresi 5-11 (515. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hucurât Sûresi 5. Ayet

وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve şayet
2 أَنَّهُمْ onlar
3 صَبَرُوا bekleselerdi ص ب ر
4 حَتَّىٰ kadar
5 تَخْرُجَ sen çıkıncaya خ ر ج
6 إِلَيْهِمْ kendilerinin yanına
7 لَكَانَ elbette olurdu ك و ن
8 خَيْرًا daha iyi خ ي ر
9 لَهُمْ kendileri için
10 وَاللَّهُ Allah
11 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
12 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م

وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la istînâfa matuftur. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ثبت..(Sabit oldu) şeklindedir.  

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

صَبَرُوا  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  صَبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  تَخْرُجَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını 

masdara çevirmiştir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  صَبَرُوا  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَخْرُجَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  اِلَيْهِمْ  car mecruru  تَخْرُجَ  fiiline mütealliktir. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. 

خَيْراً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  لَهُمْ  car mecruru  خَيْراً ‘e mütealliktir. 

خَيْرٌ  ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr) 


وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ  haber olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

غَفُورٌ رَح۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Haberî manada olması haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. 

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ  cümlesi, masdar tevili ile takdiri, ثبت  (Sabit oldu)  olan mahzuf şart fiilinin failidir. Bu takdire göre şart cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَنَّ ’nin haberi olan  صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ ‘in mazi fiil sıygasında gelmesi hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) Masdar-ı müevvel cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ‘nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  صَبَرُوا  fiiline mütealliktir

Lam-ı rabıtanın dahil olduğu  لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ  cümlesi لَوْ ’in cevabıdır. 

كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)


 وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

وَ , istînâfiyyedir

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayetin son cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrarlanması telezzüz ve teberrük ve haşyet duygularını artırmak içindir. Zamir makamında olduğu halde tekrarlanmasında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah'ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Biz daha önce, Cenab-ı Hakk'ın bazı yerlerde, غَفُورٌ (bağışlama) kelimesini,  رَح۪يمٌ (acıma, şefkat) kelimesinden önce zikrettiğini, -ki bu surede böyledir-, bazı yerlerde de, "rahmet" kelimesini, mağfiret kelimesinden önce zikrettiğini -ki, Sebe Sûresi'ndeki (Sebe/34) ifadesi böyledir söylemiştik, buyurduğu yerlerde mana şöyledir: "Allah, onun günahlarını bağışlar. Sonra kuluna bakar da, onun adeta çıplak ve rahmetine muhtaç olduğunu görür. Bunun üzerine ona merhamet eder ve ona, ikram ve izzet elbisesini giydirir... Bazen de onu, kötülükler içinde boğulmuş görür de, onun kötülüklerini örter.. Bağışlamadan sonra da ona rahmet eder.. Böylece, bazen, mağfiretten sonra gelen rahmete işaret edilir de, mağfiret başa alınır; bazen de rahmet mağfiretten önce bulunur, onu geri bırakır. Rahmet geniş ve sınırsız olunca, mağfiretten önce de bulunur sonra da. Bundan dolay Cenab-ı Hak onu, mağfiretten hem önce zikretmiş hem de sonra.. (Fahreddin er-Râzî)  

 
Hucurât Sûresi 6. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ  ...


Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِنْ
5 جَاءَكُمْ size gelirse ج ي ا
6 فَاسِقٌ bir fasık ف س ق
7 بِنَبَإٍ bir haberle ن ب ا
8 فَتَبَيَّنُوا onu araştırın ب ي ن
9 أَنْ
10 تُصِيبُوا yoksa kötülük edersiniz ص و ب
11 قَوْمًا bir topluluğa karşı ق و م
12 بِجَهَالَةٍ bilmeyerek ج ه ل
13 فَتُصْبِحُوا sonra olursunuz ص ب ح
14 عَلَىٰ üzerine
15 مَا şey
16 فَعَلْتُمْ yaptığınız ف ع ل
17 نَادِمِينَ pişman ن د م

Âyetin, güvenilmez kimselerin getirdikleri haberleri, doğruluğunu araştırmadan kabul etmenin uygun olmadığı yönündeki mânası ve hükmü geneldir, her zaman ve mekânda geçerlidir. Sosyal ve hukukî hayatın düzenli yürümesi, haksızlık ve huzursuzlukların önüne geçilmesi bakımından çok önemli olan bu tâlimatın vahyedilmesi ibretli bir olay üzerine olmuştur. Hadis kaynaklarının teyidi bulunmamakla beraber nüzûl sebeplerini anlatan kitaplarla tefsirlerde olay şöyle nakledilmektedir: Velîd b. Ukbe, Benî Mustalik kabilesinin zekât vergisini toplamak üzere gönderilir. Velîd yolda iken birisi, bu kabileden silâhlı bir grubun yola çıktığı haberini getirir. Velîd, onların savaşmak için çıktıklarını düşünerek geri dönüp Peygamberimize durumu anlatır. O da haberin doğru olup olmadığını araştırmak ve gereğini yapmak üzere Hâlid b. Velîd’i gönderir. Hâlid kabileye yakın bir yerde konaklayarak durumu araştırır; söz konusu grubun ezan okuyup namaz kıldıklarını, İslâm’a bağlılıklarının devam ettiğini tesbit eder ve Medine’ye döner. Sonunda onların, zekât tahsildarı geciktiği için durumu öğrenmek veya zekâtı kendi elleriyle Hz. Peygamber’e teslim etmek üzere yola çıktıkları anlaşılır (Müsned, IV, 279; Kurtubî, XVI, 296 vd.).

“Yoldan çıkmış” diye çevirdiğimiz fâsık“dinin emirlerine uymayan” demektir; yalan haber taşıyan kimse de bu kavrama dahildir. Hz. Peygamber’in ashabı genel olarak doğru, dürüst, takvâ sahibi insanlar olarak kabul edilmişlerdir. Buna göre âyette geçen fâsık kelimesi, Velîd’in değil, ona yalan haberi taşıyan meçhul kişinin niteliğidir. Âyetten çıkan genel hüküm, durumu bilinmeyen veya yalancı, günahtan çekinmez olarak tanınan kimselerin verdikleri haberlere ve bilgilere güvenilmemesi, bunlara göre hüküm verilmemesi, harekete geçilmemesidir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 89-90

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ,  münadadan bedel veya atf-ı beyan olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ ‘dır. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَٓاءَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فَاسِقٌ  fail olup lafzen merfûdur.  بِنَبَأٍ۬  car mecruru  جَٓاءَكُمْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. تَبَيَّنُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf masdarla birlikte mef’ûlun lieclih olarak mahallen mansubdur. Takdiri, خشية أن تصيبوا  (İsabet etmesinden korkarsınız) şeklindedir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُص۪يبُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  قَوْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

بِجَهَالَةٍ  car mecruru  تُص۪يبُوا ‘nun failinin mahzuf haline mütealliktir.  بِ  mülâbese içindir. تُصْبِحُوا  atıf harfi  فَ  ile تُص۪يبُوا ‘ya matuf olup mahallen mansubdur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُصْبِحُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla nakıs, mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı  تُصْبِحُوا ‘nun ismi olarak mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  عَلٰى  harf-i ceriyle  نَادِم۪ينَ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası فَعَلْتُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

فَعَلْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. نَادِم۪ينَ  kelimesi  تُصْبِحُوا ‘nun haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اٰمَنُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir. 

تُص۪يبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

تَبَيَّنُٓوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  بين ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

فَاسِقٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir. 

نَادِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ندم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida,  اَيُّهَا  münadadır.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah,  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ‘deki hitapta Resulullah ve onunla beraber olan kimseler kastedilmiştir. (Âşûr)

Nidanın cevabı şart üslubunda gelmiştir.  اِنْ  şart edatının dahil olduğu  şart cümlesi  جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَاسِقٌ  ve  نَبَأٍ۬  kelimelerindeki nekrelik, herhangi bir manasında umum ifade eder.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ  cümlesi, masdar teviliyle mahzuf masdarla birlikte mef’ûlü lieclih konumundadır. Muzafı mahzuftur. Takdiri, خشية أن تصيبوا (İsabet etmesinden korkarsınız) şeklindedir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Mef’ûl olan  قَوْماً ’deki tenvin, muayyen olmayan nev içindir.

بِجَهَالَةٍ  car mecruru, failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır. Kelimedeki nekrelik, nev ve kıllet ifade eder.

فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.  Nakıs fiil  اَصبِح ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى مَا, önemine binaen amiline takdim edilmiştir.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  اَصبِح ’nın haberi olan  نَادِم۪ينَ  ‘ye mütealliktir. Sılası olan  فَعَلْتُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

اٰمَنُٓوا - فَاسِقٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ  sözündeki car mecrurun takdim edilmesi, sıladaki fiilin ihtimamı içindir. (Âşûr)

Peygamber (sav) ve beraberindeki müminler, kimsenin kendilerine yalan haber vermeye cesaret edemeyecekleri yüksek bir konumda olduklarından ve Velîd’den sadır olduğu gibi yanlış davranışlar ancak nadiren vuku bulduğundan, ayette şek harfiyle  اِنْ جَٓاءَكُمْ (şayet getirirse) denilmiştir. Yine burada işaret edildiğine göre, müminler böyle (duydukları haberi iyice araştırmak gibi) bir sıfat üzere olmalıdırlar ki hiçbir fasık kendilerine yalan bir sözle hitap etmeyi aklından bile geçiremesin. (Keşşâf) 

فَاسِقٌ  ve  نَبَأٍ۬ 'in (haberin) nekre kılınması genelleme içindir. Araştırma emrinin haber verenin fasıklığına bağlanması adil kimsenin haberini kabul etmenin caiz olmasını gerektirir; çünkü bir şeye  اِنْ  edatıyla bağlı kılınan şey olmadığı zaman yok olur ve eğer tek kişinin haberi tek olduğu için reddedilse idi, fasıklığa bağlanmazdı. Çünkü tertip sebebi ifade eder. Zat ile olan da başka sebebe bağlanmaz. (Beyzâvî)

Kur'an-ı Kerim'in pekçok yerinde geçen  فَاسِقٌ (fasık) kelimesiyle, iman bağından çıkmış ve uzaklaşmış olan kimseler kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

اصابة  masdarı, hem kötü, hem de iyi şeyler kullanılır. Nitekim Hak Teâlâ, مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِؗ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَؕ [Sana isabet eden iyilik Allah'dandır, kötülük ise kendindendir.] (Nisa/79) Fakat genelde bu masdar, kötü şeyler için kullanılır ve zann ile birlikte kullanılır. Nitekim Hak Teâlâ, وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاؕ [Eğer onlara bir kötülük isabet ederse, buna sevinirler.] (Al-i İmran/120) buyurmuştur.(Fahreddin er-Râzî)

Ayette, ‘getirdiğinde’ değil de,  إن جاءكم  ‘getirirse’ denilmesi gösteriyor ki, fasıkların kendilerine yalan söyleme umutlarının kalmaması için müminlerin sürekli bu özellik üzerinde olmaları gerekir. (Ruhu’l Beyan)

 
Hucurât Sûresi 7. Ayet

وَاعْلَمُٓوا اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ وَزَيَّـنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ  ...


Bilin ki, aranızda Allah’ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve (İslâm’ın emirlerine) karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاعْلَمُوا ve bilin ki ع ل م
2 أَنَّ elbette
3 فِيكُمْ içinizdedir
4 رَسُولَ Elçisi ر س ل
5 اللَّهِ Allah’ın
6 لَوْ şayet
7 يُطِيعُكُمْ size uysaydı ط و ع
8 فِي
9 كَثِيرٍ birçok ك ث ر
10 مِنَ
11 الْأَمْرِ işte ا م ر
12 لَعَنِتُّمْ sıkıntıya düşerdiniz ع ن ت
13 وَلَٰكِنَّ fakat
14 اللَّهَ Allah
15 حَبَّبَ sevdirdi ح ب ب
16 إِلَيْكُمُ size
17 الْإِيمَانَ imanı ا م ن
18 وَزَيَّنَهُ ve onu süsledi ز ي ن
19 فِي
20 قُلُوبِكُمْ sizin kalblerinizde ق ل ب
21 وَكَرَّهَ ve çirkin gösterdi ك ر ه
22 إِلَيْكُمُ size
23 الْكُفْرَ küfrü ك ف ر
24 وَالْفُسُوقَ ve fıskı ف س ق
25 وَالْعِصْيَانَ ve isyanı ع ص ي
26 أُولَٰئِكَ işte
27 هُمُ bunlardır
28 الرَّاشِدُونَ doğru yolda olanlar ر ش د

İnsanların çoğunda özellikle kötü, aleyhte ve tehlike bildiren haberleri hemen kabul etme eğilimi vardır. Bu yüzden insanlar arasında birçok kötü zan, düşünce ve eylem ortaya çıkmış; pişmanlıklar, bazan telâfisi mümkün olmayan zararlar görülmüştür. Hz. Peygamber ile onun ahlâkında ve yolunda olanlar böyle haberler karşısında tedbiri elden bırakmaz, acele ile hüküm vermez, harekete geçmezler. Yetkin önderler böyle tedbirli davranırken onlar kadar birikimli ve deneyimli olmayan sıradan insanlar telâşa kapılır, önderlerin tedbirli davranmalarının hikmetini kavrayamazlar; bunların, “Neden hemen harekete geçilmiyor?” diye söylendikleri, hatta aleyhte konuştukları olur. Ama gerektiği şekilde tahkik edildiğinde bu tür haberlerin, bilgilerin yalan, yanlış, eksik olduğunun veya yanlış anlaşıldığının sayısız örnekleri vardır. Önderin davranışı karşısında teslimiyet göstermek, acelecilik göstermemek ve isyan etmemek için sahâbede iman, peygambere güven ve sevgi vardı. Şu halde daha sonraki zamanlarda da insanların, peygamber ahlâkındaki önderleri seçmeleri ve onlara güvenmeleri gerekmektedir.

Bazı fıkıhçılar âyetten şu hükümleri de çıkarmışlardır: “Dinin emirlerine aykırı hareket eden, günah kaygısı taşımayan kimsenin verdiği habere ve bilgiye dayanarak hükmetmek ve harekete geçmek câiz olmadığına göre, böyle kimseleri iş başına getirmek, önder seçmek, arkalarında namaz kılmak da câiz olmaz. Fâsık imamların arkasında namaz kılmak mecburiyeti hâsıl olursa, kılınmadığı takdirde zulmetmeleri ihtimali bulunmak şartıyla, durumu kurtarmak ve fitneyi önlemek için namaz kılınır, ama sonra bu namaz yeniden kılınır” (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1716). Fıkıhçıların, içinde yaşadıkları güç şartlar çerçevesinde çıkardıkları bu hükümlerin ibret alınacak evrensel yönü, din, siyaset ve cemiyet hayatında istibdadın çirkinliğini, özgürlüğün önemini vurgulaması ve erdemli toplumun erdemli önderlerle birlikte düşünülmesi gerektiğine dikkat çekmesidir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 90-91
Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Yaptığı iyiliklere sevinen, kötülüklere de üzülen kimse mü’mindir. 
(Tirmizi, Fiten 7; Ahmet b. Hanbel, Müsned, I, 18)

وَاعْلَمُٓوا اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. Fiil cümlesidir. 

اعْلَمُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel amili  اعْلَمُٓوا ‘nün mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  ف۪يكُمْ  car mecruru  اَنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  رَسُولَ  kelimesi  اَنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ 

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  يُط۪يعُكُمْ  şart fiili olup damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ف۪ي كَث۪يرٍ  car mecruru  يُط۪يعُكُمْ  fiiline mütealliktir. مِنَ الْاَمْر  car mecruru كَث۪يرٍ ‘e mütealliktir. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. عَنِتُّمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُّمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

يُط۪يعُكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ وَزَيَّـنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَۜ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la  يُط۪يعُكُمْ ‘e matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لَـٰكِنَّ  harfi  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfesirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اللّٰهَ  lafza-i celâli  لٰكِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. حَبَّبَ اِلَيْكُمُ  cümlesi  لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

حَبَّبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلَيْكُمُ  car mecruru  حَبَّبَ  fiiline mütealliktir. الْا۪يمَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

زَيَّـنَهُ  atıf harfi وَ ‘la  حَبَّبَ ‘ye matuftur.  زَيَّـنَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ف۪ي قُلُوبِكُمْ  car mecruru  زَيَّـنَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَرَّهَ  atıf harfi وَ ‘la  زَيَّـنَهُ ‘ye matuftur.  كَرَّهَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اِلَيْكُمُ  car mecruru  كَرَّهَ  fiiline mütealliktir. الْكُفْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ  kelimeleri atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. 

حَبَّبَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  حبب ’dir. 

زَيَّـنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ‘dir. 

كَرَّهَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كره ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ

 

İsim cümlesidir. İstinaf cümlesi veya itiraziyyedir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمُ  fasıl zamiridir. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الرَّاشِدُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الرَّاشِدُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  رشد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاعْلَمُٓوا اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ 

 

Hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِ , faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatı vardır.  ف۪يكُمْ  car mecruru, اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  رَسُولَ اللّٰهِ  izafeti  اَنَّ ’nin muahhar ismidir. 

رَسُولَ اللّٰهِ  izafeti resule tazim ve teşrif ifade eder. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla topluluk, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü insanlardan bir grup, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

اَنَّ ’nin haberinin ismine takdim edilmesinden maksat, Allah’ın hoş görmeyeceği şekilde Peygamber’i (sav) kendi görüşlerine uydurmaya çalışmaları sebebiyle bazı müminleri azarlamaktır. Maksadı bütünüyle buna yönlendirmek için haberin öne alınması icap etmiştir. (Keşşâf) 

Cümlenin  اعْلَمُٓوا  ile başlaması ihtimam içindir. (Âşûr)


لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ

 

Ayetin ikinci cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَوْ  gayrı cazim şart edatıdır. Şart üslubunda gelmiş haberî isnad olan terkipte  يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ  şeklindeki şart cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olarak  لَ  karinesiyle gelen  لَعَنِتُّمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

لَوْ  şartının cevabının başında  لَ  (elbette) gelerek cümle tekid edilmiştir. Çünkü insanların hepsinin aynı durum üzere birleşmesi imkânsızdır, ancak Allah dilerse bunu yapar. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 363) 

Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوۡ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre  لَوۡ  edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))

لَوۡ , muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 5/63)

Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 147)

الْاَمْرِ ‘deki marifelik cins içindir. Bütün işleri kapsar.(Âşûr)

Burada Allah Teâlâ  لَوْ يُط۪يعُكُمْ  buyururken teceddüt manasını, yani bir itaatten sonra diğer bir itaatin geldiğini ifade etmek için fiil sıygasını tercih etmiştir. Mana şöyledir; onlara itaat etmen vakit vakit, bir olay meydana geldikçe yenilenerek devam ederse onlar için meşakkat olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mazi sîgası ile  لَو أطاعكمْ  (itaat etseydi) değil de muzari sıygası ile  لَوْ يُط۪يعُكُمْ (itaat ederse) buyurulmasının sebebi onların, Peygamberden (sav) sürekli kendi görüşlerine göre amel etmesini istediklerine delalet etmek içindir. Çünkü herhangi bir hususta kendilerinin öne çıkan bir görüşü olduğu zaman ona göre amel edilmesini istiyorlardı. Nitekim yönetimle ilgili birçok hususta ifadesi buna delalet etmektedir. (Keşşâf)

ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْاَمْرِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü işler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Bu ayet bize bildiriyor ki, bazı kimseler, anılan Velid'in haberini tasdik ederek Peygamberimizin onların üzerine yürümesini teşvik etmişlerdi. Peygamberimiz ise, onlarin görüşüne uymamıştı. (Ebüssuûd)

Ayetteki,  لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ [Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, muhakkak ki sıkıntıya düşersiniz.] cümlesi, nazmın (söz sıralamasının) bozukluğuna götüreceği için, müstenef (bağımsız) bir cümle değildir. Çünkü böyle olsaydı, "bilin ki..." fiili ile, "size uysaydı" fiili arasında bir ilgi kalmazdı. Zemahşerî bu ilgiyi daha sonra şu şekilde izah etmiştir:  لَوْ يُط۪يعُكُمْ (Size uysaydı.) fiili,  ف۪يكُمْ (içinizde) ifadesindeki, merfû  كُمْ  zamirinden hal konumundadır. Buna göre kelamın takdiri, تريدون أن يطيعكم  Sizler, onun size itaat etmesini istiyor, yahut da  يفعل باستصوابكم ‘’sizin yaptıklarınızı doğru buluyor" şeklinde olmak üzere, "içinizde, aramızdadır" manasındadır. Halbuki onun, bu durumda olması uygun değildir. Çünkü eğer böyle olsaydı, muhakkak ki işleriniz sarpasarardı, yahut sıkıntıya düşerdiniz, yahut da yaptığınızın acısını çekerdiniz. (Fahreddin er-Râzî)


 

وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ وَزَيَّـنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَۜ 

 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la şart cümlesine atfedilmiştir. Tekid ifade eden, istidrak harfi  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrâk, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْكُمُ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

زَيَّـنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

زَيَّـنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ [Kalplerinizde onu süsledi] ifadesi onların gönüllerinin başka varlıklara değil de sadece Allah’a kulluk etmek isteği ve iman ile dolmasını anlatan bir mecazdır. 

“Burada, şartı -yani sonrasının öncesine menfi ve müspet anlamda ters olma durumu- gerçekleşmeyen  لٰكِنَّ ’nin konumu nedir?” dersen şöyle derim: Bu şart, lafız olarak bulunmasa da mana olarak vardır; çünkü imanın sevdirildiği kişilerin önce zikredilen sıfatları sonra zikredilen sıfatlarıyla yer değiştirmiştir. Böylece, sözün eksik kalan kısmını tamamlamak bakımından  لٰكِنَّ  tam yerine oturmuştur. (Keşşâf) 

وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ  cümlesi, لٰكِنَّ ’nin haberine tezat nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْكُمُ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

الْفُسُوقَ  ve  الْعِصْيَانَ , mef’ûl olan الْكُفْرَ ‘ye matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür. 

كَرَّهَ  - حَبَّبَ  ve  الْا۪يمَانَ - الْكُفْرَ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı, الْكُفْرَ -  الْفُسُوقَ - الْعِصْيَانَۜ  kelimeleri  arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.                                        

حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ  cümlesi ile كَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

Burada istisna yoluyla hitap diğer bir zümreye tevcih edilerek onların, birinci zümrenin vasıflarından uzak oldukları beyan edilmekle, hal ve hareketleri övülmektedir. Yani fakat Allah, îmânı size sevdirmiş ve onu gönüllerinizde güzel göstermiştir. Nihayet bu iman, sizin gönüllerinizin derinliklerine kadar yerleşmiştir, işte bundan dolayı da o imana yaraşan sözleri ve fiilleri gerçekleştirdiniz. Ve Allah, küfrü, fıskla ve isyanı da size çirkin göstermiştir, işte bundan dolayı onlara yaraşan hayırsız sonuçlarından ve hükümlerinden kaçındınız. (Ebüssuûd)


 اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ

 

Ayetin son cümlesi itiraziyye veya beyanî istînâf  olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsneddeki  الْ  takısı kasr ifade eder.

Haberin  الْ  takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir.  اُو۬لٰٓئِكَ  maksûr/mevsûf, الرَّاشِدُونَۙ maksurun aleyh/sıfat, yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Kasr-ı mevsûf ale’s sıfat: Zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını  ifade etmektir. Ama bu sıfat başka mevsûflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fasıl zamiri kasr ifade eder. İfrad kasrıdır. İçlerinde reşid olmayan bir grubun bulunduğunu ve kendilerini yakaladığında fıska düşenlerin de onlar olduğunu belirtir. (Âşûr) 

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tazim ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber olan  الرَّاشِدُونَۙ ‘nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 اعْلَمُٓوا - الرَّاشِدُونَ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِلَيْكُمُ ‘deki muhatap zamirinden  اُو۬لٰٓئِكَ ’de gaib zamire iltifat sanatı vardır.

حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ [Size imanı sevdirdi.] cümlesinden sonra  اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ  [işte doğru yolu bulanlar onlardır.] cümlesinde II. şahıstan III. şahsa dönüş yapılmıştır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

 
Hucurât Sûresi 8. Ayet

فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَنِعْمَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ  ...


Allah, kendi katından bir lütuf ve nimet olarak böyle yaptı. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَضْلًا bir lutuftur ف ض ل
2 مِنَ -tan
3 اللَّهِ Allah-
4 وَنِعْمَةً ve ni’metdir ن ع م
5 وَاللَّهُ ve Allah
6 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
7 حَكِيمٌ hakimdir ح ك م
Bilin ki Allah’ın elçisi aranızdadır. Birçok durumda o sizin dediklerinizi yapsaydı işiniz kötüye giderdi, fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu gönlünüze sindirdi; inkârcılığı, yoldan çıkmayı ve emre aykırı davranmayı da size çirkin gösterdi. Allah tarafından bahşedilmiş bir lutuf, bir nimet olarak doğru yolu bulmuş olanlar işte onlardır (bu vasıflara sahip olan sizlersiniz). Allah her şeyi bilmekte, yerli yerince yapmaktadır.

فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَنِعْمَةًۜ

 

فَضْلاً , masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, تفضّل فضلا (Bir faziletle üstün kıldı)  şeklindedir. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  فَضْلاً ‘e mütealliktir.  نِعْمَةً  atıf harfi وَ ‘la  فَضْلاً ‘e matuftur. 


 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ta’liliyye olması da caizdir. İsim cümlesidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  عَل۪يمٌ  haber olup lafzen merfûdur.  حَك۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَنِعْمَةًۜ 

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

فَضْلاً , mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri,  تفضّل فضلا  (Bir faziletle üstün kıldı) olan fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru, فَضْلاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

نِعْمَةً  ve  فَضْلاً  kelimelerindeki nekrelik, tazim ve kesret ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Ayetteki, فَضْلاً  ile  نِعْمَةً  arasındaki fark nedir? Biz deriz ki:  فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ [Allah'tan olan fadl] ifadesi, Allah'ın katındaki güzel şeylere, hayırlara, iyiliklere ve Allah'ın da, bunlardan müstağni olduğuna;  نِعْمَةً ‘in ise, kula galip oluşuna ve onu, gelip bulana, kulun da kendisine muhtaç olduğu şeylere bir işarettir. Çünkü  فَضْلاً , aslında, bir fazlalık manasını ifade eder. Çünkü, Allah'ın katında, kendisine ihtiyaç duymadığı rahmet hazineleri vardır. Ve O, oradan, kullarına, kulların hiçbir surette ihtiyaç içinde kalmayacakları şeyler gönderir. Nimet ise, bir acıma ve merhameti ifade eder ki bu, kul sebebiyle olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

 

Ayetin ikinci cümlesindeki  وَ , ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle gelerek tekrarı, Allah’ın mutlak ilim sahibi olduğunu müminlerin hallerini ve birbirlerine olan meziyet ve üstünlüklerini bildiğini, müminlerin faziletlilerine başarı lütuf ve nimetini bahşeylerken de hikmetli olduğunu vurgulamak için yapılan ıtnâbdır. Bu tekrarda cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca ayette mütekellim Allah Teala olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd vardır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَل۪يمٌ  - حَك۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın  عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Hucurât Sûresi 9. Ayet

وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَاۚ فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ  ...


Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 طَائِفَتَانِ iki grup ط و ف
3 مِنَ -dan
4 الْمُؤْمِنِينَ inananlar- ا م ن
5 اقْتَتَلُوا vuruşurlarsa ق ت ل
6 فَأَصْلِحُوا düzeltin ص ل ح
7 بَيْنَهُمَا onların arasını ب ي ن
8 فَإِنْ şayet
9 بَغَتْ saldırırsa ب غ ي
10 إِحْدَاهُمَا biri ا ح د
11 عَلَى üzerine
12 الْأُخْرَىٰ öteki ا خ ر
13 فَقَاتِلُوا vuruşun ق ت ل
14 الَّتِي
15 تَبْغِي saldıran tarafla ب غ ي
16 حَتَّىٰ kadar
17 تَفِيءَ dönünceye ف ي ا
18 إِلَىٰ
19 أَمْرِ buyruğuna ا م ر
20 اللَّهِ Allah’ın
21 فَإِنْ eğer
22 فَاءَتْ dönerse ف ي ا
23 فَأَصْلِحُوا artık düzeltin ص ل ح
24 بَيْنَهُمَا onların arasını ب ي ن
25 بِالْعَدْلِ adaletle ع د ل
26 وَأَقْسِطُوا ve daima adil olun ق س ط
27 إِنَّ çünkü
28 اللَّهَ Allah
29 يُحِبُّ sever ح ب ب
30 الْمُقْسِطِينَ adalet yapanları ق س ط

İslâm’dan önce Arap kabileleri arasında sık sık anlaşmazlıklar ve çatışmalar olur, çözüm ise adaletten çok, güce dayanır, gücü ve arkası olanlar istediklerini alırlardı. Allah’ın isimlerinden biri “hak”, diğeri de “âdil”dir, Kur’an hakkı hâkim kılmak için gönderilmiş, dine “hak din” ve “hak dini” denilmiş; ümmete de hakkı yerine getirmek, haksızlıkları önlemek (emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker) ödevi verilmiştir. Toplu hayatta fertler ve gruplar arasında anlaşmazlıkların ortaya çıkması, karşılıklı taleplerin haklısı yanında haksızının da bulunması, haksız olanların kuvvete başvurmaları, –istenmemekle beraber– nâdir olaylardan değildir. Nitekim İslâm, hem bütün insanların kök itibariyle kardeş hem de müminlerin aynı dine mensup, aynı hukuk, ahlâk ve değerler sistemine bağlı bulundukları için kardeş olduklarını ilân ettiği halde müminler arasında da anlaşmazlıklar çıkmış, anlaşmazlığın tarafları birbirine saldırmış, dalaşma ve çatışmalar olmuştur. Hz. Peygamber’den sonra birinci halife Hz. Ebû Bekir zamanında zekât yükümlülüğünü yerine getirmeyen ve devletin memurlarını kovan bazı gruplara karşı askerî tedbire dahi başvurulmuştur. Üçüncü halife Hz. Osman zamanında iç karışıklıklar ve halifeye karşı isyan hareketi ortaya çıkmış, ancak Hz. Osman askerî tedbire başvurmamayı tercih etmiştir. Hz. Ali’nin halifeliğinde Muâviye ve çevresindekiler, halifeye biat etmeyip Hz. Osman’ın katillerini yakalayarak kendilerine teslim etmesini biat şartı olarak ileri sürmüşler, Hz. Ali müzakere ve nasihatle yola gelmeyen muhaliflerine karşı savaşmak mecburiyetinde kalmış ve meşhur Sıffîn Savaşı yapılmıştır. Hz. Âişe, Talha, Zübeyir gibi önemli kişilerin Hz. Ali’ye karşı olan tarafta yer aldıkları Cemel Savaşı da siyasî ihtilâf ve itaatsizlik sebebine dayalı bir iç savaştır. 9. âyet haksız yere devlete baş kaldıran gruplar ile devlet arasındaki savaştan değil, halk arasında meydana gelen anlaşmazlık ve kavgalardan, bunlara karşı güçlü çoğunluğun, halkın geri kalanlarının adalet ve hakkaniyet ölçüleri içinde tarafları anlaştırma, aralarını bulma ve gerekirse güce başvurarak haksızlığı önleme yükümlülüğünden bahsetmektedir. Devlete baş kaldıran, hukuka boyun eğmeyen âsi gruplar (bâğîler), halkın geri kalanına karşı da haksız yere savaş ilân etmiş oldukları ve zarar verdikleri için müctehidlerce bu âyetin kapsamına alınmışlar; –bazı istisnalar dışında– aynı hükme ve muameleye tâbi tutulmuşlardır. Fıkıh kitaplarının “bağiy ve cihad” bölümlerinde bu konu detaylarıyla işlenmiştir. Özet olarak İslâm toplumu, hem dışarıda hem içeride meydana gelen haksız çatışmalar karşısında ilgisiz ve duyarsız kalamaz, barış ve adaletin gerçekleşmesi için elinden geleni yapmakla yükümlüdür.

  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 92-93
Resûl-i Ekrem Efendimiz "Din kardeşin
zâlim de, mazlum da olsa ona yardim et"
buyurdu. Bunun üzerine bir adam "Ya
Resûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yar-
dım edeyim. Ama zâlimse ona nasıl yar-
dım edeyim, söyler misiniz?" diye sordu.
Allah’ın Elçisi ona şu cevabı verdi: "Onu
zulümden alıkoyar, zulmüne engel olur-
sun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir"
(Buhârî, Mezâlim 4; İkrâh 7; Tirmizî, Fiten 68).

Riyazus Salihin, 661 Nolu Hadis

Abdullah İbni Amr İbni’l-Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Verdiği hükümlerde, ailesinin ve halkın yönetiminde adaletli davranan yöneticiler, kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın yanında nurdan yüksek koltuklar üzerinde otururlar.”

(Müslim, İmâre 18. Ayrıca bk. Nesâî, Âdâbü’l-kudât)

وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَاۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

طَٓائِفَتَانِ  sonrasında onu tefsir eden mahzuf fiilin faili olup ref alameti elif’tir. Takdiri, اقتتلت طائفتان (İki grup savaştı.) şeklindedir. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  طَٓائِفَتَانِ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اقْتَتَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اَصْلِحُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بَيْنَ  mekân zarfı, اَصْلِحُوا  fiiline müteallik olup mansubdur. Muttasıl zamir  هُمَاۚ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اقْتَتَلُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  قتل ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اَصْلِحُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صلح ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ

 

Cümle, atıf harfi  فَ  ile istînâfiye’ye matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

بَغَتْ  şart fiili olup, mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  اِحْدٰيهُمَا  fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَى الْاُخْرٰى  car mecruru  بَغَتْ  fiiline mütealliktir. فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَاتِلُوا   fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müfred müennes has ism-i mevsûl  الَّت۪ي , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Aynı zamanda mukadder mevsufun sıfatıdır. Takdiri, الفئة التي (O grup ki…)  şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  تَبْغ۪ي ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

تَبْغ۪ي  fiili  ي  üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir. تَف۪ٓيءَ  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde قَاتِلُوا  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَف۪ٓيءَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. اِلٰٓى اَمْرِ  car mecruru  تَف۪ٓيءَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

قَاتِلُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  قتل ’dir. 

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ 

 

Cümle, atıf harfi  فَ  ile  بَغَتْ ‘e matuftur. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَٓاءَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اَصْلِحُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بَيْنَ  mekân zarfı,  اَصْلِحُوا  fiiline müteallik olup mansubdur. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِالْعَدْلِ  car mecruru  اَصْلِحُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. 

اَقْسِطُوا  atıf harfi وَ ‘la  اَصْلِحُوا ‘ya matuf olup mahallen meczumdur. اَقْسِطُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  قسط ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  يُحِبُّ  fiili  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُحِبُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْمُقْسِط۪ينَ  mef’ûlün bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.   

الْمُقْسِط۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَاۚ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesindeki  طَٓائِفَتَانِ , takdiri  اقتتلت  (Savaştılar) olan mahzuf fiilin failidir. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Tefsiriyye olarak fasılla gelen  اقْتَتَلُوا  cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَصْلِحُوا -  طَٓائِفَتَانِ  kelimelerinde tesniye - cemi arasında geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Cenab-ı Hak, يقتتلوا  buyurmamış da,  اقْتَتَلُوا  buyurmuştur. Çünkü, muzari sıygası, maziye nispetle devamı ve devamlılığı bildirir. Bu durumda da bundan, "şayet, iki mümin cemaat arasındaki savaşı uzun süre devam ettirirlerse, o zaman aralarını ıslah edin..." manası çıkardı.. Zira, muzari (istikbal) sıygası, bu manayı ifade eder. Nitekim Arapça'da, devamlılık ifade etmek anlamında,  فلان يتهجد ويصوم [Falanca, devamlı teheccüt namazı kılar, oruç tutar.] denir.(Fahreddin er-Râzî)

اقْتَتَلُوا  kelimesi mana üzerine hamledilerek çoğul kılınmıştır. Çünkü iki grup topluluk ve insanlar manasınadır.  فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا  da lafza bakılarak tesniye getirilmiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl) 


فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ

 

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile istînâfa matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Şart üslubunda gelen terkipte şart cümlesi  بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi olan  فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

Mef’ûl konumundaki müfred müennes ism-i mevsûl  الَّت۪ي  ’nın sılası olan  تَبْغ۪ي  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ‘nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  قَاتِلُوا  fiiline mütealliktir.

اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ  car mecruru  تَف۪ٓيءَ  fiiline mütealliktir.  اَمْرِ اللّٰهِ  izafeti, lafza-i celâle muzaf olan  اَمْرُ  için tazim ve teşrif ifade eder. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

تَبْغ۪ي  -  قَاتِلُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, بَغَتْ - تَبْغ۪ي  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Gölgeye  الفيء  denilmesi zeval vaktinde güneş onu sildikten sonra dönmesindendir. Ganimete de  الفيء  denilmesi kâfirlerden Müslümanlara dönmesindendir. (Beyzâvî) 

 

فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ 

 

 

Atıfla gelen cümle ayetteki üçüncü şart cümlesidir. Önceki şart cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Şart üslubunda gelen terkipte  فَٓاءَتْ  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ  cümlesi  فَ  karînesiyle gelmiş cevap cümlesi olup emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اَقْسِطُوا  fiili atıf harfi  وَ ‘la , اَصْلِحُوا  cümlesine atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.

اَقْسِطُوا  fiilinde irsad sanatı, اَقْسِطُواۜ  - عَدْلِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَٓاءَتْ - تَف۪ٓيءَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي  cümlesiyle,  فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَصْلِحُوا (barıştırın) - اقْتَتَلُوا (savaştılar) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir) 

Önce tesniye olan طَٓائِفَتَانِ  kelimesinden cemî olan اقْتَتَلُوا  fiiline sonra yine tesniye olan بَيْنَهُمَا  kelimesine geçiş yapılmıştır. Burada, barış halinde tesis edilmiş olan birlik ruhunun kaybolması, fitne fesadın insanlar arasında yaygınlaşması, birlik ve beraberliği bozacak olan faktörlerin ortaya çıkması gibi pek çok unsurun savaşa sebep olmasından dolayı tesniye sîgası terk edilmiş ve cemî sıygasına geçilmiştir. Fakat bunlar ortadan kalkar ve Müslümanlar tekrar barışın hakim olması için aralarını düzeltirlerse işte o zaman o iki grup sanki birer vücut gibi kabul edilir. İnananlara bu mesajı vermek için ifade  بَيْنَهُمَا şeklinde tesniyeye dönmüştür. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

 

اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ

 

Ayetin ta’liliyye olarak gelen son cümlesinin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَقْسِطُواۜ - مُقْسِط۪ينَ , قَاتِلُوا اقْتَتَلُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hucurât Sûresi 10. Ayet

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ۟  ...


Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا muhakkak
2 الْمُؤْمِنُونَ mü’minler ا م ن
3 إِخْوَةٌ kardeştirler ا خ و
4 فَأَصْلِحُوا o halde düzeltin ص ل ح
5 بَيْنَ arasını ب ي ن
6 أَخَوَيْكُمْ kardeşlerinizin ا خ و
7 وَاتَّقُوا ve korkun و ق ي
8 اللَّهَ Allah’tan
9 لَعَلَّكُمْ umulur ki
10 تُرْحَمُونَ size rahmet edilsin ر ح م

Müminler hem bütün insanlıktan hem de iman kardeşlerinden sorumludurlar; dünyada haksızlığın engellenmesine (Âl-i İmrân 3/108), din ve vicdan özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin uygulanmasına katkıda bulunmak (Nisâ 4/75; Hac 22/40), ülkede ise bunlara ek olarak mümin kardeşler arasındaki anlaşmazlıkları adaletle çözüme kavuşturmak, haksızlıkta ısrar edenlere karşı haklının yanında yer almakla yükümlüdürler. Bu âyet ikinci yükümlülüğe –bunun dayanağı olan kardeşliğin altını çizerek– dikkat çekmektedir.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 93
Riyazus Salihin, 235 Nolu Hadis
Abdulah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”
(Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60;Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17)

Riyazus Salihin, 237 Nolu Hadis
Ebû Hureyre  radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“Birbirinizle hasetleşmeyiniz. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için artırmayınız. Birbirinize kin ve nefret beslemeyiniz. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyiniz. Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olunuz. Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. –Peygamberimiz üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki– Takvâ buradadır. Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her müslümanın kanı, malı ve ırzı, başka müslümana haramdır.” 
(Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Buhârî, Edeb 57; Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Duâ 5  (Müslim rivayeti dışındakiler, Enes İbni Mâlik’ten gelmiştir)

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ

 

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi,  اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org 

İsim cümlesidir. الْمُؤْمِنُونَ  mübteda olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  اِخْوَةٌ  haber olup lafzen merfûdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن اقتتلوا فأصلحوا (Savaşırlarsa aralırını düzeltin) şeklindedir. اَصْلِحُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بَيْنَ  mekân zarfı,  اَصْلِحُوا  fiiline mütealliktir.  اَخَوَيْكُمْ  muzâfun ileyh olup cer alameti  يْ ‘dir. Tesniye kelimeler harf ile irablanır.  İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اتَّقُوا   atıf harfi  وَ ‘la  اَصْلِحُوا ‘ya matuftur.  اتَّقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

اتَّقُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  وقي ’dir. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ۟

 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.  كُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  تُرْحَمُونَ۟  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تُرْحَمُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-ifail olarak mahallen merfûdur.

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiştir. Mübteda ve haber arasındaki kasr,  الْمُؤْمِنُونَ  mevsuf/maksûr,  اِخْوَةٌ  sıfat/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Kasr, izafî veya iddiaîdir. Mübalağa içindir. (Âşûr)

Kasr, iki tekid mesabesindedir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

اِخْوَةٌ  kelimesinde tağlib sanatı vardır. Hem kız hem erkek kardeşler kastedilmiştir. (Kur’ân-ı Kerim Lügatı, Dç. Dr. Mahmud Çanga اِخْوَ mad.)

اِنَّـمَٓا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümlede teşbîh-i belîğ vardır. Bu sözün aslı şöyledir: Müminler, birbirlerine merhametli davran­ma ve yardımlaşmanın gerekli olması hususunda kardeş gibidirler. Vech-i şebeh ve teşbih edatı söylenmemiş ve böylece teşbîh-i belîğ olmuştur. Cümle aynı zamanda kasr ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir)

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ  [Müminler ancak kardeştir.]  çünkü kökleri birdir; o da ebedî hayatı kazandıran imandır. Bu da düzeltme emrinin gerekçe ve onayıdır. Bunun içindir ki, onu فَ  harfi ile birlikte tekrar ve:  فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ [ Kardeşlerinizin aralarını bulun.] buyurmuştur. Zamirin yerine zahir ismi koyması ve emredilenlere muzâf kılması, bunu kafalara iyice yerleştirmek ve konuya özendirmek içindir. İki kardeşin zikredilmesi de tartışmanın en az iki kimse arasında çıkacağındandır.  اَخَوَيْكُمْ  şeklinde iki kardeşten Evs ile Hazrec kabileleri murad edildiği de söylenmiştir. (Beyzâvî)

اِنَّمَا  edatı, hasr (sadece-ancak) manasına gelip, "Bu kardeşlik, sadece müminler arasındadır. Fakat mümin ile kâfir arasında kardeşlik söz konusu olamaz" demektir. Çünkü burada cihet-i câmia (toplayıcı unsur), İslâm'dır. İşte bundan ötürü, bir müslüman ölse ve onun da kâfir bir kardeşi olsa, malı kafir kardeşine değil de, müslümanlara kalır. Kafirin durumu da böyledir. Çünkü nesebte muteber olan baba, şer'an baba olan babadır. Öyle ki bir adamın, zina sonucu olan iki çocuğu birbirine varis olamazlar. Kâfirlik de tıpkı fasit olan cihet-i câmiadır. O halde bu, aciz (yetersiz) olan bir cihet-i câmia (müşterek nokta) olmuş olur ve tam bir kardeşlik sağlayamaz. İşte bundan ötürü, birisi kâfir olarak ölse ve bunun müslüman kardeşi olsa, kendisine başka neseben varis olacak kimse de bulunmasa, bunun malı kâfirlere verilemez. Binaenaleyh eğer dinleri onları gerçek kardeş yapmış olsaydı, o zaman, tıpkı varisi bulunmadığında müslümanın malı bütün müslümanlara ait olduğu gibi kâfirin malı da kâfire ait olurdu.(Fahreddin er-Râzî)

Ayeti kerime, hayatın sebebi olmaları bakımından imanın babaya benzetilmesi esasına dayanan, teşbihi beliğ kabilindendir. (Rûhu’l Beyân)   


فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Takdiri,  إن اقتتلوا (Savaşırlarsa) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَخَوَيْكُمْ ’e muzaf olan  بَيْنَ  mekân zarfı  اَصْلِحُوا  fiiline mütealliktir. İzafet az sözle çok mana ifade etmek amacına matuftur.

اِخْوَةٌ ’den sonra zamir yerine  اَخَوَيْكُمْ  şeklinde zahir isim gelmesi, konunun önemine dikkat çekmek için yapılan ıtnâbtır. 

اَخَوَيْكُمْ - اِخْوَةٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاتَّقُوا اللّٰهَ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.


 لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ۟

 

 

Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Vukuu mümkün durumlarda kullanılan tereccî harfi  لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, gayrı talebî işaî isnaddır.

“Umulur ki” anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Recâ harfi  لَعَلَّ , isteme anlamı için istiare edilmiştir. Dikkat edilirse kendisine, -sanki talep edesiniz diye, şükredesiniz diye deniyormuşçasına- gerekçelendirme lâm’ının fonksiyonu icra ettirilmiştir. (Keşşâf)

 عسى أن ترحموا  değil de  لعلكم ترحمون  buyurulması bu ifadenin hem şimdiki zaman hem de gelecek zaman ifade etmesidir. Çünkü başında istikbal harfi olmaksızın gelen muzari fiil hem şimdiki zaman hem de gelecek zaman ifade eder.

عسى أن ترحموا  ifadesi ise, sadece gelecek zamanı ifade eder, çünkü manasını gelecek zamana çeviren  أن  harfiyle birlikte gelmiştir. Dolayısıyla bu şimdiki zamanda değil, gelecek zamanda meydana gelecektir. Halbuki rahmet hem şimdiki zamanda hem de gelecek zamanda ve her zaman ümit edilir. Dolayısıyla ayette gelen ifade evladır.

Başka bir şey de:  لعلكم ترحمون  ibaresinde iki kere hitap zamiri geçmiştir. Biri  كم  zamiri, diğeri de و ‘dır. Halbuki  عسى أن ترحموا  ibaresinde hitap zamiri sadece bir kere yer alır. Dolayısıyla ayetteki ibare daha kuvvetli ve tekidlidir. Çünkü isnad tekrarlanmıştır. Yani böylece rahmetin vuku bulacağı onlara iki kere isnad edilmiştir.

Üçüncü olarak;  لعلكم ترحمون  ibaresi isim cümlesi, عسى أن ترحموا  ibaresi ise fiil cümlesidir. Bilindiği gibi isim cümlesi fiil cümlesinden daha kuvvetlidir. Dolayısıyla bu cümlenin ifade ettiği rahmet ümidi daha kuvvetlidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 220) 

Cümlede müsned olan  تُرْحَمُونَ۟ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Hucurât Sûresi 11. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْراً مِنْهُنَّۚ وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ  ...


Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 يَسْخَرْ alay etmesin س خ ر
6 قَوْمٌ bir topluluk ق و م
7 مِنْ (başka bir)
8 قَوْمٍ toplulukla ق و م
9 عَسَىٰ belki ع س ي
10 أَنْ
11 يَكُونُوا olurlar ك و ن
12 خَيْرًا daha iyi خ ي ر
13 مِنْهُمْ kendilerinden
14 وَلَا ve ne de
15 نِسَاءٌ kadınlar ن س و
16 مِنْ (başka)
17 نِسَاءٍ kadınlarla ن س و
18 عَسَىٰ belki ع س ي
19 أَنْ
20 يَكُنَّ olurlar ك و ن
21 خَيْرًا daha iyi خ ي ر
22 مِنْهُنَّ onlar kendilerinden
23 وَلَا ve
24 تَلْمِزُوا kusur aramayın ل م ز
25 أَنْفُسَكُمْ birbirinizde ن ف س
26 وَلَا ve
27 تَنَابَزُوا birbirinizi çağırmayın ن ب ز
28 بِالْأَلْقَابِ kötü lakaplarla ل ق ب
29 بِئْسَ ne kötü bir şeydir ب ا س
30 الِاسْمُ adı س م و
31 الْفُسُوقُ fısk ف س ق
32 بَعْدَ sonra ب ع د
33 الْإِيمَانِ inandıktan ا م ن
34 وَمَنْ ve kim
35 لَمْ
36 يَتُبْ tevbe etmezse ت و ب
37 فَأُولَٰئِكَ işte
38 هُمُ onlar
39 الظَّالِمُونَ zalimdirler ظ ل م

Araştırmadan inanıp hüküm vermek, mâsum insanlar hakkında kötü kanaate sahip olmak ve kötü davranışta bulunmak, haksızlıklar karşısında pasif kalmak, hakkın yerini bulması ve adaletin gerçekleşmesi için çaba harcamamak gibi toplumda barışı, düzeni, birlik ve beraberliği, kardeşçe dayanışmayı olumsuz etkileyen davranışlardan birkaçına yukarıda geçen âyetlerde temas edilmişti. Aynı sonuçları doğuran ve öteden beri topluluklar içinde çokça görülen bazı hatalara da bu ve sonraki iki âyette, bazı uyarılarla birlikte yer verilmiştir.

İnsanları alay etmeye iten psikolojik faktörler içinde büyüklenme, kendini beğenme, karşısındakini küçük ve kusurlu görme gibi hal ve duygular da vardır. Sırf gülüp eğlenmek için bir kimse ile alay edilmiş olsa bile alay konusu olan şahsın buna lâyık görülmesi ve aşağılanması söz konusudur. Bir kimse, toplum içinde yükselen değerlere göre –bu değerleri ölçü olarak alanlar bakımından– ikinci sınıf, “değersiz ve önemsiz” görülebilir, ama evrensel değerler ve konumuzla ilgili olarak da dinî ve mânevî değerler söz konusu olduğunda aynı şahıs önemli ve değerli olabilir; hele Allah nezdinde kimin nasıl değerlendirildiğini tam olarak bilmek mümkün değildir. İnsanları küçümseyenler, alay edenler, aşağılayıcı, küçümseyici lakaplar takanlar işin bir de bu yönünü düşünmelidirler.

Birbirinizi karalamayın” şeklinde tercüme ettiğimiz cümlenin lafzî karşılığı, “Kendinizi karalamayın” şeklindedir. Müminlerin kardeş olduğu ilân edildikten sonra birinin diğerini karalaması, kişinin kendini karalaması gibi kabul edilmiştir. Meâldeki “karalama”nın Arapça karşılığı lemzdir. Bu kelimenin mânası ise “el ve dil ile, kaş göz işaretiyle bir kimseyi aşağılamak, küçük düşürmek, şeref ve haysiyetine leke sürmek”tir. Allah’a iman edenler böyle bir haksızlığı, öz kardeşleri gibi olan dindaşları bir yana düşmanlarına bile yapamazlar.

Bir başka kötü alışkanlık da insanları onların hoşlanmadıkları, kendilerini küçük düşüren, üzen nitelik ve lakaplarla anmaktır; “kör, topal, kambur, cüce, sırık, şapşal ...” bu lakaplara bazı örneklerdir. Ancak insanların tanınmasını sağlayan ve onları üzmeyen, alışılmış bazı lakaplar bu yasağın dışındadır; “Topal Osman, Uzun Hasan” gibi. Ashaptan bazılarının, günahkâr iken tövbe etmiş, hıristiyan veya yahudi iken müslüman olmuş kimseleri eski aidiyetleriyle nitelemeleri ve anmaları, bu cümlenin nüzûl sebebi olarak zikredilmiştir. Tövbe sâbıkayı sildiği için bir kimseyi eski haliyle anmanın hem din hem de ahlâk yönünden tutarsızlığı, anlamsızlığı açıktır.

İman ettikten sonra fâsıklıkla anılmak ne kötüdür!” cümlesi iki şekilde anlaşılmaya müsaittir: 1. Yasaklanan fiil ve davranışları işleyenler fâsık (günahkâr, yoldan çıkmış) olurlar; bu nitelik de bir mümine yakışmaz. 

2. Bir kimse iman ve tövbe ettikten sonra onu yine eski dini ve günahı ile anmak çirkin, yersiz ve yakışıksızdır.


 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 94-95
Riyazus Salihin, 613 Nolu Hadis
Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.”
Sahâbînin biri:
- İnsan elbise ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder, deyince şunları söyledi:
- “Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemektir.”
(Müslim, Îmân 147. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 26; Tirmizî, Birr 61)

  Leqabe لقب :

  لَقَبٌ insanın birinci ismi dışında adlandırıldığı isimdir. Lakap iki türlüdür: Bir türü teşrif ve saygı manası taşır. Hükümdarların lakapları gibi.. Diğer türü ise kınama ve aşağılama manası taşır. Kur'an-ı Kerim'de geçtiği ayette bu ikinci tür kastedilmiştir. Çoğulu ألْقابٌ şeklindedir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda yalnızca bu ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli lakaptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْراً مِنْهُنَّۚ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ,  münadadan bedel veya atf-ı beyan olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Nidanın cevabı  لَا يَسْخَرْ ‘dır.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَسْخَرْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. قَوْمٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ قَوْمٍ  car mecruru يَسْخَرْ  fiiline mütealliktir. 

عَسٰٓى  reca fiillerindendir.  عَسٰٓى  tam fiil olup, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel عَسٰٓى ‘nın faili olarak mahallen merfûdur. 

يَكُونُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla nakıs, mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. 

خَيْراً  kelimesi  يَكُونُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  خَيْراً ‘e mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. نِسَٓاءٌ  onu tefsir eden mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Takdiri, لا يسخر نساء (Kadınlar alay etmesin.) şeklindedir.  مِنْ نِسَٓاءٍ  car mecruru mukadder fiile mütealliktir. 

عَسٰٓى  ikinci tam fiil olup, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel عَسٰٓى ‘nın faili olarak mahallen merfûdur. 

يَكُنَّ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni nakıs, muzari fiildir.  يَكُنَّ ‘nin ismi nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. 

خَيْراً  kelimesi  يَكُنَّ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. مِنْهُنَّ  car mecruru  خَيْراً ‘e mütealliktir. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَلْمِزُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنْفُسَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَا تَنَابَزُوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  بِالْاَلْقَابِ  car mecruru  تَنَابَزُوا  fiiline mütealliktir.  

تَنَابَزُوا  fiili tefâ’ul babındandır. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.

Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mefûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mefûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ 

 

İtiraziyye cümlesidir.  بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fildir.  الِاسْمُ  faili olup lafzen merfûdur.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi  2. Failinin  ال ’lı İsme Muzaf Olarak Gelmesi  3. Bu fiillerin  مَا  Harfine Bitişik Olarak Gelmesi  4. Failinin İsmi Mevsul Olarak Gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْفُسُوقُ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو ‘dir.  بَعْدَ  zaman zarfı  الْفُسُوقُ ‘ya mütealliktir.  الْا۪يمَانِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَمْ يَتُبْ  fiili mübteda  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَتُبْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمُ  fasl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الظَّالِمُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الظَّالِمُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّهَا  münadadır.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nidanın cevabı olan  لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ  cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Her iki  قَوْمٌ  kelimesindeki nekrelik, nev anlamındadır. Konudaki önemine binaen tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekanı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

قَوْمٌ  lafzı erkeklere özgüdür, çünkü ya mastardır, sıfat olmuş ve cemide yaygınlaşmıştır ya da  قائم 'in çoğuludur, زائر ve  زور  gibi. İşleri görmek (onlarla kaim olmak) erkeklerin görevidir. (Beyzâvî)


عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْراً  cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Terecci manalı  عَسٰٓى , bu cümlede tam fiildir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ  cümlesi, masdar tevili ile  عَسٰى ‘nın faili konumundadır. Masdar-ı müevvel,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَسٰٓى  kelimesi kendisinden sonra gelen hususların vukuunun beklenilmesine delalet eder. Bununla birlikte Allah Teâlâ hakkında bir şeyi ummak/olmasını beklemek tasavvur edilemez. Zira O, olmuş ve olacak her şeyi bilmektedir. Dolayısıyla  عَسٰٓى  burada tahkik ifade etmektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)


وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ 

 

وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ  cümlesi nidanın cevabına matuftur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. نِسَٓاءٌ , takdiri يسخر  (Alay eder) olan fiilin failidir. Bu takdire göre cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.  مِنْ نِسَٓاءٍ  car-mecruru mukadder fiile mütealliktir.

Konudaki önemine binaen tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Her iki  نِسَٓاءٌ  kelimesindeki nekrelik nev içindir. 

 قَوْمٌ  ve  نِسَٓاءٌ  kelimelerinin nekire yapılması ile iki mana murad edilmiş olabilir: Birincisi, “Mümin erkekler de mümin kadınlar da birbirleriyle alay etmesinler!” anlamının murad edilmesidir. İkincisi, bu şekilde kapsayıcı bir ifade kullanımının kastedilmiş olması ve onlardan her bir gruba alay etmenin yasaklanmış bulunmasıdır. عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ [Çünkü onlar kendilerinden daha hayırlı olabilirler.] cümlesi, alay yasağını gerekçelendiren bir cevap niteliğinde gelmiş bir başlangıç cümlesidir. Böyle olmasaydı bunun kendinden önceki cümleye  فُ  ile bağlanması gerekirdi. Mana şöyledir: Herkesin, kendisiyle alay edilen şahsın Allah katında alay edenden daha hayırlı olabilme ihtimalinin bulunduğuna inanması gerekir; çünkü insanlar ancak açık olan durumları bilebilirler; gizli olan hususlar hakkında bilgileri yoktur. (Keşşâf)


عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْراً مِنْهُنَّۚ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. عَسٰٓى  fiili ismi ile beraber yeni söz başıdır, yasağın gerekçesidir, onun haberi (hükmün bağlandığı lafız) yoktur, çünkü isim ona gerek bırakmamıştır. (Beyzâvî)

عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْراً مِنْهُنَّ  cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  عَسٰٓى  bu cümlede tam fiildir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَكُنَّ خَيْراً مِنْهُنَّ  cümlesi, masdar tevili ile  عَسٰى ‘nın faili konumundadır. Masdar-ı müevvel,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

خَيْراً  kelimesi  كان ’nin haberidir.  مِنْهُنَّ  car mecruru  يَكُنَّ ’ye mütealliktir.


وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Aynı üslupta gelen  وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِ  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ cümlesine atfedilmiştir.

Ayette geçen  لْاَلْقَابِ  ile kastedilen, وَلَا تَنَابَزُوا  karinesiyle beğenilmeyen (hoşlanılmayan) lakaplardır. (Âşûr)

Kendinizi kötülemeyin yani birbirinizi gıybet etmeyin demektir; çünkü müminler tek bir vücut gibidir. Ya da kınanacak şey yapmayın demektir, çünkü kınanacak şey yapan ancak kendini kötülemiş olur. (Beyzâvî)


بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ 

 

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İtiraz cümlesi ikaz ve kınama gayesiyle gelmiştir.

İtiraz, peş peşe gelen iki söz veya sadece bir sözün içerisinde, îrabda mahalli olmayan bir veya daha fazla ara cümle getirilerek yapılan ıtnâbdır.

Gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem anlamı taşıyan camid fiil  بِئْس , mahsusu ile birlikte tekid ifade eder.  الِاسْمُ , camid fiil  بِئْسَ ‘nin failidir.  الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâzı hazif sanatı vardır. Haber konumundaki  الْفُسُوقُ ‘nun, takdiri  هو  olan mübtedası mahzuftur. Bu cümle  بِئْسَ  ’nin mahsusudur. Veya  الْفُسُوقُ  muahhar mübteda,  بِئْسَ الِاسْمُ  mukaddem haberdir.

 بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ  zaman zarfı, mahzuf hale mütealliktir.

Bundan murad, ya özellikle müminlere küfrü ve fışkı isnâd etmenin çirkin sayılmasıdır. Nitekim rivayet olunur ki, bu ayet, validelerimizden Safiyye Binti Huyey hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Safiye validemiz, bir gün Resulullah'a gelip: "Kadınlar, bana: "Ey ebeveyni yahudi olan yahudi kadın!.." diyorlar" diye şikayette bulunmuş. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Sen de niçin onlara: "Benim babam. Harun Peygamberdir; amcam Musa Peygamberdir ve kocam da Muhammed Peygamberdir!" demedin!" buyurdu.

Yahut bu kelamdan murad, kötü lakaplarla atışmak, fasıklıktır ve onu iman ile yanyana getirmek çirkindir. (Ebüssuûd)


وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

Nidanın cevabına matuf olan bu cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَنْ  şart ismi mübteda,  لَمْ يَتُبْ  cümlesi mübtedanın haberidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi olan  فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ , mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin  الْ  takısıyla marife olması kasr ifade eder. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha etkili ve beliğdir.

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile  tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tahkir ve tevbih ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber  الظَّالِمُونَ ‘nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَسٰٓى  - خَيْراً - مِنْ - اَنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اٰمَنُوا  -  الْا۪يمَانِۚ  ve  يَكُونُوا  -  يَكُنَّ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الِاسْمُ  - الْفُسُوقُ  - بِئْسَ  ile  الَّذ۪ينَ  - مَنْ  ve  تَلۡمِزُوۤا۟ - تَنَابَزُوا۟ - یَسۡخَرۡ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

نِّسَاۤءٍ - قَوۡمࣱ  ve  ٱلِٱسۡمُ - خَیۡرࣰا  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

 
Günün Mesajı
6. ayet önemli bir düstur ortaya koymaktadır.
İsrâ Süresi 36. ayette şöyle buyrulmaktadır: Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeye dayanıp karar verme. Çünkü kulak, göz ve kalp, evet bunların hepsi (verdiğin karar, vardığın sonuçtan) sorumludur ve sorguya çekilecektir. Dolayısıyla bir Müslüman, bir konuda kesin bilgiye dayanmadan hüküm veremez, harekete geçemez. Özellikle sorumluluk gerektiren ve başkalarıyla, toplumla alâkalı meselelerde çok dikkatli olunmalı ve duyumlara, zanna dayalı hüküm ve davranışlardan mutlaka kaçınılmalıdır. Kesin bilgi, ya bizzat şahitliğe veya doğruluğu kesin habere dayanır. Ayrıca, aşağıda 12'nci âyette ifade edileceği üzere, bir Müslüman, diğer Müslümanlar hakkında suizanda da bulunamaz.
Bir mümin de olsa, eğer bir insan yalan söylüyorsa, iftira attığı tesbit edilmişse ve İslâm'ın kesin olarak yasakladığı herhangi bir fiili açıktan işlemekten çekinmeyebiliyor veya farz-vacip bir emri yerine getirmiyorsa, böyle biri fasıktır ve ne mahkemede şahit olarak dinlenir, ne de söylediği söze, verdiği habere güvenilip, o söz veya haber üzerine hüküm bina edilir.
Hadis âlimleri, bu ayete dayanarak Hadis ilminde çok önemli bir yan ilim geliştirmişlerdir. Cerh ve Ta'dil denilen bu'ilim, hadis râvilerini doğruluk noktasında araştıran ve rivayetlerine güvenilip güvenilemeyeceğini tesbit eden bir ilim dalıdır.
Yalan söylediği, iftira attığı ve haram seviyesinde yasakları açıktan işlediği veya farz-vaciplerden birini terk ettiği, yani fıskı tesbit edilmedikçe bir mümin güvenilir kabul edilir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Üniversiteden sonra ‘okumuş insan’ın aslında ne anlama geldiğini idrak etti. Kesinlikle diploma biriktirmek değildi. Genel anlamda: kendisini geliştirmek için çabalayan ve insan ilişkilerinde nasıl davranması gerektiğini öğrenendi. Özel anlamda: Allah’ın rızasını kazanma umuduyla kendisini ve hayatını devamlı gözden geçirdikten sonra eksikliklerini gidererek ya da yanlışlarını düzelterek daha doğru yaşamaya çalışandı.

‘Okumuş insan’ her bilginin peşinden koşmazdı. Onun için bilginin kaynağı önemliydi. Kaynağı belirsiz ya da faydalı-faydasız diye ayırmadan her bilgiyi toplamak yerine, sağlam ve faydalı olana önem verendi. Her kişinin peşinden de gitmezdi. Onun için kişinin hali ve ne için yaşadığı önemliydi. Zira; insan görüştüğü ya da sevdiği her insandan - küçük ya da büyük - devamlı bilgi toplardı. Bu yüzden de, yanlış kişilerle beraber doğru yolda yürümeye çalışanın adımları karışırdı.

‘Okumuş insan’ kendisini ilgilendirmeyen başkalarına ait bilgilerden uzak dururdu. Merak içinde kıvranan nefsine dönüp: “sanane” demesini bilirdi. Aleyhime ya da lehime diye sorgulamadan haksızlığın karşısında, adaletin yanında dururdu. Başkalarını küçümsemekten, herhangi bir sebepten dolayı alay etmekten ve kendi halini beğenmekten kaçınırdı. Zira, ‘okumuş insan’ yarınki halinin ne olacağından emin olamayacağını bilirdi ve o asla: ‘tamam, ben artık oldum’ demezdi. Bu eğitim yolu, ölene kadar devam edecekti.

Rabbim! Bizi hakiki manada okuyanlardan; İslam’ı öğrenenlerden; dini ve bize faydalı, hakkımızda hayırlı olacak dünyevi ilimlerden nasiplenenlerden; bilinçli müslümanlar olarak yaşayanlardan ve rahmetinle rızanı kazananlardan eyle. Dilime kolaylık ver; son nefesime kadar Seni anayım. Nefesime ferahlık ver; son anıma kadar kelamını okuyayım. Zihnime dinçlik ver; ölene kadar öğreneyim. İmanıma kuvvet ver; öğrendiklerimle halimi güzelleştireyim. Bedenime sağlık ver; bildiklerimle amel edeyim. Kalbime muhabbet ver; beni Senin rızana ulaştıracak hayırları severek yapayım. 

Rabbim! Bizi; kelamında övdüğün faziletlere sahip, yasakladığın reziletlerden sakınan, ahlakı güzel edepli ve bilinçli müslümanlardan eyle.

Amin.

 

 

Farkettiniz mi? Birçok insan -buna kendimiz de dahil olmak üzere- dinlediklerinden işine geleni anlar ve kendisi için çarpıcı ya da etkileyici olanı hatırlamayı tercih eder. Belli bir kalıbın ve hatta bazen sığlığın içinde yaşamayı tercih ettiği zaman da söylenenlerin doğruluğunu araştırma derdinde değildir. Zalimler bunu lehine kullanır. Haberler de bu şartlar göz önüne alınarak yapılır. O yüzden belli kanallar ve gazeteler, belli kitlelere hitap eder. Birkaç kelime özenle seçilir, belli korkularla harmanlanır ve başlıklar buna göre atılır. Aynı haber, farklı sahnelere odaklanır. Varsa eğer yalanlar ortaya çıksa bile ilk söylenenler akıllara kazınmıştır. Bunun sonucunda ırkçılık ve ayrımcılık gibi çeşitli nefret ve hırs kaynakları beslenir. Yaptığı zulümlere rağmen dolaylı ya da dolaysız ifadelerle zalimleri haklı bulanlar her zaman bulunur.

Bilginin doğruluğunu teyit etmek için kaynağa gitmekten üşenenlerin çoğalmasıyla beraber duyarsızlık da, cahillik de arttı. Bilgiye bu kadar kolay ve rahat ulaşıldığı bir zaman diliminde yaşanılmasına rağmen sonuç korkutucu bir hale geldi. Zira herkes her bilim dalında ustaydı ama çoğunluğun bu bilgilerin geldiği kaynak nedir gibi bir derdi yoktu. Allah yolundan uzaklaştırmak olsun, başka bir insana zulümde bulunmak olsun; insanların arasına girmek için yalanlar dünya tarihinin her döneminde söylendi ve çoğunluk tarafından sorgusuz sualsiz kabul edildi. Kaynaklar belliydi ve doğrular ortadaydı, araştıranlar ve anlatmaya çalışanlar her zaman vardı. Doğruyu yapmak ya da zulmü engellemek olsun; sığ insanlar rahatlarının bozulmasını istemediği için sustu. Yalan haber taşıyan fasık mı? O pişkin pişkin aramızda dolaşmaya devam ediyordu.

Ey Allahım! Nefsimizin ve onun heveslerinin dilediği gibi dinlemekten, anlamaktan ve bu yüzden yanlış karar almaktan Sana sığınırız. Bizi Kur’an-ı Kerim’e ve sünnete aykırı olan ya da şüphe içeren işlerden ve yollardan uzaklaştır.

Yeryüzünde yaşananlarla ilgili işittiği ya da gördüğü bilgilerin kaynağını araştıranlardan ve Senin rızana uygun şekilde tepki verenlerden eyle. Kaynağı olmayan ya da bizi maddi ve manevi hiçbir hayra taşımayacak bilgiler uğruna vakit kaybetmekten; bilmediği konular hakkında konuşmaktan ve insanları yanlış yönlendirmekten muhafaza buyur.

Rabbim! Bizi doğru yaşayanlardan ve doğru davrananlardan; Senin rızanı kazanmış ve mağfiretine mazhar olmuş bir hal üzere canını teslim eden, dirilen ve ebedi huzura kavuşan mü’min kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji