Fetih Sûresi 24. Ayet

وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يراً  ...

O, Mekke’nin göbeğinde, sizi onlara karşı üstün kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ ve O’dur
2 الَّذِي
3 كَفَّ çeken ك ف ف
4 أَيْدِيَهُمْ onların ellerini ي د ي
5 عَنْكُمْ sizden
6 وَأَيْدِيَكُمْ ve sizin ellerinizi ي د ي
7 عَنْهُمْ onlardan
8 بِبَطْنِ göbeğinde ب ط ن
9 مَكَّةَ Mekke’nin
10 مِنْ
11 بَعْدِ sonra ب ع د
12 أَنْ
13 أَظْفَرَكُمْ sizi galip getirdikten ظ ف ر
14 عَلَيْهِمْ onlara
15 وَكَانَ ve ك و ن
16 اللَّهُ Allah
17 بِمَا
18 تَعْمَلُونَ yaptıklarınızı ع م ل
19 بَصِيرًا görmektedir ب ص ر
 

Hudeybiye Mekke’ye 17 kilometredir, –günümüzde de Mekke’de oturanların umre için mîkat yeri olan– Ten‘îm ise 8 kilometredir. Mekke şehir sınırının yakınlarında, Ten‘îm ve Hudeybiye’de, yani Mekke’nin neredeyse içinde veya –bir başka açıklamaya göre Hudeybiye aşağıda, vadide olduğu için– Mekke’nin aşağısında birkaç defa düşmanın özel harekat ve baskın güçleri yakalanmış, fakat barışı olumsuz etkilememesi için serbest bırakılmışlardır. O zamanlar müşrik olan Hâlid b. Velîd komutasında 200 kişilik bir güç, Usfân önünde bulunan Gamîm isimli bir tepeyi siper alarak mevzilenmiş ve müslümanlar namazda iken ansızın hücum etmeyi planlamışlardı. Müslümanlar öğle namazına niyetlendiler, sonra vazgeçip ikindiye bıraktılar. Hz. Peygamber ikindi namazını salâtü’l-havf (tehlike halinde namaz) usulü ile kıldırdığı ve böylece yüzleri düşman tarafına dönük bulunduğu için Hâlid, “Bu adam korunmaktadır” diyerek kararını gerçekleştiremedi (Mustafa Fayda, “Hâlid b. Velîd” , DİA, XV, 289-292).

Müşrikler, Kâbe’yi ziyarete gelenleri engellemek şöyle dursun onlara hizmet vermek şeklinde yerleşmiş bulunan geleneklerine aykırı olmasına rağmen, Câhiliye psikolojisinin, büyüklük kompleksinin, müslümanlara karşı kalplerinde besledikleri kin ve düşmanlık duygusunun etkisinde kalarak Medine’den gelen müminlerin Mescid-i Haram’ı ziyaretlerini engellediler; yanlarında getirdikleri yetmiş kadar kurbanlık devenin kesim yerine ulaştırılıp kurban edilmesine de mâni oldular. Peygamber efendimiz bulundukları yerde kurbanlarını kesip ihramdan çıkabileceklerini söyledi ise de, müslümanlar bir müddet şaşkınlık ve tereddüt geçirerek bunu yapmadılar ve onu üzdüler. Eşi Ümmü Seleme’nin tavsiyesine uyarak Hz. Peygamber kurbanını kesince işin ciddiyetini anlayan sahâbe bu defa acele ve heyecanla emri yerine getirmeye koyuldular (Müsned, IV, 323-326; Kurtubî, XVI, 270). Sahâbenin ahlâkı, edebi, Hz. Peygamber’den aldıkları eğitimi, Allah ve resulünün emirlerine tereddütsüz ve ertelemesiz teslim olmayı kaçınılmaz kılıyordu ve genellikle de böyle yaparlardı. Hudeybiye’de olup biten gerilime iki şey sebep olmuştu: a) Peygamber efendimizin gördüğü rüyaya dayanarak –o yıl gerçekleşeceği açıklanmadığı halde– ziyaretin hemen gerçekleşeceğine inanmaları, rüyayı eksik yorumlamaları, b) Mekke’yi ve Kâbe’yi özlemiş oldukları ve ona çok yaklaştıkları halde haksız olarak engellenmeleri karşısında öfke ve heyecanlarını kontrol edememeleri. Ama Allah’ın mânevî yardımı, Hz. Peygamber’in de kararlı tutumu sayesinde bu heyecan fırtınası yatıştı, sahâbe asıl çizgilerinin gerektirdiği davranışa döndüler ve her şey yoluna girdi. 

Peygamberimizin ve ashabının kestikleri kurbanlar nâfile kurbanlar idi; çünkü tek başına umre ibadetinde kurban gerekli (vâcip) değildir. Hudeybiye’nin Harem bölgesi mi, serbestlik (Hill) bölgesi mi olduğu tartışılmıştır; Hanefîler’e göre bir bölümü Harem bölgesine dahildir. Hac ve umre kurbanı Harem bölgesinin her yerinde kesilebilir. Ancak hac kurbanının Mina’da, umre kurbanının ise Merve’de kesilmesi müstehaptır. Günümüzde Merve’de kurban kesme imkânı ortadan kalk­mıştır. 

Hudeybiye’de engellenen müminlerin, Mekke’de ya kendilerini henüz tanımadıkları veya bulundukları yerleri bilmedikleri müslümanlar vardı. Eğer savaşa karar verip Mekke’ye hücum etselerdi, kurunun yanında yaş da yanacak, bilmeden birçok müslümanın kanına girilecekti. Allah buna razı değildi, Mekke’nin daha uygun şartlarda ve kutsallığına yaraşır şekilde kan dökülmeden fethedilmesini takdir buyurmuştu, nitekim iki yıl sonra fetih böyle gerçekleşti.

Mekke’de müşriklerin içinde yaşayan müminler de bulunduğu için savaşın Allah tarafından engellenmiş olması fıkıhçıları, gerektiğinde düşmanı yenmek, tehlikeyi ortadan kaldırmak için böyle bir durumda savaşa girmenin câiz olup olmadığı konusunu tartışmaya yöneltmiştir. Ebû Hanîfe ve Süfyân es-Sevrî’ye göre başka çare bulunmaması halinde büyük zararı küçük zarar karşılığında önlemek için taarruz yapılır, bu arada müslümanlar da isabet alabilir. Mâlik ve Şâfiî’ye göre ise haram olan bir şeyi araç yaparak mubah olan bir sonuca ulaşmak câiz değildir. Meselâ müslüman esirlerin ölmesi pahasına bir kaleye hücum etmektense bundan vazgeçmek gerekir. Kurtubî iki grubun ittifak etmeleri gereken bir durumu şöyle dile getirmektedir: Ortada bütün müslümanları veya o bölgedeki müslümanların tamamını ilgilendiren küllî (genel) ve kesin bir zorunluluk varsa az sayıda müslümanın ölmesi ihtimali göze alınarak tehlike defedilmelidir; buna kimsenin itirazı olamaz. Müslüman esirleri siper yaparak müslümanların kalelerine veya mevzilerine doğru ilerleyen düşmana atış yapılma zarureti konumuza bir örnektir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1708; Kurtubî, XVI, 274).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 77-79
 
Müslümanlar Hudeybiye‘de iken Mekkelilerden seksen kişi, sabah namazı vaktinde Resûlullah’ı ve asabını gafil avlayıp öldürmek için Ten’im dağlarından aşağı iniverdiler Resulullah sallallahu aleyhi vesellem onları yakaladı, sonra da serbest bıraktı.  Bunun üzerine Allah Teala “Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke’nin ortasında onların elini sizden ,sizin elinizi onlardan çeken de O’dur”(Fetih  48/24) ayetini indirdi. 
(Müslim, Cihad 133; Ebu Davud , Cihad 120; Tirmizi, Tefsir 48/3).
 

  Yedeye يدي :

  أيْدٌ  kelimesi bildiğimiz el demektir. Onun da aslı يَدْيٌ dur. Omuzdan parmak uçlarına kadar olan kısmı içerir. Müennes bir kelimedir. El kelimesi bazen istiare yoluyla nimet, cömertlik ve ihsan için kullanılır. Yine bazen kontrol ve mülkiyet anlamında, bazen de kuvvet için kullanılır.

  El-yed üç şekilde tefsir edilir: 
1-Bizatihi yed,
2-Yed, nafaka hususunda el için yapılan bir darbı mesel olarak kullanılabilir, 
3- Yed, fiil/ yapmak manasında kullanılır,


Cem’i kılleti أيْدٌ ve cem’i kesreti ise الايَّادِيُّ  -  اليُدَيُّ dir. أيْدٌ kelimesinde koruyarak kuvvetlendirmek anlamı da vardır.

Kelimedeki asıl anlam uygulanan kuvvettir. Bu  ister  hayr ve şer mecrâsında, ister de maddi yada manevi konularda olsun müsâvidir, farketmez.

  Biz deriz ki; Allah’u Teâlâ’nın elinden murad; irade ve kudretin ortaya çıkışı, irade programının altındaki kudret sıfatının zuhurudur ve bu da Mâide, 5/64 ayetteki  يُنفِقُ كَيْفَ يَشَاءُ  ibaresinden anlaşılmaktadır. (Müfredat-Tahqiq-Mukatil b. Süleyman) 

  Kuran’ı Kerim’de sadece isim formunda 120 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri yed-i (beyza) ve yed-i (emin)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

İsm-i mevsûlun sılası  كَفَّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  اَيْدِيَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَنْكُمْ  car mecruru  كَفَّ  fiiline mütealliktir.  اَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِبَطْنِ  car mecruru  عَنْكُمْ  ve  عَنْهُمْ ‘deki zamirlerin mahzuf haline mütealliktir.  مَكَّةَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.

Çünkü kendisinde alemlik (özel isim olma vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  كَفَّ  fiiline mütealliktir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَظْفَرَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiil olup mahallen mansubdur. Faili müstetir olup takdiri هو  ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَظْفَرَكُمْ ‘e mütealliktir. 

اَظْفَرَكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ظفر ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâl  كَانَ  ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.  مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  بَص۪يراً ‘e mütealliktir. 

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بَص۪يراً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.

بَص۪يراً  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. İsim cümlesinin her iki unsuru da hasr kastedilerek ma‘rife olarak gelmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ  maksûrun aleyh/mevsûf,  الَّذ۪ي maksûr/sıfat olmak üzere kasr-ı sıfat ale-l mevsûf hakiki tahkiki kasrdır. 

Yani Allah'tan başka hiç kimse, onların elini sizden çekemez. (Âşûr)

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ , mazi fiil sıygasında gelerek sübut, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

اَيْدِيَهُمْ  ve  اَيْدِيَكُمْ  izafetleri  كَفَّ  fiilinin iki mef’ûlüdür.  عَنْكُمْ  ve  عَنْهُمْ  car mecrurları  كَفَّ  fiiline mütealliktir.

بِبَطْنِ مَكَّةَ  car mecruru  عَنْكُمْ  ve  عَنْهُمْ ‘deki zamirlerin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, كائنين بِبَطْنِ مَكَّةَ  (Mekke’de bulunurken) şeklindedir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki   اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ  cümlesi, masdar teviliyle, بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetteki el çekme tabiri, savaşın son bulmasından kinayedir.

أظْفَرَ  fiilinin  عَلى  harf-i ceri ile beraber gelmesi,  أيَّدَكم  [sizi destekledi] manasını kazanması içindir. Aksi takdirde fiil,  بِ  harf-i ceri ile müteaddi olur. (Âşûr) Yani tazmin vardır.

 

وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يراً

 

وَ , istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl olan  مَا  ismi,  بَص۪يراً ’e mütealliktir. Sılası  تَعْمَلُونَ, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِمَا تَعْمَلُونَ  önemine binaen amili olan كَانَ ’nin haberi olan  بَص۪يراً ’e takdim edilmiştir.

Müsned olan  بَص۪يراً  sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.

Ayetin son cümlesi ufak değişikliklerle başka surelerde de mevcuttur. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 7, s. 314)