Fetih Sûresi 25. Ayet

هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفاً اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً  ...

Onlar, inkâr edenler ve sizi Mescid-i Haram’ı ziyaretten ve (ibadet amacıyla) bekletilen kurbanlıkları yerlerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı, (Allah, Mekke’ye girmenize izin verirdi). Allah, dilediğini rahmetine koymak için böyle yapmıştır. Eğer, inananlarla inkârcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azaba uğratırdık.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُمُ onlar
2 الَّذِينَ kimselerdir
3 كَفَرُوا inkar eden(lerdir) ك ف ر
4 وَصَدُّوكُمْ ve size engel olanlardır ص د د
5 عَنِ -dan
6 الْمَسْجِدِ Mescid-i س ج د
7 الْحَرَامِ Haram- ح ر م
8 وَالْهَدْيَ ve kurbanlardan ه د ي
9 مَعْكُوفًا bekletilen ع ك ف
10 أَنْ
11 يَبْلُغَ varmasına ب ل غ
12 مَحِلَّهُ yerlerine ح ل ل
13 وَلَوْلَا eğer olmasaydı
14 رِجَالٌ erkekler ر ج ل
15 مُؤْمِنُونَ inanmış ا م ن
16 وَنِسَاءٌ ve kadınlar ن س و
17 مُؤْمِنَاتٌ inanmış ا م ن
18 لَمْ
19 تَعْلَمُوهُمْ bilmeyerek ع ل م
20 أَنْ
21 تَطَئُوهُمْ tepelediğiniz و ط ا
22 فَتُصِيبَكُمْ isabet edecek (olmasaydı) ص و ب
23 مِنْهُمْ onlardan
24 مَعَرَّةٌ bir eziyet ع ر ر
25 بِغَيْرِ olmadan غ ي ر
26 عِلْمٍ bilginiz ع ل م
27 لِيُدْخِلَ ki soksun د خ ل
28 اللَّهُ Allah
29 فِي
30 رَحْمَتِهِ rahmetine ر ح م
31 مَنْ kimseyi
32 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
33 لَوْ şayet
34 تَزَيَّلُوا ayrılmış olsalardı ز ي ل
35 لَعَذَّبْنَا elbette azab ederdik ع ذ ب
36 الَّذِينَ kimseleri
37 كَفَرُوا inkar eden(leri) ك ف ر
38 مِنْهُمْ onlardan
39 عَذَابًا bir azabla ع ذ ب
40 أَلِيمًا acıklı ا ل م
 

Hudeybiye Mekke’ye 17 kilometredir, –günümüzde de Mekke’de oturanların umre için mîkat yeri olan– Ten‘îm ise 8 kilometredir. Mekke şehir sınırının yakınlarında, Ten‘îm ve Hudeybiye’de, yani Mekke’nin neredeyse içinde veya –bir başka açıklamaya göre Hudeybiye aşağıda, vadide olduğu için– Mekke’nin aşağısında birkaç defa düşmanın özel harekat ve baskın güçleri yakalanmış, fakat barışı olumsuz etkilememesi için serbest bırakılmışlardır. O zamanlar müşrik olan Hâlid b. Velîd komutasında 200 kişilik bir güç, Usfân önünde bulunan Gamîm isimli bir tepeyi siper alarak mevzilenmiş ve müslümanlar namazda iken ansızın hücum etmeyi planlamışlardı. Müslümanlar öğle namazına niyetlendiler, sonra vazgeçip ikindiye bıraktılar. Hz. Peygamber ikindi namazını salâtü’l-havf (tehlike halinde namaz) usulü ile kıldırdığı ve böylece yüzleri düşman tarafına dönük bulunduğu için Hâlid, “Bu adam korunmaktadır” diyerek kararını gerçekleştiremedi (Mustafa Fayda, “Hâlid b. Velîd” , DİA, XV, 289-292).

Müşrikler, Kâbe’yi ziyarete gelenleri engellemek şöyle dursun onlara hizmet vermek şeklinde yerleşmiş bulunan geleneklerine aykırı olmasına rağmen, Câhiliye psikolojisinin, büyüklük kompleksinin, müslümanlara karşı kalplerinde besledikleri kin ve düşmanlık duygusunun etkisinde kalarak Medine’den gelen müminlerin Mescid-i Haram’ı ziyaretlerini engellediler; yanlarında getirdikleri yetmiş kadar kurbanlık devenin kesim yerine ulaştırılıp kurban edilmesine de mâni oldular. Peygamber efendimiz bulundukları yerde kurbanlarını kesip ihramdan çıkabileceklerini söyledi ise de, müslümanlar bir müddet şaşkınlık ve tereddüt geçirerek bunu yapmadılar ve onu üzdüler. Eşi Ümmü Seleme’nin tavsiyesine uyarak Hz. Peygamber kurbanını kesince işin ciddiyetini anlayan sahâbe bu defa acele ve heyecanla emri yerine getirmeye koyuldular (Müsned, IV, 323-326; Kurtubî, XVI, 270). Sahâbenin ahlâkı, edebi, Hz. Peygamber’den aldıkları eğitimi, Allah ve resulünün emirlerine tereddütsüz ve ertelemesiz teslim olmayı kaçınılmaz kılıyordu ve genellikle de böyle yaparlardı. Hudeybiye’de olup biten gerilime iki şey sebep olmuştu: a) Peygamber efendimizin gördüğü rüyaya dayanarak –o yıl gerçekleşeceği açıklanmadığı halde– ziyaretin hemen gerçekleşeceğine inanmaları, rüyayı eksik yorumlamaları, b) Mekke’yi ve Kâbe’yi özlemiş oldukları ve ona çok yaklaştıkları halde haksız olarak engellenmeleri karşısında öfke ve heyecanlarını kontrol edememeleri. Ama Allah’ın mânevî yardımı, Hz. Peygamber’in de kararlı tutumu sayesinde bu heyecan fırtınası yatıştı, sahâbe asıl çizgilerinin gerektirdiği davranışa döndüler ve her şey yoluna girdi. 

Peygamberimizin ve ashabının kestikleri kurbanlar nâfile kurbanlar idi; çünkü tek başına umre ibadetinde kurban gerekli (vâcip) değildir. Hudeybiye’nin Harem bölgesi mi, serbestlik (Hill) bölgesi mi olduğu tartışılmıştır; Hanefîler’e göre bir bölümü Harem bölgesine dahildir. Hac ve umre kurbanı Harem bölgesinin her yerinde kesilebilir. Ancak hac kurbanının Mina’da, umre kurbanının ise Merve’de kesilmesi müstehaptır. Günümüzde Merve’de kurban kesme imkânı ortadan kalk­mıştır. 

Hudeybiye’de engellenen müminlerin, Mekke’de ya kendilerini henüz tanımadıkları veya bulundukları yerleri bilmedikleri müslümanlar vardı. Eğer savaşa karar verip Mekke’ye hücum etselerdi, kurunun yanında yaş da yanacak, bilmeden birçok müslümanın kanına girilecekti. Allah buna razı değildi, Mekke’nin daha uygun şartlarda ve kutsallığına yaraşır şekilde kan dökülmeden fethedilmesini takdir buyurmuştu, nitekim iki yıl sonra fetih böyle gerçekleşti.

Mekke’de müşriklerin içinde yaşayan müminler de bulunduğu için savaşın Allah tarafından engellenmiş olması fıkıhçıları, gerektiğinde düşmanı yenmek, tehlikeyi ortadan kaldırmak için böyle bir durumda savaşa girmenin câiz olup olmadığı konusunu tartışmaya yöneltmiştir. Ebû Hanîfe ve Süfyân es-Sevrî’ye göre başka çare bulunmaması halinde büyük zararı küçük zarar karşılığında önlemek için taarruz yapılır, bu arada müslümanlar da isabet alabilir. Mâlik ve Şâfiî’ye göre ise haram olan bir şeyi araç yaparak mubah olan bir sonuca ulaşmak câiz değildir. Meselâ müslüman esirlerin ölmesi pahasına bir kaleye hücum etmektense bundan vazgeçmek gerekir. Kurtubî iki grubun ittifak etmeleri gereken bir durumu şöyle dile getirmektedir: Ortada bütün müslümanları veya o bölgedeki müslümanların tamamını ilgilendiren küllî (genel) ve kesin bir zorunluluk varsa az sayıda müslümanın ölmesi ihtimali göze alınarak tehlike defedilmelidir; buna kimsenin itirazı olamaz. Müslüman esirleri siper yaparak müslümanların kalelerine veya mevzilerine doğru ilerleyen düşmana atış yapılma zarureti konumuza bir örnektir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1708; Kurtubî, XVI, 274).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 77-79
 

هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفاً اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  صَدُّوكُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  صَدُّوكُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و  ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَنِ الْمَسْجِدِ  car mecruru  صَدُّوكُمْ  fiiline mütealliktir.  الْحَرَامِ  kelimesi  الْمَسْجِدِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْهَدْيَ  atıf harfi وَ ‘la  صَدُّوكُمْ ‘deki mef’ûlun bihe matuftur.  مَعْكُوفاً  kelimesi  الْهَدْيَ ‘nin hali olup fetha ile mansubdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  عن  harf-i ceriyle birlikte  صَدُّوكُمْ ‘e mütealliktir. يَبْلُغَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَحِلَّهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَعْكُوفاً  kelimesi, sülasi mücerredi  عكف  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لأذن لكم في الفتح.. أو لما كفّ أيديكم عنهم (Fethetmenize izin verirdim... ya da ellerinizi onlardan çekerdi) şeklindedir.

رِجَالٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجودون (Mevcuttur.) şeklindedir. 

مُؤْمِنُونَ  kelimesi  رِجَالٌ ‘nün sıfatı olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  

لَمْ تَعْلَمُوهُمْ  cümlesi  رِجَالٌ  ve  نِسَٓاءٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

تَعْلَمُو  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  رِجَالٌ  ve  نِسَٓاءٌ ‘den bedel olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ولولا وطء رجال ونساء (Eğer erkeklerle kadınların münasebetleri, ilişkileri olmasaydı) şeklindedir. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَطَؤُ۫هُمْ  fiili  نَ  ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

تُص۪يبَكُمْ  atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur. 

تُص۪يبَكُمْ  fetha ile mansub muzari filldir.  مِنْهُمْ  car mecruru  تُص۪يبَكُمْ  fiiline mütealliktir.  مَعَرَّةٌ  fail olup lafzen merfûdur.  بِغَيْرِ  car mecruru  تُص۪يبَكُمْ ‘deki mef’ûlun mahzuf haline mütealliktir.

عِلْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

تُص۪يبَكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُؤْمِنُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ 

 

لِ  harfi,  يُدْخِلَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir. Takdiri, لم يأذن الله بالفتح ليدخل (Allah girmek için fethe izin vermedi) şeklindedir.

يُدْخِلَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  ف۪ي رَحْمَتِه۪  car mecruru  يُدْخِلَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. 

يُدْخِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.   

     

 لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً

 

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  تَزَيَّلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

لَ  harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. عَذَّبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  كَفَرُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir.  عَذَاباً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَل۪يماً  kelimesi  عَذَاباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَزَيَّلُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  زيل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

عَذَّبْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفاً اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)   

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sübut, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Aynı üslupta gelen  وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفاً اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ  cümlesi, mevsûlün sılası olan  كَفَرُوا  cümlesine atfedilmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

الْحَرَامِ  kelimesi  الْمَسْجِدِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

صَدُّوكُمْ ‘daki mansub zamire atfedilen  الْهَدْيَ , mef’ûlun meahtır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ , ihtimam için mef’ûle  takdim edilmiştir.

مَعْكُوفاً  kelimesi  الْهَدْيَ ‘den haldir. Hal anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَبْلُغَ مَحِلَّهُ  cümlesi mahzuf  عن harf-i ceri ile birlikte  صَدُّوكُمْ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ  cümlesi  الهَدْيِ  kelimesinden bedeli iştimaldir. Bununla birlikte mahzuf bir عَنْ harfi cerinin ma’mulu de olabilir. Takdiri şöyledir: عَنْ أنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُ .(Âşûr)

 

 وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ 

 

 

وَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  لَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ  isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  رِجَالٌ ’un haberi mahzuftur. Takdiri,  موجودون (Bulunurlar) şeklindedir. 

مُؤْمِنُونَ  kelimesi  رِجَالٌ için, مُؤْمِنَاتٌ  ise  رِجَالٌ ‘e matuf olan  نِسَٓاءٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

لَمْ تَعْلَمُوهُمْ  cümlesi  رِجَالٌ  ve  نِسَٓاءٌ  için ikinci sıfat olarak gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَطَؤُ۫هُمْ  cümlesi  رِجَالٌ  ve  نِسَٓاءٌ ’den veya  لَمْ تَعْلَمُوهُمْ ’deki mansub zamirden bedel-i iştimâldir. (Âşûr) 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

نِسَٓاءٌ  -  رِجَالٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri  لما كفّ أيديكم عنهم  (sizden ellerini çekmezlerdi.) olan cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِعِلْمٍۚ  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْهُمْ , siyaktaki önemine binaen fail olan مَعَرَّةٌ ‘e takdim edilmiştir.

مِنْهُمْ  car mecruru  تُص۪يبَ  fiiline mütealliktir.  مَعَرَّةٌ  kelimesi  تُص۪يبَ  fiilinin failidir. 

Fiildeki mef’ûl zamirinin mahzuf haline müteallik  بِغَيْرِعِلْمٍۚ  izafeti, kısa yoldan çok anlam ifadesi için gelmiştir.  عِلْمٍۚ ‘in nekreliği kıllet ve nev ifade eder. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

بِغَيْرِ  ifadesinin başındaki  بِ  harfi ceri mülabese içindir. (Âşûr)

عِلْمٍۚ - تَعْلَمُوهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 مَعَرَّةٌ  kelimesi, uyuz hastalığı gibi rahatsız eden maddi veya manevi dert ve zorluk veya borç ödeme ve günah demektir. Burada bazıları diyet, bazıları kefaret, bazıları günah, bazıları da kâfirlerin serzenişi veya vicdanda acı ve sıkıntı ile tefsir etmişlerdir. (Elmalılı)

Cenab-ı Hakk'ın, ["Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları bilmeyerek çiğneyip de, o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı..."] ifadesi, o erkek ve kadınları niteleyen bir ifade olup, bu, "Müminler tarafından henüz tanınmayan iman etmiş o erkek ve kadınlar olmasaydı.." demektir. Ayetteki  اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ  ifadesi, bedel-i iştimâl olup, buna göre Cenab-ı Hak sanki, "Şayet, çiğnenip çiğnenmeyecekleri bilinmeyen, böylece de size, onların yüzünden bir vebal, yani ayıp veya günahın isabet edeceği erkekler ve kadınlar Mekke'de olmasaydı.... Bu böyledir, zira sizler bazen onları öldürürseniz de, böylece size kefaret gerekir.." buyurmuştur. Ki bu, (bu halde) bir günah işleneceğinin delilidir. Yahut da, "Kâfirler sizi, "Bunlar, düşmanlarına yaptıkları şeyin aynısını, kendi kardeşlerine de yapıyorlar" diyerek ayıplarlar" anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî) 


لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ 

 

 

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, takdiri, لم يأذن الله بالفتح.. (Allah fethe izin vermedi) olan fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, menfî muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَشَٓاءُ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiiller hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي رَحْمَتِه۪ , ihtimam için, mef’ûle takdim edilmiştir.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve tazim ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

ف۪ي رَحْمَتِه۪  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah'ın rahmeti, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü rahmet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

رَحْمَتِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması rahmet için tazim ve teşrif ifade eder.


لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً

 

Şart üslubundaki cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  لَوْ  gayrı cazim şart edatıdır. Şart cümlesi olan  تَزَيَّلُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olarak  لَ  karinesiyle gelen  لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

مِنْهُمْ  kelimesindeki  مِنْ  harfi teb’iz (taksim) içindir. Yani bu mümini kafirinden ayırt edilmiş topluluktaki kâfir olan inkârcıları azabımıza uğrattık demektir. (Âşûr)

عَذَاباً  mef’ûlu mutlaktır. اَل۪يماً  ise  عَذَاباً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber inkârî kelamdır.

لَوْ  şartının cevabının başında  لَ (elbette) gelerek cümle tekid edilmiştir. Çünkü insanların hepsinin aynı durum üzere birleşmesi imkânsızdır, ancak Allah dilerse bunu yapar. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 363) 

لَوْ  edatının cevabı konumunda bulunan cümle mazi fiil ile kurulu cümledir ve başında tekid anlamlı lamu’l cevap yer almaktadır. (Suyûṭî, el-İtḳân, 1/534)

Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre لَوۡ  edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))

لَوۡ , muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 5/63)

Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 147)

Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 114)

لَوْ  edatının olumlu cevap cümlesi, Kur’an-ı Kerîm’de genellikle mazi fiil ile kurulmuş cümledir. Ancak, lamu’l cevap, nadiren de olsa bazı ayetlerde fiili mazi konumunda bulunan masdar vezninde bir kelimenin başına da gelmektedir. (Emre Çavdar, Arap Dilinde ‘lâm’, ‘lâ’, ‘mâ’ Edatlari Ve Kur’ân-ı Kerîm’deki Kullanımları)

عَذَاباً - عَذَّبْنَا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

تَزَيَّلُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

لَعَذَّبْنا الَّذِينَ كَفَرُوا  ifadesinde, iltifat yoluyla gaib zamirinden mütekellim zamirine dönülmüştür. (Âşûr)