Hucurât Sûresi 5. Ayet

وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...

Onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve şayet
2 أَنَّهُمْ onlar
3 صَبَرُوا bekleselerdi ص ب ر
4 حَتَّىٰ kadar
5 تَخْرُجَ sen çıkıncaya خ ر ج
6 إِلَيْهِمْ kendilerinin yanına
7 لَكَانَ elbette olurdu ك و ن
8 خَيْرًا daha iyi خ ي ر
9 لَهُمْ kendileri için
10 وَاللَّهُ Allah
11 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
12 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م
 

Benî Temîm isimli bedevî kabilesi Hz. Peygamber’i görmek, tanı­mak ve buna göre bir ilişki kararı almak üzere Medine’ye gelmişti. Peygamber efendimiz her öğleden sonra yaptıkları gibi bir süre dinlenmek (kaylûle yapmak) üzere odalarına çekilmişlerdi. Kabile mensupları, kendilerine bu durum bildirildiği halde Resûlullah’ın evinin önünde, kaba bir şekilde “Muhammed, Muhammed!” diye bağırmaya başladılar. Bu davranışları hem edebe aykırı idi hem de onu rahatsız etmişti. Ama eğitim ve idrak seviyeleri henüz yaptıklarının kabalığını, yersizliğini anlayacak ölçüde değildi (Kurtubî, XVI, 294 vd.). Böyle yapanların medeni inceliklerden uzak bedevîler olduğu düşünüldüğünde davranış tabii de görülebilirdi. Buna rağmen Allah Teâlâ’nın vahiy göndererek uyarıda bulunması iki önemli ve evrensel değer ve kurala dikkat çekmektedir: 1. Medenî inceliklerin, insanî erdemlerin bütün topluluğa yayılması; köylünün, bedevînin, şehirlerden uzak yaşayanların da uygarlıktan nasiplendirilmesi, bütün ümmetin medenîleşmesi gereklidir. 2. Hz. Peygamber’in Allah katındaki yeri ve değeri çok yüksek olup onun karşısında herkes bu idrak içinde olmak zorundadır.

 

Hucurat Suresinin temel ilkeleri:

https://youtu.be/ZMTHMe6NV80

 

وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la istînâfa matuftur. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ثبت..(Sabit oldu) şeklindedir.  

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

صَبَرُوا  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  صَبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  تَخْرُجَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını 

masdara çevirmiştir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  صَبَرُوا  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَخْرُجَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  اِلَيْهِمْ  car mecruru  تَخْرُجَ  fiiline mütealliktir. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. 

خَيْراً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  لَهُمْ  car mecruru  خَيْراً ‘e mütealliktir. 

خَيْرٌ  ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr) 


وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ  haber olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

غَفُورٌ رَح۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Haberî manada olması haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. 

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ  cümlesi, masdar tevili ile takdiri, ثبت  (Sabit oldu)  olan mahzuf şart fiilinin failidir. Bu takdire göre şart cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَنَّ ’nin haberi olan  صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ ‘in mazi fiil sıygasında gelmesi hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) Masdar-ı müevvel cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ‘nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  صَبَرُوا  fiiline mütealliktir

Lam-ı rabıtanın dahil olduğu  لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ  cümlesi لَوْ ’in cevabıdır. 

كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)


 وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

وَ , istînâfiyyedir

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayetin son cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrarlanması telezzüz ve teberrük ve haşyet duygularını artırmak içindir. Zamir makamında olduğu halde tekrarlanmasında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah'ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Biz daha önce, Cenab-ı Hakk'ın bazı yerlerde, غَفُورٌ (bağışlama) kelimesini,  رَح۪يمٌ (acıma, şefkat) kelimesinden önce zikrettiğini, -ki bu surede böyledir-, bazı yerlerde de, "rahmet" kelimesini, mağfiret kelimesinden önce zikrettiğini -ki, Sebe Sûresi'ndeki (Sebe/34) ifadesi böyledir söylemiştik, buyurduğu yerlerde mana şöyledir: "Allah, onun günahlarını bağışlar. Sonra kuluna bakar da, onun adeta çıplak ve rahmetine muhtaç olduğunu görür. Bunun üzerine ona merhamet eder ve ona, ikram ve izzet elbisesini giydirir... Bazen de onu, kötülükler içinde boğulmuş görür de, onun kötülüklerini örter.. Bağışlamadan sonra da ona rahmet eder.. Böylece, bazen, mağfiretten sonra gelen rahmete işaret edilir de, mağfiret başa alınır; bazen de rahmet mağfiretten önce bulunur, onu geri bırakır. Rahmet geniş ve sınırsız olunca, mağfiretten önce de bulunur sonra da. Bundan dolay Cenab-ı Hak onu, mağfiretten hem önce zikretmiş hem de sonra.. (Fahreddin er-Râzî)