Hucurât Sûresi 6. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ  ...

Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِنْ
5 جَاءَكُمْ size gelirse ج ي ا
6 فَاسِقٌ bir fasık ف س ق
7 بِنَبَإٍ bir haberle ن ب ا
8 فَتَبَيَّنُوا onu araştırın ب ي ن
9 أَنْ
10 تُصِيبُوا yoksa kötülük edersiniz ص و ب
11 قَوْمًا bir topluluğa karşı ق و م
12 بِجَهَالَةٍ bilmeyerek ج ه ل
13 فَتُصْبِحُوا sonra olursunuz ص ب ح
14 عَلَىٰ üzerine
15 مَا şey
16 فَعَلْتُمْ yaptığınız ف ع ل
17 نَادِمِينَ pişman ن د م
 

Âyetin, güvenilmez kimselerin getirdikleri haberleri, doğruluğunu araştırmadan kabul etmenin uygun olmadığı yönündeki mânası ve hükmü geneldir, her zaman ve mekânda geçerlidir. Sosyal ve hukukî hayatın düzenli yürümesi, haksızlık ve huzursuzlukların önüne geçilmesi bakımından çok önemli olan bu tâlimatın vahyedilmesi ibretli bir olay üzerine olmuştur. Hadis kaynaklarının teyidi bulunmamakla beraber nüzûl sebeplerini anlatan kitaplarla tefsirlerde olay şöyle nakledilmektedir: Velîd b. Ukbe, Benî Mustalik kabilesinin zekât vergisini toplamak üzere gönderilir. Velîd yolda iken birisi, bu kabileden silâhlı bir grubun yola çıktığı haberini getirir. Velîd, onların savaşmak için çıktıklarını düşünerek geri dönüp Peygamberimize durumu anlatır. O da haberin doğru olup olmadığını araştırmak ve gereğini yapmak üzere Hâlid b. Velîd’i gönderir. Hâlid kabileye yakın bir yerde konaklayarak durumu araştırır; söz konusu grubun ezan okuyup namaz kıldıklarını, İslâm’a bağlılıklarının devam ettiğini tesbit eder ve Medine’ye döner. Sonunda onların, zekât tahsildarı geciktiği için durumu öğrenmek veya zekâtı kendi elleriyle Hz. Peygamber’e teslim etmek üzere yola çıktıkları anlaşılır (Müsned, IV, 279; Kurtubî, XVI, 296 vd.).

“Yoldan çıkmış” diye çevirdiğimiz fâsık“dinin emirlerine uymayan” demektir; yalan haber taşıyan kimse de bu kavrama dahildir. Hz. Peygamber’in ashabı genel olarak doğru, dürüst, takvâ sahibi insanlar olarak kabul edilmişlerdir. Buna göre âyette geçen fâsık kelimesi, Velîd’in değil, ona yalan haberi taşıyan meçhul kişinin niteliğidir. Âyetten çıkan genel hüküm, durumu bilinmeyen veya yalancı, günahtan çekinmez olarak tanınan kimselerin verdikleri haberlere ve bilgilere güvenilmemesi, bunlara göre hüküm verilmemesi, harekete geçilmemesidir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 89-90
 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ,  münadadan bedel veya atf-ı beyan olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ ‘dır. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَٓاءَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فَاسِقٌ  fail olup lafzen merfûdur.  بِنَبَأٍ۬  car mecruru  جَٓاءَكُمْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. تَبَيَّنُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf masdarla birlikte mef’ûlun lieclih olarak mahallen mansubdur. Takdiri, خشية أن تصيبوا  (İsabet etmesinden korkarsınız) şeklindedir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُص۪يبُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  قَوْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

بِجَهَالَةٍ  car mecruru  تُص۪يبُوا ‘nun failinin mahzuf haline mütealliktir.  بِ  mülâbese içindir. تُصْبِحُوا  atıf harfi  فَ  ile تُص۪يبُوا ‘ya matuf olup mahallen mansubdur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُصْبِحُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla nakıs, mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı  تُصْبِحُوا ‘nun ismi olarak mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  عَلٰى  harf-i ceriyle  نَادِم۪ينَ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası فَعَلْتُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

فَعَلْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. نَادِم۪ينَ  kelimesi  تُصْبِحُوا ‘nun haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اٰمَنُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir. 

تُص۪يبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

تَبَيَّنُٓوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  بين ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

فَاسِقٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir. 

نَادِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ندم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida,  اَيُّهَا  münadadır.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah,  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ‘deki hitapta Resulullah ve onunla beraber olan kimseler kastedilmiştir. (Âşûr)

Nidanın cevabı şart üslubunda gelmiştir.  اِنْ  şart edatının dahil olduğu  şart cümlesi  جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَاسِقٌ  ve  نَبَأٍ۬  kelimelerindeki nekrelik, herhangi bir manasında umum ifade eder.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ  cümlesi, masdar teviliyle mahzuf masdarla birlikte mef’ûlü lieclih konumundadır. Muzafı mahzuftur. Takdiri, خشية أن تصيبوا (İsabet etmesinden korkarsınız) şeklindedir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Mef’ûl olan  قَوْماً ’deki tenvin, muayyen olmayan nev içindir.

بِجَهَالَةٍ  car mecruru, failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır. Kelimedeki nekrelik, nev ve kıllet ifade eder.

فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.  Nakıs fiil  اَصبِح ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى مَا, önemine binaen amiline takdim edilmiştir.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  اَصبِح ’nın haberi olan  نَادِم۪ينَ  ‘ye mütealliktir. Sılası olan  فَعَلْتُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

اٰمَنُٓوا - فَاسِقٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ  sözündeki car mecrurun takdim edilmesi, sıladaki fiilin ihtimamı içindir. (Âşûr)

Peygamber (sav) ve beraberindeki müminler, kimsenin kendilerine yalan haber vermeye cesaret edemeyecekleri yüksek bir konumda olduklarından ve Velîd’den sadır olduğu gibi yanlış davranışlar ancak nadiren vuku bulduğundan, ayette şek harfiyle  اِنْ جَٓاءَكُمْ (şayet getirirse) denilmiştir. Yine burada işaret edildiğine göre, müminler böyle (duydukları haberi iyice araştırmak gibi) bir sıfat üzere olmalıdırlar ki hiçbir fasık kendilerine yalan bir sözle hitap etmeyi aklından bile geçiremesin. (Keşşâf) 

فَاسِقٌ  ve  نَبَأٍ۬ 'in (haberin) nekre kılınması genelleme içindir. Araştırma emrinin haber verenin fasıklığına bağlanması adil kimsenin haberini kabul etmenin caiz olmasını gerektirir; çünkü bir şeye  اِنْ  edatıyla bağlı kılınan şey olmadığı zaman yok olur ve eğer tek kişinin haberi tek olduğu için reddedilse idi, fasıklığa bağlanmazdı. Çünkü tertip sebebi ifade eder. Zat ile olan da başka sebebe bağlanmaz. (Beyzâvî)

Kur'an-ı Kerim'in pekçok yerinde geçen  فَاسِقٌ (fasık) kelimesiyle, iman bağından çıkmış ve uzaklaşmış olan kimseler kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

اصابة  masdarı, hem kötü, hem de iyi şeyler kullanılır. Nitekim Hak Teâlâ, مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِؗ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَؕ [Sana isabet eden iyilik Allah'dandır, kötülük ise kendindendir.] (Nisa/79) Fakat genelde bu masdar, kötü şeyler için kullanılır ve zann ile birlikte kullanılır. Nitekim Hak Teâlâ, وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاؕ [Eğer onlara bir kötülük isabet ederse, buna sevinirler.] (Al-i İmran/120) buyurmuştur.(Fahreddin er-Râzî)

Ayette, ‘getirdiğinde’ değil de,  إن جاءكم  ‘getirirse’ denilmesi gösteriyor ki, fasıkların kendilerine yalan söyleme umutlarının kalmaması için müminlerin sürekli bu özellik üzerinde olmaları gerekir. (Ruhu’l Beyan)