Hucurât Sûresi 7. Ayet

وَاعْلَمُٓوا اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ وَزَيَّـنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ  ...

Bilin ki, aranızda Allah’ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve (İslâm’ın emirlerine) karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاعْلَمُوا ve bilin ki ع ل م
2 أَنَّ elbette
3 فِيكُمْ içinizdedir
4 رَسُولَ Elçisi ر س ل
5 اللَّهِ Allah’ın
6 لَوْ şayet
7 يُطِيعُكُمْ size uysaydı ط و ع
8 فِي
9 كَثِيرٍ birçok ك ث ر
10 مِنَ
11 الْأَمْرِ işte ا م ر
12 لَعَنِتُّمْ sıkıntıya düşerdiniz ع ن ت
13 وَلَٰكِنَّ fakat
14 اللَّهَ Allah
15 حَبَّبَ sevdirdi ح ب ب
16 إِلَيْكُمُ size
17 الْإِيمَانَ imanı ا م ن
18 وَزَيَّنَهُ ve onu süsledi ز ي ن
19 فِي
20 قُلُوبِكُمْ sizin kalblerinizde ق ل ب
21 وَكَرَّهَ ve çirkin gösterdi ك ر ه
22 إِلَيْكُمُ size
23 الْكُفْرَ küfrü ك ف ر
24 وَالْفُسُوقَ ve fıskı ف س ق
25 وَالْعِصْيَانَ ve isyanı ع ص ي
26 أُولَٰئِكَ işte
27 هُمُ bunlardır
28 الرَّاشِدُونَ doğru yolda olanlar ر ش د
 

İnsanların çoğunda özellikle kötü, aleyhte ve tehlike bildiren haberleri hemen kabul etme eğilimi vardır. Bu yüzden insanlar arasında birçok kötü zan, düşünce ve eylem ortaya çıkmış; pişmanlıklar, bazan telâfisi mümkün olmayan zararlar görülmüştür. Hz. Peygamber ile onun ahlâkında ve yolunda olanlar böyle haberler karşısında tedbiri elden bırakmaz, acele ile hüküm vermez, harekete geçmezler. Yetkin önderler böyle tedbirli davranırken onlar kadar birikimli ve deneyimli olmayan sıradan insanlar telâşa kapılır, önderlerin tedbirli davranmalarının hikmetini kavrayamazlar; bunların, “Neden hemen harekete geçilmiyor?” diye söylendikleri, hatta aleyhte konuştukları olur. Ama gerektiği şekilde tahkik edildiğinde bu tür haberlerin, bilgilerin yalan, yanlış, eksik olduğunun veya yanlış anlaşıldığının sayısız örnekleri vardır. Önderin davranışı karşısında teslimiyet göstermek, acelecilik göstermemek ve isyan etmemek için sahâbede iman, peygambere güven ve sevgi vardı. Şu halde daha sonraki zamanlarda da insanların, peygamber ahlâkındaki önderleri seçmeleri ve onlara güvenmeleri gerekmektedir.

Bazı fıkıhçılar âyetten şu hükümleri de çıkarmışlardır: “Dinin emirlerine aykırı hareket eden, günah kaygısı taşımayan kimsenin verdiği habere ve bilgiye dayanarak hükmetmek ve harekete geçmek câiz olmadığına göre, böyle kimseleri iş başına getirmek, önder seçmek, arkalarında namaz kılmak da câiz olmaz. Fâsık imamların arkasında namaz kılmak mecburiyeti hâsıl olursa, kılınmadığı takdirde zulmetmeleri ihtimali bulunmak şartıyla, durumu kurtarmak ve fitneyi önlemek için namaz kılınır, ama sonra bu namaz yeniden kılınır” (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1716). Fıkıhçıların, içinde yaşadıkları güç şartlar çerçevesinde çıkardıkları bu hükümlerin ibret alınacak evrensel yönü, din, siyaset ve cemiyet hayatında istibdadın çirkinliğini, özgürlüğün önemini vurgulaması ve erdemli toplumun erdemli önderlerle birlikte düşünülmesi gerektiğine dikkat çekmesidir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 90-91
 
Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Yaptığı iyiliklere sevinen, kötülüklere de üzülen kimse mü’mindir. 
(Tirmizi, Fiten 7; Ahmet b. Hanbel, Müsned, I, 18)
 

وَاعْلَمُٓوا اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. Fiil cümlesidir. 

اعْلَمُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel amili  اعْلَمُٓوا ‘nün mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  ف۪يكُمْ  car mecruru  اَنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  رَسُولَ  kelimesi  اَنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ 

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  يُط۪يعُكُمْ  şart fiili olup damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ف۪ي كَث۪يرٍ  car mecruru  يُط۪يعُكُمْ  fiiline mütealliktir. مِنَ الْاَمْر  car mecruru كَث۪يرٍ ‘e mütealliktir. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. عَنِتُّمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُّمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

يُط۪يعُكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ وَزَيَّـنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَۜ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la  يُط۪يعُكُمْ ‘e matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لَـٰكِنَّ  harfi  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfesirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اللّٰهَ  lafza-i celâli  لٰكِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. حَبَّبَ اِلَيْكُمُ  cümlesi  لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

حَبَّبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلَيْكُمُ  car mecruru  حَبَّبَ  fiiline mütealliktir. الْا۪يمَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

زَيَّـنَهُ  atıf harfi وَ ‘la  حَبَّبَ ‘ye matuftur.  زَيَّـنَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ف۪ي قُلُوبِكُمْ  car mecruru  زَيَّـنَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَرَّهَ  atıf harfi وَ ‘la  زَيَّـنَهُ ‘ye matuftur.  كَرَّهَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اِلَيْكُمُ  car mecruru  كَرَّهَ  fiiline mütealliktir. الْكُفْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ  kelimeleri atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. 

حَبَّبَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  حبب ’dir. 

زَيَّـنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ‘dir. 

كَرَّهَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كره ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ

 

İsim cümlesidir. İstinaf cümlesi veya itiraziyyedir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمُ  fasıl zamiridir. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الرَّاشِدُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الرَّاشِدُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  رشد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاعْلَمُٓوا اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ 

 

Hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِ , faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatı vardır.  ف۪يكُمْ  car mecruru, اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  رَسُولَ اللّٰهِ  izafeti  اَنَّ ’nin muahhar ismidir. 

رَسُولَ اللّٰهِ  izafeti resule tazim ve teşrif ifade eder. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla topluluk, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü insanlardan bir grup, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

اَنَّ ’nin haberinin ismine takdim edilmesinden maksat, Allah’ın hoş görmeyeceği şekilde Peygamber’i (sav) kendi görüşlerine uydurmaya çalışmaları sebebiyle bazı müminleri azarlamaktır. Maksadı bütünüyle buna yönlendirmek için haberin öne alınması icap etmiştir. (Keşşâf) 

Cümlenin  اعْلَمُٓوا  ile başlaması ihtimam içindir. (Âşûr)


لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ

 

Ayetin ikinci cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَوْ  gayrı cazim şart edatıdır. Şart üslubunda gelmiş haberî isnad olan terkipte  يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ  şeklindeki şart cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olarak  لَ  karinesiyle gelen  لَعَنِتُّمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

لَوْ  şartının cevabının başında  لَ  (elbette) gelerek cümle tekid edilmiştir. Çünkü insanların hepsinin aynı durum üzere birleşmesi imkânsızdır, ancak Allah dilerse bunu yapar. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 363) 

Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوۡ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre  لَوۡ  edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))

لَوۡ , muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 5/63)

Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 147)

الْاَمْرِ ‘deki marifelik cins içindir. Bütün işleri kapsar.(Âşûr)

Burada Allah Teâlâ  لَوْ يُط۪يعُكُمْ  buyururken teceddüt manasını, yani bir itaatten sonra diğer bir itaatin geldiğini ifade etmek için fiil sıygasını tercih etmiştir. Mana şöyledir; onlara itaat etmen vakit vakit, bir olay meydana geldikçe yenilenerek devam ederse onlar için meşakkat olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mazi sîgası ile  لَو أطاعكمْ  (itaat etseydi) değil de muzari sıygası ile  لَوْ يُط۪يعُكُمْ (itaat ederse) buyurulmasının sebebi onların, Peygamberden (sav) sürekli kendi görüşlerine göre amel etmesini istediklerine delalet etmek içindir. Çünkü herhangi bir hususta kendilerinin öne çıkan bir görüşü olduğu zaman ona göre amel edilmesini istiyorlardı. Nitekim yönetimle ilgili birçok hususta ifadesi buna delalet etmektedir. (Keşşâf)

ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْاَمْرِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü işler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Bu ayet bize bildiriyor ki, bazı kimseler, anılan Velid'in haberini tasdik ederek Peygamberimizin onların üzerine yürümesini teşvik etmişlerdi. Peygamberimiz ise, onlarin görüşüne uymamıştı. (Ebüssuûd)

Ayetteki,  لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ [Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, muhakkak ki sıkıntıya düşersiniz.] cümlesi, nazmın (söz sıralamasının) bozukluğuna götüreceği için, müstenef (bağımsız) bir cümle değildir. Çünkü böyle olsaydı, "bilin ki..." fiili ile, "size uysaydı" fiili arasında bir ilgi kalmazdı. Zemahşerî bu ilgiyi daha sonra şu şekilde izah etmiştir:  لَوْ يُط۪يعُكُمْ (Size uysaydı.) fiili,  ف۪يكُمْ (içinizde) ifadesindeki, merfû  كُمْ  zamirinden hal konumundadır. Buna göre kelamın takdiri, تريدون أن يطيعكم  Sizler, onun size itaat etmesini istiyor, yahut da  يفعل باستصوابكم ‘’sizin yaptıklarınızı doğru buluyor" şeklinde olmak üzere, "içinizde, aramızdadır" manasındadır. Halbuki onun, bu durumda olması uygun değildir. Çünkü eğer böyle olsaydı, muhakkak ki işleriniz sarpasarardı, yahut sıkıntıya düşerdiniz, yahut da yaptığınızın acısını çekerdiniz. (Fahreddin er-Râzî)


 

وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ وَزَيَّـنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَۜ 

 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la şart cümlesine atfedilmiştir. Tekid ifade eden, istidrak harfi  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrâk, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْكُمُ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

زَيَّـنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

زَيَّـنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ [Kalplerinizde onu süsledi] ifadesi onların gönüllerinin başka varlıklara değil de sadece Allah’a kulluk etmek isteği ve iman ile dolmasını anlatan bir mecazdır. 

“Burada, şartı -yani sonrasının öncesine menfi ve müspet anlamda ters olma durumu- gerçekleşmeyen  لٰكِنَّ ’nin konumu nedir?” dersen şöyle derim: Bu şart, lafız olarak bulunmasa da mana olarak vardır; çünkü imanın sevdirildiği kişilerin önce zikredilen sıfatları sonra zikredilen sıfatlarıyla yer değiştirmiştir. Böylece, sözün eksik kalan kısmını tamamlamak bakımından  لٰكِنَّ  tam yerine oturmuştur. (Keşşâf) 

وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ  cümlesi, لٰكِنَّ ’nin haberine tezat nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْكُمُ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

الْفُسُوقَ  ve  الْعِصْيَانَ , mef’ûl olan الْكُفْرَ ‘ye matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür. 

كَرَّهَ  - حَبَّبَ  ve  الْا۪يمَانَ - الْكُفْرَ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı, الْكُفْرَ -  الْفُسُوقَ - الْعِصْيَانَۜ  kelimeleri  arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.                                        

حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ  cümlesi ile كَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

Burada istisna yoluyla hitap diğer bir zümreye tevcih edilerek onların, birinci zümrenin vasıflarından uzak oldukları beyan edilmekle, hal ve hareketleri övülmektedir. Yani fakat Allah, îmânı size sevdirmiş ve onu gönüllerinizde güzel göstermiştir. Nihayet bu iman, sizin gönüllerinizin derinliklerine kadar yerleşmiştir, işte bundan dolayı da o imana yaraşan sözleri ve fiilleri gerçekleştirdiniz. Ve Allah, küfrü, fıskla ve isyanı da size çirkin göstermiştir, işte bundan dolayı onlara yaraşan hayırsız sonuçlarından ve hükümlerinden kaçındınız. (Ebüssuûd)


 اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ

 

Ayetin son cümlesi itiraziyye veya beyanî istînâf  olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsneddeki  الْ  takısı kasr ifade eder.

Haberin  الْ  takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir.  اُو۬لٰٓئِكَ  maksûr/mevsûf, الرَّاشِدُونَۙ maksurun aleyh/sıfat, yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Kasr-ı mevsûf ale’s sıfat: Zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını  ifade etmektir. Ama bu sıfat başka mevsûflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fasıl zamiri kasr ifade eder. İfrad kasrıdır. İçlerinde reşid olmayan bir grubun bulunduğunu ve kendilerini yakaladığında fıska düşenlerin de onlar olduğunu belirtir. (Âşûr) 

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tazim ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber olan  الرَّاشِدُونَۙ ‘nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 اعْلَمُٓوا - الرَّاشِدُونَ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِلَيْكُمُ ‘deki muhatap zamirinden  اُو۬لٰٓئِكَ ’de gaib zamire iltifat sanatı vardır.

حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ [Size imanı sevdirdi.] cümlesinden sonra  اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ  [işte doğru yolu bulanlar onlardır.] cümlesinde II. şahıstan III. şahsa dönüş yapılmıştır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)