يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | اذْكُرُوا | hatırlayın |
|
5 | نِعْمَتَ | ni’metini |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | عَلَيْكُمْ | size olan |
|
8 | إِذْ | hani |
|
9 | هَمَّ | yeltenmişti |
|
10 | قَوْمٌ | bir topluluk |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يَبْسُطُوا | uzatmağa (saldırmaya) |
|
13 | إِلَيْكُمْ | size |
|
14 | أَيْدِيَهُمْ | ellerini |
|
15 | فَكَفَّ | (Allah) çekmişti |
|
16 | أَيْدِيَهُمْ | onların ellerini |
|
17 | عَنْكُمْ | sizden |
|
18 | وَاتَّقُوا | korkun |
|
19 | اللَّهَ | Alah’tan |
|
20 | وَعَلَى | ve |
|
21 | اللَّهِ | Allah’a |
|
22 | فَلْيَتَوَكَّلِ | dayansınlar |
|
23 | الْمُؤْمِنُونَ | Mü’minler |
|
Müfessirler bu âyetin nüzûl sebebi olarak birçok olaydan söz etmişlerse de İbn Âşûr bunları tatmin edici bulmamakta ve âyetin Hendek Savaşı hakkında inmiş olan Ahzâb sûresinin 9. âyetine benzediğini ileri sürerek burada Hendek Savaşı’nın hatırlatıldığını ifade etmektedir. Orada şöyle buyurulmuştur: “Ey iman edenler! Allah’ın size şu lutfunu hatırlayın: Üzerinize düşman ordusu gelmişti de onların üzerine şiddetli bir fırtına ve göremediğiniz bir ordu göndermiştik. Allah bütün yaptıklarınızı görmekte idi.”
Hicretin 5. yılında Mekkeliler yanlarına bazı Arap kabilelerini de alarak müslümanları imha etmek amacıyla Medine’ye saldırdılar. Saldırıyı önceden haber alan Hz. Peygamber Medine’yi savunmak için düşmanın girebileceği yerlerde şehrin çevresine hendekler kazdırdı. Kuşatma yaklaşık bir ay sürdü, sonunda –âyette belirtildiği üzere– Allah’ın yardımı ulaştı, Hz. Peygamber ve ashabının uyguladıkları savaş taktikleri düşmanın bölünmesini ve birbirlerine olan güvenlerini yitirmelerini sağladı. Ayrıca şiddetli fırtına, yağmur ve yüce Allah’ın diğer yardımları neticesinde düşman çekilip gitti. Böylece savaş, müslümanların zaferiyle sonuçlanmış oldu. İbn Âşûr, âyette bu olaya işaret edildiğini belirtmektedir (VI, 137).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 229-230
Riyazus Salihin, 79 Nolu Hadis
Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre o, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Necid taraflarında bir gazvede bulunmuştu. Dönüşte Resûlullah ile birlikteydi. Öğle vakti ağaçlık, çalılık bir vadiye geldiklerinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem orada mola vermiş, mücâhidler ağaçlar altında gölgelenmek üzere çevreye dağılmışlardı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise, semure denilen sık yapraklı bir ağaç altında istirahate çekilmiş kılıcını da ağaca asmıştı.
(Câbir dedi ki:) birazcık (uyku) kestirmiştik ki, Resûlullah’ın bizi çağırdığını işittik ve hemen yanına koştuk. Bir de baktık, Resûlullah’ın yanında (müşriklerden) bir bedevi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Ben uyurken bu bedevi kılıcımı almış, uyandığımda kılıç kınından sıyrılmış vaziyette bunun elindeydi. Bana:
– Seni benim elimden kim koruyup kurtaracak? dedi. Ben de üç defa:
– “Allah” cevabını verdim.
(Câbir diyor ki) Resûlullah adamı cezalandırmamıştı, yanında oturuyordu.
Buhârî, Cihâd 84, 87, Meğâzî 31, 32; Müslim, Fezâil 13, 14, Müsâfirîn 311
(Buhârî’deki) bir başka rivayette (bk. Meğâzî 31) Câbir radıyallahu anh şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte zâtü’r-rikâ’ denilen gazvede bulunuyorduk. Gölgeli bir ağaç bulduğumuzda onu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bırakmayı âdet edinmiştik. (Bu defa da öyle yaptık.) Ancak müşriklerden bir adam gelerek Resûlullah’ın (ağaçta asılı olan) kılıcını alıp çekmiş ve:
– Benden korkuyor musun? diye seslenmiş. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hayır” cevabını vermiş. Adam:
– Peki seni benim elimden kim kurtaracak? demiş. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de
– “Allah” buyurmuştur.
Ebû Bekir el-İsmâîlî’nin “Sahîh”inde yer alan bir rivâyette olayın bundan sonraki kısmı şöyle anlatılmaktadır:
Adam:
– Seni benim elimden kim kurtarır? dedi.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah” cevabını verdi. Bunun üzerine adamın elinden kılıç düştü. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kılıcı aldı ve:
– Peki şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? buyurdu. Adam:
– İyi bir cezalandırıcı ol! dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’tan başka ilâh olmadığını ve benim Allah’ın elçisi olduğumu kabul ve itiraf eder misin?” dedi.
Adam:
– Hayır, kabul etmem. Ancak seninle çarpışmamaya, seninle savaşacak herhangi bir topluluk içinde bulunmamaya söz veririm, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adamı serbest bıraktı. O da arkadaşlarının yanına döndü ve onlara:
– En hayırlı kişinin yanından geliyorum, dedi.
Ayetle ilgili kelime çalışması;
كفّ
İnsanın كَفّ ‘i yani bir nesneyi tutmada veya yakalamada ve yayarak genişletmede kullandığı organdır. Fakat ألْكَفُّ nin elle ya da başka bir şeyle ve hangi şekilde olursa olsun itip defetme anlamı yaygınlaşmıştır. Kuran-ı Kerim’de geçen كَافَّة kavramı bir görüşe göre sakındırmak ve uzak tutmak manasına gelirken diğer görüşe göre ise topluluk/cemaat anlamındadır. Çünkü topluluğa da كَافَّةٌ denir. Sözcükteki dişilik ‘ ة ‘si mübalağa bildirmek içindir.
Türçedeki kefe kelimeside tartılan şeylerin tartılırken konduğu kefenin avuca benzemesi dolayısıyladır.
(Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 15 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri (terazi) kefesi, kâffe ve kefedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ, münada, nekre-i maksude (Kendisiyle belli bir kişi ya da topluluk kastedilen nekre isimlerdir. Hitaba doğrudan maruz kalmış cins isimlerdir)
olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ’dir. اذْكُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نِعْمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru نِعْمَةَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.
اِذْ zaman zarfı, نِعْمَتَ ’ye müteallıktır. هَمَّ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هَمَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. قَوْمٌ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, ب harf-i ceriyle birlikte هَمَّ fiiline müteallıktır. Takdiri; همّ قوم ببسط أيديهم (Bir kavim onlara saldırmaya karar verdi) şeklindedir.
يَبْسُطُٓوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَيْكُمْ car mecruru يَبْسُطُٓوا fiiline müteallıktır. اَيْدِيَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. كَفَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اَيْدِيَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنْكُمْ car mecruru كَفَّ fiiline müteallıktır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟
وَ istînâfiyyedir.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Kökü وقي olup iftial babından gelmiştir.
Not:
a. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
b. İftial babının fael fiili د ذ ز olursa iftial babının ت si د harfine çevrilir.
c. İftial babının fael fiili وي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftial babı fiile şu manaları kazandırabilir. Mutavaat, istek, gayret ve devamlılık, tadiye, edinmek ve tedarik etmek (ittihaz), müşareket, seçmek. Burada gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır.
Takva günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.
Müttaki: Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.) yoluna girip dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bkz: Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c. 1, s. 446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَتَوَكَّلِ fiiline müteallıktır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن اتّكل الناس على غير الله فليتوكّل المؤمنون على الله (İnsanlar Allah’tan başkasına güvenirlerse de müminler Allah’a tevekkül etsinler.) şeklindedir.
لْ emir lam’ıdır. يَتَوَكَّلِ meczum muzari fiildir. الْمُؤْمِنُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
يَتَوَكَّلِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
الْمُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyle Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir)
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Nidanın cevabı …اذْكُرُوا نِعْمَتَ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi onları tazim ve sonraki konuya dikkat çekmek içindir. Sılası اٰمَنُوا, mazi fiil sıygasında haberî isnaddır.
Zaman zarfı نِعْمَتَ ,اِذْ ’ye müteallık veya ondan bedeldir. Mazi fiil cümlesi …هَمَّ قَوْمٌ, muzâfun ileyh konumundadır. Masdar harfi اَنْ ’i takip eden يَبْسُطُٓوا cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar tevilinde olup takdir edilen بْ harfiyle birlikte هَمَّ fiiline müteallıktır.
نِعْمَتَ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan نِعْمَتَ şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ ifadesi, “Size kötülük ederek sizi öldürüyorlar.” anlamında kinayedir.
كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ cümlesi, makabline فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ellerini durdurmak, kötülüklerinden sizi korumak manasında mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ cümlesiyle فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ cümlesi arasında mukabele sanatı, اَيْدِيَهُمْ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِلَيْكُمْ - عَنْكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, يَبْسُطُٓوا - كَفَّ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ sözü sebep alakası ile mecaz-ı mürseldir.
[Allah’ın nimetlerini hatırlayın.] ibaresiyle, “şükrünü yapın” manası kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ [Elini uzattı] yerine “hücum etti, saldırdı” denebilirdi. Bu ifade yakalamak ve öldürmekten kinayedir. Ellerini çekmek de engellemek ve durdurmaktan kinayedir. (Safvetü't Tefâsir)
İki mef’ûl alan iki cümleden birincisinde: “size-ellerini” sıralaması, ikincisinde “ellerini-sizden” sıralaması vardır. Birincide müminler önemli olduğu için önce “size” denmiştir. Halbuki birinci mefulun “ellerini” olması gerekir. Yani Allah Teâlâ başkalarına el uzatmalarına değil de sadece kötü niyetle müminlere el uzatmalarına karışıyor/müdahele ediyor. İkincide ise kâfirlerin ellerini engellemek önemli olduğu için “eller” öne geçmiştir.
Bu ayette surenin başından itibaren beşinci nida gelmiştir. هَمَّ fiilinin; karar vermek, azmetmek, arzu etmek, rahatsız etmek, üzmek, eritmek, zayıflatmak, süt sağmak, yılan sokmak gibi manaları vardır. Bu manaların hepsi de müşriklerin yaptıkları kötülükleri ifade eder. Ayet-i kerimede sırf bu manalarla birçok istiare düşünülebilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ
Nidanın cevabına matuf وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Lafza-i celâlin zikri, kalplerde haşyet duyguları uyandırmak ve teberrük amacına matuftur. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu cümle, sekizinci ayetteki cümle ile aynıdır. İki cümle arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟
وَ istînâfiyyedir. Takdiri, إن أراد المؤمنون النصر [müminler eğer yardım istiyorlarsa] olan mahzuf şartın cevabı فَ karînesiyle gelmiştir. Cevap, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَى اللّٰهِ, amili olan فَلْيَتَوَكَّلِ fiiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Müminler Allah’tan başkasına tevekkül etmesinler sadece Allah'a tevekkül etsinler anlamındadır.
Allah isminde tecrîd sanatı vardır.
Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin başındaki muhatap zamirinden bu cümlede gaib zamire dönülerek iltifat sanatı yapılmıştır.
[O halde, müminler] O’ndan başka yardım edecek biri olmadığını bildikleri ve O’na imanları bunu gerektirdiği için [sadece Allah’a güvenip dayansınlar,] işlerini O’na bıraksınlar. (Keşşâf)
Müminler Allah’a tevekkül etsinler cümlesinde “Allah’a” ifadesi sonda yer alması gerekirken, burada en başa gelmiş, takdim-tehir yapılmıştır. Sadece Allah’a güvenmek, dayanmak gerektiğini yani tahsis ifade eder.
اتَّقُوا - فَلْيَتَوَكَّلِ arasında mürâât-ı nazir vardır.
يَتَوَكَّل [tevekkül etsin] şeklinde gaib emir kipinin tercih ve müminlere isnad edilmesi, tevekkülü muhataplara delil getirmek yoluyla vacip kılmak içindir. (Ebüssuûd)
Zamir makamında Allah isminin zikredilmesi hükmün illetini beyan etmek içindir ve bu cümlenin istiklalini (öncesindeki cümleden bağımsız bir cümle olduğunu) takviye eder. (Ebüssuûd)
Bu cümle mesel tarikinde tezyîldir.