بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. 9. ayetteki وَعَدَ fiil cümlesine matuftur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَذَّبُوا cümlesi sılaya matuftur.
Atıf harflerinden biriyle bir kelimeyi veya bir cümleyi kendinden önce gelen kelimeye veya cümleye bağlamak demektir.
Atıf edatından önce gelen kelime veya cümleye “matufun aleyh”, sonra gelene “matuf” denilir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اُو۬لٰٓئِكَ, ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ haberdir. الْجَح۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
الْجَح۪يم kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ
وَ istînâfiyyedir. Ayet sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
Müphem yapısı gereği tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası كَفَرُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَكَذَّبُوا cümlesi tezâyüf sebebiyle sıla cümlesine atfedilmiştir.
Mübtedası işaret ismi olan اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ cümlesi, الَّذ۪ينَ için haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir içindir. Müsnedin az sözle çok anlam ifade yollarından biri olan izafetle gelmesi, faydayı çoğaltıp anlamı kuvvetlendirmek içindir.
İsim cümlesi sübut ve devam ifade eder. اَصْحَابُ الْجَح۪يم ifadesi şu manayı ifade eder: Orada o kadar uzun kalırlar ki artık oranın ashabı olup sohbet arkadaşı oluyorlar. Arkadaşlar birbirine benzer. Bu dünyada da arkadaşlarımıza, kimlerle vakit geçirdiğimize dikkat edelim.
Bu ifadede tehekküm istiaresi vardır. Kâfirlerin cehennemde ebedi kalışları, arkadaşların birbirinden ayrılmamasına benzetilmiştir. Arkadaşlar iyi anlaşır, aralarında sevgi vardır. Kâfirlerin de inkâra olan bağlılıklarına, ayrılmamalarına, sevgi duyduklarına tariz vardır. Bu dünyada ayrılmadıkları küfürleri ile ahirette de ayrılmayacaklardır. (Medine Balcı)
كَفَرُوا- كَذَّبُوا arasında mürâât-ı nazîr vardır.
بِاٰيَاتِنَٓا ibaresinde gaibden mütekellime iltifat vardır. Önceki ayette Allah Teâlâ’nın açık ismi geçiyordu.
الْجَح۪يمِ; Ahirette ceza görenlerin yaşadığı yeri ifade eden kelimelerden biri olup çok kızışmış ateş demektir.
Kur’an-ı Kerim’de göze çarpan kullanımlardan biri de vaat ile vaîdin, terğib (teşvik) ile terhibin (korkutmanın) bir arada zikredilmeleridir. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ bu ayette, [İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar da alevli ateşe arkadaştırlar.] buyurmuştur. Bu ayet, cehennemde ebedî kalışın, sadece kâfirler için olduğunu kesin olarak ifade eden bir delildir. Çünkü “Onlar da alevli ateşe arkadaş olacaklardır.” sözü, hasr manası ifade eder. Arkadaşlık (dostluk), ayrılmamayı gerektirir. Nitekim devamlı çölde bulunanlara, oradan hiç ayrılmayanlara da “ashab-ı sahra” denilir. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ Cümlesinde kasr-ı iddia-i veya kasr-ı hakiki vardır. (Âşûr)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | اذْكُرُوا | hatırlayın |
|
5 | نِعْمَتَ | ni’metini |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | عَلَيْكُمْ | size olan |
|
8 | إِذْ | hani |
|
9 | هَمَّ | yeltenmişti |
|
10 | قَوْمٌ | bir topluluk |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يَبْسُطُوا | uzatmağa (saldırmaya) |
|
13 | إِلَيْكُمْ | size |
|
14 | أَيْدِيَهُمْ | ellerini |
|
15 | فَكَفَّ | (Allah) çekmişti |
|
16 | أَيْدِيَهُمْ | onların ellerini |
|
17 | عَنْكُمْ | sizden |
|
18 | وَاتَّقُوا | korkun |
|
19 | اللَّهَ | Alah’tan |
|
20 | وَعَلَى | ve |
|
21 | اللَّهِ | Allah’a |
|
22 | فَلْيَتَوَكَّلِ | dayansınlar |
|
23 | الْمُؤْمِنُونَ | Mü’minler |
|
Müfessirler bu âyetin nüzûl sebebi olarak birçok olaydan söz etmişlerse de İbn Âşûr bunları tatmin edici bulmamakta ve âyetin Hendek Savaşı hakkında inmiş olan Ahzâb sûresinin 9. âyetine benzediğini ileri sürerek burada Hendek Savaşı’nın hatırlatıldığını ifade etmektedir. Orada şöyle buyurulmuştur: “Ey iman edenler! Allah’ın size şu lutfunu hatırlayın: Üzerinize düşman ordusu gelmişti de onların üzerine şiddetli bir fırtına ve göremediğiniz bir ordu göndermiştik. Allah bütün yaptıklarınızı görmekte idi.”
Hicretin 5. yılında Mekkeliler yanlarına bazı Arap kabilelerini de alarak müslümanları imha etmek amacıyla Medine’ye saldırdılar. Saldırıyı önceden haber alan Hz. Peygamber Medine’yi savunmak için düşmanın girebileceği yerlerde şehrin çevresine hendekler kazdırdı. Kuşatma yaklaşık bir ay sürdü, sonunda –âyette belirtildiği üzere– Allah’ın yardımı ulaştı, Hz. Peygamber ve ashabının uyguladıkları savaş taktikleri düşmanın bölünmesini ve birbirlerine olan güvenlerini yitirmelerini sağladı. Ayrıca şiddetli fırtına, yağmur ve yüce Allah’ın diğer yardımları neticesinde düşman çekilip gitti. Böylece savaş, müslümanların zaferiyle sonuçlanmış oldu. İbn Âşûr, âyette bu olaya işaret edildiğini belirtmektedir (VI, 137).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 229-230
Riyazus Salihin, 79 Nolu Hadis
Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre o, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Necid taraflarında bir gazvede bulunmuştu. Dönüşte Resûlullah ile birlikteydi. Öğle vakti ağaçlık, çalılık bir vadiye geldiklerinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem orada mola vermiş, mücâhidler ağaçlar altında gölgelenmek üzere çevreye dağılmışlardı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise, semure denilen sık yapraklı bir ağaç altında istirahate çekilmiş kılıcını da ağaca asmıştı.
(Câbir dedi ki:) birazcık (uyku) kestirmiştik ki, Resûlullah’ın bizi çağırdığını işittik ve hemen yanına koştuk. Bir de baktık, Resûlullah’ın yanında (müşriklerden) bir bedevi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Ben uyurken bu bedevi kılıcımı almış, uyandığımda kılıç kınından sıyrılmış vaziyette bunun elindeydi. Bana:
– Seni benim elimden kim koruyup kurtaracak? dedi. Ben de üç defa:
– “Allah” cevabını verdim.
(Câbir diyor ki) Resûlullah adamı cezalandırmamıştı, yanında oturuyordu.
Buhârî, Cihâd 84, 87, Meğâzî 31, 32; Müslim, Fezâil 13, 14, Müsâfirîn 311
(Buhârî’deki) bir başka rivayette (bk. Meğâzî 31) Câbir radıyallahu anh şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte zâtü’r-rikâ’ denilen gazvede bulunuyorduk. Gölgeli bir ağaç bulduğumuzda onu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bırakmayı âdet edinmiştik. (Bu defa da öyle yaptık.) Ancak müşriklerden bir adam gelerek Resûlullah’ın (ağaçta asılı olan) kılıcını alıp çekmiş ve:
– Benden korkuyor musun? diye seslenmiş. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hayır” cevabını vermiş. Adam:
– Peki seni benim elimden kim kurtaracak? demiş. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de
– “Allah” buyurmuştur.
Ebû Bekir el-İsmâîlî’nin “Sahîh”inde yer alan bir rivâyette olayın bundan sonraki kısmı şöyle anlatılmaktadır:
Adam:
– Seni benim elimden kim kurtarır? dedi.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah” cevabını verdi. Bunun üzerine adamın elinden kılıç düştü. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kılıcı aldı ve:
– Peki şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? buyurdu. Adam:
– İyi bir cezalandırıcı ol! dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’tan başka ilâh olmadığını ve benim Allah’ın elçisi olduğumu kabul ve itiraf eder misin?” dedi.
Adam:
– Hayır, kabul etmem. Ancak seninle çarpışmamaya, seninle savaşacak herhangi bir topluluk içinde bulunmamaya söz veririm, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adamı serbest bıraktı. O da arkadaşlarının yanına döndü ve onlara:
– En hayırlı kişinin yanından geliyorum, dedi.
Ayetle ilgili kelime çalışması;
كفّ
İnsanın كَفّ ‘i yani bir nesneyi tutmada veya yakalamada ve yayarak genişletmede kullandığı organdır. Fakat ألْكَفُّ nin elle ya da başka bir şeyle ve hangi şekilde olursa olsun itip defetme anlamı yaygınlaşmıştır. Kuran-ı Kerim’de geçen كَافَّة kavramı bir görüşe göre sakındırmak ve uzak tutmak manasına gelirken diğer görüşe göre ise topluluk/cemaat anlamındadır. Çünkü topluluğa da كَافَّةٌ denir. Sözcükteki dişilik ‘ ة ‘si mübalağa bildirmek içindir.
Türçedeki kefe kelimeside tartılan şeylerin tartılırken konduğu kefenin avuca benzemesi dolayısıyladır.
(Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 15 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri (terazi) kefesi, kâffe ve kefedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ, münada, nekre-i maksude (Kendisiyle belli bir kişi ya da topluluk kastedilen nekre isimlerdir. Hitaba doğrudan maruz kalmış cins isimlerdir)
olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ’dir. اذْكُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نِعْمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru نِعْمَةَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.
اِذْ zaman zarfı, نِعْمَتَ ’ye müteallıktır. هَمَّ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هَمَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. قَوْمٌ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, ب harf-i ceriyle birlikte هَمَّ fiiline müteallıktır. Takdiri; همّ قوم ببسط أيديهم (Bir kavim onlara saldırmaya karar verdi) şeklindedir.
يَبْسُطُٓوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَيْكُمْ car mecruru يَبْسُطُٓوا fiiline müteallıktır. اَيْدِيَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. كَفَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اَيْدِيَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنْكُمْ car mecruru كَفَّ fiiline müteallıktır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟
وَ istînâfiyyedir.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Kökü وقي olup iftial babından gelmiştir.
Not:
a. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
b. İftial babının fael fiili د ذ ز olursa iftial babının ت si د harfine çevrilir.
c. İftial babının fael fiili وي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftial babı fiile şu manaları kazandırabilir. Mutavaat, istek, gayret ve devamlılık, tadiye, edinmek ve tedarik etmek (ittihaz), müşareket, seçmek. Burada gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır.
Takva günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.
Müttaki: Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.) yoluna girip dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bkz: Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c. 1, s. 446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَتَوَكَّلِ fiiline müteallıktır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن اتّكل الناس على غير الله فليتوكّل المؤمنون على الله (İnsanlar Allah’tan başkasına güvenirlerse de müminler Allah’a tevekkül etsinler.) şeklindedir.
لْ emir lam’ıdır. يَتَوَكَّلِ meczum muzari fiildir. الْمُؤْمِنُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
يَتَوَكَّلِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
الْمُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyle Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir)
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Nidanın cevabı …اذْكُرُوا نِعْمَتَ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi onları tazim ve sonraki konuya dikkat çekmek içindir. Sılası اٰمَنُوا, mazi fiil sıygasında haberî isnaddır.
Zaman zarfı نِعْمَتَ ,اِذْ ’ye müteallık veya ondan bedeldir. Mazi fiil cümlesi …هَمَّ قَوْمٌ, muzâfun ileyh konumundadır. Masdar harfi اَنْ ’i takip eden يَبْسُطُٓوا cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar tevilinde olup takdir edilen بْ harfiyle birlikte هَمَّ fiiline müteallıktır.
نِعْمَتَ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan نِعْمَتَ şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ ifadesi, “Size kötülük ederek sizi öldürüyorlar.” anlamında kinayedir.
كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ cümlesi, makabline فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ellerini durdurmak, kötülüklerinden sizi korumak manasında mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ cümlesiyle فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ cümlesi arasında mukabele sanatı, اَيْدِيَهُمْ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِلَيْكُمْ - عَنْكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, يَبْسُطُٓوا - كَفَّ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ sözü sebep alakası ile mecaz-ı mürseldir.
[Allah’ın nimetlerini hatırlayın.] ibaresiyle, “şükrünü yapın” manası kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ [Elini uzattı] yerine “hücum etti, saldırdı” denebilirdi. Bu ifade yakalamak ve öldürmekten kinayedir. Ellerini çekmek de engellemek ve durdurmaktan kinayedir. (Safvetü't Tefâsir)
İki mef’ûl alan iki cümleden birincisinde: “size-ellerini” sıralaması, ikincisinde “ellerini-sizden” sıralaması vardır. Birincide müminler önemli olduğu için önce “size” denmiştir. Halbuki birinci mefulun “ellerini” olması gerekir. Yani Allah Teâlâ başkalarına el uzatmalarına değil de sadece kötü niyetle müminlere el uzatmalarına karışıyor/müdahele ediyor. İkincide ise kâfirlerin ellerini engellemek önemli olduğu için “eller” öne geçmiştir.
Bu ayette surenin başından itibaren beşinci nida gelmiştir. هَمَّ fiilinin; karar vermek, azmetmek, arzu etmek, rahatsız etmek, üzmek, eritmek, zayıflatmak, süt sağmak, yılan sokmak gibi manaları vardır. Bu manaların hepsi de müşriklerin yaptıkları kötülükleri ifade eder. Ayet-i kerimede sırf bu manalarla birçok istiare düşünülebilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ
Nidanın cevabına matuf وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Lafza-i celâlin zikri, kalplerde haşyet duyguları uyandırmak ve teberrük amacına matuftur. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu cümle, sekizinci ayetteki cümle ile aynıdır. İki cümle arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟
وَ istînâfiyyedir. Takdiri, إن أراد المؤمنون النصر [müminler eğer yardım istiyorlarsa] olan mahzuf şartın cevabı فَ karînesiyle gelmiştir. Cevap, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَى اللّٰهِ, amili olan فَلْيَتَوَكَّلِ fiiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Müminler Allah’tan başkasına tevekkül etmesinler sadece Allah'a tevekkül etsinler anlamındadır.
Allah isminde tecrîd sanatı vardır.
Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin başındaki muhatap zamirinden bu cümlede gaib zamire dönülerek iltifat sanatı yapılmıştır.
[O halde, müminler] O’ndan başka yardım edecek biri olmadığını bildikleri ve O’na imanları bunu gerektirdiği için [sadece Allah’a güvenip dayansınlar,] işlerini O’na bıraksınlar. (Keşşâf)
Müminler Allah’a tevekkül etsinler cümlesinde “Allah’a” ifadesi sonda yer alması gerekirken, burada en başa gelmiş, takdim-tehir yapılmıştır. Sadece Allah’a güvenmek, dayanmak gerektiğini yani tahsis ifade eder.
اتَّقُوا - فَلْيَتَوَكَّلِ arasında mürâât-ı nazir vardır.
يَتَوَكَّل [tevekkül etsin] şeklinde gaib emir kipinin tercih ve müminlere isnad edilmesi, tevekkülü muhataplara delil getirmek yoluyla vacip kılmak içindir. (Ebüssuûd)
Zamir makamında Allah isminin zikredilmesi hükmün illetini beyan etmek içindir ve bu cümlenin istiklalini (öncesindeki cümleden bağımsız bir cümle olduğunu) takviye eder. (Ebüssuûd)
Bu cümle mesel tarikinde tezyîldir.
وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | andolsun |
|
2 | أَخَذَ | almıştı |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | مِيثَاقَ | söz |
|
5 | بَنِي | oğullarından |
|
6 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
7 | وَبَعَثْنَا | ve göndermiştik |
|
8 | مِنْهُمُ | içlerinden |
|
9 | اثْنَيْ | iki (on iki) |
|
10 | عَشَرَ | on (on iki) |
|
11 | نَقِيبًا | başkan |
|
12 | وَقَالَ | demişti ki |
|
13 | اللَّهُ | Allah |
|
14 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
15 | مَعَكُمْ | sizinle beraberim |
|
16 | لَئِنْ | eğer |
|
17 | أَقَمْتُمُ | kılarsanız |
|
18 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
19 | وَاتَيْتُمُ | ve verirseniz |
|
20 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
21 | وَامَنْتُمْ | ve inanırsanız |
|
22 | بِرُسُلِي | elçilerime |
|
23 | وَعَزَّرْتُمُوهُمْ | ve onlara yardım ederseniz |
|
24 | وَأَقْرَضْتُمُ | ve borç verirseniz |
|
25 | اللَّهَ | Allah’a |
|
26 | قَرْضًا | bir borç |
|
27 | حَسَنًا | güzel |
|
28 | لَأُكَفِّرَنَّ | elbette örterim |
|
29 | عَنْكُمْ | sizin |
|
30 | سَيِّئَاتِكُمْ | günahlarınızı |
|
31 | وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ | ve sizi sokarım |
|
32 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
33 | تَجْرِي | akan |
|
34 | مِنْ |
|
|
35 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
36 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
37 | فَمَنْ | kim |
|
38 | كَفَرَ | inkar ederse |
|
39 | بَعْدَ | sonra |
|
40 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
41 | مِنْكُمْ | sizden |
|
42 | فَقَدْ | muhakkak |
|
43 | ضَلَّ | sapmış olur |
|
44 | سَوَاءَ | düz |
|
45 | السَّبِيلِ | yoldan |
|
عزر Tazim ve hürmetle birlikte yardım etmeye التَّعْزِير denir. Ayrıca bu kelime had cezasından daha hafif bir darp anlamına da gelir.
Aslında bu da ilk anlama râcidir. Zira bu bir tür terbiyedir ve terbiye etmek de bir çeşit yardımdır. Ancak ilki kişiden düşmanı uzak tutarak yapılan yardımı, ikincisi ise kişiyi kendisine zarar veren şeylerden uzak tutarak yapılan yardımı ifade eder. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ta’zir ve azar (işari)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
نقب Duvar veya deri delme anlamında kullanılan نَقَبٌ , tahta delme anlamında ثَقْبٌ adını alır.
ألنُّقْبَة fistan gibi bir elbisedir, içinden kemer geçirilen bir deliği bulunduğundan bu ismi almıştır.
ألْمَنْقَبَة dağın içinden geçen yol demektir.
ألنَّقِيبُ ise bir kavmi, topluluğu ve onların durumlarını araştırıp inceleyen kişi demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nakip (öncü), menkıbe ve menâkıptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. م۪يثَاقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda muzâftır.
بَن۪ٓي muzâfun ileyh ve muzâftır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif isimlere “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısmına girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ
وَ atıf harfidir. بَعَثْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْهُمُ car mecruru اثْنَيْ عَشَرَ’nin mahzuf haline müteallıktır.
اثْنَيْ mef’ûlun bih olup müsennaya mülhak olduğu için ى ile mansubtur. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir.
عَشَرَ adettir. Fetha üzere mebnidir. نَق۪يبًا temyiz olup fetha ile mansubtur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan?, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
Melfûz mümeyyez 4 şekilde gelir:
1. Sayı
2. Ağırlık ölçüleri
3. Hacim ölçüleri
4. Alan ölçüleri.
Ayette اثْنَيْ عَشَرَ mürekkeb sayılardan olduğu için mümeyyezdir. نَق۪يبًاۜ ise temyizidir. 11-19 arası sayılara mürekkeb sayılar denir. Mürekkeb sayılarda; önce sayı, sonra temyiz gelir. Temyiz daima tekil ve mansub gelir. 11-19 arası sayıların birler basamağı da onlar basamağı da fetha üzere mebnidir. 12 sayısının birler basamağı yani 2 sayısı murebdir. İkil olduğu için ref durumunda elif (ا) ile merfû, nasb veya cer durumunda ye (ي) ile mansub veya mecrur olur. Cinsiyet yönünden onlar basamağı ile temyiz uyumlu olur, birler basamağı bunların zıttı olur.
NOT: 11 ile 12 sayısında birler basamağı, onlar basamağı ve temyiz birbiriyle uyumlu olmak zorundadır.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَق۪يبًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l kavli, اِنّ۪ي مَعَكُمْ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
مَعَ mekân zarfı, اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً
لَ harfi, mahzuf bir kaseme delalet eden muvattıadır. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. اَقَمْتُمُ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
الصَّلٰوةَ mef ‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. اٰمَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِرُسُل۪ي car mecruru اٰمَنْتُمْ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَزَّرْتُمُوهُمْ cümlesi atıf harfi وَ ’la اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ’ye matuftur. Mansub muttasıl zamirler cemi müzekker muhatap mazi fiillere doğrudan doğruya gelmez. Bu fiiller ile söz edilen zamirle arasına bir و harfi getirilir. عَزَّرْتُمُوهُمْ fiilinde olduğu gibi. Buna işba vavı/işba edatı denilir.
عَزَّرْتُمُوهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ cümlesi atıf harfi وَ ’la اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ ’ye matuftur. اَقْرَضْتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. قَرْضًا mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubtur. حَسَنࣰا kelimesi قَرْضًا ’ın sıfatıdır.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir.
Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen binâ-i (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ulü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَرْضًا lafzı burda nev’ini (çeşidini) belirtmek için gelen mef’ûlü mutlak çeşidinden gelmiştir.
لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. اُكَفِّرَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
اُكَفِّرَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
عَنْكُمْ car mecruru اُكَفِّرَنَّ fiiline müteallıktır. سَيِّـَٔاتِهِمْ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي cümlesi atıf harfi وَ ’la kasemin cevabına matuftur. لَ mahzuf kasemin başına gelen vakıadır.
اُدْخِلَنَّكُمْ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. اُدْخِلَنَّكُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
جَنَّاتٍ ikinci mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ cümlesi جَنَّاتٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur. تَجْرِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
مِنْ تَحْتِهَا car mecruru تَجْر۪ي fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا ’nın muzâfı hazfedilmiştir. Takdiri; من تحت أشجارها (Ağaçlarının altından) şeklindedir. الْاَنْهَارُ kelimesi, تَجْرِي fiilinin failidir.
اُكَفِّرَنَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. كَفَرَ şart fiili olup mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. كَفَرَ fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بَعْدَ zaman zarfı, كَفَرَ fiiline müteallıktır. ذٰ işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubturlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazfedilince damme üzere mebni olurlar.
Ayette بَعْدَ başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْكُمْ car mecruru كَفَرَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. قَدْ tekid ifade eden tahkik harfidir.
ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. سَوَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. السَّب۪يلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ ise mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Fiilin قَدْ ve لَ ile tekidi ihtimam içindir. (Âşûr)
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle اللّٰهُ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
Bu istinafî kelam İsrailoğullarının hıyanetleri, verdikleri sözden caymak, kesin ahdi bozmak gibi hataları ile bu yüzden uğradıkları sıkıntıları ihtiva eder. Bunun zikrinden amaç, müminlerin Allah Teâlâ’nın nimetlerini her zaman hatırlamalarını,
kendilerinden aldığı ahde riayet etmelerini sağlamak ve onları ahdi bozmaktan sakındırmaktır. Eğer bundan önceki ayet, zikredilen rivayette anlatıldığı gibi Benî Kureyza’nın Peygamberimize (s.a.) yapmayı düşündükleri suikasta işaret ediyorsa bu kelam, ahde vefasızlık ve ihanetin Yahudilerin eski bir âdeti olup seleflerinden kendilerine miras kaldığını belirtmek suretiyle konuya açıklama getirmek amacına yöneliktir. Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, saygıyı arttırmak, anlaşmayı ağırlaştırmak, anlaşmayı geçersiz kılmanın korkunçluğuna işaret etmek ve istînâf cümlesinin gereği olan makablinden bağımsızlık durumunu gözetmek içindir. (Ebüssuûd)
وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ
Cümle tezâyüf sebebiyle وَ ’la اَخَذَ fiiline atfedilmiştir. مِنْهُمُ ,نَق۪يبًاۜ ’e veya onun mahzuf haline müteallıktır. Temyiz olan نَق۪يبًاۜ dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ [Onlardan gönderdik.] Burada üçüncü şahıs fiilinden birinci şahıs fiiline dönüş vardır. Sözün akışına göre بَعَثَ [gönderdi.] olması gerekirdi. Yüce Allah, kendi şanına itina göstermek için birinci şahıs fiilini kullanmıştır. (Safvetü’t Tefasir)
Bir zamanlar Allah, İsrailoğullarından da söz almıştı. Ve onlardan on iki nakib (müfettiş) göndermiştik. Birinci cümlede “Allah”, ikincide “biz” diye gıyabdan tekellüme iltifat (dönme), büyüklük ve ululuğun ortaya konması veya nakibleri Hz. Musa aracılığıyla gönderdiğine işaret içindir. (Ebüssuûd)
البَعْثُ kelimesinin asıl manası yönelme ve göndermektir. Mecazi olarak “kaldırmak ve canlandırmak” manasında da kullanılır. Tıpkı Yasin Suresi 52. ayetteki مَن بَعَثَنا مِن مَرْقَدِنا [Bizi kabrimizden kim kaldırdı?] ve Rum Suresi 56. ayetteki فَهَذا يَوْمُ البَعْثِ [Bu dirilme günüdür.] sözlerinde olduğu gibi. Bu mecazi kullanım o kadar yaygınlaştı ki bundan da başka bir mecazi kullanım oluştu. Âl-i İmran Suresi 164. ayetteki إذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِن أنْفُسِهِمْ [Onlara kendilerinden bir peygamber göndermişti.] sözü gibi. Daha sonra da bir şeyleri harekete geçirmek ve nefiste düşünce istek inşa etmek manasında da kullanıldı. (Âşûr)
نَق۪يبًا; “deldi, araştırdı” manasındadır. نَقيب ise “başkan, kavminin durumunu bilen emin ve güvenilir kişi, elçi” demektir.
Zeccâc, نَق۪يبًاۜ kelimesinin, faîl vezninde bir kelime olup bu kelimenin aslının “geniş delik” manasında olduğunu söylemiştir. Nitekim hallerini ve sırlarını adeta delerek ortaya koyduğu izhar ettiği için فُلَانٌ نَقِيبُ القَوْمِ “Falanca, o topluluğun nakibidir.” denir. Yine “delme işinde, sonuna yaklaştım, sonuna vardım” manasında, نَقَبْتُ الحَائِطَ (duvarı iyice deldim) denir. (Fahreddin er-Râzî)
وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ
Cümle وَ ’la kasemin cevabına atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Mekulü’l-kavl اِنّ۪ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَكُمْۜ ’un mütallakı olan اِنّ۪’nin haberi mahzuftur.
Bu cümlede Allah isminin zikriyle بَعَثْنَا ’daki azamet zamirinden gaib zamire iltifat edilmiştir.
Allah’ın onlarla birlikte olması mecazî bir ifadedir. “Allah’ın yardımı” gibi bir muzâf hazfı vardır.
Allah Teâlâ, o zaman yalnız İsrailoğullarına hitap etti. Çünkü teşvik ve uyarıya muhtaç olan onlardı. Nitekim ayetteki iltifat da bunu gösterir. (Ebüssuûd)
اِنّ۪ي مَعَكُمْ sözündeki beraberlik mecazî bir beraberliktir. Önem, muhafaza ve yardım için temsildir. (Âşûr)
لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً
İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşaî isnaddır. لَ mahzuf kasem fiili için gelen lâm-ı muvattıa, ئِنْ şart harfidir. (Âşûr) Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki müteakip üç cümle şart cümlesine matuftur. Atıf sebepleri temâsüldür. Yine temâsülle şart cümlesine matuf olan اَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا cümlesi, mef’ûlü mutlakla tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûlü mutlak ve sıfatı dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Lafza-i celâlin tekrarlanması korkuyu ve ikazı artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رُسُل۪ي izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رُسُل۪, şan ve şeref kazanmıştır.
اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ; namaza kalkmak istediğiniz zaman demektir. Yüce Allah burada namaz kılmak istemeyi اَقَمْتُمُ fiiliyle ifade etmiş ve aralarındaki ilgiden dolayı müsebbep olan “namaza kalkma”yı, sebep olan “namaz kılmayı istemek” yerine koymuştur. (Safvetü’t Tefasir) Yani sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
قَرْضًا حَسَنًا, güzel bir borç demektir. Burada bir istiare vardır. Biz birisine bir hayır yaparken karşılığını almıyoruz aslında ama bu, karşılığını alacağımız bir borca benzetilmiştir. Üstelik bu borcun sahibi de Allah’tır. Dünyada verdiğimiz borcun karşılığını Allah bize ahirette ödeyecektir. Yani karşılıksız gibi görünse de en büyük karşılığın verildiği bir borçtur. İstiarede ortak yön; karşılığın olmasıdır.
وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا cümlesi; vacip olmayan sadakaları ifade eder. (Âşûr)
اَقْرَضْتُمُ - قَرْضًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَقَمْتُمُ - اٰتَيْتُمُ - اٰمَنْتُمْ - عَزَّرْتُمُوهُمْ - اَقْرَضْتُمُ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Peygamberlere iman, neden namaz ve zekâttan sonra getirildi?
Cevap: Yahudiler, namaz kılıp zekât verdikleri için mutlaka kurtulacaklarını zannediyorlardı. Ama ne var ki onlar bazı peygamberleri ısrarla yalanlamaya devam ediyorlardı. Böylece Cenab-ı Hakk, maksat hasıl olsun diye namazın kılınıp zekâtların verilmesinin yanında mutlaka bütün peygamberlere inanmanın gerekli olduğunu beyan buyurmuştur. Aksi halde bütün peygamberlere iman etmeden namaz kılıp zekât vermenin, kurtuluşa nail olmada herhangi bir tesiri olamaz. (Fahreddin er-Râzî)
وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا [Zekâtı verirseniz…] sözünden maksat, farz olanlar ve اَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا [Allah’a güzel bir borç verirseniz…] ifadesinden maksat da mendup olan sadakalardır. Sadakalar da dinî bakımdan mertebelerinin çok yüce ve kıymetli olduğuna dikkat çekmek için ayrıca zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ
Müstenefe olan cümlede لَ kasemin cevabına gelen vakıadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Car-mecrurun mef’ûle takdimi söz konusudur. Aynı üsluptaki لَاُدْخِلَنَّكُمْ cümlesi makabline temâsül nedeniyle atfedilmiştir. تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ cümlesi جَنَّاتٍ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. جَنَّاتٍ’deki tenvin, tazim ve kesret ifade eder.
Kasemin cevabının delaletiyle şartın cevabı hazfedilmiştir.
Gaib zamirden mütekellim zamirine iltifat vardır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ [Altından nehirlerin akması] tabirinde otoritenin, saltanatın onlara ait olduğu manası da vardır.
فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ mübteda,
كَفَرَ şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ, mazi fiil sıygasında, قَدْ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
“Yolun ortasından sapmak” tabirinde istiare vardır. Gerçekten yolda kaybolmak gibi ifade edilmiştir. Sebil, “kolay yol” demektir. Üstelik ortada, herkesin gördüğü, açık, kolay yol… Buna rağmen sapmak aslında zor bir şeydir.
اٰمَنْتُمْ - كَفَرَ ve حَسَنًا - سَيِّـَٔاتِكُمْ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Şu var ki ayetin, yeni bir küfre delalet eden ifadesinden, onların küfürde ileri gitmeleri halinin kastedildiği anlaşılmaktadır. Zira bir vasfı tamamen ortadan kaldırmayı gerektiren bir durum hasıl olduktan sonra o vasfı taşımak her ne kadar eskiyi sürdürmek ise de isim olarak yeni bir fiil ve taze bir iştir. (Ebüssuûd)
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةًۚ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ۙ وَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۚ وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلٰى خَٓائِنَةٍ مِنْهُمْ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَبِمَا | sebebiyle |
|
2 | نَقْضِهِمْ | bozmaları |
|
3 | مِيثَاقَهُمْ | sözlerini |
|
4 | لَعَنَّاهُمْ | onları la’netledik |
|
5 | وَجَعَلْنَا | ve yaptık |
|
6 | قُلُوبَهُمْ | kalblerini |
|
7 | قَاسِيَةً | kaskatı |
|
8 | يُحَرِّفُونَ | kaydırıyorlar |
|
9 | الْكَلِمَ | kelimeleri |
|
10 | عَنْ |
|
|
11 | مَوَاضِعِهِ | yerlerinden |
|
12 | وَنَسُوا | ve unuttular |
|
13 | حَظًّا | pay almayı |
|
14 | مِمَّا | şeyden |
|
15 | ذُكِّرُوا | öğütlenen |
|
16 | بِهِ | kendilerine |
|
17 | وَلَا | asla |
|
18 | تَزَالُ | daima |
|
19 | تَطَّلِعُ | muttali olursun |
|
20 | عَلَىٰ | üzerinde (olduklarına) |
|
21 | خَائِنَةٍ | hainlik |
|
22 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
23 | إِلَّا | hariç |
|
24 | قَلِيلًا | pek azı |
|
25 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
26 | فَاعْفُ | yine de affet |
|
27 | عَنْهُمْ | onları |
|
28 | وَاصْفَحْ | ve aldırma |
|
29 | إِنَّ | şüphesiz |
|
30 | اللَّهَ | Allah |
|
31 | يُحِبُّ | sever |
|
32 | الْمُحْسِنِينَ | güzel davrananları |
|
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةًۚ
فَ istînâfiyye, بِ sebebiyyedir.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık /bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا zaiddir. بِمَا نَقْضِهِمْ car mecruru لَعَنَّاهُمْ fiiline müteallıktır.Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
م۪يثَاقَهُمْ kelimesi, masdar olan نَقْضِهِمْ kelimesinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَعَنَّاهُم sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
جَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Değiştirme fiili olan جَعَلَ kelimesi üç manaya gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلُوبَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَاسِيَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
قَاسِيَةً kelimesi sülâsî mücerred olan قسو fiilinin ism-i failidir.
قَاسِيَةً kelimesi ism-i faildir. İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ۙ
Fiil cümlesidir. يُحَرِّفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْكَلِمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
عَنْ مَوَاضِعِه۪ car mecruru يُحَرِّفُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنْ harf-i ceri mecruruna mücaveze, sebep, kaynak-rivayet, bedel, hal, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحَرِّفُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرف’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. نَسُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
حَظًّا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte حَظًّا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası ذُكِّرُوا بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
ذُكِّرُوا damme üzere meçhul mebni fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru ذُكِّرُوا fiiline müteallıktır.
ذُكِّرُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلٰى خَٓائِنَةٍ مِنْهُمْ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْۜ
وَ atıf harfidir. لَا تَزَالُ istimrar fiillerindendir. Devamlılık ifade eder. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَزَالُ ’nun ismi, müstetir olup takdiri أنت ‘dir. تَطَّلِعُ fiili تَزَالُ ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
Süreklilik (devamlılık) bildiren nakıs fiillerin isim ve haber alabilmeleri ve devamlılık manası ifade etmeleri için kendilerinden önce nefy (olumsuzluk), nehiy, dua, istifham-ı inkârî (kınama ve sitem amaçlı soru) edatlarından birinin bulunması gerekir. -Başlarındaki مَا menfilik harfi olmasına rağmen fiile olumsuzluk değil, devamlılık manası kazandırır. مَا زَالَ fiilinin muzarisi لَا يَزَالُ şeklinde gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَطَّلِعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. عَلٰى خَٓائِنَةٍ car mecruru تَطَّلِعُ fiiline müteallıktır.
مِنْهُمْ car mecruru خَٓائِنَةٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. اِلَّا istisna edatıdır.
قَل۪يلًا kelimesi مِنْهُمْ ’deki zamirden müstesna olup mahallen mansubtur.
قَل۪يلًا müstesna konumunda gelmiştir.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın üç unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
NOT: Müstesna minh;
a. Ya birden fazla olmalı,
b. Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.)
c. Ya da kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela, sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür gibi isimlerdir.)
NOT: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri, إن تابوا وأصلحوا فاعف عنهم (Tövbe edip kendilerini ıslah ederlerse, onları affet.) şeklindedir.
اعْفُ illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir. عَنْهُمْ car mecruru اعْفُ fiiline müteallıktır. اصْفَحْ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
خَٓائِنَةٍ kelimesi sülâsî mücerred olan خون fiilinin ism-i failidir.
تَطَّلِعُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi طلع’dır. Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismidir.
يُحِبُّ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Fiilin faili müstetir olup takdiri هُو’dir. الْمُحْسِن۪ينَ lafzı يُحِبُّ fiilinin mef'ûludur. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الْمُحْسِن۪ينَ if’al babının ism-i failidir. Sülâsîsi حسن şeklindedir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْمُحْسِنِينَ kelimesi ism-i faildir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةًۚ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ۙ وَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۚ وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلٰى خَٓائِنَةٍ مِنْهُمْ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْ
فَ istînâfiyye, بِ sebebiyyedir. Zaid olan مَا, tekid ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. نَقْضِهِمْ, konudaki önemine binaen fiile ve mef’ûle takdim edilmiştir.
Makabline tezâyüf sebebiyle atfedilen وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةًۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً [Ve onların kalplerini katılaştırdık.] cümlesinde kalbin katılığı bir mecazdır, aslı sertlik ve dayanıklılıktır. Kalplerin vaazlardan ve uyarılardan etkilenmediği manasında istiaredir. (Âşûr)
يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ۙ cümlesi لَعَنَّاهُمْ cümlesinin mef’ûlünden haldir. Hal وَ’ı olmaksızın gelen cümle, bu özelliğin onlarda sabit olduğuna işaret eder. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.
يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ cümlesi istînaf veya لَعَنَّاهُمْ deki zamirden haldir. (Âşûr)
التَّحْرِيفُ; bir şeyi bir tarafa doğru eğmek demektir. Arapçada çoğunlukla yürümek ve yürümekle alakalı konularda, amel, hidayet ve dalalet manalarında istiare şeklinde kullanılır. السُّلُوكُ، والسِّيرَةُ؛ والسَّعْيُ kelimeleri de böyledir.
الصِّراطُ المُسْتَقِيمُ ، وصِراطًا سَوِيًّا ، وسَواءُ السَّبِيلِ tabirleri ve يَعْبُدُ اللَّهَ عَلى حَرْفٍ ifadesi de böyledir. Burada da aynı şekilde kullanılmıştır. Yani Peygamberin sözünü söylendiği manada değil de başka manada anlıyorlar demektir. Bu; semavi olan kitaplarının manalarını değiştirdiklerini ifade eder. Bu da çoğunlukla hevaya tabi olarak yapılan yanlış yorumlama şeklinde olur ve umumi hevaya uygun olarak hükümlerin çoğu gizlenir. Bu da kitaplarındaki lafızları değiştirerek yapılır. Nisâ sûresinde bu manada şöyle buyurulmuştur: مِنَ الَّذِينَ هادُوا يُحَرِّفُونَ الكَلِمَ عَنْ مَواضِعِهِ [Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden saptırıyorlar. (Nisa Suresi, 46)] (Âşûr)
وَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۚ cümlesi, hal cümlesine matuftur. Mazi fiil sıygasında gelen cümlede mecrur mahaldeki ism-i mevsûl, حَظًّا ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. Mevsûlün sılası meçhul bina edilmiş mazi fiil cümlesidir.
Unutmadan murad, sıklıkla unutmaya yol açan ihmal anlamına gelir ve unutma tekrarlanmadığı için geçmiş zaman kipinde ifade edilir. Mazi fiille ifade edilmişse birinin hatırlatması içindir. Bu kelimeden maksat ihmal etmek ise muraşşah istiare veya hatırlamak konusunu hafife almak manasında kinaye için mazi sıygada gelir. (Âşûr)
حَظًّا, “nasip” demektir ve nekre gelişi tazim için veya zem karinesiyle teksir manası içindir. Hatırlatılan şey Tevrat’tır. (Âşûr)
… يُحَرِّفُونَ cümlesine atfedilen hal cümlesi وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلٰى خَٓائِنَةٍ مِنْهُمْ اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْ şeklinde olup menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
خَٓائِنَةٍ’teki ةٍ mübalağa içindir. (Beyzâvî)
… يُحَرِّفُونَ Bu istînâf cümlesi, onların kalplerinin ne kadar katılaştığını gösterir. Zira Allah Teâlâ’nın kelamını değiştirecek ve O’na iftira etmek cüretini gösterecek kadar büyük bir kalp katılığı mertebesi yoktur. (Ebüssuûd)
لا تَزالُ fiili sürekliliği ifade eder, çünkü muzari fiil, fiilin devam ettiğine delalet eder. Bu cümle “Konuya muttali olman devam ediyor.” kuvvetindedir. اطِّلاعُ;
konuyu, meseleyi bilmek manasında kullanılan meşhur bir mecazdır ve burada da aşina olmak manasında bir kinayedir, yani onlar hala hıyanet ediyor, sen de onların ihanetini biliyorsun şeklindedir. (Âşûr)
قَاسِيَةً, taşın özelliğidir. Taş değil, taşın sıfatı zikredildiği için istiare vardır. Çimento sertleştikten sonra yani sıvı iken kullanılmadıysa taşlaşır ve hiçbir işe yaramaz. Kalpler de böyle olur. Kalbimiz havuz gibidir. Beş duyudan gelen hislerle dolar. Gelen su berraksa havuz da berrak olur. Ama kalbe gelen olumsuzluklar kin ve düşmanlık oluşmasına ve kalbin katılaşmasına sebep olur. Dikkatli olalım ve kalbimizi olumsuz duygu ve düşüncelerden koruyalım.
يُحَرِّفُونَ fiili, muzari şeklinde gelerek bu tahrifin devam ettiğini, yenilendiğini, sürekli hale geldiğine delalet eder. Bu fiilde istiare vardır. Ayetlerin lafzını veya manasını değiştirmek, başka mana çıkarmak Yahudilerin işi olup lanet sebebidir.
Günah lekeleri ile kararmış kalp artık ilhama kapanmıştır. Simsiyah olmuş kalp kullanılmadığından Allah tarafından mühürlenir.
يُحَرِّفُونَ şeklinde muzari (geniş zaman) kipi kullanılmış olması tahrifin devam ettiğine, yenilendiğine, istimrara (sürekliliğe) delalet eder. (Âşûr, Ebüssuûd)
نَقْضِ, “bozdu, ipi çözdü” demektir. Burada bir istiare vardır. Ahdi bozmak, ipi çözmeye benzetilmiştir. Bu benzetmeler sayesinde olay gözümüzde canlanır ve daha etkili olur.
نَقْضِهِمْ - م۪يثَاقَهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
يُحَرِّفُونَ - نَسُوا - ذُكِّرُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Allah اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْ “içlerinden birazı müstesna…” buyurmuştur ki bunlar, Abdullah İbni Selam ve arkadaşları gibi iman eden Yahudilerdir. Ayette bahsedilen bu az sayıdaki müstesna kimselerin, küfürleri üzere kaldıkları halde ahidlerine vefa gösteren ve sözlerinde hainlik etmeyen kimselerin de olabilecekleri söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْۜ
فَ, takdiri إن تابوا وأصلحوا [eğer tövbe edip salih olurlarsa] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi اعْفُ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki وَاصْفَحْۜ cümlesi, cevap cümlesine temâsül sebebiyle atfedilmiştir.
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ
Ta’lîliye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla, sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
Ayetin başındaki لَعَنَّاهُمْ’daki azamet zamirinden, son cümlede Allah lafzına dönülmesi iltifat sanatıdır.
فَاعْفُ - اصْفَحْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin son cümlesi, mesel tarikinde tezyîl olarak ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Gözlerini açıp saatine baktı. ‘Daha vaktim var, sonra kılarım’ düşüncesiyle kendini yeniden uykuya bıraktı.
Ne başı, ne de sonu olan bir alana gelmişti. İnsan dışında, canlı cansız başka hiçbir şey yoktu. Herkes hareket halindeydi. Tanıdık yüzlerle karşılaşınca, el salladı. Selamlarına karşılık almayınca, kimsenin onu görmediğini anladı. Demek ki zihnen oradaydı ama bedenen değildi.
Solundaki yolda yürüyen insanları takip etti. İlerledikçe hava ısınıyordu. Bir süre sonra bedenindeki her hücreden ter fışkırdığına yemin edebilirdi. Nefesi bile ağırlaşmıştı. Yorgun düşmüştü. Ne kadar yürüdüklerine dair bir fikri yoktu. Başını kaldırıp ileriye baktığında, dehşete kapıldı. İnsanları durdurmaya ve yönlerini değiştirmeye çalıştı. Kimsenin onu duymadığını unutmuş gibiydi. İnsanlar ise bir tuhaftı. Göz göre göre korkunç bir sona doğru, kendi iradeleriyle gidiyorlardı. Ateşten çukurlara atlayan insanları izlemekten midesi bulanmıştı. Korkuyla beraber enerjisi tavan yapmıştı. Ardına bakmadan ters yöne doğru koşmaya başladı.
Koştukça serinledi. Teri kurudu. Koşmasına rağmen nefesi hafifledi. Attığı adımlar uzadı. Mesafeler kısaldı. Kalabalığın toplandığı yere varınca, heybetli adamları farketti. Aydınlanmış yüzleriyle insanları çağırıyorlardı: “Rabbiniz sizinle beraber. Namaz kılar, zekat verir, peygamberlerine iman eder, O’nun rızası için borç verirseniz, Allah’ın izniyle kurtuluş sizindir.” Her dinleyen, tasdik eder gibi başını sallıyordu ama bir kısmı gerisin geri dönüyordu. Her yolunu değiştirenin arkasından adamlar bir daha sesleniyordu: “İnkar edenlerden olmayın. Doğru yoldan sapmayın. Affedilmekten ve cennetten uzaklaşmayın, cehenneme yaklaşmayın.” Yanlarından geçip sağ yolda devam edenlere ise inci gibi dişlerini göstererek: “Allah’ın selamı ve rahmeti üzerine olsun kardeşim, hoşgeldin.” diyerek selamlıyorlardı.
Her şey bu kadar net ve kolayken, soldaki yolda ilerleyenlerin halini anlayamıyordu. Arkalarından bağırdı: “Tek yapmanız gereken sözünüzü tutmak.” Davetçilerden biriyle gözgöze gelince, görülmenin endişesini hissetti. Adam eliyle onu çağırdı ve Hak yolunu gösterdi. Dönüp gidenlerin arkasından bir kez daha baktı ve onların halini anlama ihtimalinden Allah’a sığındı. Gözlerini kapatıp tekrar koşmaya başladı. Bu yolda güvende olduğunu biliyordu. Allah, onunla beraberdi. Bu sefer kendini ferahlığın kollarına bıraktı. Gözlerini açtığında, yatağından düşercesine kalkarak namazına koştu.
Ey muhsinleri seven ve kullarını koruyan Allahım! Bizi; yalnız Sana tevekkül edenlerden, kulluk sözünü tutanlardan ve cennetine koşanlardan eyle. Kulluğumuzu kolaylaştır ve kabul buyur. Yanlışlarımızın doğrusunu göstererek düzeltmemizi nasip et ve günahlarımızı affet. Şüphesiz merhametine muhtacız. Rabbim, bizi rahmetine kabul et.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji