بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۖ فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنَ | ve |
|
2 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
3 | قَالُوا | diyen(lerin) |
|
4 | إِنَّا | biz |
|
5 | نَصَارَىٰ | hıristiyanız |
|
6 | أَخَذْنَا | almıştık |
|
7 | مِيثَاقَهُمْ | sözünü |
|
8 | فَنَسُوا | ama unuttular |
|
9 | حَظًّا | pay almayı |
|
10 | مِمَّا | şeyden |
|
11 | ذُكِّرُوا | öğütlenen |
|
12 | بِهِ | kendilerine |
|
13 | فَأَغْرَيْنَا | bu yüzden saldık |
|
14 | بَيْنَهُمُ | aralarına |
|
15 | الْعَدَاوَةَ | düşmanlık |
|
16 | وَالْبَغْضَاءَ | ve kin |
|
17 | إِلَىٰ | kadar |
|
18 | يَوْمِ | gününe |
|
19 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
20 | وَسَوْفَ | ve yakında |
|
21 | يُنَبِّئُهُمُ | onlara haber verecektir |
|
22 | اللَّهُ | Allah |
|
23 | بِمَا | şeyleri |
|
24 | كَانُوا | oldukları |
|
25 | يَصْنَعُونَ | yapmakta |
|
صنع Bir fiili güzel, uygun yada mükemmel bir şekilde yapmaktır. Her fiil bir sun’dur, ancak her sun’ bir fiil değildir. Yine ‘fiil’ hayvan ve cansız varlıklar hakkında da kullanılmasına rağmen ‘sun’ ‘ kelimesi bunlar için kullanılmaz. Sanîa, kişinin yaptığı hayırlı işlerdir. 26/129. ayette zikredilen mesâni’ kelimesi yüksek ve muazzam yapılar hakkında kullanılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sanayi, sanat, zanaat, sanatçı, suni, masnû’ ve masnuâttır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, مِنَ harf-i ceriyle birlikte اَخَذْنَا fiiline müteallıktır. Veya mukadder mübtedanın mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Takdiri قوم şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اِنَّا نَصَارٰٓى ’dır. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
نَصَارٰٓى kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ cümlesi 12. ayete matuftur. اَخَذْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
م۪يثَاقَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۖ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. نَسُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
حَظًّا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte حَظًّا ’nın mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası ذُكِّرُوا بِه۪’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
ذُكِّرُوا damme üzere meçhul mebni fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru ذُكِّرُوا fiiline müteallıktır.
ذُكِّرُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَغْرَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بَيْنَهُمُ mekân zarfı, اَغْرَيْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْعَدَاوَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْبَغْضَٓاءَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْعَدَاوَةَ ’ye matuftur.
اِلٰى يَوْمِ car mecruru اَغْرَيْنَا fiiline müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَغْرَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi غرو’dır. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
وَ istînâfiyyedir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid/vurgu olurlar.
يُنَبِّئُهُمُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte يُنَبِّئُهُمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَصْنَعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَصْنَعُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. يَصْنَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُنَبِّئُهُمُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.وَمِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۖ
وَ atıftır. Cümle 12. ayetteki اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ cümlesine matuftur.
Mecrur mahaldeki الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu اَخَذْنَا fiiline müteallıktır. Sılası olan قَالُٓوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا نَصَارٰٓى, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasındaki فَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ cümlesi اَخَذْنَا ’ya matuftur.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası da meçhul mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
نَسُوا - ذُكِّرُوا kelimeleri arasında tıbak-ı îcab sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ şeklindeki ism-i mevsûl haberin cezalarını bildirmek üzere geldiğine işaret eder.
12. ayetle aralarına mukabele vardır. Orada İsrailoğullarından alınan misaktan bahsedilmişti.
نَصَارٰٓى kelimesi Nasara şehrine ait olanlar ve Hz. İsa’ya yardımcı olanlar olmak üzere iki şekilde açıklanır. Bu ibarede hem tazim hem de ikaz vardır. Tazim; Hz. İsa’ya yardımcı olmaları dolayısıyladır. İkaz manası ise; kendilerine hatırlatılan payı yani kendilerine söylenen ibadetleri yapmayı unutmalarıdır.
Ayetteki حَظاًّ kelimesinin nekre olarak getirilmesi, bir tek kısmın kastedildiğini gösterir ki bu da Hazreti Muhammed’e (s.a.) iman hususudur. Cenab-ı Allah, onlara emrettiği birçok şeyi terk etmiş olmalarına rağmen bilhassa tek bir “hisse”yi terk etmelerinden bahsetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Dikkat edilirse “Hristiyanlardan da misaklarını aldık.” denmiyor; Hristiyan olma vasfı kendi beyanları ile kendilerine nispet ediliyor. Bu onların, “Biz, Allah’ın ensarı (yardımcıları)yız.” şeklindeki sözlerinin, doğruluktan çok uzak ve uydurma olduğunu, Allah Teâlâ’ya yardımla ilgisi bulunmadığını, onların sözleri ile fiilleri arasında açık bir tezat bulunduğunu ortaya koymak içindir. Çünkü onların, Allah Teâlâ’ya yardım iddiası Allah’a itaatte sebatı ve misaka riayeti gerektirir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
قالُوا kinaî bir tariz yoluyla bu sözün yerine getirildiğini ve yerine getirilmesi gerektiğini ifade eder. (Âşûr)
فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ
فَ ile …فَنَسُوا cümlesine atfedilen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَغْرَيْ fiili “yapıştırdı, zamkladı” demektir. Bu fiilde istiare vardır.
Cümlenin başındaki فَاَغْرَيْنَا’daki azamet zamirinden, son cümlede Allah lafzına dönülmesi iltifat sanatıdır.
الْعَدَاوَةَ - الْبَغْضَٓاءَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
وَ istînâfiyye, سَوْفَ istikbal harfidir. سَوْفَ tehdit makamında tekid ifade eder. Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması, kalplere korku salmak içindir. Ayrıca bu zikirde tecrîd sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası كَان’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Sübut ifade eder. كَان’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
صْنَع fiilini Türkçede “sanat” şeklindeki türeviyle kullanıyoruz.
نَبِّئ fiili önemli haberler vermek için kullanılır. Allah’ın haber vermesi; yaptıklarının cezasını onlara gösterecek manasındadır. Lâzım-melzûm alakası ile mecâz-ı mürseldir.
Yaptıklarına “sanat” denilmesi de iki nükteyi içerir ki önce bunların bu kötü işlerde becerikli olduğunu, antlaşmayı bozmayı, kitabı ihmal etmeyi, kin ve düşmanlık saçmayı ve daha birtakım kötülükleri sanat edindiklerini bildirir. İkinci olarak, bunların sanayi ile öğündüklerine işaret ederek, Yahudilerin ticaret sevdasıyla dini, Allah’ı ve ahireti unutmaları çoğunlukla ticarette zarar ve ziyan ile tasvir olunduğu gibi bunların da sanat sevdasıyla Allah’ı, peygamberi, din ve diyaneti unutmaları zararlı bir sanat olarak tasvir edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bu cümlede, gelecekteki hitaplar ve beyanları destekleyici bir söz ve hazırlama manası da vardır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bu kelam, ceza ve azabın şiddetli bir vaîdidir. Tıpkı bir kimsenin, ceza vadettiği biri için “Yaptığını yakında sana haber vereceğim.” demesi gibi. Yani Allah, onların,
- Misakı bozmak,
- Kendilerine verilen öğütlerin önemli bir bölümünü unutmak gibi sürekli yaptıklarının cezasını verecektir. (Ebüssuûd)
Cezalandırmak yerine yaptıklarını haber vermek ifadesinin tercihi, onların, işlediklerinin hakikatini ve azabı mûcib olduğunu bilmediklerine dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
Bu iki mananın, yani düşmanlık ve buğzun bir mevsufta bulunmayacağını muhatabın bildiği düşüncesiyle bedî’ bir îcaz vardır. (Âşûr)
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَهْلَ | ehli |
|
2 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
3 | قَدْ | muhakkak |
|
4 | جَاءَكُمْ | size geldi |
|
5 | رَسُولُنَا | elçimiz |
|
6 | يُبَيِّنُ | açıklıyor |
|
7 | لَكُمْ | size |
|
8 | كَثِيرًا | çoğunu |
|
9 | مِمَّا | şeylerin |
|
10 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
11 | تُخْفُونَ | gizlemiş |
|
12 | مِنَ | -tan |
|
13 | الْكِتَابِ | Kitap- |
|
14 | وَيَعْفُو | vaz geçiyor |
|
15 | عَنْ | -ndan |
|
16 | كَثِيرٍ | çoğu- |
|
17 | قَدْ | gerçekten |
|
18 | جَاءَكُمْ | size gelmiştir |
|
19 | مِنَ | -tan |
|
20 | اللَّهِ | Allah- |
|
21 | نُورٌ | bir nur |
|
22 | وَكِتَابٌ | ve bir Kitap |
|
23 | مُبِينٌ | açık |
|
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ
يَٓا nida harfidir. اَهْلَ münadadır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Nidanın cevabı قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا ’dır. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. رَسُولُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً cümlesi رَسُولُنَا ’nın hali olarak mahallen mansubtur.
يُبَيِّنُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لَكُمْ car mecruru يُبَيِّنُ fiiline müteallıktır. كَث۪يراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte كَث۪يراً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ nakıs fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تُخْفُونَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
تُخْفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنَ الْكِتَابِ car mecruru تُخْفُونَ ‘deki mahzuf zamirin haline müteallıktır. Takdiri, تخفونه من الكتاب (Kitaptaki şeyi saklıyorsunuz.) şeklindedir.
يَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍ cümlesi يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً’e matuf olup mahallen mansubtur. يَعْفُوا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَنْ كَث۪يرٍ car mecruru يَعْفُوا fiiline müteallıktır.
تُخْفُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil ifâl babındadır. Sülâsîsi خفي ’dır. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru جَٓاءَكُمْ fiiline müteallıktır. نُورٌ fail olup lafzen merfûdur. كِتَابٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. مُب۪ينٌ kelimesi كِتَابٌ ’un sıfatıdır.
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ
Müstenefe olan cümle nida üslubunda gayrı talebi inşâî isnaddır. Münada kitap ehlidir. Nidanın cevabı tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasındaki قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
رَسُولُنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan رَسُولُ, şan ve şeref kazanmıştır.
اَهْلَ الْكِتَابِ Yahudi ve Hristiyanlardan kinayedir.
يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً cümlesi رَسُولُنَا için hal cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümlesinin وَ olmadan gelmesi bu halin mevsufta sürekli ve sabit olduğuna işaret eder.
Muzari fiildeki istimrar, teceddüt ve tecessüm özelliğide manayı kuvvetlendirmiştir. Hal cümlesi ıtnâb sanatıdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَّا, mecrur mahalde يُبَيِّنُ fiiline müteallıktır.
Sıla cümlesinde كَان’nin haberinin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍ cümlesi يُبَيِّنُ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تُخْفُونَ - يُبَيِّنُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ [Sizin kitaptan gizlediklerinizi açıklayan] cümlesinde idmâc vardır. Hem onların gerçekleri gizlediğini hem de gelen son resulü haber verir.
يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ [Kitaptan gizlediğiniz şeylerin çoğunu açıklıyor.] cümlesiyle وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍ [bir çoğunu da kapatıyor] cümlesi arasında mukabele vardır.
Bu kelam, terğîb (rağbet ettirme) ve terhib (korkutma) olarak, onların bu hakikatleri gizlememeleri için teşvik anlamını taşır.
Diğer bir görüşe göre bu beyan “Sizin bir çok suçlarınızı affediyor ve onlardan dolayı sizi muaheze etmiyor.” anlamına gelir. (Ebüssuûd)
الْكِتَابِ lafzı, cins olduğu için müfred olarak getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
يَعْفُو fiili “yüz çevirmek ve desteklememek” manasındadır. (Âşûr)
قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle قَدْ ile tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Ayetteki نُورٌ ile Hazreti Muhammed, الْكِتَابِ ile de Kur’an-ı Kerim ya da نُورٌ ile İslam, الْكِتَابِ ile Kur'an kastedilmiştir. (Fahreddin er- Razî)
قَدْ جَٓاءَكُمْ cümlesi ve الْكِتَابِ - كَث۪يراً kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. İkinci cümle birincisinden bedel-i iştimâldir. Bedel, ıtnâb babındandır.
نُورٌ ve وَكِتَابٌ kelimelerindeki nekrelik tazim içindir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يُبَيِّنُ - مُب۪ينٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin başında azamet zamiri gelmişken sonuda Allah ismi zikredilerek iltifat yapılmıştır.
قَدْ جاءَكم مِنَ اللَّهِ نُورٌ cümlesi قَدْ جاءَكم رَسُولُنا cümlesinden bedel-i iştimâldir. Çünkü resulun gelişi hidayet ve Kur’an’ın gelişini de kapsar. قَدْ harfinin tekrarı bedel cümlesinin manasını doğrular. Çünkü bedel-i iştimâl cümlesinin mübeddlü minh ile alakası bedeli mutabıktan daha zayıftır. (Âşur)يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَهْدِي | iletir |
|
2 | بِهِ | onunla |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | مَنِ | kimseleri |
|
5 | اتَّبَعَ | uyan |
|
6 | رِضْوَانَهُ | rızasına |
|
7 | سُبُلَ | yollarına |
|
8 | السَّلَامِ | esenlik |
|
9 | وَيُخْرِجُهُمْ | ve onları çıkarır |
|
10 | مِنَ | -dan |
|
11 | الظُّلُمَاتِ | karanlıklar- |
|
12 | إِلَى |
|
|
13 | النُّورِ | aydınlığa |
|
14 | بِإِذْنِهِ | kendi izniyle |
|
15 | وَيَهْدِيهِمْ | ve iletir |
|
16 | إِلَىٰ |
|
|
17 | صِرَاطٍ | bir yola |
|
18 | مُسْتَقِيمٍ | dosdoğru |
|
Mümin bu gerçeği kalbinde tüm varlığında, yaşamında ve zihninde hisseder ve nesneleri, olayları ve kişileri onunla değerlendirir. Onu sırf imanın hakikatını kalbinde duyması sebebiyle hisseder. Bu “nur”, müminin varlığını aydınlatan, hafifleştiren, parlatan bir nurdur. Önündeki herşeyi aydınlatır, açıklar, ortaya koyar ve ona doğru yola iletir.
Varlığında, çamurun değeri, toprağın karanlığı, et ve kanın yoğunluğu, istek ve arzuların coşkunluğu vardır. Tüm bunlar, aydınlatır, ışıklandırır ve parlatır. Ağırlığını hafifletiyor, karanlığını aydınlatıyor, yoğunluğunu inceltiyor ve coşkunluğunu dizginliyor.
Bakış açısındaki kapalılık ve karanlık, adımlarındaki yavaşlık ve tereddüt, prensipleri bulunmayan aşağılık yol ve hedefteki şaşkınlık… İşte tüm bunlar aydınlanıyor, ışıklanıyor ve yol üzerindeki nefis doğru yola iletiliyor..
“…Bir ışık ve bir aydınlatıcı kitap…”
Yüce peygamberin getirdiği, tek bir kitabın iki ayrı özelliği.
“Allah rızası peşinde koşanları, bu kitap sayesinde selamet yollarına erdirir, onları kendi izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır, doğru yola iletir.”
Allah İslâm’ı din seçmiştir. O, bu hoşnutluğuna uyan ve Allah’ın ona seçtiği gibi onu kendisine seçen kimseyi hidayete ulaştırır, “selamet yollarına” iletir.
Bu tanımlamadan daha ince ve daha doğru ne olabilir? “Selamet” (barış) bu dinin, hayatın tümüne yaydığı, ferdin, toplumun ve herşeyin; kurtuluşun ve barışın, vicdan, akıl ve organların kurtuluşu, toplumun, ümmetin insanın ve insanlığın kurtuluşu… Hayatla, varlıkla, hayat ve varlığın Rabbi Allah ile birliktelik kurtuluşu. İnsanlığın sadece bu dinde vé ancak onun yönetiminde, sisteminde, hukukunda ve inanç kanunlarına göre düzenlenmiş toplumunda bulabildiği bir “kurtuluş”.
Gerçek şu ki, Allah hoşnut olduğu bu din ile, Allah’ın hoşnutluğuna uyanları “selamet yolları”na iletir… Tüm bu alanlardaki bütün “selamet yolları”na… Bu gerçeği, eski veya çağdaş cahiliyede harb yollarının acısını tatmış olanlar gibi hiç kimse idrak edemez. Bu gerçeği, vicdanların derinliklerindeki cahiliye inançlarından kaynaklanan dur-durak bilmez harbin ve cahiliyenin kanunlarından ve düzenlerinden kaynaklanan, hayatı tümüyle perişan eden anarşik çatışmaların acı neticelerini görmüş kimseler gibi anlayamaz.
Bu sözler ile ilk kez muhatap olanlar, cahiliye tecrübeleri sebebiyle bu kurtuluşun ve barışın anlamını biliyorlardı. Çünkü onlar, bunu bizzat tatmışlar ve bundan büyük bir haz duymuşlardı.
Bizi kuşatan ve içimize işleyen cahiliye, asırlar boyu vicdanlarda ve toplumlarda çatışmanın her türlüsünü insanlara şimdi bu gerçeği idrake ne kadar muhtacız.
Tarihimizin bir aralığında bu “kurtuluş ve barış” içerisinde yaşamış olan sonra, bu “selamet”den çıkıp ruhlarımızı ve kalplerimizi ahlâkımızı ve gidişatımızı, toplumumuzu ve halklarımızı, parça parça eden bir çatışmaya dalan bizler, şimdi ona ne kadar ihtiyaç duyuyoruz! Allah’ın bizim için seçtiğini, kendimize seçtiğimiz ve O’nun hoşnutluğuna uyduğumuzda, Allah’ın bize bağışladığı “selamet”e girmeye yetkin olacağız.
Bu cahiliyetin belalarına esir olmuşuz. İslam ise bize yakındır. İslam barışı, eğer istersek elimizi uzatabileceğimiz kadar yakın iken, cahiliye anarşisine dalmışız. Değersiz şeye karşılık değerliyi veren bu alış-veriş ne zararlı bir ticaret! Hidayete karşılık sapıklığı satın alıyoruz? Savaşı barışa tercih ediyoruz.
Biz insanlığı cahiliyenin her türlü renk ve şekildeki bu musibetlerinden kurtarabiliriz. Fakat kendimizi kurtarmadan, “selamet” gölgesine önce kendimiz girmeden ve Allah’ın hoşnutluğuna sığınıp, olduğuna uymadan önce, insanlığı kurtaramayız. Ancak bunları yaptığında, Allah’ın “selamet yollarına” erdirdiğini buyurduğu kimselerden oluruz.
“… Onları kendi izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır..”
Şüphe, hurafe, hikayeler ve masallar karanlığı… Arzular, tartışmalar ve uçsuz bucaksız çöllerde kalmak karanlığı… Sempatik ve emin yerlerden, vahşet endişe ve şaşkınlık üzüntü ve hidayetsizlik karanlığına.
Diğer ölçülerinin, hükümlerin ve dengelerin bozukluğundan kaynaklanan karanlık… Nur ise aydınlıktır. Önce sözünü ettiğimiz vicdan, akıl, varlık, hayat ve her işteki aydınlık nurdur.
“…Doğru yola iletir..”
Ruhun fıtratına ve ona hükmeden yasalara uygun olan “dosdoğru” yaratılış fıtratı ve onu yönlendiren evrensel yasalara uyan, “dosdoğru” öyle ki, şaşırıp gerçekleri, prensipleri ve hedefleri karıştırmadan Allah’a yönelik olan “dosdoğru”.
(Fizilalil Kur’an-Seyyid Kutub)
رضوان Kelimenin kökü olan رَضِيَ fiili râzı, hoşnut veye memnun oldu manasındadır.
Rıdvan ise çok râzı veya memnun olmak, tasvip etmek demektir. Rızânın, hoşnutluğun en büyük olanı ve en yücesi de Allah’ın rızası olduğu için Kuran-ı Kerim’de bu kelime Allah’u Teala’dan neş’et eden rızaya tahsis edilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 73 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri razı, rıza, Murtaza ve Rıdvan’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ cümlesi كِتَابٌ ’un ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. Fiil cümlesidir. يَهْد۪ي merfû muzari fiildir. بِهِ car mecruru يَهْد۪ي fiiline müteallıktır. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنِ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّبَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
رِضْوَانَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سُبُلَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. السَّلَامِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. يُخْرِجُهُمْ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنَ الظُّلُمَاتِ car mecruru يُخْرِجُهُمْ fiiline müteallıktır.
اِلَى النُّورِ car mecruru aynı şekilde يُخْرِجُهُمْ fiiline müteallıktır. بِاِذْنِه۪ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَهْد۪يهِمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اِلٰى صِرَاطٍ car mecruru يَهْد۪يهِمْ fiiline müteallıktır.
مُسْتَق۪يمٍ kelimesi صِرَاطٍ ’in sıfatıdır.
مُسْتَق۪يمٍ sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istifâl babından ism-i faildir.يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Fasılla gelen ayet önceki ayetteki الْكِتَابِ ’nin ikinci sıfatıdır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemâl sıfatlara şamil lafzâ-i celâlin müsnedün ileyh olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde ünsiyet uyandırmak amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
يَهْد۪ي fiilinin mef’ûlü olan müşterek ism-i mevsûl مَنِ ’in sılası اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سُبُلَ السَّلَامِ ibaresinin mahzuf bir muzâfın olduğu düşünülerek, سُبُلَ دَارِ السَّلَامِ [Selam, selamet, kurtuluş yurdunun yollarına] manasında olması caizdir. (Fahreddin er-Râzî)
Muzari fiil cümlesi olan …يُخْرِجُهُمْ مِنَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. وَ ’la sıla cümlesine atfedilmiştir. يَهْد۪ي ’ye matuf olduğu da söylenmiştir.
Aynı üsluptaki وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ cümlesi de يَهْد۪ي fiiline matuftur.
وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ [Karanlıklardan nura çıkarır.] ifadesinde istiare vardır. Karanlıklar inkâr, nur da iman manasında müstear olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî)
الظُّلُمَاتِ - النُّورِ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
يَهْد۪ي fiili muzari olarak gelmiş, hidayetin yenilenerek devam ettiğini ifade etmiştir.
بِهِ’deki zamirin hem resule hem kitaba râci olma ihtimali dolayısıyla tenâzu vardır.
[Rızasına uyan] ibaresinde kevn-i lâhik alakası ile mecâz-ı mürsel vardır. Rızasına ulaştıracak emir ve nehiylere uyumayı ifade eder.
سُبُلَ السَّلَامِ, “selamet yolu” demektir. Manevi sebepler, maddi yollara benzetilmiştir.
سُبُلَ السَّلَامِ ile صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Ayetin, başındaki يَهْد۪ي fiililiyle sona ermesi teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Bu tekrarda reddül’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Hidayet isteyen kişinin Allah’ın rızası olan şeylere yapışması lazımdır.
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ cümlesinde ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hidayete son derece ehemmiyet verildiğini zımnen belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
İkisi farklı şeylermiş gibi وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ cümlesinin يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ cümlesine atfedilmiş olması, vasfı olan farklılığın zatî farklılık gibi mülahaza edilmiş olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun |
|
2 | كَفَرَ | küfre gitmişlerdir |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | قَالُوا | diyen(ler) |
|
5 | إِنَّ | şüphesiz |
|
6 | اللَّهَ | Allah |
|
7 | هُوَ | o |
|
8 | الْمَسِيحُ | Mesih’tir |
|
9 | ابْنُ | oğlu |
|
10 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
11 | قُلْ | de ki |
|
12 | فَمَنْ | öyle ise kim |
|
13 | يَمْلِكُ | sahipse |
|
14 | مِنَ | karşı |
|
15 | اللَّهِ | Allah’a |
|
16 | شَيْئًا | bir şeye |
|
17 | إِنْ | eğer |
|
18 | أَرَادَ | isterse |
|
19 | أَنْ |
|
|
20 | يُهْلِكَ | helak etmek |
|
21 | الْمَسِيحَ | Mesih’i |
|
22 | ابْنَ | oğlu |
|
23 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
24 | وَأُمَّهُ | ve annesini |
|
25 | وَمَنْ | ve kimseleri |
|
26 | فِي |
|
|
27 | الْأَرْضِ | yeryüzündeki |
|
28 | جَمِيعًا | hepsini |
|
29 | وَلِلَّهِ | Allah’ındır |
|
30 | مُلْكُ | mülkü |
|
31 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
32 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
33 | وَمَا | ve bulunanların |
|
34 | بَيْنَهُمَا | ikisinin arasında |
|
35 | يَخْلُقُ | yaratır |
|
36 | مَا |
|
|
37 | يَشَاءُ | dilediğini |
|
38 | وَاللَّهُ | Allah |
|
39 | عَلَىٰ |
|
|
40 | كُلِّ | he |
|
41 | شَيْءٍ | şeyi |
|
42 | قَدِيرٌ | yapabilendir |
|
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ
لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
كَفَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası قَالُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
Munfasıl zamir هُوَ fasıl zamiridir. الْمَس۪يحُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup merfûdur. ابْنُ ise الْمَس۪يحُ ’nun sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayrı munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri, إن أراد الله إهلاك الناس فمن يملك منه شيئا (Allah insanları yok etmek isterse kim buna karşı bir şey yapabilir?) şeklindedir.
Mekulü’l-kavli şart ve cevap cümlesinden oluşmuştur. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَمْلِكُ fiili مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. يَمْلِكُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru شَيْـٔاً ’in mahzuf haline müteallıktır.
شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. اَرَادَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, اَرَادَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يُهْلِكَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فمن يملك من الله شيئا (Kim buna karşı bir şey yapabilir?) şeklindedir.
الْمَس۪يحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. ابْنُ ise الْمَس۪يحَ ’nin sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
اُمَّهُ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْمَس۪يحَ ’ye matuftur.
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, الْمَس۪يحَ ’ye matuf olup mahallen mansubtur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
جَم۪يعاً kelimesi المسيح وأمّه والموصول ’in hali olup fetha ile mansubtur.
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ
وَ istînâfiyyedir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مُلْكُ muahhar mübtedadır. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyhtir.
الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لِ harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَا, atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuf olup mahallen mecrurdur. Mekân zarfı بَيْنَ , mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ
Fiil cümlesidir. يَخْلُقُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
عَلٰى كُلِّ car mecruru قَد۪يرٌ ’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ ise haberdir.
قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ismi fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ismi failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ
Ayet, mahzuf kasemin cevap cümlesidir. Muvattıe lamı ve tahkik harfiyle tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Âşûr’a göre beyanî istînaf cümlesidir.
Fail konumundaki mevsûlün sılası müspet mazi fiil قَالُٓوا ’dur. Fiilin mekulü’l-kavli olan اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ cümlesi اِنَّ ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu muhatabı hatadan kurtarmak için gelmiştir.
Gerçekte Hristiyanların üçlü inanışının iki yüzü vardır ki birisi şirk, birisi “bir”liktir. Şirk ile azarlandıkları zaman tevhid yüzünden görünürler. (Elmalılı Hamdi Yazır)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُوۤا اِنَّ الْمَس۪يحَ بْنَ مَرْيَمَ هُوَ اللّٰهُ [Muhakkak küfredenler, “Allah, Meryem’in oğlu Mesihtir.” dediler.] buyurulmuş olmakla teslis (üçleme) iddia edenlerin hepsinin inançlarını içine almış ve burada bunların yalnız şirk ve çokluk ifade eden üçleme açısından değil, özellikle bunun altında iddia ettikleri tevhid bakımından kâfir oldukları açıklanmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً
Müstenefe olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli mukadder şartın cevabıdır. Bu cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mübteda olan istifham ismi مَنْ, inkârî manadadır. Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda gelen cümle mecâz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
شَيْـٔاً kelimesinin nekreliği azlık ve tahkir manası içindir. İstifham da olumsuzluk manasındadır. Bir şeyin azının yokluğu çoğunun da yokluğunu gerektirir. O halde mana فَمَن يَقْدِرُ عَلى شَيْءٍ مِنَ اللَّهِ (Kim Allah’tan bir şey takdir ederse…) yani O’nun fiilinin ve tasarrufunun onu değiştirmek vb. olduğu şeklindedir. (Âşûr)
اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۜ
Tefsiriye olan bu cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil cümlesi masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel اَرَادَ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Takdiri, فمن يملك من الله شيئا [Kim Allah’a karşı bir şey yapabilir?] olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, tezâyüf sebebiyle اُمَّهُ gibi الْمَس۪يحَ’e atfedilmiştir. Mevsûlün sılasının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. فِي الْاَرْضِ bu mahzuf sılaya müteallıktır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
İstifham ismi olan مَنْ ile ism-i mevsûl olan مَنْ arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada يَمْلِكُ شَيْئًا cümlesi “şeyi takdir eder” manasındadır. Kinaye yoluyla mürekkeb mananın lâzımı olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ بْنَ مَرْيَمَ [Allah Meryem’in oğlu Mesih’i helak etmeyi dilerse] demek yeterli iken bununla yetinilmeyip gerçeği hem ilzamî (susturucu) hem burhanî (delilli) bir şekilde beyan etmek ve anlatmak üzere وَاُمَّهُ وَمَنْ فِى اْلاَرْضِ جَم۪يعاً [anasını ve yeryüzündekilerin hepsini] atıfları da eklenmiştir ki çok dikkate şayandır. Bununla azdan çoğa doğru giden bir bakış istikrası (tümevarım) öğretilerek Mesih’in önce anasına, ikinci olarak yeryüzündeki bütün ruh sahipleri, akıl sahipleri beşer cinsine dahil ve bunlarla birtakım hususlarda cins birliği ve aynilik olduğu anlatılmış ve bu şekilde Mesih ve anasının yok ve fani olması mümkün olup ilâh olamayacakları önce açıkça ve özellikle, ikinci olarak bir genelleme içinde üstü kapalı ve pekiştirilerek ispat edilmiş ve hatırlatılmıştır ki bu ifade de Mesih’i, şahsi beşer veya külli beşer ile düşünen Hristiyan mezheplerinin hepsine işaret olunarak اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ بْنُ مَرْيَمَ [Muhakkak Allah, Meryem’in oğlu İsa’dır.] iddiasının gerek şahsi birlik ile şahsi ittihad ve aynilik üzere ve gerek tür ve cinse ait vahdet (birlik) ile cüz’i birleşme ve tazammun (içine alma) şeklinde olsun bütün ihtimalleriyle batıl ve küfür olduğu anlatılmıştır. Yani Allah, Mesih’in ne aynı ne cüz’ü ne de cüz’isi ve ferdidir. Ancak onun üstünde yaratıcısı, sahibi, hakimidir. Diğer deyimle Mesih, Allah’ın ne aynı ne cüz’ü ne tümü ne de küllisi değil, aşağısıdır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Ebüssuûd)
قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْپًا اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَسٖيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِى الْاَرْضِ جَمٖيعً, cezasının şartından önce gelmiş olduğu bir şart cümlesi olup kelamın takdiri, “O halde Allah, Meryem oğlu Mesih (İsa’yı), anası (Meryem) ve yeryüzünde bulunan herkesi öldürmeyi isterse kim Allah’ı irade ve takdir ettiği şeyden caydırabilir, geri döndürebilir?” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
Zamir makamında Meryem oğlu İsa Mesih isminin zahir olarak zikredilmesi, fazla izahat vermek ve İsa’nın Mesih (hastalara şifa veren, mübarek) olması cihetiyle de Allah Teâlâ’nın kahir kudreti ve hakimiyeti altında olduğunu sarahatle belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ
Ayet önceki cümleye و ile atfedilmiştir. و ’ın istînâfiyye olması da caizdir. İsim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Haberin takdimi kasr ifade eder. مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ maksûr, لِلّٰهِ maksûrun aleyhtir. Mübteda olan مُلْكُ kelimesinin haber makamında olan لِلّٰهِ ’nin müteallıkına olan kasrıdır. Yani gökyüzü ve yeryüzünün Allah’tan başka sahibi yoktur. Dolayısıyla kasr-ı sıfat ale-l mevsûf, hakiki tahkiki kasrdır. Mevsûf olan Allah Teâlâ’da tabi ki başka sıfatlar da vardır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ [Göklerin yerin ve ikisi arasındakiler Allah’ındır.] cümlesinde cem’ vardır. “Siz hiçbir şeye sahip değilsiniz.” anlamında tarizdir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
Bu ibarede tağlîb düşünebilir. Bu ikisi zikredilmiştir ama her şeyin mülkü Allah’a aittir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, muahhar mübteda olan مُلْكُ السَّمٰوَاتِ’ye matuftur. Atıf sebebi temâsüldür. Mevsûlün sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mekân zarfı بَيْنَهُمَا, bu mahzuf sılaya müteallıktır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ ve يُهْلِكَ - يَخْلُقُ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَمْلِكُ - مُلْكُ ve قُلْ - قَالُٓوا kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddül’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ ve السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ - لِلّٰهِ kelimelerinin tekrarında reddül’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ
Ta’îiliye olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Ta’lîl cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ولِلَّهِ مُلْكُ السَّماواتِ والأرْضِ وما بَيْنَهُما يخْلُقُ ما يَشاءُ cümlesi Allah’ın şanını tazim için gelmiş bir tezyîldir. Aynı zamanda mesih ortaya çıkmadan önce semavatı ve arzı yarattığını ve oralarda olan her şeyin de sahibi olduğunu, hakiki ilâh olduğunu, dilediğini yarattığını, Mesih’i de alışılmışın dışında bir şekilde yarattığını ifade eder. (Âşûr)
وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kadirdir. Muktedir olmadığı hiç bir şey yoktur. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, قَد۪يرٌ۟ ise maksûrdur.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
قَد۪يرٌ۟ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir.
Allah Teâlâ, öldürmeye de hayat vermeye de ve hepinizi bir araya toplamaya da kadirdir. Bu itibarla bu cümle, geçen hükmün sebep ve gerekçesidir.
مَنْ ve شَئْ lafızları âmm olmakla, yerdekilerle beraber göktekiler ve melekler de dahil olmak üzere bütün masivallah (Allah’ın dışındakiler)ı içine almış bulunduklarından, Allah’ın zatından başka her şeyin yok olmasının mümkün olduğuna işaret ile bütün Allah’ın dışındakilerden ilahlığı inkâr etmiş ve şu halde bütün alemler veya kısımlarından hiçbirisinin de Allah ile ayniliği veya külli, cüz’i bir birleşmesinin mümkün olmadığına ve böyle sözlerin yalnız Mesih hakkında değil, diğerleri hakkında da söylenmesi Allah’a küfretmek olduğuna işaret etmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Karanlık gökyüzünün altında, görünmeyen yıldızlara bakıyordu. Zihninden geçenleri, gönlüne işlemeye çalışıyordu:
Bir yalnızlıktır dolanmış dilimize. Bir umutsuzluktur sarılmış zihnimize. Kalbimizdeki vesveseler şişmanlamış, hayrı hatırlatanlar ise zayıflamış. Dünyalık huzurlara zincirlenen ruhumuz, yorgun düşmüş. Ahiret huzuru denince, bedenimize tembellik çökmüş.
Halbuki hatırlamalı: Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin sahibi Allah’tır. Nereye gidersen git Rabbin oradadır. Nasıl hissedersen hisset, Rabbin hep yanındadır. İstersen göklere çık, istersen yerin dibine gir, hiçbir şey O’ndan gizli değildir. Hangi duygu ve düşüncelerle boğuşursan boğuş, Rabbin seni en iyi bilendir ve halinden haberdar olandır.
O, umuttur. O, huzurdur. O, şefkattir. Düştüğünde kaldırandır. Çabanı mükafatlandırandır. Daraldığında genişletendir. Dilediğinde affedendir. Ağladığında güldürendir. Yeter ki O’ndan iste. Her şeyini, her derdinin devasını O’ndan dile. Ve arzuladığına, senin için en hayırlısı hangisi ise, o şekilde ve o vakitte kavuşacağına inanarak bekle.
Allahım! Karanlıklardan aydınlığa çıkar bizi. Yanlış yollardan doğru yola döndür yüzümüzü. Vesveselerden arındır kalbimizi. İmanınla doldur gönlümüzü. Kaldır üzerimizdeki ağırlığı. Gider halimizdeki gafleti. Bir elimizde Kur’an-ı Kerim, diğerinde sünnet; huzuruna kabul et bizi. Gazabından rahmetine, Senden Sana sığınırız. Merhametinle muamele ettiklerinden, bağışladıklarından ve razı olduklarından eyle bizi.
Amin.
***
Şüphesiz ki, insan değerli bir varlıktır. Ancak, kendisine ya da başkalarına yüklediği değerde aşırıya kaçmaya da meyillidir. Dolayısı ile yaptıklarına, seçimlerine ve sarıldığı sebeplere de eşsiz gözüye baktığı olur.
Abarttığına dair uyarıldığı zaman kulaklarını kapatır ve inandığı kıymetin aksini gösteren kanıtları da görmezden gelir. Hakikatlerden uzaklaşır ve yaratılanları, onları Yaratan’dan daha çok anmaya başlar.
Hz. İsa’nın ve annesi Meryem’in değeri büyüktür. Ancak, kimileri onları farklı bir şekilde anarak ve onlara yüklenen manayı farklı boyutlara taşıyarak Allah’a şirk koşmaya başlamıştır. Hakk yolunda yürümek yerine batılla oyalanmıştır.
Bu yüzden denir ki: Allah’ın kudretiyle yeryüzünden silinip gidecek hiçbir şeye sıkıca sarılıp, yalnız onlara dayanmaya kalkışma ki yolunu şaşırmayasın. Zira, sebepleri şifa, huzur, rızık ya da bereket vesilesi kılan Allah’tır.
Yaratılmışlara fazlasıyla güvenenlerin hayatı, hayal kırıklıklarıyla dolar taşar. İmtihan dünyasında birinin şifası, huzuru, rızkı ya da bereketi olan; bir başkasının zehri olabilir. Birinin binbir çabayla elde ettiğine, diğeri kolaylıkla ulaşabilir.
Allah’a dayanan kul ise tevazu ve tevekkül sahibidir. Elinden geleni yaparken ve beklerken, işinin sürecini ve sonunu Allah’a bırakır. Sebepleri vesile kıldığı için Allah’a hamdeder. İstediği sonuca ulaşınca da, ulaşamayınca da şükür ile doğru yolda kalmak için yardım ister.
Ey şu geçici alemin ve içindekilerin sahibi olan Allahım! Ömrümüz boyunca şifa, rızık, bereket ve huzur vesilesi kıldığın her nimetin için şükürler olsun. Yeryüzündeki ve mahşer günündeki yokluktan ve çaresizlikten; Sana sığınırız. Bizi sebepleri değil, Seni ananlardan eyle. Dünyalıklarla değil; zikrinle, kelamınla ve sevdiğin amellerle meşgul olanlardan eyle. Ey bizi, bizden daha iyi bilen Allahım! İki cihanda da ihtiyaçlarımızı rahmetinle ve kolaylıkla gider. Bizi, takva sahibi mütevazi ve mütevekkil olan şükür ehlinden eyle.
Amin.