وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | andolsun |
|
2 | أَخَذَ | almıştı |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | مِيثَاقَ | söz |
|
5 | بَنِي | oğullarından |
|
6 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
7 | وَبَعَثْنَا | ve göndermiştik |
|
8 | مِنْهُمُ | içlerinden |
|
9 | اثْنَيْ | iki (on iki) |
|
10 | عَشَرَ | on (on iki) |
|
11 | نَقِيبًا | başkan |
|
12 | وَقَالَ | demişti ki |
|
13 | اللَّهُ | Allah |
|
14 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
15 | مَعَكُمْ | sizinle beraberim |
|
16 | لَئِنْ | eğer |
|
17 | أَقَمْتُمُ | kılarsanız |
|
18 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
19 | وَاتَيْتُمُ | ve verirseniz |
|
20 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
21 | وَامَنْتُمْ | ve inanırsanız |
|
22 | بِرُسُلِي | elçilerime |
|
23 | وَعَزَّرْتُمُوهُمْ | ve onlara yardım ederseniz |
|
24 | وَأَقْرَضْتُمُ | ve borç verirseniz |
|
25 | اللَّهَ | Allah’a |
|
26 | قَرْضًا | bir borç |
|
27 | حَسَنًا | güzel |
|
28 | لَأُكَفِّرَنَّ | elbette örterim |
|
29 | عَنْكُمْ | sizin |
|
30 | سَيِّئَاتِكُمْ | günahlarınızı |
|
31 | وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ | ve sizi sokarım |
|
32 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
33 | تَجْرِي | akan |
|
34 | مِنْ |
|
|
35 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
36 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
37 | فَمَنْ | kim |
|
38 | كَفَرَ | inkar ederse |
|
39 | بَعْدَ | sonra |
|
40 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
41 | مِنْكُمْ | sizden |
|
42 | فَقَدْ | muhakkak |
|
43 | ضَلَّ | sapmış olur |
|
44 | سَوَاءَ | düz |
|
45 | السَّبِيلِ | yoldan |
|
عزر Tazim ve hürmetle birlikte yardım etmeye التَّعْزِير denir. Ayrıca bu kelime had cezasından daha hafif bir darp anlamına da gelir.
Aslında bu da ilk anlama râcidir. Zira bu bir tür terbiyedir ve terbiye etmek de bir çeşit yardımdır. Ancak ilki kişiden düşmanı uzak tutarak yapılan yardımı, ikincisi ise kişiyi kendisine zarar veren şeylerden uzak tutarak yapılan yardımı ifade eder. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ta’zir ve azar (işari)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
نقب Duvar veya deri delme anlamında kullanılan نَقَبٌ , tahta delme anlamında ثَقْبٌ adını alır.
ألنُّقْبَة fistan gibi bir elbisedir, içinden kemer geçirilen bir deliği bulunduğundan bu ismi almıştır.
ألْمَنْقَبَة dağın içinden geçen yol demektir.
ألنَّقِيبُ ise bir kavmi, topluluğu ve onların durumlarını araştırıp inceleyen kişi demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nakip (öncü), menkıbe ve menâkıptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. م۪يثَاقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda muzâftır.
بَن۪ٓي muzâfun ileyh ve muzâftır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif isimlere “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısmına girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ
وَ atıf harfidir. بَعَثْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْهُمُ car mecruru اثْنَيْ عَشَرَ’nin mahzuf haline müteallıktır.
اثْنَيْ mef’ûlun bih olup müsennaya mülhak olduğu için ى ile mansubtur. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir.
عَشَرَ adettir. Fetha üzere mebnidir. نَق۪يبًا temyiz olup fetha ile mansubtur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan?, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
Melfûz mümeyyez 4 şekilde gelir:
1. Sayı
2. Ağırlık ölçüleri
3. Hacim ölçüleri
4. Alan ölçüleri.
Ayette اثْنَيْ عَشَرَ mürekkeb sayılardan olduğu için mümeyyezdir. نَق۪يبًاۜ ise temyizidir. 11-19 arası sayılara mürekkeb sayılar denir. Mürekkeb sayılarda; önce sayı, sonra temyiz gelir. Temyiz daima tekil ve mansub gelir. 11-19 arası sayıların birler basamağı da onlar basamağı da fetha üzere mebnidir. 12 sayısının birler basamağı yani 2 sayısı murebdir. İkil olduğu için ref durumunda elif (ا) ile merfû, nasb veya cer durumunda ye (ي) ile mansub veya mecrur olur. Cinsiyet yönünden onlar basamağı ile temyiz uyumlu olur, birler basamağı bunların zıttı olur.
NOT: 11 ile 12 sayısında birler basamağı, onlar basamağı ve temyiz birbiriyle uyumlu olmak zorundadır.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَق۪يبًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l kavli, اِنّ۪ي مَعَكُمْ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
مَعَ mekân zarfı, اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً
لَ harfi, mahzuf bir kaseme delalet eden muvattıadır. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. اَقَمْتُمُ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
الصَّلٰوةَ mef ‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. اٰمَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِرُسُل۪ي car mecruru اٰمَنْتُمْ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَزَّرْتُمُوهُمْ cümlesi atıf harfi وَ ’la اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ’ye matuftur. Mansub muttasıl zamirler cemi müzekker muhatap mazi fiillere doğrudan doğruya gelmez. Bu fiiller ile söz edilen zamirle arasına bir و harfi getirilir. عَزَّرْتُمُوهُمْ fiilinde olduğu gibi. Buna işba vavı/işba edatı denilir.
عَزَّرْتُمُوهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ cümlesi atıf harfi وَ ’la اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ ’ye matuftur. اَقْرَضْتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. قَرْضًا mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubtur. حَسَنࣰا kelimesi قَرْضًا ’ın sıfatıdır.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir.
Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen binâ-i (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ulü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَرْضًا lafzı burda nev’ini (çeşidini) belirtmek için gelen mef’ûlü mutlak çeşidinden gelmiştir.
لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. اُكَفِّرَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
اُكَفِّرَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
عَنْكُمْ car mecruru اُكَفِّرَنَّ fiiline müteallıktır. سَيِّـَٔاتِهِمْ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي cümlesi atıf harfi وَ ’la kasemin cevabına matuftur. لَ mahzuf kasemin başına gelen vakıadır.
اُدْخِلَنَّكُمْ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. اُدْخِلَنَّكُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
جَنَّاتٍ ikinci mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ cümlesi جَنَّاتٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur. تَجْرِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
مِنْ تَحْتِهَا car mecruru تَجْر۪ي fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا ’nın muzâfı hazfedilmiştir. Takdiri; من تحت أشجارها (Ağaçlarının altından) şeklindedir. الْاَنْهَارُ kelimesi, تَجْرِي fiilinin failidir.
اُكَفِّرَنَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. كَفَرَ şart fiili olup mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. كَفَرَ fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بَعْدَ zaman zarfı, كَفَرَ fiiline müteallıktır. ذٰ işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubturlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazfedilince damme üzere mebni olurlar.
Ayette بَعْدَ başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْكُمْ car mecruru كَفَرَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. قَدْ tekid ifade eden tahkik harfidir.
ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. سَوَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. السَّب۪يلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ ise mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Fiilin قَدْ ve لَ ile tekidi ihtimam içindir. (Âşûr)
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle اللّٰهُ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
Bu istinafî kelam İsrailoğullarının hıyanetleri, verdikleri sözden caymak, kesin ahdi bozmak gibi hataları ile bu yüzden uğradıkları sıkıntıları ihtiva eder. Bunun zikrinden amaç, müminlerin Allah Teâlâ’nın nimetlerini her zaman hatırlamalarını,
kendilerinden aldığı ahde riayet etmelerini sağlamak ve onları ahdi bozmaktan sakındırmaktır. Eğer bundan önceki ayet, zikredilen rivayette anlatıldığı gibi Benî Kureyza’nın Peygamberimize (s.a.) yapmayı düşündükleri suikasta işaret ediyorsa bu kelam, ahde vefasızlık ve ihanetin Yahudilerin eski bir âdeti olup seleflerinden kendilerine miras kaldığını belirtmek suretiyle konuya açıklama getirmek amacına yöneliktir. Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, saygıyı arttırmak, anlaşmayı ağırlaştırmak, anlaşmayı geçersiz kılmanın korkunçluğuna işaret etmek ve istînâf cümlesinin gereği olan makablinden bağımsızlık durumunu gözetmek içindir. (Ebüssuûd)
وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ
Cümle tezâyüf sebebiyle وَ ’la اَخَذَ fiiline atfedilmiştir. مِنْهُمُ ,نَق۪يبًاۜ ’e veya onun mahzuf haline müteallıktır. Temyiz olan نَق۪يبًاۜ dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ [Onlardan gönderdik.] Burada üçüncü şahıs fiilinden birinci şahıs fiiline dönüş vardır. Sözün akışına göre بَعَثَ [gönderdi.] olması gerekirdi. Yüce Allah, kendi şanına itina göstermek için birinci şahıs fiilini kullanmıştır. (Safvetü’t Tefasir)
Bir zamanlar Allah, İsrailoğullarından da söz almıştı. Ve onlardan on iki nakib (müfettiş) göndermiştik. Birinci cümlede “Allah”, ikincide “biz” diye gıyabdan tekellüme iltifat (dönme), büyüklük ve ululuğun ortaya konması veya nakibleri Hz. Musa aracılığıyla gönderdiğine işaret içindir. (Ebüssuûd)
البَعْثُ kelimesinin asıl manası yönelme ve göndermektir. Mecazi olarak “kaldırmak ve canlandırmak” manasında da kullanılır. Tıpkı Yasin Suresi 52. ayetteki مَن بَعَثَنا مِن مَرْقَدِنا [Bizi kabrimizden kim kaldırdı?] ve Rum Suresi 56. ayetteki فَهَذا يَوْمُ البَعْثِ [Bu dirilme günüdür.] sözlerinde olduğu gibi. Bu mecazi kullanım o kadar yaygınlaştı ki bundan da başka bir mecazi kullanım oluştu. Âl-i İmran Suresi 164. ayetteki إذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِن أنْفُسِهِمْ [Onlara kendilerinden bir peygamber göndermişti.] sözü gibi. Daha sonra da bir şeyleri harekete geçirmek ve nefiste düşünce istek inşa etmek manasında da kullanıldı. (Âşûr)
نَق۪يبًا; “deldi, araştırdı” manasındadır. نَقيب ise “başkan, kavminin durumunu bilen emin ve güvenilir kişi, elçi” demektir.
Zeccâc, نَق۪يبًاۜ kelimesinin, faîl vezninde bir kelime olup bu kelimenin aslının “geniş delik” manasında olduğunu söylemiştir. Nitekim hallerini ve sırlarını adeta delerek ortaya koyduğu izhar ettiği için فُلَانٌ نَقِيبُ القَوْمِ “Falanca, o topluluğun nakibidir.” denir. Yine “delme işinde, sonuna yaklaştım, sonuna vardım” manasında, نَقَبْتُ الحَائِطَ (duvarı iyice deldim) denir. (Fahreddin er-Râzî)
وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ
Cümle وَ ’la kasemin cevabına atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Mekulü’l-kavl اِنّ۪ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَكُمْۜ ’un mütallakı olan اِنّ۪’nin haberi mahzuftur.
Bu cümlede Allah isminin zikriyle بَعَثْنَا ’daki azamet zamirinden gaib zamire iltifat edilmiştir.
Allah’ın onlarla birlikte olması mecazî bir ifadedir. “Allah’ın yardımı” gibi bir muzâf hazfı vardır.
Allah Teâlâ, o zaman yalnız İsrailoğullarına hitap etti. Çünkü teşvik ve uyarıya muhtaç olan onlardı. Nitekim ayetteki iltifat da bunu gösterir. (Ebüssuûd)
اِنّ۪ي مَعَكُمْ sözündeki beraberlik mecazî bir beraberliktir. Önem, muhafaza ve yardım için temsildir. (Âşûr)
لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً
İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşaî isnaddır. لَ mahzuf kasem fiili için gelen lâm-ı muvattıa, ئِنْ şart harfidir. (Âşûr) Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki müteakip üç cümle şart cümlesine matuftur. Atıf sebepleri temâsüldür. Yine temâsülle şart cümlesine matuf olan اَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا cümlesi, mef’ûlü mutlakla tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûlü mutlak ve sıfatı dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Lafza-i celâlin tekrarlanması korkuyu ve ikazı artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رُسُل۪ي izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رُسُل۪, şan ve şeref kazanmıştır.
اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ; namaza kalkmak istediğiniz zaman demektir. Yüce Allah burada namaz kılmak istemeyi اَقَمْتُمُ fiiliyle ifade etmiş ve aralarındaki ilgiden dolayı müsebbep olan “namaza kalkma”yı, sebep olan “namaz kılmayı istemek” yerine koymuştur. (Safvetü’t Tefasir) Yani sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
قَرْضًا حَسَنًا, güzel bir borç demektir. Burada bir istiare vardır. Biz birisine bir hayır yaparken karşılığını almıyoruz aslında ama bu, karşılığını alacağımız bir borca benzetilmiştir. Üstelik bu borcun sahibi de Allah’tır. Dünyada verdiğimiz borcun karşılığını Allah bize ahirette ödeyecektir. Yani karşılıksız gibi görünse de en büyük karşılığın verildiği bir borçtur. İstiarede ortak yön; karşılığın olmasıdır.
وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا cümlesi; vacip olmayan sadakaları ifade eder. (Âşûr)
اَقْرَضْتُمُ - قَرْضًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَقَمْتُمُ - اٰتَيْتُمُ - اٰمَنْتُمْ - عَزَّرْتُمُوهُمْ - اَقْرَضْتُمُ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Peygamberlere iman, neden namaz ve zekâttan sonra getirildi?
Cevap: Yahudiler, namaz kılıp zekât verdikleri için mutlaka kurtulacaklarını zannediyorlardı. Ama ne var ki onlar bazı peygamberleri ısrarla yalanlamaya devam ediyorlardı. Böylece Cenab-ı Hakk, maksat hasıl olsun diye namazın kılınıp zekâtların verilmesinin yanında mutlaka bütün peygamberlere inanmanın gerekli olduğunu beyan buyurmuştur. Aksi halde bütün peygamberlere iman etmeden namaz kılıp zekât vermenin, kurtuluşa nail olmada herhangi bir tesiri olamaz. (Fahreddin er-Râzî)
وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا [Zekâtı verirseniz…] sözünden maksat, farz olanlar ve اَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا [Allah’a güzel bir borç verirseniz…] ifadesinden maksat da mendup olan sadakalardır. Sadakalar da dinî bakımdan mertebelerinin çok yüce ve kıymetli olduğuna dikkat çekmek için ayrıca zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ
Müstenefe olan cümlede لَ kasemin cevabına gelen vakıadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Car-mecrurun mef’ûle takdimi söz konusudur. Aynı üsluptaki لَاُدْخِلَنَّكُمْ cümlesi makabline temâsül nedeniyle atfedilmiştir. تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ cümlesi جَنَّاتٍ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. جَنَّاتٍ’deki tenvin, tazim ve kesret ifade eder.
Kasemin cevabının delaletiyle şartın cevabı hazfedilmiştir.
Gaib zamirden mütekellim zamirine iltifat vardır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ [Altından nehirlerin akması] tabirinde otoritenin, saltanatın onlara ait olduğu manası da vardır.
فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ mübteda,
كَفَرَ şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ, mazi fiil sıygasında, قَدْ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
“Yolun ortasından sapmak” tabirinde istiare vardır. Gerçekten yolda kaybolmak gibi ifade edilmiştir. Sebil, “kolay yol” demektir. Üstelik ortada, herkesin gördüğü, açık, kolay yol… Buna rağmen sapmak aslında zor bir şeydir.
اٰمَنْتُمْ - كَفَرَ ve حَسَنًا - سَيِّـَٔاتِكُمْ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Şu var ki ayetin, yeni bir küfre delalet eden ifadesinden, onların küfürde ileri gitmeleri halinin kastedildiği anlaşılmaktadır. Zira bir vasfı tamamen ortadan kaldırmayı gerektiren bir durum hasıl olduktan sonra o vasfı taşımak her ne kadar eskiyi sürdürmek ise de isim olarak yeni bir fiil ve taze bir iştir. (Ebüssuûd)