وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكاًۗ وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | قَالَ | demişti |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa |
|
4 | لِقَوْمِهِ | kavmine |
|
5 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
6 | اذْكُرُوا | hatırlayın |
|
7 | نِعْمَةَ | ni’metini |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | عَلَيْكُمْ | size olan |
|
10 | إِذْ | zira (O) |
|
11 | جَعَلَ | var etti |
|
12 | فِيكُمْ | aranızda |
|
13 | أَنْبِيَاءَ | peygamberler |
|
14 | وَجَعَلَكُمْ | ve sizi yaptı |
|
15 | مُلُوكًا | krallar |
|
16 | وَاتَاكُمْ | ve size verdi |
|
17 | مَا | şeyleri |
|
18 | لَمْ |
|
|
19 | يُؤْتِ | vermediği |
|
20 | أَحَدًا | hiç kimseye |
|
21 | مِنَ |
|
|
22 | الْعَالَمِينَ | dünyalarda |
|
Bu ayetler, Kur’an’ın ayrıntılı biçimde açıkladığı yahudilere ait kıssanın bir bölümüdür. Bunun böyle bölümlere ayrılmasının pek çok hikmeti vardır.
Bu hikmetin bir yönü, yahudilerin Medine ve tüm Arap yarımadasında İslâm davetine karşı düşmanlık, tuzak ve savaşta öncü olmalarıdır. İlk günden itibaren müslüman topluma karşı savaş ilan ettiler. Medine’de münafıklığı ve münafıkları himaye ettiler ve hem bu inanç sistemine hem de müslümanlara karşı her vesile ile tuzak kurdular. Müşrikleri vaadlerle müslüman cemaate karşı teşvik ettiler ve onlara karşı ortak komplolar kurdular.
İnanç ve liderlik çevresinde şüphe, tereddüt ve tahrifler oluşturmaya yöneldikleri gibi, müslüman toplumun saflarında harb, hile ve casusluğa da kalkıştılar. Tüm bunları, apaçık ilan edilmiş bir harbte yüzyüze savaşmadan yapıyorlardı. Onların düşmanlıklarının öğrenilebilmesi için, tabiatlarının, tarihlerinin, mücadele yöntemlerinin ve kalkıştıkları hareketlerin gerçeğinin ne olduğunun bilinmesi ve müslüman topluma gösterilmesi gerekiyordu.
Allah, onların geçmişlerinde Allah’ın kılavuzluğuna karşı düşmanlık gösterdikleri gibi, bütün tarihleri boyunca bu ümmete de düşman olacaklarını bilmektedir. Bu gerekçe ile bu ümmete, onların tüm durumları ve her türlü düşmanlık yöntemlerini uygun gördü.
Bu hikmetin diğer bir yönü de yahudilerin, Allah’ın son dini gelmeden önce, başka bir dinin mensupları olmalarıdır. İslâm’dan önceki tarihleri, tarihin uzun bir dönemini kaplamaktadır. İnançlarından sapmalar olmuş, Allah’la yaptıkları “sözleşme”yi pek çok kez bozmuşlardı. Bu sapma ve bu sözde durmamaların etkisi; ahlâk ve geleneklerine yerleştiği gibi, hayatlarına da yansımıştır. Geçmiş bütün peygamberlerin ve ilahî inanç birikiminin varisleri olan müslüman ümmetin; bu kavmin tarihini, bu tarihin dönemlerini, bu yolun kaygan yerlerini ve yahudilerin yaşamlarında ve ahlâklarında somutlaşan tehlikeleri öğrenmesi gerekmektedir. İnanç ve hayat alanındaki bu tecrübeleri de tecrübelerine eklemesi, asırlar boyu süren bu sözleşmelerden faydalanması ve yoldaki tuzaklara düşmemesi, şeytanın müdahalelerine kapılmaması ve inançdaki sapmalara ve sürçmelere kapılmaması için, bu tecrübelerin kılavuzluğuna gerek duymaktadır.
Yahudilerin tecrübeleri uzun dönemler boyunca çeşitli sahneler arz ediyor. Allah, ümmetlerin üzerinden uzun zaman geçtiğinde, kalplerinin katılaştığını ve nesillerin saptığını, müslüman ümmetin de tarihlerinin kıyamete dek süreceğini ve yahudilerin hayatlarında örnekleri olan dönemlerin müslümanların başına da gelebileceğini bilmektedir. Bu yüzden bu ümmetin nesiller boyu gelecek, imamlarının, önderlerinin ve davetçilerinin önüne diğer milletlerin başına gelen akıbetlerden örnekler koymakta ve teşhis ettikten sonra problemlerini nasıl çözeceklerini bunlardan öğrenmelerini sağlamaktadır. Şöyle ki, hidayet ve doğruluğa baş kaldırmak isteyen kalplerin en şiddetlisi, doğruyu bilipte ondan sapan kalptir. Hem bu gerçekten habersiz kalpler, daveti kabule daha yakındır. Çünkü bu kalpler, kendilerini coşturan yeni bir davetle karşılaştıklarında, üzerinde ciddiyetle dururlar ve fıtratlarına seslenen bu yeni davete hemen kulak verirler. Kendilerine daha önce de seslenilmiş kalpler ise, ikinci seslenişi ciddiye almazlar, onunla sarsılmazlar, büyüklük ve önemini hissetmezler. Bu yüzden daha fazla gayrete ve uzun boylu sabıra gerek vardır. Allah’ın yahudilerin kıssalarını böylesine uzun açıklamasında ve dine inanan varisleri, tüm insanların önderleri olan müslüman ümmete uzun boylu sunmasında pek çok hikmetli yönler vardır.
Fizilal-il Kuran / Seyyid Kutub
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكاًۗ
وَ atıf harfidir. اِذْ zaman zarfı, takdiri اذكروا olan mahzuf fiile müteallıktır.
قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُوسٰى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
لِقَوْمِ car mecruru قَالَ fiiline müteallıkır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi يَا قَوْمِ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَا nida, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ‘sı mahzuftur.
Nidanın cevabı اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ ’dir. اذْكُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نِعْمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru نِعْمَةَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.
اِذْ zaman zarfı, نِعْمَتَ ’ye müteallıktır. جَعَلَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ف۪يكُمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.
اَنْبِيَٓاءَ kelimesi birinci mef’ûlun bihtir.
جَعَلَكُمْ مُلُوكاً cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. جَعَلَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مُلُوكاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ
وَ atıf harfidir. اٰتٰيكُمْ mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Müşterek ism-i mevsûl مَا ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ يُؤْتِ اَحَداً’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
لَمْ, muzariyi cezm ederek anlamını olumsuz maziye çeviren edattır. يُؤْتِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اَحَداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. İkinci mef’ûlun bih hazfedilmiştir. Takdiri, ما لم يؤته أحدا şeklindedir.
مِنَ الْعَالَم۪ينَ car mecruru اَحَداً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. الْعَالَم۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكاًۗ وَاٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in takdiri اذكر olan muteallakı mahzuftur.
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan قَالَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevap cümlesi اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümledeki ikinci zaman zarfı نِعْمَةَ ,اِذْ’ye müteallık veya نِعْمَةَ ’den bedeldir.
جَعَلَكُمْ مُلُوكاً cümlesi muzâfun ileyh olan جَعَلَ ف۪يكُمْ اَنْبِيَٓاءَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
نِعْمَةَ اللّٰهِ izafetinde, lafza-i celâle muzâf olan نِعْمَةَ, şan ve şeref kazanmıştır.
Ayetin son cümlesi اٰتٰيكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ اَحَداً مِنَ الْعَالَم۪ينَ, muzâfun ileyhe matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası ise menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Fiil, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
اَحَداً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. ‘Hiçbir’ anlamındadır. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
Kimseye verilmemiş olan şey, mucizelerdir.
Hz Musa’nın konuşmasına يَا قَوْمِ [Ey kavmim] diye başlaması hüsn-i ibtidadır.
اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ [Allah’ın nimetini anın.] cümlesinde lazım söylenmiş, melzumu olan “nimetlerine şükredin” manası kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.
Cem’ ma’at-tefrik vardır. اذْكُرُوا cem, nimetlerin sayılması tefriktir.
[Sizi hükümdarlar yapmıştı.] cümlesinde teşbih-i beliğ vardır. Teşbih edatı ile teşbih yönü hazfedilmiştir. Yani rahat yaşayış, huzur bakımından sizi hükümdarlar gibi kılmıştı demektir. Kıptilerin hakimiyetini kaldırıp sizi Allah’a kulluk edecek hale getirmiştir.
اٰتٰيكُمْ - لَمْ يُؤْتِ arasında tıbâk-ı selb vardır.
جَعَلَ - قَوْمِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Kıssa, kıssa ve öğütlere atfedilmiştir. وَاِذْ قَالَ ile başlayan benzer ayetler daha önceden geçmiştir. (Âşûr)
يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ Emrin, maksut olan olaylara değil de olayların içinde vuku bulduğu vakte tevcih edilmesi, mübalağa içindir. Çünkü vaktin hatırlatılmasından istidlal edilen, onda meydana gelen olayların anlatılmasıdır.
Bir de vakit, içinde vukua gelen olaylara tafsilatıyla amildir. Bu itibarla vakit düşünüldüğü zaman, onda vukua gelmiş olaylar tafsilatıyla düşünülmüş ve sanki müşahede edilmiş olur. (Ebüssuûd)
“Sizden” kelimesinin karşılığı olan فِيكُم veya مِنْكُم kelimesinin zikredilmemiş olması, mananın açık olmasından dolayıdır. Veya minnet yüklemek makamında hepsi hükümdar kabul edilmiştir. Zira hükümdarların akarabaları da iftihar ederken “biz hükümdarlar…” derler. Ancak bundan önce peygamberler için aynı üslup kullanılmamış, orada “içinizden” kelimesinin karşılığı olan فِيكُم kelimesi açıkça zikredilmiştir. Çünkü nübüvvet makamı o kadar şerefli ve erişilmesi zor bir makamdır ki, Allah Teâlâ'nın seçip üstün kılmadığı kimselere mecazî anlamda da olsa nübüvvet nispet edilmesi uygun düşmez. (Ebüssuûd)