يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَا جَٓاءَنَا مِنْ بَش۪يرٍ وَلَا نَذ۪يرٍۘ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَش۪يرٌ وَنَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَهْلَ | ehli |
|
2 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
3 | قَدْ | muhakkak |
|
4 | جَاءَكُمْ | size geldi |
|
5 | رَسُولُنَا | Elçimiz |
|
6 | يُبَيِّنُ | gerçekleri açıklıyan |
|
7 | لَكُمْ | size |
|
8 | عَلَىٰ |
|
|
9 | فَتْرَةٍ | arasının kesildiği sırada |
|
10 | مِنَ |
|
|
11 | الرُّسُلِ | elçilerin |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | تَقُولُوا | demeyesiniz |
|
14 | مَا |
|
|
15 | جَاءَنَا | bize gelmedi |
|
16 | مِنْ |
|
|
17 | بَشِيرٍ | bir müjdeleyici |
|
18 | وَلَا | ve ne de |
|
19 | نَذِيرٍ | bir uyarıcı |
|
20 | فَقَدْ | işte |
|
21 | جَاءَكُمْ | size geldi |
|
22 | بَشِيرٌ | müjdeleyici |
|
23 | وَنَذِيرٌ | ve uyarıcı |
|
24 | وَاللَّهُ | Allah |
|
25 | عَلَىٰ |
|
|
26 | كُلِّ | her |
|
27 | شَيْءٍ | şeye |
|
28 | قَدِيرٌ | kadirdir |
|
Sözlükte “gevşeklik, zayıflık, bezginlik, sakinlik ve kesilmek” anlamlarına gelen fetret kelimesi dinî terim olarak, daha çok Hz. Îsâ ile Hz. Muhammed arasında geçen tebliğsiz dönem için kullanılır. Bu dönemde yaşayan topluluklara da “fetret ehli” denir. Ayrıca Kur’an’ın Hz. Peygamber’e indirilişi esnasında vahyin kesintiye uğradığı zaman dilimi de fetret olarak adlandırılır.
Kelime, bazı hadislerde sözlük ve terim anlamlarında kullanılmıştır (meselâ bk. Buhârî, “Teheccüd”, 18; Müslim, “Zühd”, 41). Akaid ve kelâm literatüründe fetret daha çok, bir peygamberin ortaya koyduğu, tahrife uğramamış bir davetle karşılaşma imkânından yoksun kalan insanların dinî sorumluluğu açısından üzerinde durulan bir kavramdır. İslâmî literatürde fetret, ilk bakışta İslâm öncesi dönemle ve özellikle Hz. Îsâ tarafından tebliğ edilen dinin tahrife uğraması, dolayısıyla ilâhî vahyin etkisini ve bereketini kaybetmesinin ardından son peygamberin gelişine kadar geçen süreyle ilgili bir kavram niteliğinde görülür. İslâmiyet geldikten sonra bu dinin varlığından haberdar olmayan veya yeterince aydınlanamayan kişilerin fetret ehli kavramı içinde mütalaa edilip edilmeyeceği tartışmalı bir konudur. Bu husustaki deliller, fetret kavramının hem İslâmiyet’ten önce hem de İslâm geldikten sonra yaşayan, değişik engeller yüzünden dinî tebliğden haberdar olamamış kişi ve grupları kapsamına aldığını düşündürmektedir.
İslâmî kaynaklarda Hz. Îsâ ile Hz. Muhammed arasında geçen fetret döneminin süresiyle ilgili olarak 577 ile 600 arasında değişen rakamlar verilmektedir. Bu farklılıkların, Hz. Îsâ’nın gerçek doğum tarihinin belirlenmesi ve hesabın kamerî takvime göre yapılması gibi âmillerden kaynaklandığı anlaşılmaktadır (bilgi için bk. Müslim, “Fezâil”, 113; İbn Sâ‘d, Tabakåt, Beyrut 1985, I, 194; İbn Kesîr, III, 65; Ateş, II, 501; Metin Yurdagür, “Fetret”, DİA, XII, 475-480).
İbn Âşûr’a göre âyette zikredilen peygamberlerden maksat Hz. Mûsâ’dan Hz. Îsâ’ya kadar birbirini takip eden Ehl-i kitap peygamberleridir. Bu peygamberlerle Hz. Muhammed arasında geçen zamana “fetret dönemi” denir veya peygamberler ifadesiyle sadece Hz. Îsâ kastedilmiştir. İbn Âşûr, Îsâ’nın göklere kaldırılışıyla Hz. Peygamber’in gönderilişi arasındaki sürenin de yaklaşık 580 yıl olduğunu kaydettikten sonra ancak bu dönemde Ehl-i kitabın dışındaki kavimlerden Hâlid b. Sinân ve Hanzale b. Safvân gibi bazı peygamberlerin daha gelmiş olduğunu hatırlatır (VI, 158).
Âyet her ne kadar Ehl-i kitaba hitap ediyorsa da maksat umumi olup bütün insanlığı kapsamaktadır. İnsanlar âhirette, kendilerine herhangi bir uyarıcının gelmediğini mazeret olarak ileri sürmesinler diye yüce Allah zaman zaman emir ve yasaklarını onlara tebliğ edecek peygamberler göndermiştir. Hz. Îsâ’dan sonra yaklaşık altı asır gibi uzun bir zaman geçmiş, insanlar onun getirdiği kitabı tahrif ederek Allah’ın dinini bozmuşlardı. Böyle bir dönemde yüce Allah kıyamete kadar geçerli olmak üzere bütün insanlara doğru yolu göstermekle görevli kıldığı Hz. Muhammed’i öğüt verici, müjdeleyici, uyarıcı bir peygamber ve âlemlere rahmet olarak gönderdi (Sebe’ 34/28; Enbiyâ 21/107).
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 241-242
فَتَر Futûr, öfkeden sonra sukûnet, sertlikten sonra yumuşama ve kuvvetten sonra zayıflama anlamındadır. Bu ayette ise mana ‘peygamberlerin gelişinden hâlî olan bir evrede, bir durgunluk hali hâkimken…’ şeklindedir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fetret, fütur ve fütursuzdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَا جَٓاءَنَا مِنْ بَش۪يرٍ وَلَا نَذ۪يرٍۘ
يَٓا nida harfidir. اَهْلَ münadadır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Nidanın cevabı قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا ’dır. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. رَسُولُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً cümlesi رَسُولُنَا ’nın hali olarak mahallen mansubtur.
يُبَيِّنُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. لَكُمْ car mecruru يُبَيِّنُ fiiline müteallıktır.
عَلٰى فَتْرَةٍ car mecruru يُبَيِّنُ’deki failin mahzuf hale müteallıktır. مِنَ الرُّسُلِ car mecruru فَتْرَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf olumsuzluk harfi لَا ve mahzuf harf-i cerle birlikte جَٓاءَكُمْ fiiline müteallıktır. Takdiri, لئلا تقولوا şeklindedir.
تَقُولُوا fiili نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. جَٓاءَنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنْ harf-i ceri zaiddir. بَش۪يرٍ lafzen mecrur, جَٓاءَ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَذ۪يرٍۘ kelimesi بَش۪يرٍ ’e matuftur.
فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَش۪يرٌ وَنَذ۪يرٌۜ
فَ atıf, قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بَش۪يرٌ fail olup lafzen merfûdur. نَذ۪يرٌ ise atıf harfi وَ ’la بَش۪يرٌ ’e matuftur.
وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
عَلٰى كُلِّ car mecruru قَد۪يرٌ ’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ ise haberdir.
قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَا جَٓاءَنَا مِنْ بَش۪يرٍ وَلَا نَذ۪يرٍۘ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَش۪يرٌ وَنَذ۪يرٌۜ
Müstenefe olan cümle nida üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Münada, kitap ehlidir. Nidanın cevabı tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasındaki قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
رَسُولُنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan رَسُولُ, şan ve şeref kazanmıştır.
اَهْلَ الْكِتَابِ Yahudi ve Hristiyanlardan kinayedir.
يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ cümlesi رَسُولُنَا için hal cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. من harfi zaiddir. Hal cümlesinin وَ olmaksızın gelmesi bu halin mevsufta sürekli ve sabit olduğuna işaret eder. Muzari fiildeki istimrar, teceddüt ve tecessüm özelliğide manayı kuvvetlendirmiştir. Hal cümlesi ıtnâb sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ve تَقُولُوا مَا جَٓاءَنَا مِنْ بَش۪يرٍ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen ل ve لَا harfiyle birlikte جَٓاءَكُمْ fiiline müteallıktır. Bu harflerin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu ayette مِنَ الرُّسُلِ ibaresindeki من harfi zaid olarak gelmiş ve manayı pekiştirmiştir. Nahiv alimlerinin ekseriyetine göre من harfinin zaid olabilmesi için iki şart bulunmaktadır: Birincisi kendisinden önce olumsuzluk (nefy), yasaklama (nehiy) veya هل soru edatının olması, ikincisi de sonrasında gelen kelimenin nekre gelmesidir. (Ömer Özbek Arap Dili Ve Belâgatı’nda Itnâb Üslûbu Yüksek Lisans Tezi)
Müspet mazi fiil sıygasındaki فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَش۪يرٌ وَنَذ۪يرٌۜ cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Nidanın cevabına matuftur. قَدْ tahkik harfi, cümleyi tekid etmiştir.
نَذ۪يرٌ ,بَش۪يرٌ’e matuftur. Atıf sebebi tezattır.
Beşîr ve nezîr, peygamberlerin en önemli sıfatıdır ve ikisi bir aradadır. Burada da iki kere tekrarlanmıştır. Allah’tan hem korkacağız hem de ümit edeceğiz.
Ayet-i kerime lâzım-ı faideî haber şeklinde gelmiş, mantık yollu kelamdır.
جَٓاءَكُمْ - مَا جَٓاءَنَا arasında tıbâk-ı selb, بَش۪يرٌ - نَذ۪يرٌ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
بَش۪يرٌ- نَذ۪يرٌۜ- قَد۪يرٌ arasında muvazene vardır. Nekre oluşları tazim ifade eder.
رَسُولُنَا - الرُّسُلِ arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Bu, Ehl-i Kitab’a iltifat yoluyla hitabın tekrarıdır ve hakka davette kendileri için bir lütuftur. Yani “Ey Ehl-i Kitap! Size Resulümüz geldi; o, size dinin vaat ve vaîdleri (ceza veya azab tehdidi) ile hükümlerini ve umdelerini açıklıyor. Daha önceki ayetlerde açıklananlar ve bundan sonra zikri gelecek eski ümmetlerin haberleri de resulümüzün size bildirdiği gerçeklerdendir. O, size ihtiyaç duyduğunuz bütün bilgileri veriyor. Resulümüz, peygamberlerin gönderilmesine ara verildiği ve vahyin kesildiği bir fetret döneminde bahsedilmiştir.” (Ebüssuûd)
Ayetteki “Size, (hakikatleri) apaçık söyleyip duran…” ifadesiyle ilgili iki izah bulunmaktadır:
1. Burada mef’ûl olarak bir “mübeyyen (açıklanan, beyan edilen)” kelimesi takdir edilir. Bu takdire göre de iki ihtimal bulunmaktadır:
a. Bu açıklanan şeyin, din ve dinin hükümleri olmasıdır. Bu kelimenin cümlede hazfedilmesi güzel olmuştur; çünkü Hazreti Peygamberin (s.a.) ancak şeriatın hükümlerini beyan etmek için gönderildiğini herkes bilmektedir.
b. Bu cümlenin takdirinin, “Size, “gizlemekte olduğunuz şeyleri” beyan eden…” şeklinde olmasıdır. Bu takdire göre mef’ûlün daha önce geçmiş olduğu için yerinde ve güzel olmuştur.
2. Burada mef’ûl olarak bir mübeyyen takdir edilmez. İfadenin manası da “Size beyanı iyice açıklıyor, beyan ediyor…” şeklinde olur. Bu takdire göre mef’ûlün hazfedilmesi daha çok mana ifade edeceği için daha mükemmel olur. (Fahreddin er-Râzî)
فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَش۪يرٌ وَنَذ۪يرٌ cümlesi, illeti olduğu mahzuf (kaldırılmış, gizlenmiş) bir cümle ile bağlantılıdır. Yani artık özür beyanına kalkışmayın; çünkü işte size müjdeleyici ve uyarıcı geldi.(Ebüssuûd)
وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
عَلٰى كُلِّ شَيْء amiline takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kadirdir. Muktedir olmadığı hiçbir şey yoktur. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, قَد۪يرٌ۟ ise maksûrdur.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder. قَد۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir.
Allah Teâlâ, öldürmeye de hayat vermeye de ve hepinizi bir araya toplamaya da kādirdir. Bu itibarla bu cümle, geçen hükmün sebep ve gerekçesidir.