Mâide Sûresi 23. Ayet

قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ فَاِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ  ...

Korkanların içinden Allah’ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti: “Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer mü’minler iseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 رَجُلَانِ iki adam ر ج ل
3 مِنَ -den
4 الَّذِينَ kimseler-
5 يَخَافُونَ korkanlar(dan) خ و ف
6 أَنْعَمَ ni’met verdiği ن ع م
7 اللَّهُ Allah’ın
8 عَلَيْهِمَا kendilerine
9 ادْخُلُوا girin د خ ل
10 عَلَيْهِمُ onların üzerine
11 الْبَابَ kapıdan ب و ب
12 فَإِذَا eğer
13 دَخَلْتُمُوهُ girerseniz د خ ل
14 فَإِنَّكُمْ muhakkak ki siz
15 غَالِبُونَ galib gelirsiniz غ ل ب
16 وَعَلَى ve
17 اللَّهِ Allah’a
18 فَتَوَكَّلُوا dayanın و ك ل
19 إِنْ eğer
20 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
21 مُؤْمِنِينَ inanıyor ا م ن
 

“Allah’tan korkan ve O’nun nimetine ermiş iki kişi dedi ki; “Onların üzerine şehrin kapısından yürüyünüz. Kapıdan içeri girince onları yendiniz demektir. Eğer mümin iseniz sırf Allah’a dayanınız.”

Burada, Allah’a iman ve O’ndan korkmanın değeri karşımıza çıkmaktadır. Bu, Allah’tan korkan iki adamın kalplerinde taşıdıkları Allah korkusu; zorbaları küçümsemelerini sağlıyordu. Muhtemel tüm tehlikeler karşısında bile cesaretle doluydular. Bu iki adamın sözleri, zorluk anlarında imanın önemine insanlardan korkulan yerlerde Allah korkusunun değerine tanıklık etmektedir. Yüce Allah, bir gönülde iki korkuyu, “Allah’tan korkma ile insanlardan korkmayı” birleştirmez. Allah’tan korkan kimse, O’ndan başka hiç kimseden hiçbir şeyden korkmaz.

” ..Onların üzerine şehrin kapısından yürüyünüz. Kapıdan içeri girince, onları yendiniz demektir.”

Gönüller savaşlarla ilgili ilmin ortaya koyduğu bir kuraldır bu. İleri atılın ve (hiç bir şeye aldırmayın)… Kavmin yurtlarının merkezine girdiğiniz zaman, kalplerin sizin gönüllerinizin sağlamlığı nisbetinde sarsılır, bozguncu ruhlarında duyarlar. Artık onlara karşı zaferin kesinleşti demektir.

 

“… Eğer mümin iseniz, sırf Allah’a dayanınız.”

Mümin, yalnızca Allah’a dayanır. Bu, imanın karakteristiğidir. Bu, imanın zorunlu neticesidir.

Fakat bu iki adam bu sözü kime söylüyorlar? Yahudilere mi?

“Dediler ki; Ey Musa, onlar orada olduğu sürece biz oraya kesinlikle girmeyiz. Git sen, Rabbin ile birlikte savaş, biz burada kalıyoruz.”

Böylece korkaklar belirlendi. Utanmıyorlardı. Önlerindeki tehlikeden korktular ve merkepler gibi ayak direterek, bir adım bile ilerlemediler. Korkaklık ve utanmazlık birbirine zıt ve yek diğerinden uzak hasletler değildir. Aksine bunlar, ikiz kardeştirlerdir. Korkak bir göreve kalkışır! Yüreğini korku bürür. Görevini bırakıp, gider ve bu göreve sayıp döker. İstemediği halde omuzlarına yüklenen davaya karşı da küstahca bir tavır takınır.

“… Git sen Rabbin ile birlikte savaş, biz burada kalıyoruz.”

İşte böyledir acizin küstahlığı… Dil küstahlığı, ona dille sataşmadan başka bir yükümlülük getirmez. Fakat görevi yerine getirmeye kalkışmak, aynı zamanda dili tutmayı da gerektirir.

“Git sen Rabbin ile birlikte…”

Allah, ilâhlığı gereği olarak, onları savaşla yükümlü kıldığı zaman, onların Rabbi değilmiş gibi davranıyorlar.

“… Biz burada kalıyoruz.”

Biz ne hükümranlık istiyoruz ne şeref ne de vaad edilmiş toprakları istiyoruz. Çünkü bunların ucunda zorbalarla karşılaşma var.

Bu Hz. Musa’nın yolculuğunun sonu. Büyük gayretlerinin uzun seferinin ve yahidilerden gördüğü kötülükten sapıklıklara ve dönekliklere karşı gösterdiği sabrın sonu! Evet, işte onlarla kapısına kadar geldiği halde, mukaddes topraklardan geri dönmek ve Allah’ın yahudiler ile yaptığı anlaşmasını bozmak. Bu kadar dolaşıp durmalarını sonunda elde ettiği netice.. Hz. Musa ne yapacak, kime dert yanacak?

“Musa dedi ki; “Ya Rabbi, kendimden ve kardeşimden başka hiç kimseye söz geçiremiyorum. Bizi bu yoldan çıkmış kavimden ayır.”

Elem dolu, sığınma ve teslimiyet dolu bir dua. Bunların yanısıra yahudilerle ilişki kesme, azim ve kararlılık içeren bir dua!

O, kendisi ve kardeşi dışında kimseye söz geçiremediğini Allah’ın da biliyor olduğunu bilmektedir. Fakat Musa da bir insandır ve çaresiz bir insanın zaafı içerisindedir. Allah ile konuşabilen bir peygamberin imanı ve dosdoğru bir müminin azmine sahipken Allah’tan başka yönelecek bir mercii bulamamaktadır. Fısıltı ve yakarışla Allah’a şikayette bulunuyor, kendisiyle yoldan çıkmış kavmin arasının tamamen ayrılmasını istiyor. Artık Allah’ın sağlam anlaşmasını bozduktan sonra onlarla hiçbir ilişkisi kalmamıştır. Hz. Musa’yı yahudilere ne soy bağlayabilir ne tarih ortaklığı, ne de geçmiş çabası. Onu yahudilere sadece Allah’a davet ve Allah ile anlaşma bağı bağlamaktadır. Yahudiler bu bağı koparınca Hz. Musa ile aralarına derin bir uçurum girdi. Yahudilerle ilişkisini sağlayan hiç bir bağ kalmadı. Çünkü yahudiler yoldan çıkmışlardı. Hz. Musa, Allah’ın anlaşmasına dosdoğru uymuş, yahudiler yan çizmiş iken, Hz. Musa Allah’ın sözleşmesine sımsıkı sarıldı.

 

İşte bu peygamber ahlâkıdır. Bu, mümin çizgisidir. Bu, müminlerin ayrılma ve birleşme kararlarına gerekçe olan bir bağdır. Artık ne cinsiyet, ne ırk, ne millet, ne dil, ne tarih ne de yöre bağlarından herhangi biri, inanç bağı koptuğunda, sistem ve yöntemler değiştiğinde bu bağın yerini tutabilir. Allah peygamberinin davasını kabul etti ve sapıklar aleyhine adil bir ceza hükmetti.

“Allah dedi ki; “Kırk yıl boyunca orası onlara yasaklandı. Bu süre içinde orada-burada şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Yoldan çıkmış bu kavim için sakın üzülme.”

Böylece Allah onları, -mukaddes toprakların kapılarına geldikleri halde çöle saldı ve onları vaadettiği topraklardan yasakladı. Tercihine göre Allah orayı bu nesile yasakladı. Böylece yeni bir nesil türesin, bu nesilden farklı bir nesil oluşsun bu durumdan dersler çıkaran ve çölün sert ve sıcak havasından zorluğa alışmış olarak yetişen bir nesil..

Mısırda aşağılık, kölelik ve zulüm altında bozulmuş bu nesilden farklı olan ve bu yüce görevi yerine getirmekten caymayacak bir nesil. Aşağılanma, kölelik ve zulüm hem kişilerin, hem de milletlerin fıtratını yozlaştırır.

Ayetlerin akışı onları çölün perişanlığı içerisinde bırakıyor ve sözü burada kesiyor. Edebi güzellikleri, mükemmel ibretleri içeren bu sahne Kur’an’ın ifade üslubuna uygundur.

Müslümanlar -Allah’ın kendilerine anlattığı kıssalardan- gerekli dersleri çıkarmışlar ve Bedir savaşında Kureyş ordusu karşısında az olmalarına rağmen zor olanı tercih ederek peygamberlerine şöyle demişler:

“Şu halde “Ey peygamber, biz sana yahudilerin peygamberlerine söylediği gibi, “Git sen, Rabbin ile birlikte savaş, biz burada kalıyoruz” demiyoruz. Fakat git sen, Rabbin ile savaş biz de seninle birlikte savaşacağız” diyoruz.

İşte bunlar, Kur’an’ın genelde kıssalar ile terbiye metodunun kimi sonuçları ve Allah’ın yahudilerin kıssasını ayrıntılı olarak anlatmadaki kimi hikmetleridir.

Önümüzdeki ders, insanların hayatında temelli yere sahip bazı şer’i hükümleri açıklamaya başlıyor. Bunlar, Allah’ın sistemine ve kanunlarına göre hükmedilen müslüman toplumda kişinin ve hayatın korunmasına, düzeninin himayesine, Allah’ın kanunları gölgesindeki kamu düzenine ve onu Allah’ın emriyle yürütmeye çalışan otoriteye ve İslâm şeriatı ve kanunları altında yaşayan müslüman topluma karşı yapılan ayaklanmaların önlenmesine, yanısıra toplumsal nizamın tamamen Âllah’ın kanunlarına uygun olarak yürütüldüğü bu toplumdaki herhangi bir kişinin malının ve mülkiyetinin dokunulmazlığına dair hükümlerdir.

Bu ders, toplum hayatındaki bu temel işlere ilişkin bu hükümleri incelemeye geçiyor. Suçun tabiatı ve insan ruhunda meydana getiren sebepleri ortaya koyan, yanısıra suçun çirkinliği ve bozgunculuğu, ona karşı ona karşı durmanın gerekliliği, suçluların cezalandırılmasının ve nefsi suç işlemeye yücelten sebeplere karşı direnmenin zorunluluğunu açıklayan “Adem’in iki oğlu” ile ilgili kıssaya ilişkin bu hükümler ile giriliyor.

Kıssa ve içerdiği öğütler, Kur’an ayetlerinin akışı içerisinde, onu izleyen diğer hükümlerle kuvvetli bir şekilde kaynaştırılıyor.

Ayetlerin sıralamasını düşünen okuyucu, bu kıssanın buradaki fonksiyonunu, ruhuna işleyen ve yerleşen ikna edici öğütlerin derinliğini, gönlünde ve aklında, hisseder. Allah’ın hükümleri ile hükmedilen ve sistemin uygulandığı İslâm toplumunda, cana, hayata ve toplum düzenine yönelik tecavüzlerin mala ve ferdi mülkiyete yönelen saldırıların, oluşturduğu suçlara getirdiği şiddetli hükümleri kabullenecek bir kabiliyetin oluştuğunu far keder. İslâm toplumu, her yönüyle hayatı Allah’ın sistemine ve hukukuna göre düzenler. Bütün işlerini ve ilişkilerini bu sistemin temellerine ve bu hukukun kanunlarına göre tanzim eder… Bu yüzden, her toplumda olduğu gibi ve her ferde de adaleti, güvenliği istikrarı ve huzuru her yönüyle sağlamayı üstlenir. Baskı ve eziyetlerin tüm çeşitlerini korku ve anarşinin bütün sebeplerini zulüm ve düşmanlığın bütün yollarını, yokluk ve güçlüklerin bütün etkilerini, ondan uzaklaştırır. Böylece -erdemli, adaletli, dengeli ve sorumluluk taşıyan bu toplumun bir benzerinde cana, hayata ve kamu düzenine, ferdi mülkiyete yönelik saldırılar kabul edilemez ve genel özelliğiyle hiçbir hafifletici sebep tanımaz.

 

Bu durum sorunsuz insanlara normal olmak yolunda uygun şartlar sunduğu ve hem ferd, hem de toplum hayatında suça yönelten tüm sebepleri ortadan kaldırdıktan sonra, İslâm’ın suç ve suçlulara yönelik sertliğini anlaşılır kılmaktadır. Tüm bunların yanında, İslâm nizamı, bir de iyi bir kavuşturma ve sağlıklı bir hüküm için, kural tanıma suçlulara bütün garantileri sağlamayı üstleniyor ve en ufak bir şüphe sebebiyle hadleri uygulamaktan vazgeçer. Yanısıra, suçluya dünya da bazı hallerde, ahirette ise her suçun bağışlanmasına yarayan tevbe kapısını sonuna kadar açıyor. Yukarıdaki hükümleri içeren bu derste, bahsettiğimiz tüm bu durumlar için birer örnek göreceğiz:

Fakat ayetlerin akışıyla birlikte konuyu ve içerdiği bu hükümleri ele almadan önce bu hükümlerin uygulanacağı ortamdan ve yürütme gücü sağlayan şartlardan genel olarak söz etmemiz gerekmektedir.

Bu derste sözü geçen gerek cana karşı, yapılan saldırılar ve gerekse kamu düzenine ve mala yönelik saldırılara ilişkin hükümlerin durumu da şeriatın koyduğu, kısas ve ta’zir gibi diğer hükümler ile aynıdır. Hepsi de, sadece “daru’l İslâm”da kurulan “İslam toplumu”nda yürütme gücü ile uygulanabilirler. Bu yüzden şeriatın “daru’l-İslâm” kavramı ile neyi amaçladığını açıklamamız gerekmektedir. Bütün dünya İslâm nizamına ve müslümanların değer yargılarına göre sadece iki kısma ayrılmaktadır:

1- İslam yurdu (dar’ul-İslâm):

İslâm kanunlarının uygulandığı ve İslâm hukukuna göre hüküm verilen bütün toplumları kapsamaktadır. İdarecileri İslâm kanunlarını uygular ve İslâm hukukuna göre hüküm verirlerse, halkının tamamının müslüman olması veya hem müslüman hem de gayri müslimlerden (zımmî) olması ya da tamamının zımmî olması durumlar aynıdır. Halkı tamamen müslüman veya hem müslüman hem de zımmîlerden oluşmakta olan bir beldeyi savaşla ele geçirmişler ve bununla birlikte aralarında İslâm hukukuna göre hükmediyor ve İslâm kanunlarını uyguluyorlarsa, hüküm yine aynıdır. Bir beldenin, “Dar’ul-İslâm” olabilmesi için değerlendirmelerin temel ekseninde, orada, İslâm kanunlarının uygulanması ve yasamanın. İslâm şeriatına göre yapılması yer almaktadır.

2- “Dar’ul-Harb” (Savaş Yurdu): İslâm kanunlarının uygulanmadığı ve İslâm hukukuna göre hüküm verilmeyen bütün beldeleri kapsamaktadır. Halkı ne olursa olsun, ister müslüman oldukları ister ehli kitap oldukları ya da kafir olduklarını söylesinler fark etmez. Bir beldenin “Savaş Yurdu” olabilmesi için değerlendirmelerin temel ekseninde, orada İslâm kanunlarının uygulanmaması ve yasamanın İslâm hukukuna göre yapılmaması yer almaktadır. Böyle bir belde gerek müslüman gerekse İslâm toplumu açısından “Savaş Yurdu” sayılır. Tüm bu tanımlamalara göre İslâm toplumu “İslâm Yurdu”nda yaşayan bir toplumdur. Bu toplum Allah’ın sistemine göre düzenlemiştir ve O’nun hukuku uygulanmaktadır. Bu toplumda canlar, mallar ve kamu düzeni korunmayı haketmiştir. Can ve mallara saldıranlara, İslâm hukukunda haklarında hüküm bulunan bu derste ve diğer bölümlerde bahsedilen cezaların uygulanması gerekmektedir. Çünkü bu toplum, gerek güçlüler, gerekse güçsüzler için çalışma güvenliği ile can güvenliğini garanti eden yüce, erdemli, bağımsız ve adil bir toplumdur. Ayrıca -her yönüyle- iyiliğe özendiren etkenleri bol olarak barındırma, kötülüğe teşvik eden etkenleri ise en aza indiren bir toplumdur. Şu halde, bu toplumda yaşayan her bireyin bu sistemin kendisine sağladığı bu bol nimetleri muhafazası, bütün diğer bireylerin de haklarını can, mal, namus ve ahlâklarını gözetmesi tüm hakları garanti altına alınmış olarak güven, huzur ve refah içerisinde yaşadıkları “İslâm Yurdu”nun selametini koruması hakkıdır. Çünkü bu toplum, onun lehine olarak tüm insanî değerleri ve bütün sosyal hakları kabul etmekte bu değerleri ve hakları korumayı da üstlenmektedir. Tüm bunlardan sonra, bu İslâm yurdundaki düzene karşı ayaklanan kimseler, en şiddetli cezaya çarptırılmayı hakeden asi ve günahkar saldırganlardır. Buna rağmen İslâm , bu saldırganlara, bile zan yüzünden ceza vermeyerek ve şüpheler sebebiyle hadleri kaldırarak her türlü garantiyi sağlamıştır. “Daru’l-Harb”e gelince… Tanımı yukarıdaki şekildedir. Ne oranın, ne de halkının İslâm şeriatının cezalarını uygulayarak esenliğinden faydalanmaya hakları yoktur. Çünkü onlar, öncelikle İslâm şeriatını uygulamıyorlar ve İslâm’ın hakimiyetini tanımıyorlar. Onlar, Dar’ul-İslâm’da yaşayan ve hayatlarında İslâm şeriatını uygulayan müslümanlara oranla, güvenlik altında değillerdir. Canları ve malları İslâm’a göre -müslümanlarla anlaşmaları, Dar’ul-İslâm ile aralarında sözleşme bulunması durumu dışında- dokunulmaz değildir. Bu anlaşmazlıkların yanısıra İslâm hukuku dar’ul-harp’ten gelip eman ahdi ile dar’ul İslâm’a giren her ferdine bu eman süresince ve müslüman devlet başkanının otoritesi dahilindeki “daru’l İslâm” sınırları içerisinde yukardaki garantileri vermektedir.

 

Fizilal’il Kuran/ Seytid Kutub

 

قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ


Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَجُلَانِ  fail olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte  رَجُلَانِ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَخَافُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْعَمَ اللّٰهُ  cümlesi  رَجُلَانِ ’nin ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur.  اَنْعَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

عَلَيْهِمَا  car mecruru  اَنْعَمَ  fiiline müteallıktır.

Mekulü’l-kavli,  ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  ادْخُلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمُ  car mecruru  ادْخُلُوا  fiiline müteallıktır.  الْبَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


فَاِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا


فَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

دَخَلْتُمُوهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mansub muttasıl zamirler cemi müzekker muhatap mazi fiillere doğrudan doğruya gelmez. Bu fiiller ile söz edilen zamirle arasına bir  و  harfi getirilir.  دَخَلْتُمُوهُ  fiilinde olduğu gibi. Buna işba vavı / işba edatı denilir. 

دَخَلْتُمُوهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  غَالِبُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

غَالِبُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غلب  fiilinin ism-i failidir.

وَ  atıf harfidir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَوَكَّلُٓوا  fiiline müteallıktır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelmiş rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن كنتم مؤمنين فتوكّلوا (Eğer müminseniz …. tevekkül edin.) şeklindedir.

تَوَكَّلُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَوَكَّلُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.



  اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

 

 اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.   كُنتُم’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, فتوكّلوا على الله (Eğer mümin iseniz Benden korkun.) şeklindedir.  مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberidir. Nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar. 

مُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. Sülâsîsi  أمن  fiilidir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 
 

قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ 


Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümle istînâfiyyedir. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl,  رَجُلَانِ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Sılası  يَخَافُونَ ’dir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

Bu cümle de bir önceki ayetin başındaki cümle gibi bir istînâf cümlesidir.

“Onlar bu sözde ittifak ettiler mi, yoksa bazdan muhalefet etti mi?” şeklindeki gizli bir sualin cevabıdır. Yani “Düşmandan değil yalnız Allah Teâlâ'dan korkan, O’nun emirlerine ve yasaklarına muhalefet etmekten sakınan iki kişi dediler ki…” (Ebüssuûd)

اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve tazim içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu iki adamın neden korktukları zikredilmemiştir. Böylece ya Allah’tan korktukları ya da Amelika kavminin içinden iki kişi olup imanlarını açıklamaktan korktukları düşünülebilir.

اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا  cümlesi, itiraz cümlesidir. “Allah onları nimetlendirsin.” anlamında dua manasında olması mümkündür. Ya da ikinci sıfat veya haldir.

Buradaki kişiler Yûşa ve Kaleb’dir ve korkmakla vasıflandırılmışlardır. Korkmaktan maksadın düşman korkusu, ism-i mevsûlden muradın İsrailoğulları olması caizdir. İsm-i mevsûlle tarif edilmeleri, korkuları ve cesaretsiz olmaları dolayısıyla zemmetmektir. Yoksa kavimlerini düşmanla savaşmaya teşvik etmeleri karinesiyle korkak olmakla vasıflanmamışlardır. Korkudan kastın Allah’tan korkmak olması da caizdir.  ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ البابَ  sözü; onların Allah’tan korkmalarından kaynaklanmıştır. Bu durumda İsrailoğullarının bu iki kişiye isyan etmeleri Allah’tan korkmadıklarına tarizdir. (Âşûr)

اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا  kavli, istînafî beyaniyedir ve Allah’tan korkularının kaynağını göstermek için gelmiştir. Yani Allah’tan korkmak Allah’ın bir nimettir. Bu da Allah’ın dinine yardım için gösterilen cesaretin Allah’ın nimeti olduğunu gerektirir. (Âşûr)

Hakk Teâlâ’nın, اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا [kendilerine nimet ihsan ettiği] vasfıyla ilgili olarak da şu iki izah yapılmıştır:

1. Bu ifade, “iki kişi, iki adam” ifadesinin sıfatıdır.

2. Bu, sözden kastedilen manayı  tekid etmek için, araya girmiş olan bir itiraz cümlesidir. (Fahreddin er- Râzî)

Hakk Teâlâ'nın, ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَ [Onların üzerine kapıdan giri*n.] ifadesi, onlara yardım edeceği ve onları muzaffer kılacağı hususundaki vaadini iyice pekiştiren bir ifadedir. Buna göre Cenab-ı Hakk sanki şöyle demiştir: “Onların beldelerinin kapılarından girdiğinizde onlar bozulacaklar, hezimete uğrayacaklar ve onlardan ne ateşe üfleyen ne de evde oturan bir kimse kalmayacaktır. Binaenaleyh, onlardan korkmayınız.” Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)


 دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا


فَ  atıftır. Cümle mekulü’l-kavle matuftur. Şart  üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  دَخَلْتُمُوهُ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.  

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ, faide-i haber inkârî kelamdır. Aynı zamanda zaman zarfı  اِذَا ’nın müteallakıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. 

Atıf harfi  وَ ’la gelen   وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا  cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri,  …إن كنتم مؤمنين  [Eğer mümin iseniz] olan mahzuf şartla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede car mecrur olan  عَلَى اللّٰهِ, amiline takdim edilmiştir.

Cevabın  غَالِبُونَ  şeklinde ismi fail olarak gelmesi, kesinlikle galip olacaklarını ifade eder.

ادْخُلُوا - دَخَلْتُمُوهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا  cümlesindeki takdim, kasr ifade eder yani “Sadece Allah’a tevekkül edin. Başka kimseye tevekkül etmeyin.” demektir.

 

اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ


Ayetin fasılası fasılla gelmiş tefsiriyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri,  فتوكّلوا على الله  [Allah’a tevekkül edin.] şeklinde olabilir.