لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | يُؤَاخِذُكُمُ | sizi sorumlu tutmaz |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | بِاللَّغْوِ | lağvdan ötürü |
|
5 | فِي |
|
|
6 | أَيْمَانِكُمْ | yeminlerinizdeki |
|
7 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
8 | يُؤَاخِذُكُمْ | sizi sorumlu tutar |
|
9 | بِمَا | ötürü |
|
10 | عَقَّدْتُمُ | bilerek yaptığınız |
|
11 | الْأَيْمَانَ | yeminlerden |
|
12 | فَكَفَّارَتُهُ | bunun keffareti |
|
13 | إِطْعَامُ | yedirmektir |
|
14 | عَشَرَةِ | on |
|
15 | مَسَاكِينَ | fakiri |
|
16 | مِنْ |
|
|
17 | أَوْسَطِ | orta derecesinden |
|
18 | مَا | ne ki |
|
19 | تُطْعِمُونَ | yediriyorsunuz |
|
20 | أَهْلِيكُمْ | ailenize |
|
21 | أَوْ | yahut |
|
22 | كِسْوَتُهُمْ | onları giydirmektir |
|
23 | أَوْ | ya da |
|
24 | تَحْرِيرُ | hürriyete kavuşturmaktır |
|
25 | رَقَبَةٍ | bir köleyi |
|
26 | فَمَنْ | kimse ise |
|
27 | لَمْ |
|
|
28 | يَجِدْ | bulamayan |
|
29 | فَصِيَامُ | oruç tutsun |
|
30 | ثَلَاثَةِ | üç |
|
31 | أَيَّامٍ | gün |
|
32 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
33 | كَفَّارَةُ | keffareti |
|
34 | أَيْمَانِكُمْ | yeminlerinizin |
|
35 | إِذَا | zaman |
|
36 | حَلَفْتُمْ | (yemini) bozduğunuz |
|
37 | وَاحْفَظُوا | ve koruyun |
|
38 | أَيْمَانَكُمْ | yeminlerinizi |
|
39 | كَذَٰلِكَ | böylece |
|
40 | يُبَيِّنُ | açıklıyor |
|
41 | اللَّهُ | Allah |
|
42 | لَكُمْ | size |
|
43 | ايَاتِهِ | ayetlerini |
|
44 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
45 | تَشْكُرُونَ | şükredersiniz |
|
لَغْو Söz bağlamında kullanılan Lağvun kelimesi; bir şey ifade etmeyen, nazarı itibara alınmayan söz demektir. Bu bakımdan da serçe ve benzeri kuşların sesi demek olan lağâ gibi olur. لَغْوٌ sözcüğü değersiz ve amaçsız sözler için de kullanılır. Bunun örneklerinden biri de yeminlerde söz konusu olan lağv şeklidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ilgâ etmek, laga luga, lugat ve lağv etmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
عقد bir şeyin uçlarını bir araya toplamaktır. Bu kelime istiare yoluyla soyut şeyler için de kullanılır. Satış akdi ve antlaşma akdi gibi.. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 7 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri akid, akide, akaid, itikad ve ukdedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤَاخِذُ merfû muzari fiildir.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
بِاللَّغْوِ car mecruru يُؤَاخِذُ fiiline müteallıktır. ف۪ٓي اَيْمَانِ car mecruru اللَّغْوِ ’nin mahzuf haline müteallıktır.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf, لٰكِنْ istidrak harfidir. يُؤَاخِذُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte يُؤَاخِذُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
عَقَّدْتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen mansubtur. الْاَيْمَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يُؤَاخِذُكُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi أخذ ’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن حنثتم فكفارته إطعام (Bozarsanız …. doyurmak şeklinde kefaret gerekir.) şeklindedir.
كَفَّارَتُهُٓ mübtedadır. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِطْعَامُ haber olup lafzen merfûdur. عَشَرَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَسَاك۪ينَ kelimesi müntehel cumû’ sıygasında olan isimlerden olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
مِنْ اَوْسَطِ car mecruru ikinci mef’ûlun bihin mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri, إطعام عشرة مساكين قوتا من أوسط (On fakiri vasat bir yemekle…) şeklindedir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
تُطْعِمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَهْل۪يكُمْ mef’ûlun bih olup cemi müzekker salime mülhak olduğu için ى ile mansubtur. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/ tercih ifade eder. كِسْوَتُهُمْ kelimesi اِطْعَامُ ’ye matuftur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/ tercih ifade eder. تَحْر۪يرُ haber olup lafzen merfûdur. رَقَبَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْسَطِ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَجِدْ meczum muzari fiildir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. صِيَامُ mübtedadır. Haberi mahzuftur. Takdiri, كفارته (Kefareti) şeklindedir.
ثَلٰثَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. اَيَّامٍ ikinci muzâfun ileyhtir.
İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
كَفَّارَةُ haber olup lafzen merfûdur. اَيْمَانِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
حَلَفْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَلَفْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen mansubtur.
وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. احْفَظُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَيْمَانَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل kelimesi, ‘gibi’ demektir. Bu ibare يُبَيِّنُ fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır. Takdiri; يبين الله لكم آياته تبيينا كذلك التبيين şeklindedir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
یُبَیِّنُ merfû muzari fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
لَكُمُ car mecruru یُبَیِّنُ fiiline müteallıktır. ءَایَـٰتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تَشْكُرُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَشْكُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ
Ayetin ilk cümlesi istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâl, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacıyla müsnedün ileyh olarak mefudur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ cümlesi tezat sebebiyle öncekine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki ism-i mevsul مَا ’nın sılası عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ , mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ cümlesiyle يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
لَا يُؤَاخِذُكُمُ - يُؤَاخِذُكُمْ fiilleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اللَّغْوِ - عَقَّدْتُمُ kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
“Allah, kasıtsız olarak ettiğiniz yemin (lağıv)lerden sizi sorumlu tutmaz.”
“اللَّغْوِ”, hiçbir hükmün taalluk etmediği geçersiz yemindir.
Hanefîlere göre lağv, bir kimsenin bir şeye dair aslında yanlış olan zannına göre yemin etmesidir. Bu, Tabiînden Mücahid’in görüşüdür.
Rivayete göre bazı sahabiler, ibadet olur kanaatiyle helal bazı şeyleri kendilerine haram kılmış ve yemin etmişlerdi. Sonra bu ayet-i kerime nazil olunca: “Şimdi yeminlerimiz ne olacak?” dediler. İşte bunun üzerine kefaretle ilgili ayet indi. (Ebüssuûd)
Akdetmiş olduğunuz yani “şöyle yapacağım, böyle yapacağım yahut şöyle olursa şöyle edeceğim” şeklinde gelecekle ilgili olmak üzere kendinizi bağladığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bunlara “yemin-i mün’akide” denir. Mesela, “Vallahi evlenmeyeceğim, vallahi karıma yaklaşmayacağım, vallahi yarın oruç tutacağım yahut vallahi sigara içmeyeceğim” gibi yeminler mün’akid yemindirler. Bu gibi yeminler birer akid oldukları için yerine getirilmeleri lazım gelir. Getirilmezse Allah muaheze eder (cezalandırır). Bunlar ise iki türlüdür:
Birincisi, günah olmayan bir şeye yemindir ki bunun bozulması asla caiz değildir, büyük günahtır.
Diğeri, günah olan bir şeye yemindir ki bunda sebat etmek bozmaktan daha günahtır. Ve bunun için ehven-i şerreyn (iki şerden daha hafifi) seçilip “Kim bir şeye yemin eder sonra ondan başka daha hayırlısını görürse yemininin kefaretini versin, sonra o daha hayırlı olanı yapsın.” hadis-i şerifi delaletince yeminin bozulması tercih edilir ve kefaret (dünyevî ceza) verilir ki bu kefaret, hem yeminin bozulmasının bir cezası ve muahezesi hem de ahirete ait cezadan kurtuluş için bir ibadettir. Bununla beraber keffaretin lüzumu yalnız bu kısma mahsus değildir. Öncekinde de vaciptir. Çünkü bozulması caiz ve daha uygun olan bir yemin akdinin bozulmasından dolayı muaheze demek olan keffaret (ceza) vâcip olunca bozulması asla caiz olmayan yeminin bozulmasından dolayı bu muahezenin öncelikle farz olacağı açıktır. Bu şekilde bütün kefaretlerde hem ceza hem de ibadet manası vardır. Ve herhangi bir mün'akid yemin bozulduğu zaman da dünyada bir keffaret ile cezalandırılır. Ve bu kefaret ile yukarıdaki müşkil (problem) halledilir. (Elmalılı)
فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ
Rabıta harfi فَ ile gelen bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümle mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri, إن حنثتم (bozarsanız) olan mahzuf şartla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِطْعَامُ ,عَشَرَةِ kelimesinin, ism-i mevsûl مَا ise اَوْسَطِ kelimesinin muzâfun ileyhidir.
Tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. تَحْر۪يرُ ve اَوْسَطِ ,كِسْوَتُهُمْ ’ye matuftur.
رَقَبَةٍ tabiri cüz-kül alakası ile mecâz-ı mürseldir. Boyun zikredilmiş, kişinin kendisi kastedilmiştir.
اِطْعَامُ - تُطْعِمُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yemini bozmanın kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin çeşit ve miktarında orta bir şekilde on fakiri bir gün doyurmaktır. Bu iki şekilde olur: Birincisi, bir akşam bir de sabah çağırıp yemek yedirerek karınlarını doyurmaktır ki, buna ibâha denir. Diğeri de, sabah akşam doyuracak kadar ellerine bir şey vermektir ki buna da temlik ismi verilir. Yeminin kefareti ya böyle on fakiri doyurmak yahut on fakirin kisveleridir. Kisve; dinen örtülmesi gereken yerleri örtecek bir elbise demektir. Veyahut bir rakabe, bir köle veya cariye insan azat etmektir (hürriyetine kavuşturmak). Sözün kısası yeminin kefaretinde bu üçten biri vâciptir, tayininde ise mükellef serbesttir. (Elmalılı)
فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ mübteda, لَمْ يَجِدْ şart cümlesidir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan صِيَامُ ’nun haberi mahzuftur.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır ve mübteda olan مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
ثَلٰثَةِ - عَشَرَةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Buna göre her kim bunlardan birini bulamaz, vermeye gücü yetmezse onun kefareti de üç gün oruçtur. İbni Mesud mushafında olduğundan bu üç günün fasılasız (ara vermeksizin) birbiri ardınca tutulması da vâciptir. (Elmalılı)
ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ
Müstenefe olan cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir. İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.
ذٰلِكَ mübteda konumundadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle merfû olması, işaret edilenin önemini vurgulamaktır.
Yemin bozulduğu zaman yapılması gerekenlere işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
كَفَّارَةُ mübalağa ifade eder. Aynel fiili fetha ile okunduğunda ‘setretmek ve izale etmek’ manasına gelir. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasındaki حَلَفْتُمْ cümlesi zaman zarfı اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
عَقَّدْتُمُ - حَلَفْتُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İşte yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizin kefareti budur. Bozulduğu zaman bu kefareti yerine getiriniz. Ve yeminlerinizi muhafaza ediniz. Yani önce her şeye yemin etmeyiniz. İkinci olarak, yemininizin şeklini iyi belleyiniz, ihmal ederek unutmayınız. Üçüncü olarak, günah olmayan ve bir hayrı yasaklamayan yeminlerde gücünüz yettiği kadar sebat ediniz, bozmayınız. Dördüncü olarak, bozduğunuz takdirde kefaretini de vererek yeminin şanını koruyunuz. (Elmalılı)
وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu emir; istila, irşad, te’dib içindir. Lâzım; yeminlerinizi koruyun, melzûmu; bozmayın, bozduysaniz kefaretini yerine getirin. “Koruyun” ifadesi, istiare-i tebeiyye ile yeminlerin korunmaya ihtiyacı olan hassas bir şeye benzetildiğine işarettir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kuran)
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَذَ ٰلِكَ ’nin müteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır.
Takdiri; تبيينًا مثل ذلك يبين الله آياته (İşte Allah böyle bir açıklama ile ayetlerini açıklar.) şeklindedir.
كَذَ ٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذَأَ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, s.101)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve hükme uymaya teşvik amacına matuftur.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اٰيَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Ta’lîl cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ذٰلِكَ - كَفَّارَةُ - اللّٰهُ - الْاَيْمَانَۚ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
ذٰلِكَ cem’ ve iktidâbdır. Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi, şüphe bırakmayacak şekilde aklen diğerlerinden ayırmak içindir.
كَفَّارَةُ kelimesi كَفرَ fiilinden türetilmiş mübalağa kalıbı olup sonundaki ةُ harfi ziyadedir.
ثَلٰثَ - اِذَا - لَعَلَّ kelimeleri arasında cinâs-ı kalb sanatı vardır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kuran)