12 Ağustos 2024
Mâide Sûresi 83-89 (121. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mâide Sûresi 83. Ayet

وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ  ...


Peygamber’e indirileni (Kur’an’ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. “Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler (Muhammed’in ümmeti) ile beraber yaz” derler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 سَمِعُوا dinledikleri س م ع
3 مَا şeyi
4 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
5 إِلَى
6 الرَّسُولِ Elçi’ye ر س ل
7 تَرَىٰ görürsün ر ا ي
8 أَعْيُنَهُمْ gözlerinin ع ي ن
9 تَفِيضُ dolup taştığını ف ي ض
10 مِنَ
11 الدَّمْعِ yaşla د م ع
12 مِمَّا dolayı
13 عَرَفُوا tanımalarından ع ر ف
14 مِنَ
15 الْحَقِّ gerçekleri ح ق ق
16 يَقُولُونَ derler ki ق و ل
17 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
18 امَنَّا inandık ا م ن
19 فَاكْتُبْنَا bizi yaz ك ت ب
20 مَعَ beraber
21 الشَّاهِدِينَ şahidlerle ش ه د

Peygamber’e indirilen Kur’ân’ı dinledikleri zaman da, gözlerini görürsün tanıdıkları ve bir kısmını bilmiş oldukları haktan dolayı duygulanmış ve etkilenmiş olarak coşar, göz yaşlarından dolar dolar taşar, gözleri dolarak derler ki: Ey Rabb’imiz biz, bu indirdiğin hakka ve gönderdiğin Peygamber’e kayıtsız ve şartsız, iman ettik. Sen bizi de onun ümmeti olan şâhitler ile beraber yaz. Yani bunlar hitaplarında “Ruhu’l-Hakk” (Hakk’ın ruhu) olan o âhir zaman Peygamberinin geleceğini bilirler. Ve “iman ederiz gelecektir”, diye inanırlar. Onun gönderilmesine arzu duyarlar, beklerler. Kur’ân’ı dinledikleri zaman da Hakk’a karşı kibirleri olmadığı ve kalplerinde incelik ve ihlâs, o şevk ve bekleyiş mevcut olduğu için Hakk’ı tanırlar, tesirinin feyzini duyarlar. Gözlerine yaşlar dolar, o Hakk’ın Resulünün gönderilmiş, gelmiş olduğunu anlarlar. Gıyâbî (gaybe ait) olan imanları şühûda (görünüre) çevrilir. Başlangıçta “iman ederiz gelecektir” derken, bu defa “geldi iman ettik” derler. Şühûd ve şehâdet ehli olan Muhammed ümmeti defterine yazılmalarını niyaz ederler.

Elmalili Hamdi Yazir Tefsiri 

فيض Su akarak taştı demektir. Bu kökten gelen Feyyâz sözcüğü cömert manasındadır. İf’al babındaki أفَاضَ fiilinin anlamı dalmaktır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri feyz ve Feyyaz’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

سَمِعُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَمِعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اُنْزِلَ  meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  اِلَى الرَّسُولِ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır. 

Şartın cevabı  تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ ’dır.  تَرٰٓى  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

اَعْيُنَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَف۪يضُ  cümlesi  اَعْيُنَهُمْ ’in hali olarak mahallen mansubtur.  تَف۪يضُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

مِنَ الدَّمْعِ  car mecruru  تَف۪يضُ  fiiline müteallıktır. Muzâfı hazfedilmiştir. Takdiri;  من كثرة الدّمع (Çok gözyaşı ile) şeklindedir.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَف۪يضُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  عَرَفُوا مِنَ الْحَقّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

عَرَفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنَ الْحَقِّۚ  car mecruru  عَرَفُوا  fiilinin mef’ûlunun mahzuf haline müteallıktır. 


 يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi nida ve cevabıdır. Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  اٰمَنَّا ’dır.  اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن قبلتنا فاكتبنا  şeklindedir.

اكْتُبْنَا  sükun üzere mebni emir fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Mekân zarfı  مَعَ  kelimesi  اكْتُبْنَا  fiiline müteallıktır.  الشَّاهِد۪ينَ  muzâfun ileyhtir. Cer alameti  ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الشَّاهِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  شهد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Aynı zamanda muzâfun ileyh olan şart cümlesi  سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesi olan  …تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, tevcih ihtiva eder. Sılası, müspet mazi fiil sıygasında, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. 

Cümlede ikinci ism-i mevsûl, mecrur mahalde  تَف۪يضُ  fiiline müteallıktır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ  ifadesinin anlamı, gözlerin yaşla dolması ve boşalmasıdır. Çünkü feyz, kap vb. benzeri bir şeyin iyice dolup etrafından taşması demektir. Burada dolmanın sonucu olan taşma, dolma fiilinin yerine kullanılmıştır. Bu durumda müsebbebin sebep yerine ikame edilmesi türünden bir mecaz söz konusu olmaktadır. Yahut onların ağlama halleri ile tavsif edilmelerinde mübalağa kastedilmiş ve gözleri sanki kendiliğinden taşıyor yani - دمعت عينه دمعا (gözü yaş aktı) kullanımından- ağlamaktan göz adeta gözyaşı olup akıyormuş gibi kılınmıştır. (Keşşâf, Sâbûnî)

Cenab-ı Hakk’ın, “Gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.” buyruğu ile ilgili olarak şu iki izah yapılmıştır:

  1. “Onların gözleri, taşıncaya kadar yaşlarla doldu.” demektir. Çünkü (تَف۪يض ) kelimesi, kabın veya benzeri şeylerin içindekilerin, etrafından görülünceye kadar dolup taşmasıdır. (Âşûr)
  2. Bu tabirle onların iyice ağlamaları murad edilmiş, böylece de onların gözleri, âdeta dolup taşmış olarak tasvir edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ  ibaresi Kur’an veya vahiyden kinayedir.

İbni Abbas şöyle demektedir: Allah bu ayet ile Necaşî ve arkadaşlarını kastetmiştir. Zira Cafer et-Tayyar, Necaşî ve arkadaşlarına Meryem Suresini okumuş; bunun üzerine Necaşî, yerden bir saman çöpü alarak “Allah’a yemin olsun ki o, Allah’ın İncil’de buyurduğuna, (saman çöpünü göstererek) şu kadarcık bir ilavede bulunmadı!” demiştir. Cafer et-Tayyar, okumayı bitirinceye kadar ağlamalarını sürdürmüşlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu kelam, o Hristiyanların kalplerinin rakîk ve Allah korkusu ile dolu olduğunu, hakkı kabulden kaçınmadıklarını beyan eder. (Ebüssuûd)


يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ

 

 

Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin mekulü’l-kavli ise nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mütekellimin münadaya yakın olma isteği sebebiyle hazfedilmiştir.

Nidanın cevabı olan  اٰمَنَّا  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi formunda olduğu halde dua manasına geldiği için muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Dua manasında olan nidanın cevabına  فَ  ile atfedilen  فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Allah’ın rububiyet sıfatının tecellisini istiyerek yapılan bu duada  رَبَّنَٓا  izafetiyle muzâfun ileyh şeref kazanmıştır.

يَقُولُونَ  şeklinde muzari fiil gelerek yaptıkları dua şu anda yapıyormuş gibi gözümüzün önünde canlandırılmıştır.

Bu istînaf cümlesi, Kur’an’ı işittikleri zaman içinde bulundukları halin hikâye edilmesinden doğan bir suale cevap mahiyetindedir. Sanki “Onlar o durumda ne diyorlardı?” diye sorulmuş da cevap olarak onların şöyle dedikleri ifade edilmiştir:

“Ey Rabbimiz; biz, bu Kur’an’a yahut bu Kur’an’ın indirildiği peygambere yahut her ikisine de iman ettik. Artık bizi, Kur’an’ın ve Muhammed’in (sav) peygamberliğinin hak olduğuna şehadet edenlerle beraber yaz yahut kıyamet gününde diğer ümmetler hakkında şahitlik edecek olan Muhammed’in ümmeti ile beraber yaz.”

O Hristiyanlar, Peygamberimiz (sav)’in ümmetinin vasıflarını İncil’de böyle okudukları için bu duayı yapmışlardı. (Ebüssuûd)

Bu sözün manası “Peygamberlerinden ve mümin kullarından, senin dışında ilâh olmadığına şehadet edenlerle birlikte yaz!” demektir.  (Fahreddin er-Râzî)

 
Mâide Sûresi 84. Ayet

وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ  ...


“Rabbimizin, bizi salihler topluluğuyla beraber (cennete) koymasını umarken, Allah’a ve bize gelen gerçeğe ne diye inanmayalım?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve neden?
2 لَنَا biz
3 لَا
4 نُؤْمِنُ inanmayalım ا م ن
5 بِاللَّهِ Allah’a
6 وَمَا ve neden?
7 جَاءَنَا bize gelen ج ي ا
8 مِنَ
9 الْحَقِّ gerçeğe ح ق ق
10 وَنَطْمَعُ umarken ط م ع
11 أَنْ
12 يُدْخِلَنَا bizi katmasını د خ ل
13 رَبُّنَا Rabbimizin ر ب ب
14 مَعَ arasına
15 الْقَوْمِ toplumlar ق و م
16 الصَّالِحِينَ iyi ص ل ح
Kendi nefislerine, yahut itiraz edenlere karşı bu iman ve itikatlarını teyit ve ispat için şunu da söylerler: Biz Allah’a ve bize hak olarak her ne gelmişse ona niçin, ne sebep, ne hak, ne mazeretle iman etmeyeceğiz. Halbuki Rabbimizin bizi de salihler topluluğuyla beraber aynı yere koymasını ister ve bunu çok arzularız. Şu halde inanmamaya hiçbir sebep olmadıktan başka, salihler zümresinin sonuç ve takdirlerine iştirak etme istek ve arzusu gibi, inanmayı gerektiren yüksek bir sebep ve çağırıcı da vardır. (ElmaliliHamdi Yazir)  

وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ


وَ  atıf harfi,  مَا  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَنَا  mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

لَا نُؤْمِنُ  cümlesi hal olarak mahallen mansubtur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نُؤْمِنُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

بِاللّٰهِ  car mecruru  نُؤْمِنُ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , lafza-i celâle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقّ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

جَٓاءَنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنَ الْحَقّ  car mecruru  جَٓاءَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. 


  وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ atıf harfidir.  نَطْمَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  في  harf-i ceriyle birlikte  نَطْمَعُ  fiiline müteallıktır.

يُدْخِلَنَا  mansub muzari fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

رَبُّنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَعَ  mekân zarfı,  يُدْخِلَنَا  fiiline müteallıktır.  الْقَوْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الصَّالِح۪ينَ  kelimesi  الْقَوْمِ ‘nin sıfatı olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الصَّالِح۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ

 

Nidanın cevabına  وَ ’la atfedilen ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi  مَا  mübteda konumundadır.

Haberin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.  لَنَا , bu mahzuf habere müteallıktır. 

Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ  cümlesi, hal olarak mahallen mansubtur. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  بِاللّٰهِ , مَا ’ye matuftur. Sılası, mazi fiil sıygasındaki  جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru kastı taşımayıp inkâr ve teşvik manası kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Kendilerine soru yöneltmeleri tecrittir.

مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقّ  ibaresi vahiy manasında kinayedir.

 

وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ

 

Bu cümle hal olduğu için nasb mahallinde olan …لَا نُؤْمِنُ  cümlesine matuftur. Masdar harfi  اَنْ  ve  يُدْخِلَنَا  cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen  في  harfi ile birlikte  نَطْمَعُ  fiiline müteallıktır.  

رَبُّنَا  izafeti kendilerini yüceltmek içindir.
Mâide Sûresi 85. Ayet

فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ  ...


Dedikleri bu söze karşılık Allah onlara, devamlı kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi. İşte bu, iyilik yapanların mükâfatıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَثَابَهُمُ onlara verdi ث و ب
2 اللَّهُ Allah
3 بِمَا dolayı
4 قَالُوا sözlerinden ق و ل
5 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
6 تَجْرِي akan ج ر ي
7 مِنْ
8 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
9 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
10 خَالِدِينَ ebedi kalacakları خ ل د
11 فِيهَا içinde
12 وَذَٰلِكَ işte budur
13 جَزَاءُ mükafatı ج ز ي
14 الْمُحْسِنِينَ güzel davrananların ح س ن

İşte onlar Kur’ân’ı dinledikleri zaman hakkı tanıyıp böyle derler ve derken gözleri yaşlarla dolar taşar. Şu halde Allah da onlara iman ve ihlâs (samimiyet)la söyledikleri bu sözleri sebebiyle altlarından ırmaklar akan cennetleri sevap ve mükafat olarak vermiştir, orada ebedî olarak kalacaklardır. Muhsinlerin, yani güzel bakış, iyi niyet ve iyi amel, sahiplerinin, diğer deyimle yaptıkları işi en güzel şekilde yapmayı alışkanlık edenlerin mükafatı da budur. 

Rivayet ediliyor ki, bu dört âyet Necâşî ve ashab (arkadaşlar)ı hakkında inmiştir İlk Muhacirlerin Habeşistan’a göç ettikleri zaman Mekke müşrikleri arkalarından bir grup insan göndermiş ve Necâşî’yi aleyhlerinde tahrik ve teşvik ederek onlara baskı yaptırmak ve perişan ettirmek istemişlerdi. Bunun üzerine Necâşî, ileri gelen keşişler ve rahipler ile bir toplantı yapmış ve müslümanlarla müşrikleri de oraya davet etmiş idi. Bu mecliste toplandıkları zaman Necâşî müslümanlara seslenerek: “Kitabınızda Hz. Meryem’in zikri (anılışı) var mıdır?” diye sormuş, Ca’fer b. Ebî Tâlib hazretleri de: “Evet, onun adına mensub (nisbet edilen) bir sûre vardır.” demiş, “İşte Meryem oğlu İsa budur.” (Meryem, 19/34) âyetine kadar bu sûre ile “Musa’nın haberi sana geldi mi?” (20/9) âyetine kadar Tâhâ sûresini okumuş ve bundan dolayı Necâşi ağlamış idi. Sonra Necâşi Medine’ye Peygamber’imize yetmiş kişilik bir grup göndermiş, Resulullah (s.a.v.) da onlara Yâsîn sûresini okumuş, aynı şekilde bunlarda ağlamışlar ve iman etmişlerdi. 

 

Bu âyetler de bunların hallerini tasvir ederek nazil olmuştur. Bunun için bazı tefsirciler bu âyetlerin hükmü bunlara ve düşmanlığın şiddeti meselesinin de Peygamber’in zamanında bulunan Medine yahudilerine mahsus olduğuna kâni olmuşlardır. Fakat âyetin zahiri âmm olduğundan tefsircilerin pekçoğu her iki kavmin cins cins mukayeselerini gösterdiğini açıklamışlardır. Gerçekte Abdullah b. Selâm ve benzerleri gibi yahudilerden de bu şekilde imana gelenler bulunmuş ise de bunlar nadir, hıristiyanlardan imana gelenler ise ilerden beri çok bulunduğundan, herhalde iman kabiliyetinin ve sevgi yakınlığının hıristiyanlarda daha çok olduğu gösterilmiştir.(Elmalili Hamdi Yazir Tefsiri) 

فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ 


فَ  atıf harfidir.  اَثَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَثَابَهُمُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُوا جَنَّاتٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

جَنَّاتٍ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur. 

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي  fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  من تحت أشجارها (ağaçlarının altından) şeklindedir.  الْاَنْهَار  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin failidir.

خَالِد۪ينَ  hal olup mansubtur. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. İsaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

جَزَٓاءُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْمُحْسِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

Sülâsîsi  حسن  şeklindedir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ 


أثابَ  iki mef’ûl alan müteaddi fiillerdendir.  جَنَّاتٍ  onun ikinci mef’ûlüdür. (Âşûr)      

Ayet, 83. ayetteki …يقولون  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Müspet  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve teşvik amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl başındaki  بِ  harfiyle birlikte,  اَثَابَهُمُ  fiiline müteallıktır. Sılası olan  قَالُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِمَا قَالُو  sözündeki  بِ , sebebiyyedir. Bu sözle de murad, dosdoğru ve olaya mutabık olan sözdür. (Âşûr)

جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. Sıfat cümlesi  تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  ve hal olan  خَالِد۪ينَ ف۪يهَا  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 


وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ


وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle müstenefedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini, şerefini ve manevi değerinin çok yüksek olduğunu ifade eder. İşaret edilen Allah’ın muhsinlere verdiği mükafatlardır. 

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

ذٰلِكَ  işaret ismi derecelerinin yüksekliğini ifade eder.

Rivayet ediliyor ki bu dört ayet Necâşî ve ashabı (arkadaşlar) hakkında inmiştir. İlk Muhacirler Habeşistan’a göç ettikleri zaman Mekke müşrikleri arkalarından bir grup insan göndermiş ve Necaşî’yi aleyhlerinde tahrik ve teşvik ederek onlara baskı yaptırmak ve perişan etmek istemişlerdi. Bunun üzerine Necaşî, ileri gelen keşişler ve rahipler ile bir toplantı yapmış ve Müslümanlarla müşrikleri de oraya davet etmiş idi. Bu mecliste toplandıkları zaman Necaşî Müslümanlara seslenerek: “Kitabınızda Hz. Meryem’in zikri (anılışı) var mıdır?” diye sormuş, Cafer b. Ebi Talib (ra) de: “Evet, onun adına nispet edilen bir sure vardır.” demiş, “İşte Meryem oğlu Îsâ budur.” (Meryem Suresi, 34) ayetine kadar bu sure ile “Musa’nın haberi sana geldi mi?” 9. ayetine kadar Ta-Ha Suresini okumuş ve bundan dolayı Necaşî ağlamış idi. Sonra Necaşî Medine’ye Peygamberimize yetmiş kişilik bir grup göndermiş, Resulullah (sav) da onlara Yasin Suresini okumuş, aynı şekilde bunlar da ağlamışlar ve iman etmişlerdi.

Bu ayetler de bunların hallerini tasvir ederek nazil olmuştur. (Elmalılı)


Mâide Sûresi 86. Ayet

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟  ...


İnkâr edenlere ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimseler
2 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
3 وَكَذَّبُوا ve yalanlayanlar ك ذ ب
4 بِايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
5 أُولَٰئِكَ işte onlar
6 أَصْحَابُ halkıdır ص ح ب
7 الْجَحِيمِ cehennem ج ح م
Muhsin (iyilik yapan)ler böyle, bunlara karşılık “İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar da cehennem ehlidir”. hıristiyanların İslâm’a yakınlık ve kabullenmelerine işaret eden bu açıklamada hıristiyanlar önce içlerinde keşişler ve rahipler bulunmakla öğüldüğü, ruhbanlığın mânası da dünya lezzetlerinden ve güzelliklerinden bütün bütün kesilme ve çekinme demek olduğu için, bundan müslümanların ruhbanlığa teşviki mânâsının anlaşılmaması ve İslâm’da ruhbanlığın bulunmadığının anlatılması için burada yine sûrenin başındaki akid (anlaşma)lerin yerine getirilmesi, helal ve haram hükümlerine sözü nakletmektedir.(Elamlili Hamdi Yazir) 

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

كَذَّبُوا  cümlesi sılaya matuftur.

Atıf harflerinden biriyle bir kelimeyi veya bir cümleyi kendinden önce gelen kelimeye veya cümleye bağlamak demektir.

Atıf edatından önce gelen kelime veya cümleye “matufun aleyh”, sonra gelene “matuf” denilir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atfedilemez.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِنَٓا  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اُو۬لٰٓئِكَ, ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَصْحَابُ  haberdir.  الْجَح۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

كَذَّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ‘dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.

الْجَح۪يمِ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcîh sanatı vardır.

Mevsûlün sılası  كَفَرُوا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  وَ ’la sılaya atfedilen  كَذَّبُوا  cümlesi de aynı üsluptadır. Atıf sebebi tezâyüftür.

بِاٰيَاتِنَٓا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Mübtedası işaret ismi olan  اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ  cümlesi,  الَّذ۪ينَ  için haberdir.

Cehennem ashabının  اُو۬لٰٓئِكَ  ile işaret edilmesi tahkir amacına matuftur.

Müsnedin izafetle gelmesi, faydayı çoğaltmak içindir. 

İsim cümlesi subût ve devam ifade eder.  اَصْحَابُ الْجَح۪يم  ifadesinde tehekküm istiaresi vardır. Kâfirlerin cehennemde ebedi kalışları, arkadaşların birbirinden ayrılmamasına benzetilmiştir. Arkadaşlar iyi anlaşır, aralarında sevgi vardır. Kâfirlerin de inkâra olan bağlılıklarına, ayrılmamalarına, sevgi duyduklarına tariz vardır. Bu dünyada ayrılmadıkları küfürleri ile ahirette de ayrılmayacaklardır. (Medine Balcı)

كَفَرُوا - كَذَّبُوا  arasında mürâât-ı nazîr vardır.

بِاٰيَاتِنَٓا  ibaresinde gaibden mütekellime iltifat vardır. Önceki ayette Allah Teâlâ’nın açık ismi geçiyordu.

الْجَح۪يمِ; ahirette ceza görenlerin yaşadığı yeri ifade eden kelimelerden biri olup çok ‘kızışmış ateş’ demektir.

Kur’an-ı Kerim’de göze çarpan kullanımlardan biri de vaat ile vaîdin, terğib (teşvik) ile terhibin (korkutmanın) bir arada zikredilmeleridir. (Ebüssuûd)

Muhsinler (iyilik yapan) böyle, bunlara karşılık “İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlar da cehennem ehlidir.” Hristiyanların İslam’a yakınlık ve kabullenmelerine işaret eden bu açıklamada Hristiyanlar önce içlerinde keşişler ve rahipler bulunmakla övülmüştür. (Elmalılı)

Allah’ın ayetlerini yalanlamakla ilgili olduğu halde küfre isnat edilmesi, ayetleri yalanlayanların hallerini açıklamak içindir. Onların zikredilmesi ise onları tasdik edenler münasebetiyledir. Böylece korkutma ve özendirme birleştirilmiş olur. (Beyzâvî)

“İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar da alevli ateşe arkadaştırlar.” buyurmuştur. Bu ayet, cehennemde ebedî kalışın, sadece kâfirler için olduğunu kesin olarak ifade eden bir delildir. Çünkü “Onlar da alevli ateşe arkadaş olacaklardır.” sözü, hasr (sadece) manası ifade eder. Arkadaşlık (dostluk), ayrılmamayı gerektirir. Nitekim devamlı çölde bulunanlara, oradan hiç ayrılmayanlara da  “ashab-ı sahra” denilir.(Fahreddin er-Râzî)

 اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ  cümlesinde kasr-ı iddiaî veya kasr-ı hakiki vardır. (Âşûr)


Mâide Sûresi 87. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ  ...


Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 تُحَرِّمُوا haram etmeyin ح ر م
6 طَيِّبَاتِ güzel ve temiz şeyleri ط ي ب
7 مَا ne ki
8 أَحَلَّ helal kıldı ح ل ل
9 اللَّهُ Allah
10 لَكُمْ size
11 وَلَا ve
12 تَعْتَدُوا sınırı aşmayın ع د و
13 إِنَّ şüphesiz
14 اللَّهَ Allah
15 لَا
16 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
17 الْمُعْتَدِينَ sınırı aşanları ع د و

Müminlere, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için kendilerini ve başkalarını hayatın helâl olan güzelliklerinden mahrum bırakma yoluna girmemeleri çağrısının bu âyette yapılmış olması, 82. âyette kendini ibadete veren hıristiyan din adamlarından olumlu biçimde söz edilmesinin yanlış anlaşılmasını da önlemiş olmaktadır. Nitekim bu iki âyetin iniş sebebi olarak anılan olaylar, Resûlullah zamanında bile bazı müminlerin dünyadan el etek çekerek zâhidâne bir hayat sürdürme arzusu içine girdiklerini, özellikle yeme-içme, dinlenme, giyim-kuşam, evlenme ve evlilik hayatının icaplarını yerine getirme konularında mahrumiyeti temel hayat felsefesi haline getirmeye yöneldiklerini, hatta bazılarının zühd yarışına girdiğini, bunun sonucunda gerek kendilerinin gerekse aile fertlerinin zarar görmesi sebebiyle Hz. Peygamber tarafından uyarıldıklarını göstermektedir (bk. Buhârî, “Edeb”, 86, “Teheccüd”, 20; Müslim, “Sıyâm”, 186, 188; Taberî, VII, 8-11; Reşîd Rızâ, VII, 20-25).

Öteden beri insanların kendi iradeleriyle bazı yasaklar koyup bunları gelenek haline getirdikleri ve çoğu defa Tanrı’nın isteği imiş gibi takdim ederek onlara dinî bir renk verdikleri bilinmektedir (Câhiliye döneminde yaygın olan bu tür uygulamalardan bazı örnekler için bk. En‘âm 6/143-144; bu zihniyetin reddi için bk. A‘râf 7/32). Bu tür telakkilerin günümüzde de dünyanın birçok yerinde dinî inanç biçiminde yaşadığı ve modern toplumlarda da bireysel bâtıl inanışlar tarzında yaygın bulunduğu görülmektedir.

87. âyetteki “Haram saymayın” diye çevirdiğimiz “lâ tuharrimû” fiilini “Kendinizi yoksun bırakmayın” şeklinde çevirmek mümkün ise de (meselâ bk. Esed, I, 210), âyetin metninde bulunmayan “kendinizi” ilâvesiyle anlam daraltılmış olur. Çünkü âyetin kaçınılmasını istediği tutumun zararları çoğu zaman kişinin kendisi ile sınırlı kalmamaktadır. Bu bakımdan “yoksun bırakma” fiili kullanıldığında “kendinizi ve başkalarını” şeklinde bir açıklama konması isabetli olur. Diğer taraftan, âyetin ana hedefinin bilfiil mahrumiyetten değil, dininyasaklamadıklarını beşerî irade ile ve dine mal ederek yasak saymaktan sakındırma olduğu anlaşılmaktadır. Zaten böyle bir zihniyet içine girilmediği takdirde gereksiz mahrumiyetlere katlanma yönüne de gidilmeyecektir. Bu sebeple “Haram saymayın” şeklindeki tercüme daha kapsamlı olmaktadır. 

Muhammed Esed tayyibât kelimesini, Taberî’nin “insanın arzuladığı ve gönlünün çektiği zevk verici şeyler” şeklindeki (VII, 8) açıklamasına dayanarak “hayatın güzellikleri” diye çevirmiştir (I, 210). Bu anlayışa katılmakla beraber biz kelimeyi mutlak olarak “güzellikler” şeklinde çevirmeyi tercih ettik.

“Sınırı aşmayın” ifadesi “Helâli haram sayarak Allah’ın hükümranlık sınırına girmeyin” mânasında anlaşılabildiği gibi, “Başkalarının haklarına tecavüz etmeyin” veya “Helâl de olsa verilen nimetlerden yararlanırken mâkul sınırın ötesine geçmeyin, israftan kaçının” şeklinde de yorumlanmıştır. Birinci anlam esas alınırsa bu, “Allah’ın size helâl kıldığı güzellikleri yasak saymayın” cümlesini teyit etmiş olur. Diğer bir anlayışa göre ise burada maksat, “Haramın helâl sayılmasını yasaklayan” birinci fiilin yanlış anlaşılmasını önlemek ve aksi yönde davranmanın da yasak olduğunu hatırlatmaktır; bir başka anlatımla, burada kastedilen anlam şudur: “Helâllerin sınırını zorlayıp bazı haramları helâl haline getirmeyin” (İbn Atıyye, II, 228; Zemahşerî, I, 360-361).

Bu âyetler, İslâm’da, yasaklandığına dair bir delil bulunmadıkça insanın yararlanabileceği her şeyin kural olarak helâl olduğunu ifade eden “ibâha-i asliyye” ilkesi için güçlü bir dayanak oluşturmaktadır. İslâm bilginlerinin “istishâb” delili içinde inceledikleri bu ilkenin hayata geçirilmesinde müslümanların zaman zaman başarılı olamamalarının, İslâm dünyasının bilim, sanat vb. alanlarda gerilemesinde çok etkin bir rolü olmuştur. Bu ilkenin uygulanmasında fazlaca ihtiyatlı davranılmış olması, zamanla kişilerin zihnî ve bedenî potansiyellerini âzami ölçüde harekete geçirebilmelerine ve doğadaki imkânlardan olabildiğince yararlanabilmelerine engel teşkil eder hale gelmiş, atılacak her adım için özel bir meşruiyet delili aranır olmuştur. Bu tutum, hiçbir sınır tanımaksızın her türlü davranışı meşrû sayma şeklinde bir anlayışa sapma endişesiyle izah edilebilirse de, bunu yeterli ve haklı bir gerekçe olarak kabul etmek mümkün değildir. Zira âyette değinilen bu genişlik ve özgürlük, sınırın aşılmaması ve Allah’ın yasaklarından sakınma kaydına bağlanmıştır. Konan bu kaydın doğru uygulanışı ise, önce yasakçı bir zihniyeti hâkim kılmak, sonra özel istisnalar yaparak serbestlik getirmek değildir. Bu konuda izlenmesi gereken yol, insanın yeteneklerini olabildiğince ortaya çıkarmasına ve evrende insanın istifadesine sunulan imkânlardan âzami ölçüde yararlanmaya imkân veren bir anlayışın esas alınması, bunun yol açabileceği sapma ve kaymaların da iyi bir eğitimle ve yaptırımların sağlıklı biçimde işletilmesiyle, dolayısıyla bilinçli bireylerin oluşturduğu sosyal kontrol mekanizmalarıyla önlenmeye çalışılmasıdır.

 

Bu anlayışın toplumda hâkim olması halinde, bireysel hayatta –meşruiyet çerçevesi içinde– dünya nimetlerinden olabildiğince fakat ölçülü biçimde yararlanma alışkanlığı kazanılmış olacak, toplum düzeyinde de tüketim arzusunun zinde kalması sayesinde üretim artacak ve ekonominin canlılığı korunmuş olacak, fakat bütün bu faaliyetler daima temel inanç ve ahlâk değerlerinin murakabesi altında dengelenecektir. 

İbn Âşûr da burada, haramlığına dair delilin bulunmadığında veya delili bu âyetteki yasaklık ifadesinden daha güçlü olmayan durumlarda haramlığa hükmetmekten kaçınmaları için müslüman din bilginlerine yönelik bir uyarının yer aldığına dikkat çeker (VII, 16).

 88. âyette geçen “yiyin” ifadesi, “yeme, içme, giyinme, seyahat etme gibi yollarla dünya nimetlerinden yararlanın” anlamında olup insanın günlük yaşantısının vazgeçilmez gereklerinden ve dünya nimetlerinden istifade etmenin en belirgin yolu ve örneği olmasından ötürü “yeme” fiili esas alınmıştır (İbn Atıyye, II, 229). Nitekim Türkçe’de yemek fiili “ihtiyaçlarını karşılama amacıyla malını harcamak” anlamında da kullanılmaktadır.

 Ehl-i sünnet bilginlerinin yorumuna göre rızık, yararlanılabilecek her şeyi kapsayan bir kavramdır. Mu‘tezile’ye göre ise, ancak helâl yoldan sahip olunan imkânlar rızık olarak adlandırılabilir (İbn Atıyye, II, 229; rızık konusunda ayrıca bk. Rûm 30/37-40; Sebe’ 34/34-36; Şûrâ 42/27).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 329-331

Riyazus Salihin, 145 Nolu Hadis

Enes ibni Mâlik  radıyallahu anh şöyle dedi:

Peygamber Efendimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere, sahâbeden üç kişilik bir grup, Peygamber hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Efendimiz’in ibadetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve:

– Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır, dediler. İçlerinden biri:

– Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım, dedi. Bir diğeri:

– Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim, dedi. Üçüncü sahâbî de:

– Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla evlenmeyeceğim, diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:

– “Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin

Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bazan oruç tutuyor, bazan tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.” 

Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4

 

Riyazus Salihin, 152 Nolu Hadis

Ebû Muhammed Abdullah İbni Amr İbni Âs  radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e benim şöyle dediğim haber verilmiş:

Allah’a yemin ederim ki, yaşadığım sürece gündüzleri muhakkak oruç tutup, geceleri de ibâdet ve tâatle uyanık geçireceğim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  bana:

– “Bunları söyleyen sen misin?”  diye sordu. Ben de kendisine:

– Anam babam sana feda olsun, ya Resûlallah! Evet, ben böyle söylemiştim, dedim. Buyurdular ki:

– “Sen buna güç yetiremezsin. Hem oruç tut, hem iftar et; hem uykunu al, hem ibadet et; her aydan üç gün oruç tut; çünkü her iyiliğe on misli ecir ve sevap vardır. Bu ise bütün zamanını oruçlu geçirmek gibidir.”

Buhârî, Savm 55, 56, 57, Teheccüd 7, Enbiyâ 37, Nikâh 89; Müslim, Sıyâm 181-193

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ ’dır.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُحَرِّمُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

طَيِّبَاتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

İsm-i mevsûl  مَٓا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَحَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  اَحَلَّ  fiiline müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir. Nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَعْتَدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَعْتَدُوا  fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi  عَدَوَ ’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.

لَا يُحِبُّ fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ merfû muzari fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri  هُو’dir.  الْمُعْتَد۪ينَ  lafzı  يُحِبُّ  fiilinin mef'ûlun bihtir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْمُعْتَد۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

Sülâsîsi  عدو  şeklindedir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münada olan  اَيُّ ’dan bedeldir. 

اَيُّهَا ’daki  هَا  tenbih harfidir, dikkat çeker.  يَٓا  nida harfidir.  الَّذ۪ينَ  ism-i mevsûldur, kendinden sonra gelen konuya dikkat çeker. Ayrıca muhatap tarafından bilinen kişiler için kullanılır. Demek ki çevrede imanları ile bilinen bir grup vardır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır. 

İman kelimesi fiil olarak  اٰمَنُوا  şeklinde gelmiştir. Bu imanınızın kıymetini bilin, bu iman üzere devam edin, imanınızı koruyun demektir. İsim olarak gelip  مؤْمِنُونَ  buyurulsaydı, bu manalar anlaşılmazdı.

Bu hitap; Allah’ın müminlere yönelerek  “Ey müminler!” diye seslenmesi, onlara bu iman sahibinin, Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî) 

Nidanın cevabı … لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ  nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müşterek ism-i mevsûl  طَيِّبَاتِ  مَٓا  için muzâfun ileyhtir. Sılası  اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin Allah ismiyle gelmesi telezzüz, teberrük ve emre itaati teşvik içindir. 

Menfi muzari sıygada gelen وَلَا تَعْتَدُواۜ  cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

تَعْتَدُوا  kelimesinde irsad sanatı vardır.

وَلَا تَعْتَدُوا cümlesi itiraziyyedir.  (Âşûr)

تُحَرِّمُوا - اَحَلَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Bundan önce Hristiyanların ruhbaniyeti, müminleri nefsanî şehvetlerini kırmaya teşvik manaları içerdiği için, onun hemen arkasından ifratın yasak olduğu belirtiliyor. Şöyle ki:

- Güzel ve temiz nimetleri kendinize haram kılarcasına nefsinizi onlardan mahrum etmeyin.

- Yahut zahidce bir hayat yaşamak amacı ile, güzel ve temiz dünya nimetlerinin terkine ilişkin kuvvetli azminizi belirtmek için “Biz onları nefsimize haram kıldık!” demeyin.

Rivayete göre bir gün Resulullah (sav), kıyameti anlatırken azap ile korkutma (inzar) konusunda birçok şey söyledi. Onu dinleyen ashab-ı kiram, bundan çok etkilendiler ve sonra Osman b. Mazûn’un evinde toplanarak devamlı oruç tutmaya, geceleri, ibadetle ihyaya, yumuşak yataklarda yatmamaya, et ve yağlı yemek yememeye, kadınlara yaklaşmamaya, güzel kokular sürünmemeye,

dünyayı terk etmeye, kıldan mamul aba giymeye, yeryüzünde sürekli dolaşmaya,

ve nihayet tenasül uzuvlarını kesmeye ittifakla karar verdiler. Bilgi Resulullah (sav)’e ulaştığında şöyle buyurdu: “Ben bununla emrolunmadım. Şüphesiz sizin üzerinizde nefsinizin de hakkı vardır. Onun için oruç tutun ama iftar da edin ; geceleri ibadet edin ama aynı zamanda uyuyun. Çünkü Ben, geceleri ibadet ederim ama aynı zamanda uyurum; nafile oruç tutarım ama iftar da ederim; et de yerim yağ da ve kadınlarla evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren Benden değildir.”

İşte o zaman bu ayet-i kerime nazil oldu. (Ebüssuûd)

İşte bu görüşe göre bu ayet ile daha önceki ayetler arasındaki münasebetin şu şekilde olduğu ortaya çıkar: Allah Teâlâ, Hristiyanları, “Çünkü onların içinde keşişler, rahipler vardır.” (Maide Suresi, 82) diyerek methetmiştir. Halbuki dünyanın hoş ve leziz şeylerinden sakınmak, bu keşiş ve rahiplerin âdeti idi. Binaenaleyh Cenab-ı Hak onları medhedince bu medih, Müslümanlara aynı şekilde hareket etme isteği vermişti. İşte bundan dolayı Allah Teâlâ, bunun peşi sıra, Müslümanların kendilerinin aynı şey ile emrolunmadıkları anlaşılsın diye bu isteği ve vehmi silecek olan bu ayeti getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 

اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ

 

Müstenefe cümlesidir.Ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir.  

إِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır. 

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَعْتَدُوا - الْمُعْتَد۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Lâzım söylenmiş melzûmu olan “haddi aşanları cezalandırır” manası kastedilmiştir. Bunun için mecaz-ı mürsel mürekkep vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

 Bu buyrukla ilgili olarak şu izahlar yapılmıştır:

a. Allah Teâlâ, hoş ve temiz olan şeyleri haram kılmayı, bir haddi aşma ve bir zulüm kabul etmiştir. Böylece hükmüne, helal ve hoş olan şeyleri haram kılmadan nehyetmek de dahil olsun diye haddi aşmadan nehyetmiştir.

b. Allah, hoş ve leziz şeyleri mübah kılınca, bunlardaki israfı da “ve haddi aşmayın” hitabıyla haram kılmıştır. Bunun bir benzeri de Cenab-ı Hakk’ın, [“Yiyin, için, israf etmeyin.”] (Araf Suresi, 31) ayetidir.

c. Bu, “Allah size hoş ve leziz olan şeyleri helal kılınca sizler bu helal kılınanlarla iktifa edip bunları size haram kılınanların sınırına vardırıp da haddi aşmayın.” demektir.  (Fahreddin er-Râzî)


Mâide Sûresi 88. Ayet

وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ  ...


Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكُلُوا ve yeyin ا ك ل
2 مِمَّا
3 رَزَقَكُمُ size verdiği rızıklardan ر ز ق
4 اللَّهُ Allah’ın
5 حَلَالًا helal ح ل ل
6 طَيِّبًا (ve) temiz olarak ط ي ب
7 وَاتَّقُوا korkun و ق ي
8 اللَّهَ Allah’tan
9 الَّذِي o ki
10 أَنْتُمْ siz
11 بِهِ kendisine
12 مُؤْمِنُونَ inanıyorsunuz ا م ن

وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ


Ayet atıf harfi  وَ ’la nidanın cevabına matuftur.  كُلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  كُلُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  رَزَقَكُمُ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

رَزَقَكُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  حَلَالًا  mahzuf mef’ûlun hali olup fetha ile mansubtur. Takdiri;  رزقكم إياه الله  (Allah’ın sizi rızıklandırdığı şey) şeklindedir.

طَيِّبًا  kelimesi  حَلَالًا  kelimesinin sıfatıdır. 


وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ٓي, lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ ’dir.

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  مُؤْمِنُونَ ’ye müteallıktır.

مُؤْمِنُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُؤْمِنُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّقُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ


Nidanın cevabına atfedilmiş olan ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mecrur mahaldeki ism-i mevsul  مَا ’nın sılası  رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالًا طَيِّبًاۖ, mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve emre itaati teşvik içindir. 

Hal olan  حَلَالًا  ve sıfat olan  طَيِّبًاۖ  nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.

رَزَقَكُمُ اللّٰهُ  [Allah’ın rızıklandırdığı] ibaresi yediğimiz temiz ve helal şeylerin bize Allah’ın bir lütfu olduğunu dikkat çeker.

Allah, “Allah’ın size rızık olarak verdiği şeyleri yiyiniz.” dememiş ama “Allah’ın size rızık olmak üzere verdiği şeylerden yiyin.” buyurmuştur. Buradaki  مِنْ  harf-i ceri teb'iz ifade eder. Buna göre Cenab-ı Hak sanki “Size verilenlerin bazısını yemekle iktifa edin; diğer kısımları da sadaka ve hayır yerlerine harcayın.” demek istemiştir. Çünkü bu ifade, israfı bırakmaya bir irşad ve teşviktir. (Fahreddin er-Râzî)

 

وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ


Önceki inşâ cümlesine atfedilmiş cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi tezâyüftür.

Has ism-i mevsûl  اللّٰهَ ,الَّذ۪ٓي ’nin sıfatı olarak nasb konumundadır.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, ism-i mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

Mevsûlün müphem yapısı nedeniyle her zaman arkasından gelen sılası  اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ , isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  بِه۪  önemine binaen amiline takdim edilmiştir.

Allah’ın size helal kıldığı temiz ve güzel şeylerden, rızıklardan yiyin, iman ettiğiniz Allah’a karşı dikkatli olun, takvalı olun. Bu surede takva kelimesi çok fazla geçmiştir.

حَلَالًا - طَيِّبًا  ve  اتَّقُوا - مُؤْمِنُونَ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Önceki ayet  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklinde başlamıştı. Bu ayet-i kerime  مُؤْمِنُونَ  şeklinde sona erince teşâbüh-i etrâf sanatı olmuştur. 

Cenab-ı Hakk’ın, “Allah’a saygılı olun.” emri ise bu emri yerine getirme tavsiyesini pekiştirmektedir. Bunun peşinden gelen, “kendisine iman etmiş olduğunuz” vasfı ise bu tekidi daha da artırmaktadır. Çünkü Allah’a iman, O’nun insana çizdiği emirler ve yasaklar çerçevesi içinde kalıp O’nu saymasını gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)

Hasan-ı Basrî Hazretlerinden nakledilmiştir ki: “Bir gün yemeğe davet edilmiş, beraberinde Ferkad Sebhî ve arkadaşları da varmış, sofraya oturmuşlar, yağlı tavuklar, tatlı ve diğerleri türlü türlü yemekler var. Ferkad bir kenara çekilmiş, Hasan-ı Basrî de: ‘Oruçlu mu?’ diye sormuş, ‘Hayır, böyle çeşitli yiyecekleri mekruh görür.’ demişler. Bunun üzerine Hasan-ı Basrî, Ferkad’a dönerek: ‘Ey Ferkadcik, sen halis tereyağı ve buğday özü ile lüab-ı nahli yani balı bir Müslümanın ayıplayacağı (nehyedeceği) fikrinde mi bulunuyorsun?’ demiş. Yine adı geçen Hasan-ı Basrî’ye, ‘Falan zat paluze (bir çeşit tatlı) yemiyor, şükrünü eda edemem diyor.’ demişler. ‘Soğuk su içiyor mu?’ diye sormuş, ‘evet’ demişler. Buyurmuş ki: ‘’O halde bu adam cahil, Allah Teâlâ’nın ona soğuk sudaki nimetinin paluzeden daha çok olduğunu bilmiyor.” demiştir.(Elmalılı, Âşûr)
Mâide Sûresi 89. Ayet

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ  ...


Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yeminin keffareti, ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden on yoksulu doyurmak, yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa, onun keffareti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffareti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah, size âyetlerini işte böyle açıklıyor ki şükredesiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يُؤَاخِذُكُمُ sizi sorumlu tutmaz ا خ ذ
3 اللَّهُ Allah
4 بِاللَّغْوِ lağvdan ötürü ل غ و
5 فِي
6 أَيْمَانِكُمْ yeminlerinizdeki ي م ن
7 وَلَٰكِنْ fakat
8 يُؤَاخِذُكُمْ sizi sorumlu tutar ا خ ذ
9 بِمَا ötürü
10 عَقَّدْتُمُ bilerek yaptığınız ع ق د
11 الْأَيْمَانَ yeminlerden ي م ن
12 فَكَفَّارَتُهُ bunun keffareti ك ف ر
13 إِطْعَامُ yedirmektir ط ع م
14 عَشَرَةِ on ع ش ر
15 مَسَاكِينَ fakiri س ك ن
16 مِنْ
17 أَوْسَطِ orta derecesinden و س ط
18 مَا ne ki
19 تُطْعِمُونَ yediriyorsunuz ط ع م
20 أَهْلِيكُمْ ailenize ا ه ل
21 أَوْ yahut
22 كِسْوَتُهُمْ onları giydirmektir ك س و
23 أَوْ ya da
24 تَحْرِيرُ hürriyete kavuşturmaktır ح ر ر
25 رَقَبَةٍ bir köleyi ر ق ب
26 فَمَنْ kimse ise
27 لَمْ
28 يَجِدْ bulamayan و ج د
29 فَصِيَامُ oruç tutsun ص و م
30 ثَلَاثَةِ üç ث ل ث
31 أَيَّامٍ gün ي و م
32 ذَٰلِكَ işte budur
33 كَفَّارَةُ keffareti ك ف ر
34 أَيْمَانِكُمْ yeminlerinizin ي م ن
35 إِذَا zaman
36 حَلَفْتُمْ (yemini) bozduğunuz ح ل ف
37 وَاحْفَظُوا ve koruyun ح ف ظ
38 أَيْمَانَكُمْ yeminlerinizi ي م ن
39 كَذَٰلِكَ böylece
40 يُبَيِّنُ açıklıyor ب ي ن
41 اللَّهُ Allah
42 لَكُمْ size
43 ايَاتِهِ ayetlerini ا ي ي
44 لَعَلَّكُمْ umulur ki
45 تَشْكُرُونَ şükredersiniz ش ك ر

لَغْو Söz bağlamında kullanılan Lağvun kelimesi; bir şey ifade etmeyen, nazarı itibara alınmayan söz demektir. Bu bakımdan da serçe ve benzeri kuşların sesi demek olan lağâ gibi olur. لَغْوٌ sözcüğü değersiz ve amaçsız sözler için de kullanılır. Bunun örneklerinden biri de yeminlerde söz konusu olan lağv şeklidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ilgâ etmek, laga luga, lugat ve lağv etmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

عقد bir şeyin uçlarını bir araya toplamaktır. Bu kelime istiare yoluyla soyut şeyler için de kullanılır. Satış akdi ve antlaşma akdi gibi.. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 7 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri akid, akide, akaid, itikad ve ukdedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ 


لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤَاخِذُ  merfû muzari fiildir.

Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

بِاللَّغْوِ  car mecruru  يُؤَاخِذُ  fiiline müteallıktır.  ف۪ٓي اَيْمَانِ  car mecruru  اللَّغْوِ ’nin mahzuf haline müteallıktır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf,  لٰكِنْ  istidrak harfidir.  يُؤَاخِذُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُؤَاخِذُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

عَقَّدْتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen mansubtur.  الْاَيْمَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يُؤَاخِذُكُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  أخذ ’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن حنثتم فكفارته إطعام (Bozarsanız …. doyurmak şeklinde kefaret gerekir.) şeklindedir.

كَفَّارَتُهُٓ  mübtedadır. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِطْعَامُ  haber olup lafzen merfûdur.  عَشَرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَسَاك۪ينَ  kelimesi müntehel cumû’ sıygasında olan isimlerden olup gayri munsarif  olduğu için cer alameti fethadır.

مِنْ اَوْسَطِ  car mecruru ikinci mef’ûlun bihin mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri,  إطعام عشرة مساكين قوتا من أوسط (On fakiri vasat bir yemekle…) şeklindedir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

تُطْعِمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

اَهْل۪يكُمْ  mef’ûlun bih olup cemi müzekker salime mülhak olduğu için  ى  ile mansubtur. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/ tercih ifade eder.  كِسْوَتُهُمْ  kelimesi  اِطْعَامُ ’ye matuftur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/ tercih ifade eder.  تَحْر۪يرُ  haber olup lafzen merfûdur.  رَقَبَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَوْسَطِ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. 


 فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ 


فَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَجِدْ  meczum muzari fiildir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır.  صِيَامُ  mübtedadır. Haberi mahzuftur. Takdiri,  كفارته  (Kefareti) şeklindedir.

ثَلٰثَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  اَيَّامٍ  ikinci muzâfun ileyhtir.

İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

كَفَّارَةُ  haber olup lafzen merfûdur.  اَيْمَانِكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

حَلَفْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَلَفْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen mansubtur. 


 وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ


Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  احْفَظُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَيْمَانَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل  kelimesi, ‘gibi’ demektir. Bu ibare  يُبَيِّنُ  fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır. Takdiri;  يبين الله لكم آياته تبيينا كذلك التبيين  şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

یُبَیِّنُ  merfû muzari fiildir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

لَكُمُ  car mecruru  یُبَیِّنُ  fiiline müteallıktır.  ءَایَـٰتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  تَشْكُرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَشْكُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ 


Ayetin ilk cümlesi istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâl, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacıyla müsnedün ileyh olarak mefudur.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ  cümlesi tezat sebebiyle öncekine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki ism-i mevsul  مَا ’nın sılası  عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ , mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ  cümlesiyle  يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

لَا يُؤَاخِذُكُمُ -  يُؤَاخِذُكُمْ  fiilleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اللَّغْوِ - عَقَّدْتُمُ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.

“Allah, kasıtsız olarak ettiğiniz yemin (lağıv)lerden sizi sorumlu tutmaz.”

“اللَّغْوِ”, hiçbir hükmün taalluk etmediği geçersiz yemindir.

Hanefîlere göre lağv, bir kimsenin bir şeye dair aslında yanlış olan zannına göre yemin etmesidir. Bu, Tabiînden Mücahid’in görüşüdür.

Rivayete göre bazı sahabiler, ibadet olur kanaatiyle helal bazı şeyleri kendilerine haram kılmış ve yemin etmişlerdi. Sonra bu ayet-i kerime nazil olunca: “Şimdi yeminlerimiz ne olacak?” dediler. İşte bunun üzerine kefaretle ilgili ayet indi. (Ebüssuûd)

Akdetmiş olduğunuz yani “şöyle yapacağım, böyle yapacağım yahut şöyle olursa şöyle edeceğim” şeklinde gelecekle ilgili olmak üzere kendinizi bağladığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bunlara “yemin-i mün’akide” denir. Mesela, “Vallahi evlenmeyeceğim, vallahi karıma yaklaşmayacağım, vallahi yarın oruç tutacağım yahut vallahi sigara içmeyeceğim” gibi yeminler mün’akid yemindirler. Bu gibi yeminler birer akid oldukları için yerine getirilmeleri lazım gelir. Getirilmezse Allah muaheze eder (cezalandırır). Bunlar ise iki türlüdür:

Birincisi, günah olmayan bir şeye yemindir ki bunun bozulması asla caiz değildir, büyük günahtır.

Diğeri, günah olan bir şeye yemindir ki bunda sebat etmek bozmaktan daha günahtır. Ve bunun için ehven-i şerreyn (iki şerden daha hafifi) seçilip “Kim bir şeye yemin eder sonra ondan başka daha hayırlısını görürse yemininin kefaretini versin, sonra o daha hayırlı olanı yapsın.” hadis-i şerifi delaletince yeminin bozulması tercih edilir ve kefaret (dünyevî ceza) verilir ki bu kefaret, hem yeminin bozulmasının bir cezası ve muahezesi hem de ahirete ait cezadan kurtuluş için bir ibadettir. Bununla beraber keffaretin lüzumu yalnız bu kısma mahsus değildir. Öncekinde de vaciptir. Çünkü bozulması caiz ve daha uygun olan bir yemin akdinin bozulmasından dolayı muaheze demek olan keffaret (ceza) vâcip olunca bozulması asla caiz olmayan yeminin bozulmasından dolayı bu muahezenin öncelikle farz olacağı açıktır. Bu şekilde bütün kefaretlerde hem ceza hem de ibadet manası vardır. Ve herhangi bir mün'akid yemin bozulduğu zaman da dünyada bir keffaret ile cezalandırılır. Ve bu kefaret ile yukarıdaki müşkil (problem) halledilir. (Elmalılı)


فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ 


Rabıta harfi  فَ  ile gelen bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümle mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri,  إن حنثتم  (bozarsanız) olan mahzuf şartla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cevap cümlesi  فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اِطْعَامُ ,عَشَرَةِ  kelimesinin, ism-i mevsûl  مَا  ise  اَوْسَطِ  kelimesinin muzâfun ileyhidir.

Tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası  تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. تَحْر۪يرُ  ve  اَوْسَطِ  ,كِسْوَتُهُمْ ’ye matuftur. 

رَقَبَةٍ  tabiri cüz-kül alakası ile mecâz-ı mürseldir. Boyun zikredilmiş, kişinin kendisi kastedilmiştir.

اِطْعَامُ - تُطْعِمُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yemini bozmanın kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin çeşit ve miktarında orta bir şekilde on fakiri bir gün doyurmaktır. Bu iki şekilde olur: Birincisi, bir akşam bir de sabah çağırıp yemek yedirerek karınlarını doyurmaktır ki, buna ibâha denir. Diğeri de, sabah akşam doyuracak kadar ellerine bir şey vermektir ki buna da temlik ismi verilir. Yeminin kefareti ya böyle on fakiri doyurmak yahut on fakirin kisveleridir. Kisve; dinen örtülmesi gereken yerleri örtecek bir elbise demektir. Veyahut bir rakabe, bir köle veya cariye insan azat etmektir (hürriyetine kavuşturmak). Sözün kısası yeminin kefaretinde bu üçten biri vâciptir, tayininde ise mükellef serbesttir. (Elmalılı)


فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,  لَمْ يَجِدْ  şart cümlesidir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.  Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  صِيَامُ ’nun haberi mahzuftur.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır ve mübteda olan  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

ثَلٰثَةِ - عَشَرَةِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Buna göre her kim bunlardan birini bulamaz, vermeye gücü yetmezse onun kefareti de üç gün oruçtur. İbni Mesud mushafında olduğundan bu üç günün fasılasız (ara vermeksizin) birbiri ardınca tutulması da vâciptir. (Elmalılı)



ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ 


Müstenefe olan cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut  ifade eden isim cümlesidir. İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.

ذٰلِكَ  mübteda konumundadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle merfû olması, işaret edilenin önemini vurgulamaktır.

Yemin bozulduğu zaman yapılması gerekenlere işaret eden  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

كَفَّارَةُ mübalağa ifade eder. Aynel fiili  fetha ile okunduğunda ‘setretmek ve izale etmek’ manasına gelir. (Âşûr)

Müspet mazi fiil sıygasındaki  حَلَفْتُمْ  cümlesi zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

عَقَّدْتُمُ - حَلَفْتُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İşte yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizin kefareti budur. Bozulduğu zaman bu kefareti yerine getiriniz. Ve yeminlerinizi muhafaza ediniz. Yani önce her şeye yemin etmeyiniz. İkinci olarak, yemininizin şeklini iyi belleyiniz, ihmal ederek unutmayınız. Üçüncü olarak, günah olmayan ve bir hayrı yasaklamayan yeminlerde gücünüz yettiği kadar sebat ediniz, bozmayınız. Dördüncü olarak, bozduğunuz takdirde kefaretini de vererek yeminin şanını koruyunuz. (Elmalılı)


وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu emir; istila, irşad, te’dib içindir. Lâzım; yeminlerinizi koruyun, melzûmu; bozmayın, bozduysaniz kefaretini yerine getirin. “Koruyun” ifadesi, istiare-i tebeiyye ile yeminlerin korunmaya ihtiyacı olan hassas bir şeye benzetildiğine işarettir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kuran)


 كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪


Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَذَ ٰ⁠لِكَ ’nin müteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır.

Takdiri;  تبيينًا مثل ذلك يبين الله آياته  (İşte Allah böyle bir açıklama ile ayetlerini açıklar.) şeklindedir.

كَذَ ٰ⁠لِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذَأَ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, s.101)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve hükme uymaya teşvik amacına matuftur. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

اٰيَاتِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.


لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Ta’lîl cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ذٰلِكَ - كَفَّارَةُ - اللّٰهُ - الْاَيْمَانَۚ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ذٰلِكَ  cem’ ve iktidâbdır. Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi, şüphe bırakmayacak şekilde aklen diğerlerinden ayırmak içindir.

كَفَّارَةُ  kelimesi  كَفرَ  fiilinden türetilmiş mübalağa kalıbı olup sonundaki  ةُ  harfi ziyadedir.

ثَلٰثَ - اِذَا -  لَعَلَّ  kelimeleri arasında cinâs-ı kalb sanatı vardır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kuran)
Günün Mesajı
Bir zorunluluk olmadıkça yemin etmemek gerekir. Ağzımızı yemin etmeye alıştırmamalıyız. Yemin ettiğimiz zaman da bu yemin sadece Allah adına veya onun sıfatlarından bir sıfatla olmalıdır. Lağv yemini için aşağıdaki linke tıklayınız. https://islamansiklopedisi.org.tr/yemin قِرْطَاسٍ ; kamıştan mamul kağıt tomarlar demektir. Türkçemizdeki kırtasiye kelimesi bu kelimeden gelir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Allahım! Ömrümüzü bereketli, verimli ve huzurlu bir şekilde yaşamamızı nasip et. 

Elimizdeki işleri kolaylaştır. Zamanımızı bereketlendir. 

Sevdiklerimizi ve bizi, bildiğimiz bilmediğimiz bütün kötülüklerden koru.

Senin yardımınla ve izninle; Zihnimiz, kalbimiz ve ruhumuz huzurla dolsun. Gördüklerimizle gözlerimiz ışıldasın, duyduklarımızla kulaklarımız şenlensin. Kalbimiz boş sözleri düşünmekten ve dilimiz ise söylemekten uzak dursun. Hakkı öğrenenlerden, hakkı konuşanlardan olmamızı nasip etsin.

Yola çıkacakların yolu açık olsun. Karar alacakların gönüllerine haklarında en hayırlısı ne ise, o sevdirilsin. 

Rabbimiz! İman ettik, bizi hakka şahitlik edenlerle beraber yaz. 

Ahmak zalimlere akıl, fikir ve hidayet ver. Akıllanmak yoksa nasiplerinde cezalarını ver.

Günlerimizi hayırlı dualarla ve şükürlerle doldur.

Amin.

***

Her şeyin azında ya da çoğunda aşırıya kaçma kabiliyetine sahip olan varlığa insan denir. Dünya nimetlerinin, değerlendirebileceğinden çok daha fazlasına sahip olmak isteyen olduğu gibi zaruri olmamasına rağmen hayatını zorlaştıracak şekilde yokluk içinde yaşayan da vardır. 

Kendi seçimleriyle yokluk içinde yaşayanlara örnek olarak kimi sokakta kalanlar ya da dini amaçlarla hayatlarını tamamen kısıtlı hale getirenler gösterilebilir. Kimi dünyanın rekabetinden yorulmuştur, kimi şöhret kapısını bu şekilde aralamıştır ve kimi ise samimiyetle böyle yaşamanın daha iyi olduğuna inanmıştır.

Rasulullah (sav)’in zamanında da birkaç mü’min, Allah rızası için dünyadan tamamen çekilmek istemiştir. Bu niyeti işiten Peygamber Efendimiz ise bunu kabul etmemiş ve onları bu hususta uyarmıştır. Esas olan Allah’ın helal ve temiz kıldıklarını ihtiyaç kadarıyla israfa kaçmadan, Allah yolunda değerlendirmektir.

Burada bir mesele daha ortaya çıkar ki bu dünya nimetlerini kalpte taşımamanın önemidir. Bu özellik zenginliğe ya da fakirliğe göre değil; kişinin yüzünü Allah’a döndükten sonra kalbindeki dünya zincirlerinden ne kadar özgürleştiğine bağlıdır. Zira, birinin görünenin ötesinde nasıl bir maneviyata sahip olduğunu ancak Allah bilir. 

Ey Allahım! Bizi sahip olduğumuz maddi ve manevi boyutta emirlerine itaat edenlerden; bedenimizle ve kalbimizle Sana kuvvetli ve samimi bir iman ile teslim olanlardan eyle. Dünya nimetlerinin yokluğunun doğurduğu sıkıntıdan ve fazlasının sebep olduğu şımarıklık ve israftan Sana sığınırız. Sahip olduklarımız için şükredenlerden, olamadıklarımız için de Sana güvenenlerden eyle. Geçici nimetlerle rızanı kazanarak Senin katındaki kalıcı nimetlere kavuşan takva ehlinden eyle.

Amin. 

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji