بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
5 | الْخَمْرُ | şarap |
|
6 | وَالْمَيْسِرُ | ve kumar |
|
7 | وَالْأَنْصَابُ | ve dikili taşlar |
|
8 | وَالْأَزْلَامُ | ve şans okları |
|
9 | رِجْسٌ | (birer) pisliktir |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | عَمَلِ | işi |
|
12 | الشَّيْطَانِ | şeytan |
|
13 | فَاجْتَنِبُوهُ | bunlardan kaçının |
|
14 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
15 | تُفْلِحُونَ | kurtuluşa eresiniz |
|
خَمْر kelimesinin aslı bir şeyi örtmek, gizlemek ya da saklamaktır. خِمَار örtünmede, gizlenmede kullanılan şeye denir. Literatürde ise kadının kendisiyle başını örttüğü örtü için kullanılır. خَمْر yani içki , aklın işleyiş mekanizmasını örttüğü için bu adı almıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 7 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hamur ve mahmurdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
رِجْس Kirli ya da murdar şeydir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı …. الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ ’dir.
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.
الْخَمْرُ mübtedadır. الْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الْخَمْرُ ’ye matuftur. رِجْسٌ haber olup lafzen merfûdur.
مِنْ عَمَلِ car mecruru رِجْسٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. الشَّيْطَانِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن آمنتم وصدقتم فاجتنبوه (İman edip tasdik ettiyseniz ondan uzak durun.) şeklindedir.
اجْتَنِبُوهُ fiili ن’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تُفْلِحُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi فلح ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İsm-i mevsul olan الَّذ۪ينَ münada olan اَيُّ ’dan bedeldir. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih anlamı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu, Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır.
Bu inşâ cümlesi irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir.
Allah Teâlâ tarafından müminlere “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara bir iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî)
Kur’an-ı Kerim’de يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا hitabından sonra gelen konular genellikle imanı iyice yerleştirmeye yönelik meselelerdir.(Taberî)
Nidanın cevabı … اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ cümlesi, اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.
الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ mevsuf ve maksûr, رِجْسٌ sıfat ve maksûrun aleyhtir.
Mevsuf yani içki, kumar, putlar ve kısmet için atılan zarlar, sıfata yani pisliğe tahsis edilmiştir ama; mevsufun pislikten başka özellikleri de vardır. Dolayısıyla izâfîdir.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
Bu dört özelliğin rics sıfatından başka birşey addedilmediği manasını mübalağa için iddiaî kasrdır. (Âşûr)
Car-mecrur رِجْسٌ ,عَمَلِ الشَّيْطَانِ ’nun mahzuf sıfatına veya mahzuf ikinci habere müteallıktır.
Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları sayıldıktan sonra, şeytanın işi ve pislik olmada cem’ edilmiştir.
الْخَمْرُ - الْمَيْسِرُ - الْاَنْصَابُ - الْاَزْلَامُ ve رِجْسٌ - عَمَلِ الشَّيْطَانِ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْمَيْسِرُ kelimesi kolay manasındaki يسِرُ kökünden gelir, kolay yoldan para kazanmak, yani kumar demektir.
الْاَنْصَابُ ; heykel, put demektir. İnşirah Suresi 7. ayetinde bu kelime ‘’boş kaldığın vakit yorul’’ manasında geçmektedir. Heykellere, putlara tapmanın boşa yorgunluk olduğu manasını çağrıştırır.
الْخَمْرُ, içki demektir. Baş örtüsü manası da vardır. Biri dıştan, diğeri içten zihni örtülü hale getirir, bulanıklaştırır.
Burada رِجْسٌ manevi pislik manasında gelmiştir. (Âşûr)
مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ ibaresiyle bu işi yapanlara tariz (laf dokundurma) vardır.
Bu ayet, müskirâtın (sarhoş edici şeyler) yasaklanması ve haram edilmesi hakkında üçüncü ve son olarak nazil olan ayettir ki birincisi Nisa Suresindeki, “Sarhoş olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın.” (43) ikincisi Bakara Suresindeki “Senden içki ve kumarı sorarlar. De ki: Onun ikisinde büyük bir günah vardır.” (219) ayetidir. (Elmalılı, Âşûr)
Bu ayet-i kerimede içki ve kumarın haram kılınışı çeşitli tekid sanatlarıyla pekiştirilmiştir. Şöyle ki: Cümle, kasr edatı olan اِنَّمَا ile başlamış, içki ve kumar, putlar ve fal okları ile birlikte zikredilmiş ve bunlar, şeytanın pisliklerinden bir pislik olarak adlandırılmıştır. Bizzat kendilerinden sakınmak emredilmiş ve bu sakınma kurtuluş sebebi kılınmıştır. Daha sonra onlarda mevcud olan dini ve dünyevi kötülükler zikredilmiş, daha sonra da “Artık son verecek misiniz?” şeklindeki soru cümlesiyle bunlardan vazgeçirmek için yapılan teşvik tekrarlanmıştır. Bütün bunlar, sakındırma ve yasaklama emrinin son derece vurgulu ve kuvvetli olduğunu ifade eder. (Sâbûnî)
Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan فَاجْتَنِبُوهُ cümlesi, nidanın cevabına matuftur.
فَاجْتَنِبُوهُ kelimesindeki فَ tefri’ içindir. Bu tefri’nin gelişindeki güzellik, öncesinde nefret gerektiren şeylerin zikredilmesidir. فَاجْتَنِبُوهُ ‘daki رِجْسٌ ’e ait olan mansub mahaldeki zamir zikredilen dört maddeyi de kapsar. (Âşûr)
فَاجْتَنِبُوهُ fiilinin iftial babından olması bu kaçınmayı gayret ve mübalağa ile devamlı yapın manasını taşır.
Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşa cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lîl cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
اِنَّمَا يُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
2 | يُرِيدُ | istiyor |
|
3 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يُوقِعَ | sokmak |
|
6 | بَيْنَكُمُ | aranıza |
|
7 | الْعَدَاوَةَ | düşmanlık |
|
8 | وَالْبَغْضَاءَ | ve kin |
|
9 | فِي |
|
|
10 | الْخَمْرِ | şarap ile |
|
11 | وَالْمَيْسِرِ | ve kumar ile |
|
12 | وَيَصُدَّكُمْ | ve sizi alakoymak |
|
13 | عَنْ | -tan |
|
14 | ذِكْرِ | anmak- |
|
15 | اللَّهِ | Allah’ı |
|
16 | وَعَنِ |
|
|
17 | الصَّلَاةِ | ve namazdan |
|
18 | فَهَلْ | artık değil mi? |
|
19 | أَنْتُمْ | siz |
|
20 | مُنْتَهُونَ | vazgeçtiniz |
|
اِنَّمَا يُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يُوقِعَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بَيْنَكُمُ mekân zarfı, الْعَدَاوَةَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْعَدَاوَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْبَغْضَٓاءَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْعَدَاوَةَ’ye matuftur.
فِي الْخَمْرِ car mecruru يُوقِعَ fiiline müteallıktır. الْمَيْسِرِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْخَمْرِ ‘ye matuftur.
وَ atıf harfidir. يَصُدَّكُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
عَنْ ذِكْرِ car mecruru يَصُدَّكُمْ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَنِ الصَّلٰوةِ car mecruru atıf harfi وَ ’la عَنْ ذِكْرِ ‘ye matuftur.
فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;
إذا تبين لكم ذلك فهل أنتم منتهون (Bu size apaçık olduğunda buna son verin.) şeklindedir.
هَلْ istifham harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
مُنْتَهُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُنْتَهُونَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)اِنَّمَا يُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ
Ayetin ilk cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiştir. Kasr fiil ile mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır. Şeytanın istediği şey; mevsuf ve maksûrdur. İçki ve kumarla insanların arasına düşmanlık ve buğz koymak ve Allah’ın zikrinden ve namazdan uzaklaştırmak da sıfat ve maksûrun aleyhdir. Sanki şeytan bunlardan başka bir şey istemez gibi bir kasr yapılmış. Halbuki şeytanın başka ifsatları da vardır. Onun için izâfî kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
يُر۪يدُ fiilinin muzari oluşu, bu isteğin yenilenerek tekrarlandığını ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve müteakip müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan …يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ cümlesi, masdar teviliyle mef’ûl konumundadır.
Aynı üsluptaki … وَيَصُدَّكُمْ عَنْ cümlesi de masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celalin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.
فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manasinda olup dolayısıyla içki ve kumar içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü bunlar hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak içki ve kumarın kötülüğünü etkili şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. İçki ve kumara dalan kişi denizde boğulan gibi dalar gider, kendini kaybeder. İçki ve kumar hayatını kuşatır, iki dünyasını mahveder demektir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Veya ف۪ي harfi, sebebiyyedir. (Âşûr)
Şeytanın istediklerinin sayılması taksim sanatıdır.
الْعَدَاوَةَ - الْبَغْضَٓاءَ ve الْخَمْرِ - الْمَيْسِرِ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ cümlesi, dinde meydana gelen zararlardır. Çünkü içki insan vücudunda bir keyif meydana getirir; keyif ve lezzette boğulan nefis ise Allah’ın zikrinden ve namazdan gafil kalır. Onları hatırlamaz olur. Öte yandan kumar oynayan kimse de eğer galip gelirse üstünlüğün verdiği sarhoşlukla ibadetleri hatırlamaz olur. Yenilme durumunda ise aşırı üzüntüden dolayı artık başkasını yenme planlarından başka hiçbir şey düşünemez hale gelir. (Ruhu’l Beyan, Âşûr)
فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ
فَ, takdiri إذا تبين لكم ذلك (Bu size apaçık olduğunda …) olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mübteda ve haberden müteşekkil cevap cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen emir manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayetin başında şeytanın insanlar arasında içki ve kumar ile kin ve düşmanlık tohumları ektiğini ifade etmektedir. İstifham edatı, “Artık buna bir son verin!” anlamı içermekte olup azar ve paylama yoluyla “Artık bu son derece pis ve zararlı olan şeylerden uzak durun.” şeklinde emir manasında bir ifadedir. Yasaklamanın en beliğ şekillerindendir. (Süleyman Recep Çıbıklı - Söz Sanatları Açısından Meal Problemleri, Ruhu’l Beyan - Fahreddin er-Râzî, Keşşâf)
Bu ayetteki soru, hakiki manada gelmemiştir. Yani gerçekten “'Vazgeçiyorsunuz değil mi?” diye sorulmamaktadır. Aksine “vazgeçin/son verin” manasında emir için gelmiştir.
هَلْ, burada قد manasındadır. Soru şeklinde gelmesi teşvik ve ağırdan alanları uyarı manası taşır.
هَلْ, belâğî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâğî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama هَلْ âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, Âşûr)وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُواۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَطِيعُوا | ve ita’at edin |
|
2 | اللَّهَ | Allah’a |
|
3 | وَأَطِيعُوا | ve ita’at edin |
|
4 | الرَّسُولَ | Elçi’ye |
|
5 | وَاحْذَرُوا | ve sakının |
|
6 | فَإِنْ | eğer |
|
7 | تَوَلَّيْتُمْ | dönerseniz |
|
8 | فَاعْلَمُوا | bilin ki |
|
9 | أَنَّمَا | şüphesiz |
|
10 | عَلَىٰ | düşen |
|
11 | رَسُولِنَا | elçimize |
|
12 | الْبَلَاغُ | duyurmaktır |
|
13 | الْمُبِينُ | açıkça |
|
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُواۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَط۪يعُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اَط۪يعُوا الرَّسُولَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. احْذَرُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
تَوَلَّيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ‘nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
عَلٰى رَسُولِنَا car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْبَلَاغُ muahhar mübtedadır. الْمُب۪ينُ kelimesi الْبَلَاغُ ’nun sıfatıdır.
الْمُب۪ينُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَط۪يعُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُواۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
وَ atıf harfidir. Ayet önceki istifham cümlesine atfedilmiştir. Aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ ve وَاحْذَرُواۚ cümleleri, وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ cümlesine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهَ lafzında tecrîd sanatı vardır.
Allah’a itaatten sonra resule itaatin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.
اَط۪يعُوا fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu ayette ikinci “itaat edin” kelimesine gramer açısından ihtiyaç yoktur ama vurgu için her birine ayrı ayrı itaat edin, diye gelmiştir.
احْذَرُواۚ fiilinin mef’ûlu hazf edilerek fiil lâzım menzilesine konulmuştur. Çünkü maksat din meselerinde dikkatli olmaktır. Yani Allah ve Resulünün hor gördüğü şeylerden sakınmaktır. (Âşûr)
Cümle فَ ile وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ ifadesine atfedilmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi تَوَلَّيْتُمْ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُواۚ buyruğu bu haram kılmayı daha bir tekid etmekte, tehdidi ağırlaştırmakta, emre uyma gereğini, yasak kılınan şeyden vazgeçmeyi pekiştirmektedir. (Kurtubî)
Rabıta harfi فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi …فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا عَلٰى şeklinde emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَنَّمَا ile tekid edilmiş cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلٰى رَسُولِنَا mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْبَلَاغُ muahhar mübtedadır.
Kasr, haberle mübteda arasındadır. عَلٰى رَسُولِنَا maksûr, الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
رَسُولِنَا’daki resulün azamet zamirine izafeti, bir yönden bu risaletin tazimini ifade ederken bir yandan da her şeye kadir olan Allah’ın elçisi olması sebebiyle tebliğ sebebini açıklar. (Âşûr)
اَنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ [Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki peygamberimize düşen ancak apaçık bir tebliğdir.] cümlesi, o mükellefiyetler hususunda muhalefet eden ve bunlar hususunda Allah’ın hükmü ile beyanından yüz çeviren kimseler hakkında gelen büyük bir ilâhî tehdit ve ikazdır. (Fahreddin er-Râzî)
فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ ifadesi اَط۪يعُوا ve وَاحْذَرُواۚ ‘dan tefri’dir. تَوَلَّيْ ifadesi burada isyan manasında istiaredir. İsyan; yüz çevirmeye ve günahkârın bulunduğu yerden geri dönmesine benzetilmiştir. Câmi’, bırakma ve ayrılmadır. Aynı şekilde arkayı dönmek manasında da kullanılır. (Âşûr)
Emirler fıkıh usulünde has lafız olarak isimlendirilirler. Fıkıh usulünde lafızlar vaz olunduğu mana bakımından 4 kısımdır: Hâs, âmme, müşterek ve müevvel. Bunların her birinin ayrı hükümleri vardır. Has lafız; ifade ettiği manaya kesin olarak delalet eder.
لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَيْسَ | yoktur |
|
2 | عَلَى | üzerine |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | امَنُوا | inananlar |
|
5 | وَعَمِلُوا | ve yapanlara |
|
6 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
7 | جُنَاحٌ | bir günah |
|
8 | فِيمَا | ötürü |
|
9 | طَعِمُوا | yediklerinden |
|
10 | إِذَا | bundan böyle |
|
11 | مَا | takdirde |
|
12 | اتَّقَوْا | korundukları |
|
13 | وَامَنُوا | ve inandıkları |
|
14 | وَعَمِلُوا | ve yaptıkları |
|
15 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
16 | ثُمَّ | sonra (yine) |
|
17 | اتَّقَوْا | korundukları |
|
18 | وَامَنُوا | ve inandıkları |
|
19 | ثُمَّ | ve yine |
|
20 | اتَّقَوْا | korundukları |
|
21 | وَأَحْسَنُوا | ve iyilik ettikleri |
|
22 | وَاللَّهُ | Allah |
|
23 | يُحِبُّ | sever |
|
24 | الْمُحْسِنِينَ | güzel davrananları |
|
İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara, günahlardan sakındıkları ve imanlarını koruyup iyi işler yapmayı sürdürdükleri, sakınmaya devam edip imanlarına bağlı kaldıkları, hem günahlardan sakınıp hem en iyiyi yapmaya çalıştıkları takdirde daha önce yiyip içtiklerinden ötürü bir günah yoktur. Allah, rızasına uygun davrananları sever.
Diyanet tefsiri
İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “İnananlara ve faydalı iş işleyenlere, -sakınırlar, inanırlar, faydalı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp inanırlar ve sonra isyandan sakınıp iyilik yaparlarsa- daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur…” (Maide 93) ayeti indiği zaman Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana dedi ki: “Bana senin onlardan olduğun söylendi.”
Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 109, (2459). Tirmizi, Tefsir, Maide, (3056).
Yine Müslim’in bir başka rivayetinde Bera (radıyallahu anh) şunu anlatıyor: “Şarap haram edilmezden önce, Ashab (radıyallahu anhüm)’tan bazıları vefat etmişti. Şarap haram edilince birçok kimse: “Arkadaşlarımız şarap içerek öldüler, onların hali ne olacak?” dediler. Bunun üzerine ayet indi: “İnananlara, ve faydalı iş yapanlara… daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur” (Maide 93) ayeti indi.”
Tirmizi, Tefsir Maide, (3054).
لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا
لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
عَلَى الَّذ۪ينَ car mecruru لَیۡسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
جُنَاحٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismidir.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, ف۪ي harf-i ceriyle birlikte جُنَاحٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası طَعِمُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
طَعِمُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا mukadder cevaba müteallıktır. Takdiri; إذا ما اتقوا لا يأثمون (korkarlarsa günah işlemezler) şeklindedir.
مَا zaiddir. اتَّقَوْا elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
اتَّقَوْا elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ثُمَّ اتَّقَوْا cümlesinin tekrarı lafzî tekiddir. اَحْسَنُوا fiili atıf harfi وَ ’la اتَّقَوْا fiiline matuftur.
وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. Mübtedanın haberi olan يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ cümlesi mahallen merfûdur.
یُحِبُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْمُحْسِن۪ين mef’ûlun bih olup nasb alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُحْسِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir. Sülâsîsi حسن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا
İstînâfiyye olan cümle fasılla gelmiştir.
لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَيْسَ , عَلَى الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. جُنَاحٌ muahhar ismidir.
جُنَاحٌ ‘daki tenvin, ‘hiçbir’ manasında kıllet ifade eder. Çünkü olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki …عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, sılaya matuftur.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl جُنَاحٌ , مَا ’a müteallıktır. Sılası mazi fiil sıygasıyla gelmiştir.
Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlü muhatabı uyarmak ve hatadan kurtarmak için gelmiştir.
طَعِمُٓوا fiili hem yenecek hem içilecek şeyler için kullanılır. Tadına bakmak hoşlanmak anlamlarına gelir.
اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ
Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müstakbel zaman zarfı ve şart manalı اِذَا, şart cümlesi اتَّقَوْا ’a muzâf olmuştur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Zaid مَا, cümleyi tekid etmiştir.
Aynı üsluptaki وَاٰمَنُوا ve وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümleleri اتَّقَوْا cümlesine وَ ’la atfedilmiştir.
İkinci اتَّقَوْا cümlesi عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesine, üçüncüsü ise ikinci اٰمَنُوا cümlesine ثُمَّ ile atfedilmiştir.
اتَّقَوْا emredilene uymak ve nehyedilenden kaçınmak demektir. Bu sebepten وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ‘ın اتَّقَوْا ‘ya atfedilmesi hususun âmma atfı babındandır. İhtimam içindir. İmanın takvaya atfı ise imanın takvanın aslı olduğuna işaret için itirazdır.
ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا cümlesi ise اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi için lafzî tekiddir. Takvadaki ziyadeliği ve imanın etkisine ima için rütbe-i terahiye delalet eden ثُمَّ harfi ile ilişki kuruldu. (Âşûr)
اَحْسَنُوا cümlesi ve ikinci اٰمَنُوا cümlesi makabline matuftur.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذَا ’nın müteallakı olan cevap cümlesi mahzuftur. Takdiri; لا يأثمون (günah işlemezler) dir.
Cümledeki fiillerin hepsi mazi sıygada gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)
Yani müminler haramlardan sakındıkları sürece tattıkları hiçbir mübah şeyden dolayı sorumlu olmayacaklardır. Buna göre “evet, sakınıp iman ettikleri, evet, sakınıp ihsan üzere hareket ettikleri takdirde” ifadesi onların bu özellikleri taşıdığı anlamında olup takva ve iman üzere, yine takva ve ihsan üzere oldukları konusunda onları övmüş methetmiş olmaktadır. (Keşşâf)
عَمِلُوا - الصَّالِحَاتِ - ثُمَّ - اتَّقَوْا - اٰمَنُو kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَحْسَنُوا kelimesinde irsâd vardır.
اِذَا müstakbel zaman zarfıdır. Mecazen mazinin başına gelmiştir. Öncesinin delaleti sebebiyle cevabı mahzuftur.
Bu ayette üç kere takvalı olmak, üç kere iman etmek, iki kere salih iş yapmak ve bir kere de daha iyi yapmak geçmiştir. Demek ki bunlar birbirleriyle çok yakından ilişkilidir. İman eden kişi salih amel yapmıyorsa o imanın bir faydası yoktur. Salih amel de iman olmazsa hiçbir şeye yaramaz.
Burada takvanın mertebeleri olduğunu görüyoruz, belki burada takvanın üç mertebesi anlatılıyor. Başlangıç, gelişme ve en üst mertebe. ثُمَّ hem zaman hem de mertebe açısından terahi ifade eder. Zaman ve mertebe olarak daha bir üst aşamayı ifade eder. İman edip salih amel işledikçe demek ki takvamız da artıyor.
Takva fiilinin üç kere tekrar edilmesi zaman ve ahvalin değişmesiyle takvanın ve imanın farklılaştığına işaret eder. Birçok şekilde yorumlanmıştır.
1. İnsanın kendisiyle nefsi,
2. İnsanın kendisiyle başkaları,
3. İnsanın kendisiyle Allah arasındaki hal ile alakalıdır.
Diğer bir yorum da şöyledir:
1. Mebde (Başlangıç)
2. Vasat (Orta)
3. Müntehâ (Son) demektir. (Ebüssuûd)
وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberi muzari fiil olan bu son cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır. Tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlin tekrarı, teşvik telezzüz ve teberrük içindir. Muktezâ-i zâhirin hilafına olan bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمُحْسِن۪ينَ۟ ‘nin ال ile marifeliği cins için olup istiğrak anlamındadır. (Âşûr)
وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟ [Allah muhsinleri sever.] lâzım; “Onlara destek verir, kafirlere karşı zafer verir.” anlamı ise melzûmdur.
حُسْنَ ve الْمُحْسِن۪ينَ۟ arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri tnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّٰهُ بِشَيْءٍ مِنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُٓ اَيْد۪يكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَيَبْلُوَنَّكُمُ | sizi dener |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | بِشَيْءٍ | bir kısım |
|
7 | مِنَ |
|
|
8 | الصَّيْدِ | av’la |
|
9 | تَنَالُهُ | erişeceği |
|
10 | أَيْدِيكُمْ | ellerinizin |
|
11 | وَرِمَاحُكُمْ | ve mızraklarınızın |
|
12 | لِيَعْلَمَ | bilmek için |
|
13 | اللَّهُ | Allah |
|
14 | مَنْ | kimin |
|
15 | يَخَافُهُ | kendisiden korktuğunu |
|
16 | بِالْغَيْبِ | gizlide |
|
17 | فَمَنِ | kim ki |
|
18 | اعْتَدَىٰ | saldırıda bulunursa |
|
19 | بَعْدَ | sonra |
|
20 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
21 | فَلَهُ | onun için vardır |
|
22 | عَذَابٌ | bir azab |
|
23 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
Âyetin nüzûl sebebi olarak zikredilen olay şudur: Resûlullah umre yolculuğu yaparken, beraberindekilerle Ten‘îm denen yere vardıklarında müslümanların etrafında irili ufaklı çeşitli av hayvanları peyda oluvermişti. Bunlar kendilerine öylesine yakın ve bol idi ki mızraklarını dürtseler yetişebilecekler, hatta isteseler elleriyle tutabileceklerdi. Fakat ihramlı oldukları için onları avlamaları yasaktı (İbn Kesîr, III, 181). Dolayısıyla önlerine gelmiş bu hazır dünya nimeti karşısında nefislerine hâkim olmakta zorlanıyorlardı. Çünkü av hayvanının eti, özellikle yolculuk şartlarında daha cazip hale gelen leziz bir yiyecektir. Âyet, görmedikleri halde insan idrakinin ötesinde bir varlık olan Allah’a iman edip O’nun buyruklarına yürekten teslim olanları ortaya çıkarmak üzere ilâhî bir sınav düzenlendiğini haber veriyordu. Önceki âyetlerde yer alan içki ve kumar yasağı gibi hükümlerde de esasen bir sınama amacı vardır; fakat yarar ve zararı akılla kavranabilen bu tür hükümlerde insanın o konudaki buyruğa uygun davranması sırf yarar-zarar anlayışına dayalı olabilir. Bu takdirde ortaya konan davranış Allah’ın isteğine mutlak teslimiyetten değil insanın kendi değerlendirmesine duyduğu saygıdan kaynaklanmış olur ve nefse hizmet anlamı taşır. Dindeki buyruk ve yasakların çoğunda yararının ve zararının akılla kavranabilmesi özelliği bulunmakla beraber, ayrıca dünyevî amaçlarla karışma ihtimalinden arındırılmış bir kısım dinî hükümlerle kişinin kendi dindarlığını test etmesine imkân tanınmış, sırf Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılabilecek ve (gösteriş yoluyla menfaat elde etme gibi durumlar bir yana) başka amaçla yapıldığında izah edilebilir bir anlam taşımayacak davranışlarla yükümlü kılınmıştır. İnsanın, aklına yatması için açık bir gerekçe bulamasa bile, sadece “Allah’a, O’nun birliğine ve kudretine öylesine inandım ki benim kurtuluşum O’nun hoşnutluğunu kazanmaktan, bu da O’ndan gelen her buyruğa yürekten teslim olmaktan geçer” anlayışıyla yerine getireceği hükümlere “taabbüdî hükümler” adı verilir. Bunların bu özelliği gerçekte hiçbir faydasının olmadığını değil, aksine kapsamlı ve sınırsız faydalarının bulunduğunu gösterir. Fakat Allah’a nisbetle “kapsamlı” ve “sınırsız” kelimeleri de kısır kalacağından, bu tür hükümleri fayda fikrinden tamamıyla soyutlanmış bir kulluk bilinci içinde yerine getirip Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmak en uygun yoldur. İhramlı kişi için söz konusu olan yasakların da bu tür taabbüdî hükümlerden olduğunu öğreten âyet bir taraftan da bunun eğitimini vermektedir. Çünkü teorik olarak bir kurala uyma gereğini kabul ve ifade etme her zaman onun iyi biçimde uygulanacağını göstermez. İmkân ele geçtiği halde buna karşı nefsi frenlemek elde bulunmayan bir imkândan vazgeçmekten daha zordur. Zaten mahrumiyetler içinde olan bir kimsenin ibadet gereği açlığa katlanmasıyla önünde mükemmel bir sofra bulunduğu halde ibadet amacıyla açlığa karşı direnen kimse aynı durumda değildir. Yüce Allah ihram yasaklarının uygulanması konusunda ilk müslümanları böyle bir sınava tâbi tutarak onların bu konuda da iyi bir örnek sergilemelerini istemiş, diğer müslümanlar da bu tür hükümlerde aynı anlayışı ve tavrı korumaya çağırılmışlardır (âyetin bu bakış açısına göre anlaşılması gerektiği konusunda bk. Elmalılı, III, 1808-1812). Tabii ki bu tarz izahları, genel olarak taabbüdî hükümlerin, özel olarak da ihram ve ihram yasaklarının hikmetleri ve faydaları üzerinde düşünmenin doğru olmayacağı şeklinde anlamamak gerekir. Burada asıl olan, ibadet görevini fayda şartına bağlamamak, ibadeti ne getirip ne götürdüğünü hesap ederek yapmamaktır. Esasen, ünlü düşünür-âlim Râgıb el-İsfahânî’nin ifadesiyle, “Kişi iyi bir fiili, dünyevî bir menfaat elde etmeyi veya bir zarardan kurtulmayı amaçladığı için yapmamalıdır; aksi halde bu fiili yaparken bir tüccar gibi davranmış olur. Hatta bazı muhakkıklara göre iyi bir fiili uhrevî bir menfaat elde etme gayesiyle dahi yapmamak gerekir” (ez-Zerî‘a ilâ mekârimi’ş-şerî‘a, s. 126).
Allah Teâlâ’nın İsrâiloğulları’nı cumartesi günü denizde avlanma yasağıyla denemesiyle (bk. Bakara 2/65-66) müslümanları ihramda iken kara avı yapma yasağıyla denemesi arasında benzerlik kurulabilir (Ateş, III, 63).
Bazı bilginlere göre burada söz konusu olan sınama, –Harem bölgesinde oldukları için– ihramda olanları da olmayanları da kapsayan bir imtihandır (bk. İbn Âşûr, VII, 38).
Âyetin “Allah, görmedikleri halde kendisinden korkanları ortaya çıkarmak için” şeklinde çevirilen kısmı lafzî bir tercüme ile “Allah’ın gayb yoluyla kendisinden korkanları bilmesi için” şeklinde çevirilmesi mümkündür. Fakat bu fiil Allah’a nisbet edildiğinde, genellikle, Allah’ın ezelî ilmi ile zaten bildiği hususların bilfiil gerçekleşmesi anlaşılır. Bu sebeple meâlinde “ortaya çıkarmak için” ifadesi tercih edilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 342-344
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّٰهُ بِشَيْءٍ مِنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُٓ اَيْد۪يكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Nidanın cevabı لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّٰهُ ’dır.
لَ mahzuf kasemin başına gelen rabıta veya fasihadır. يَبْلُوَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. يَبْلُوَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
بِشَيْءٍ car mecruru يَبْلُوَنَّكُمُ fiiline müteallıktır. مِنَ الصَّيْدِ car mecruru شَيْءٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
تَنَالُهُٓ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُٓ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَيْد۪يكُمْ fail olup ی üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رِمَاحُكُمْ kelimesi اَيْد۪يكُمْ ’e matuftur.
لِ harfi, يَعْلَمَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يَبْلُوَنَّكُمُ fiiline müteallıktır.
يَعْلَمَ mansub muzari fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَخَافُهُ بِالْغَيْبِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَخَافُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
Muttasıl zamir هُٓ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِالْغَيْبِ car mecruru يَخَافُ fiilinin faili veya mef’ûlunun mahzuf haline müteallıktır.
فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
فَ atıf harfidir. مَنِ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
اعْتَدٰى şart fiili olup mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
بَعْدَ zaman zarfı, اعْتَدٰى fiiline müteallıktır. ذٰ işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübtedadır. أَلِیمࣱ ise عَذَابٌ ’un sıfatıdır.
اعْتَدٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi عدو’dir. İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّٰهُ بِشَيْءٍ مِنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُٓ اَيْد۪يكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münada olan اَيُّ ’dan bedel veya sıfattır.
اَيُّهَا ’daki هَا tenbih harfidir, dikkat çeker. يَٓا nida harfidir. الَّذ۪ينَ ism-i mevsûldur, kendinden sonra gelen konuya dikkat çeker. Ayrıca muhatap tarafından bilinen kişiler için kullanılır. Demek ki çevrede imanları ile bilinen bir grup vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır.
İman kelimesi fiil olarak اٰمَنُوا şeklinde gelmiştir. Bu imanınızın kıymetini bilin, bu iman üzere devam edin, imanınızı koruyun demektir. İsim olarak gelip مؤْمِنُونَ buyurulsaydı, bu manalar anlaşılmazdı.
Bu hitap; Allah’ın müminlere yönelerek “Ey müminler!” diye seslenmesi, onlara bu iman sahibinin, Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî)
Ey iman edenler nidasıyla başlayan bu ayet ve sonraki ayet hac yasaklarından bahsetmektedir.
…لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّٰهُ بِشَيْءٍ مِنَ cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip nidanın cevabıdır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi, muhatapları ikaz ve kalplere korku salmak amacına matuftur.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَيَبْلُوَنَّكُمُ ifadesindeki “kasem lâm’ı”, av hayvanlarının, bu kadar yaklaşmalarının, onlardan kaçmamalarının sınama için olduğu gerçeğini vurgulamak ve tekid içindir; sınama yapılacak şeyin önceden vukuunu tespit için değildir.
بِشَيْءٍ kelimesinin nekre olarak zikredilmesi, avları küçümsemek içindir. Bu sınama, vaktiyle Eyke halkının deniz avı ile sınanmaları kabilindendir. Gaye, bu gibi küçük sınamalarda sebat göstermeyenin, şiddetli mihnetlerde nasıl sebat gösterebileceği üzerinde düşündürmektir. (Ebüssuûd, Keşşâf)
Müspet muzari fiil sıygasında gelen تَنَالُهُٓ اَيْد۪يكُمْ وَرِمَاحُكُمْ cümlesi, مِنَ الصَّيْدِ için hal konumundadır. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.
تَنَالُهُٓ fiili muzari olarak gelerek olayı gözümüzün önünde canlandırmıştır.
لِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ cümlesindeki لِ ta’lîl bildiren cer harfidir. Akabindeki cümle gizli ان ’le nasb olarak masdar tevilinde, لَيَبْلُوَنَّكُمُ fiiline müteallıktır.
Zamir makamında zahir olarak Allah isminin zikredilmesi mehabeti arttırmak içindir. (Ebüssuûd)
Müşterek ism-i mevsûl يَعْلَمَ ,مَنْ fiilinin mef’ûlü olarak mansub mahaldedir. Sılası olan يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ cümlesi, faide-i haber ibatidaî kelamdır.
لِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ ifadesi, mecazî bir ifadedir. Çünkü, Allah Teâlâ her zaman alimdir. Alimler bu ifadenin ne manaya geldiği hususunda ihtilaf etmişlerdir: Bunun, “Size, bilmek isteyen kimsenin muamelesi gibi muamele eder.” manasına geldiği ileri sürüldüğü gibi bunun, “malum olan şeyi ortaya koymak için” manasına geldiği de ileri sürülmüştür. Bu malum olan şey de korkan kimsenin korkusudur. Bu ifadeden, muzâfın hazfedildiği ve takdirinin, “Allah'ın dostları, gaybta O’ndan korkanları bilmek için bilmesi için…” şeklinde olduğu da ileri sürülmüştür.
(Fahreddin er-Râzî)
“Allah’ın gaybda kendisinden korkanın kim olduğunu bilmesi için” cümlesi, aslında bize göstermek için bizi imtihan etmesidir. Allah zaten bilir. Ya da burada bir muzâf mahzuftur. Yani Allah bunu, dostlarını bilmek için yapar.
فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Atıfla gelen bu cümle, nidanın cevabına matuftur. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنِ mübtedadır.
Farklı grupları bildiren مَنِ ‘ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
ٱعۡتَدَىٰ şart cümlesi, فَلَهُۥعَذَابٌ أَلِیمࣱ cümlesi ise فَ harfinin karînesiyle cevap cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Muahhar mübteda olan عَذَابٌ kelimesi أَلِیم olmakla vasıflanmıştır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu sınırlar ve yasaklara işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Burada azabın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder.
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ ’un nekre gelişi, tarifi mümkün olmayan bir nev olduğuna işaret eder.
أَلِمَ kökünden gelen elem, acı, ağrı; اَل۪يمٌۙ ise acı çektiren, elem veren demektir. Eğer burada elim acı duyan anlamına alınırsa, bu azabın değil, fakat azap edilenin sıfatı olur. O takdirde ifadede mübalağa (manayı tekid) vardır. (Ebüssuûd) عَذَابٌ - أَلِیمࣱ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَقْتُلُوا | öldürmeyin |
|
6 | الصَّيْدَ | av |
|
7 | وَأَنْتُمْ | ve siz |
|
8 | حُرُمٌ | ihramlı (iken) |
|
9 | وَمَنْ | ve kim |
|
10 | قَتَلَهُ | onu öldürürse |
|
11 | مِنْكُمْ | sizden |
|
12 | مُتَعَمِّدًا | kasden |
|
13 | فَجَزَاءٌ | cezası vardır |
|
14 | مِثْلُ | dengi olan |
|
15 | مَا |
|
|
16 | قَتَلَ | öldürdüğü |
|
17 | مِنَ | -dan |
|
18 | النَّعَمِ | hayvan- |
|
19 | يَحْكُمُ | karar vereceği |
|
20 | بِهِ | ona |
|
21 | ذَوَا | iki kişinin |
|
22 | عَدْلٍ | adil |
|
23 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
24 | هَدْيًا | bir kurban |
|
25 | بَالِغَ | varacak |
|
26 | الْكَعْبَةِ | Ka’be’ye |
|
27 | أَوْ | yahut |
|
28 | كَفَّارَةٌ | keffareti |
|
29 | طَعَامُ | yedirme |
|
30 | مَسَاكِينَ | yoksullara |
|
31 | أَوْ | ya da |
|
32 | عَدْلُ | denk |
|
33 | ذَٰلِكَ | buna |
|
34 | صِيَامًا | oruçtur |
|
35 | لِيَذُوقَ | tatması için |
|
36 | وَبَالَ | vebalini |
|
37 | أَمْرِهِ | yaptığı işin |
|
38 | عَفَا | affetmiştir |
|
39 | اللَّهُ | Allah |
|
40 | عَمَّا | olanı |
|
41 | سَلَفَ | geçmişte |
|
42 | وَمَنْ | ve kim |
|
43 | عَادَ | düşmanlık ederse |
|
44 | فَيَنْتَقِمُ | öc alır |
|
45 | اللَّهُ | Allah |
|
46 | مِنْهُ | ondan |
|
47 | وَاللَّهُ | Allah |
|
48 | عَزِيزٌ | daima galiptir |
|
49 | ذُو | sahibidir |
|
50 | انْتِقَامٍ | intikam |
|
Bu âyetler, özellikle Hz. Peygamber’in uygulamaları ışığında yorumlanarak, ihramlı veya ihramsız olsun, Harem bölgesinde bulunan kişi ile Harem bölgesinin çevresinde (Hil bölgesi) ihramlı olarak bulunan kişinin yabani kara hayvanı avlamasının yasak olduğu sonucuna varılmıştır. Hanefî ve Mâlikîler’e göre eti yenmeyen hayvanlar da bu yasağın kapsamındadır. Burada Harem’den maksat, Mekke şehrinin çevresi olup belirli sınırları olan bir alandır ve kendine özgü dinî hükümleri vardır. 95. âyette bu yasağa rağmen avlananların avladıkları hayvanın dengini Kâbe’ye (ki bu, İslâm bilginlerince Harem bölgesi olarak anlaşılmıştır) ulaştırıp fakirlere dağıtılmasını sağlamaları gerektiği bildirilmiştir. Hanefîler’e göre bu hayvanın eti Harem bölgesi dışında tasadduk edilebileceği gibi, hayvan kesmeden kıymeti de yoksullara dağıtılabilir. Bu denkliği iki âdil kişi takdir eder. Ancak âyette “…yahut yoksulları doyurarak veya ona denk olacak kadar oruç tutarak bir kefâret öder” buyurulmak suretiyle mükellefe iki seçenek daha tanınmıştır. İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre yükümlü, bu üç seçenekten dilediğini seçebilir. Yoksulları doyurma ve oruç tutma konularındaki miktar da yukarıda işaret edilen denkliğe göre olacaktır. Bunlardan oruçla ilgili ölçü, bir günlük doyurma ödevine karşılık bir gün oruç tutma şeklindedir (bir günlük doyurma vecîbesinin miktarı için 89. âyetin tefsirinde yemin kefâreti hakkında yapılan açıklamaya bk.). 96. âyette ise su hayvanlarının ihramlı iken de avlanabileceği bildirilmiştir. Âyette geçen bahr kelimesi Arapça’da “deniz” anlamına geldiği gibi ister tatlı, ister tuzlu su ihtiva etsin akarsuları ve büyük su birikintilerini ifade etmek üzere de kullanılır. Müfessirler, burada kelimenin bu geniş anlamıyla kullanılmış olduğu kanaatindedirler. Bu sebeple meâlinde “deniz avı” yerine “sularda avlanma” denmiştir. Âyetin “ve onu yemek” şeklinde tercüme edilen “ve taâmuhû” kısmı, “ve onun (suların) yiyecekleri” şeklinde de anlaşılmıştır. Avlanma ile birlikte yemeden veya yiyecekten ayrıca söz edilmesi daha çok şöyle açıklanır: Beslenme dışındaki amaçlarla da avlanılabileceğinden su ürünlerinden ihramlı iken gıda maddesi olarak yararlanılabileceği özel olarak belirtilmiştir. Bazı müfessirler ise âyetteki sayd kelimesini taze, taâm kelimesini tuzlayıp kurutma vb. yollarla muhafaza altına alınmış su ürünü olarak açıklamışlardır. Bu âyet ve başka deliller ışığında Hanefîler deniz ürünlerinden sadece balık türlerinin, diğer üç mezhebin fakihleri ise sadece suda yaşayan her türlü hayvanın yenebileceği sonucuna ulaşmışlardır. Benzer bir görüş ayrılığı bu hayvanın kendiliğinden ölmüş olup olmamasıyla ilgilidir: Hanefîler’e göre yenmesinin helâl olması için kendiliğinden ölüp su yüzüne çıkmış olmamalıdır, diğerlerine göre bu tür su hayvanları da yenebilir (bk. Kurtubî, VI, 302-324; Râzî, XII, 87-99; ihram hakkında bk. Mâide 5/1-2; Kâbe’nin inşa edilmesi, İslâm’daki yeri ve önemi hakkında bk. Bakara 2/125-127 ve Âl-i İmrân 3/96-97; “haram ay”la “boyunları bağsız ve bağlı kurbanlıklar” diye tercüme edilen “hedy” ve “kalâid” hakkında bk. Mâide 5/1-2).
Diyanet Tefsiri
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ ’dır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْتُلُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّيْدَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. حُرُمٌ haber olup lafzen merfûdur.
وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. قَتَلَهُ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْكُمْ car mecruru قَتَلَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. مُتَعَمِّدًا kelimesi قَتَلَ ’deki failin ikinci hali olup fetha ile mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. جَزَٓاءٌ muahhar mübtedadır. Haberi mahzuftur. Takdiri; فعليه جزاء şeklindedir.
مِثْلُ kelimesi جَزَٓاءٌ ’un sıfatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَتَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنَ النَّعَمِ car mecruru, mahzuf mef’ûlun mahzuf haline mütealıktır. Takdiri; ما قتله من النعم (Öldürdüğü hayvanın dengi) şeklindedir.
يَحْكُمُ cümlesi جَزَٓاءٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur. يَحْكُمُ merfû muzari fiildir. بِه۪ car mecruru يَحْكُمُ fiiline müteallıktır. ذَوَا fail olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti eliftir.
عَدْلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْكُمْ car mecruru ذَوَا ‘nın mahzuf sıfatına müteallıktır.
هَدْيًا kelimesi بِه۪ ‘deki zamirin hali olup fetha ile mansubtur. بَالِغَ kelimesi هَدْيًا ’in sıfatıdır. الْكَعْبَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. كَفَّارَةٌ kelimesi جَزَٓاءٌ ’e matuftur.
طَعَامُ kelimesi كَفَّارَةٌ ’un atfı beyanıdır. مَسَاك۪ينَ muzâfun ileyh olup müntehel cumû’ sıygasında olan isimlerden olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
اَوْ atıf harfidir. عَدْلُ kelimesi كَفَّارَةٌ ’e veya جَزَٓاءٌ ’e matuftur.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur muzâfun ileyhtir. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
صِيَامًا temyiz olup fetha ile mansubtur.
لِ harfi, يَذُوقَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَزَٓاءٌ veya طَعَامُ veya صِيَامًا’e müteallıktır.
يَذُوقَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَبَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اَمْرِه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُتَعَمِّدًا sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
بَالِغَ kelimesi sülâsî mücerred olan بلغ fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ
Fiil cümlesidir. عَفَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu عن harf-i ceriyle birlikte عَفَا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası سَلَفَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
سَلَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
عَادَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
يَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُ cümlesi, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri; هو ينتقم الله منه (Allah ondan intikam alır.) şeklindedir.
يَنْتَقِمُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. مِنْهُ car mecruru يَنْتَقِمُ fiiline müteallıktır.
يَنْتَقِمُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi نقم ‘dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
عَز۪يزٌ haber olup lafzen merfûdur.
İkinci haber ذُو , harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti و ’dır. انْتِقَامٍ kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
انْتِقَامٍ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının masdarıdır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu nida, suredeki 9. يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] nidasıdır.
Nidanın cevabı olan لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, münadadan sıfat veya bedeldir. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek ve iman edenlere tazim içindir. Sılası ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ cümlesi لَا تَقْتُلُوا fiilinin failinden haldir. Hal, ıtnâb babındandır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabı ile Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. “Ey iman edenler!” ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar!” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke’de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara “Ey müminler!’ diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî)
Muhatapların iman ile vasıflandırılmaları, onların düşmanlarından farklı olduğunu göstermek suretiyle hallerini kendilerine hatırlatmak ve onda sebatlarını sağlamak içindir. (Ebüssuûd)
الصَّيْدَ kelimesindeki elif-lâm, ahd-i ilmîdir. Kara hayvanları kastedilmiştir.
Özellikle daha önce geçen Maide Suresi’nin 1. ayeti malum iken burada öldürmeme nehyinin sarahatle zikredilmesi, hürmeti pekiştirmek ve ondan sonra gelen hükmü ona bağlamak içindir. (Ebüssuûd)
Bu hayvanlardan maksat -öldürülmeleri yasak olmayan zararlı hayvanlar dışındaki- tüm kara hayvanlarıdır; etlerinin yenilip yenilmemesi, durumu değiştirmez. Akrep, yılan, karga, fare ve yırtıcı köpek gibi zararlı hayvanlar ise harem bölgesinin içinde de dışında da öldürülebilir. Şu halde harem bölgesinin içinde veya dışında olsun, silahla veya av köpekleriyle olsun, ihramlının av hayvanlarını öldürmesi kesinlikle yasaktır. İhramlı olmayan kimse ise sadece harem bölgesinin dışında avlanabilir. (Ruhu’l Beyan)
حُرُمٌ “ihramlılar” demektir ve haramın çoğuludur. Taammüdden maksat, ihramlı olduğunu ve öldürdüğü şeyin öldürmesinin haram olduğunu bile bile av hayvanını öldürmesidir. (Keşşâf)
وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ
Nidanın cevabına matuf olan bu cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. قَتَلَهُ şart fiilidir. Cevap cümlesi فَ karînesiyle gelmiştir.
Mübteda olan مَنْ ’in haberi olan cevap cümlesinde îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. جَزَٓاءٌ, mahzuf mukaddem haberin, muahhar mübtedasıdır. Takdiri, فعليه جزاء (Ona ceza gerekir.) şeklindedir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidai kelamdır. Bu terkibin مَنْ ’in haberi olmasına da cevaz vardır.
لَا تَقْتُلُوا - قَتَلَ fiilleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu ayetin iki yerinde ذپح (boğazlama) değil de قتل (öldürme) ifadesinin
kullanılması, hayvanın, ölü veya leş hükmünde olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Müşterek ism-i mevsûl فَجَزَٓاءٌ ,مَا için sıfat olan مِثْلُ ’nun muzâfun ileyhi konumundadır. Sılası قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ cümlesi, mazi fiil sıygasıyla gelmiştir.
Muzari fiil sıygasında gelen …يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا cümlesi, جَزَٓاءٌ için sıfattır.
هَدْيًا; Kâbe’ye hediye olmak üzere kesilen kurban demektir. Kelimedeki tenvin tazim ifade eder.
Kurbanın Kâbe’ye ulaşmasının manası, onun Harem’de kesilmesidir. Binaenaleyh öldürülen avın misli, şayet diri olarak fakirlere verilirse bu caiz olmaz. Aksine o kimseye bunu, Harem-i Şerif’te kesmesi vâcip olur. (Fahreddin er-Râzî)
كَفَّارَةٌ muhayyerlik ifade eden اَوْ harfiyle جَزَٓاءٌ ’a atfedilmiştir. طَعَامُ مَسَاك۪ينَ izafeti كَفَّارَةٌ ‘dan atf-ı beyandır.
اَوْ atıf harfiyle كَفَّارَةٌ ’a atfedilen ذٰلِكَ ,عَدْلُ’ye muzâf olmuştur. صِيَامًا temyiz olarak mansubtur. Temyiz ıtnâb babındandır.
İhramlı iken taammüden av öldüren kimseye uygulanacak misli ceza; ya öldürülen avın davardan benzerini kurban etmek ya yoksulları doyurmak ya da o yoksul sayısı kadar gün oruç tutmaktır. (Ebüssuûd)
لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ cümlesindeki لِ ta’lîl bildiren cer harfidir. Akabindeki cümle gizli ان ’le nasb olarak masdar teviliyle جَزَٓاءٌ veya طَعَامُ ya da صِيَامًا ‘e müteallıktır.
لِيَذُوقَ وَبَالَ [vebali tatmak için] ifadesinde istiare vardır. Vebal arzu edilen bir yiyeceğe benzetilmiştir.
وَبَالَ kelimesi Arapça’da, kendisinde bir ağırlık ve hoşlanılmayan bir durum bulunan şeyi ifade etmektedir. Allah Teâlâ, bunu bir “vebal” diye ifade etmiştir. Çünkü O, bu kimseyi üç şey arasında muhayyer bırakmıştır. Bunlardan ikisi, malın noksanlaştırılmasını icab ettirir ki bu, insanın tabiatına ağırdır. Bu iki ceza ya o hayvanın mislini ödemek ya da fakirleri doyurmaktır. Üçüncüsü ise insanın bedenine eziyet vermeyi gerektirir. Bu, oruç tutmaktır. Yine bu da insanın tabiatına ağır gelir. Buna göre, bu ifadenin manası, “Allah Teâlâ, avı öldüren kimseye, Harem-i Şerifte ve ihramlı iken av öldürmeden sakınsın diye, insanın tabiatına hepsi de ağır gelen bu üç şeyden birisini yapmayı vâcip kılmıştır.” şeklindedir.
(Fahreddin er-Râzî)
Zevk, kederi hissetmek manasında müstear bir lafızdır. Bu his, hoşa gitmeyen bir yemeği tatmaya benzetilmiştir. Sanki onu gördükleri zaman süratle elemini idrak ederler. Bu nedenle ıtlak alakasıyla mecaz-ı mürsel değildir. Çünkü böyle bir alakayı var sayacak illet yoktur. Keder mutlak bir idrakle ortaya çıkar. Bu kullanım onların sözlerinden anlaşılır. Bu kelimenin acı ve lezzetlerin hissedilmesinde kullanımı meşhurdur. ذُقْ إنَّكَ أنْتَ العَزِيزُ الكَرِيمُ şeklindeki Duhâ/49 ve لا يَذُوقُونَ فِيها المَوْتَ Duhâ/56 ayetleri bu kullanımın örnekleridir. (Âşûr)
عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve teşvik amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl, عَفَا fiiline müteallıktır. Sılası سَلَفَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَ atıftır. Cümle, …عَفَا اللّٰهُ cümlesine matuftur. İki cümle arasında haberî olmak bakımından ittifak vardır.
Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede مَنْ şart ismi, mübtedadır. عَادَ şart fiili, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi فَ karînesiyle gelmiş muzari fiil cümlesidir. مَنْ ’in haberine dahil olan bu cümlede, müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması ve zamir makamında açık isim gelerek Allah isminin tekrarlanması kalplere korku salmak ve emre itaati artırmak içindir.
نقمٍ fiilinin Türkçede intikam manası meşhur olsa da Arapça olarak ‘öç almak, cezalandırmak, bir şeyi kerih görüp ayıplamak, yadırgamak ve bir şeyi çabuk yemek’ manaları da vardır.
وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil son cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذُو انْتِقَامٍ ikinci haberdir.
Zamir yerine zahir lafza-i celâle iltifat edilerek ıtnâb yapılmıştır. İşin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için, izmardan izhara dönülmüş ve Allah lafzı açık isim olarak getirilmiştir. Bu tekrarda ayrıca tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ذَوَا - ذُو ,انْتِقَامٍ - يَنْتَقِمُ , قَتَلَ - تَقْتُلُوا kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ [Allah Azîz’dir] yani öyle bir hükümranlığa sahiptir ki istediği kişiye istediği gibi azap etmekte O’na kimse karşı koyamaz. Şöyle de denilmiştir: Allah Azîz’dir yani herkese galiptir, hiç kimse O’na mani olamaz. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsir)
ذُو انْتِقَامٍ yani o öyle şiddetli bir şekilde cezalandırır ki hiçbir cezalandırıcı böylesine kādir değildir. (Keşşâf)
انْتِقَامٍ kelimesi, نَقِمَ kökünden olup öç, kin, hınç, garez, ceza; felaket, afet, gazap anlamına gelir. İntikam almak, cezalandırmak, hıncını çıkarmak, öcünü almak demektir. (Ebüssuûd)
انْتِقَامٍ kelimesi Kur’an-ı Kerim’de hiç tek başına Allah’ın sıfatı olarak gelmemiş olup isim tamlaması veya fiil-fail kalıbında gelmiştir.
Bu tabirde sahiplik ifadesi olan ذُو gelmesi, bu intikamla kulların maslahatını ikame etmeyi dilediğine, tabiatten veya kinden kaynaklanan bir intikam olmadığına işaret eder. Bu cümlenin öncesine atfı; azabın şiddetini açıklamak içindir. (Âşûr)
Allah Teâlâ’nın ذُو انْتِقَامٍ isminin Azîz ismi ile birlikte geçmesi günah işleyenleri cezalandırmaya kādir olduğunu, bundan aciz olmadığını beyan içindir. Onun intikamı kişinin yaptığı suça cezasını vermektir. Allah intikam almak gibi duygularla vasıflanmaktan münezzehtir.
Allah’ın intikam sahibi olması tabirinde lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Yani Allah Teâlâ’nın intikam alması tabiriyle yapılan suçun cezasını verdiği etkili bir şekilde anlatılmak istenmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
عَز۪يزٌ ve عَذَابٌ kelimeleri عَ harfi ile başlar, ذ ve ز harflerinin de mahreçleri birbirine yakındır. Aralarında cinas vardır. Aziz kelimesinin üç anlamı vardır: Çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yoktur. (İmam Gazali) Su da böyledir. Onun için su gibi aziz ol, denir.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Kur’an-ı Kerim’le düzenli ve disiplinli daha çok vakit geçirdiğim bu son yıllar içerisinde, Allah’ın kelamına olan hayranlığım arttı. Kur’an-ı Kerim’le tanışanlardan, okuyanlardan ve iman edenlerden olmayı nasip eden Rabbime hamd ettim. Böyle bir mucize karşısında karanlıkta kalmak, hakkı görmemek, iman etmemek nasıl bir acıdır diye düşündüm. Kalp körlüğünden Allah’a sığındım. Okudukça düşündürmesini sevdim. Hayatımın farklı anlarında karşıma çıkmasını sevdim. Kıssalarını sevdim. Peygamberleri daha da çok sevdim. Korkuyla ümidin, üzüntüyle sevincin bir arada olmasına ve verdiği ibretlere hayran kaldım. En çokta yüreğime ve zihnime işlemek istediğim dualarını sevdim.
Elhamdulillah. Elhamdulillah. Elhamdulillah.
Rabbim! Son nefesimize kadar gözlerimiz kelamını seyretsin, dillerimiz okusun ve gönüllerimiz sevsin. Emirlerine itaatte acele edenlerden, şeytanın işlerinden uzak duranlardan, yasaklarından kaçarak kurtuluşa erenlerden ve hayatının her anında imanlarına bağlı kalan kullarından olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji