بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُماًۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُحِلَّ | helal kılındı |
|
2 | لَكُمْ | size |
|
3 | صَيْدُ | avı |
|
4 | الْبَحْرِ | deniz |
|
5 | وَطَعَامُهُ | ve yiyeceği |
|
6 | مَتَاعًا | geçimlik olarak |
|
7 | لَكُمْ | size |
|
8 | وَلِلسَّيَّارَةِ | ve yolculara |
|
9 | وَحُرِّمَ | ve yasaklandı |
|
10 | عَلَيْكُمْ | size |
|
11 | صَيْدُ | avı |
|
12 | الْبَرِّ | kara |
|
13 | مَا |
|
|
14 | دُمْتُمْ | olduğunuz sürece |
|
15 | حُرُمًا | ihramlı |
|
16 | وَاتَّقُوا | korkun |
|
17 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
18 | الَّذِي | o ki |
|
19 | إِلَيْهِ | huzuruna |
|
20 | تُحْشَرُونَ | toplanacaksınız |
|
اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ
Fiil cümlesidir. اُحِلَّ meçhul mebni mazi fiildir. لَكُمْ car mecruru اُحِلَّ fiiline müteallıktır. صَيْدُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. الْبَحْرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
طَعَامُهُ atıf harfi وَ ’la صَيْدُ ’ya matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَتَاعًا sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1 Harf-i cersiz kullanımı. 2 Harf-i cerli kullanımı
1 Harf-i cersiz kullanımı:
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
NOT: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمْ car mecruru مَتَاعًا ’e müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لِلسَّيَّارَةِ car mecruru مَتَاعًا ’e müteallıktır.
وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُماًۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. حُرِّمَ meçhul mebni mazi fiildir. عَلَيْكُمْ car mecruru حُرِّمَ fiiline müteallıktır. صَيْدُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. الْبَرِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا masdar harfidir. دُمْتُمْ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri, دُمْتُمْ ‘un ismi olarak mahallen merfûdur. حُرُمًا kelimesi دُمْتُمْ ’un haberi olup lafzen mansubtur.
مَا ve masdar-ı müevvel, حُرِّمَ fiiline müteallıktır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
وَ istînâfiyyedir. اتَّقُوا damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Fiil cümlesidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Kökü وقي olup, iftial babından gelmiştir.
Not: a. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
b. İftial babının fael fiili د ذ ز olursa iftial bâbının ت si د harfine çevrilir.
c. İftial babının fael fiili وي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftial babı fiile şu manaları kazandırabilir.
1) Mutavaat 2) İstek 3) Gayret ve devamlılık 4) Tadiye 5) Edinmek ve tedarik etmek 6) Müşareket 7) Seçmek
Burda gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır. İlgili tefsir yorumu:
Takva: günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.
Müttaki: Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) yoluna girip dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Fahreddin er- Râzî, Tefsir-i Kebir, c. 1, s. 446)(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ٓي, lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası تُحْشَرُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اِلَيْهِ car mecruru تُحْشَرُونَ fiiline müteallıktır. تُحْشَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfu, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُماًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiş, mazi fiil sıygasındadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
صَيْدُ ,طَعَامُهُ’ya matuftur. لَكُمْ ’un müteallakı olan مَتَاعًا ise mef’ûlün lieclihtir.
… وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ cümlesi وَ ’la istînâfa tezat sebebiyle atfedilmiştir. İstînâfla aynı üsluptadır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsulün sılası müspet mazi fiil sıygasında faideî haber ibtidaî kelamdır.
اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِ cümlesiyle وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
حُرُمًا - حُرِّمَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْبَحْرِ - الْبَرِّ ve وَحُرِّمَ - اُحِلَّ ve لَكُمْ - عَلَيْكُمْ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
صَيْدُ - لَكُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
طَعَامُهُ ifadesi, umumdan sonra husus kabilindendir.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve korkuyu artırma amacına matuftur.
Ayette Allah Teâlâ mütekellim olduğu için lafza-i celâlin zikri, tecrîd sanatıdır.
Cenab-ı Hak “Rabbinizden” yerine “Allah’tan ittika ediniz.” buyurmuştur. “Rabb” terbiye ve ihsana delalet eden bir lafızdır. “İlâh” ise O’nun hakimiyetine ve heybetine delalet eden bir lafızdır.
Lafza-i celâl için sıfat konumundaki الَّذ۪ي ’nin sılası اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
الَّذ۪ٓي ism-i mevsûlu tazim, teşvik, muhatabı hatadan kurtarmak, zihinde yerleştirmek, arkadan gelen habere ima ve işaret içindir.
Cümlede car-mecrurun, amili olan تُحۡشَرُونَ fiiline takdimi, tahsis ifade eder. Haşrın, sadece ve sadece ona olacağı kasr üslubuyla belirtilmiştir. إِلَیۡهِ maksûrun aleyh, تُحۡشَرُونَ maksûrdur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
İsm-i mevsûllerde yapıları gereği tevcîh sanatı vardır.
حشر , dağınık şeyleri bir araya toplamaktır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün canlıları huzuruna toplayacağına delalet eder. Ama maksat, ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
وَاتَّقُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | جَعَلَ | kıldı |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | الْكَعْبَةَ | Ka’be’yi |
|
4 | الْبَيْتَ | Beyt-i |
|
5 | الْحَرَامَ | Haram’ı |
|
6 | قِيَامًا | bir durak |
|
7 | لِلنَّاسِ | insanlar için |
|
8 | وَالشَّهْرَ | ve ayı (kıldı) |
|
9 | الْحَرَامَ | haram |
|
10 | وَالْهَدْيَ | ve kurbanı |
|
11 | وَالْقَلَائِدَ | ve tasmalı kurbanlıkları |
|
12 | ذَٰلِكَ | böylece |
|
13 | لِتَعْلَمُوا | anlayasınız diye |
|
14 | أَنَّ | şüphesiz |
|
15 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
16 | يَعْلَمُ | bildiğini |
|
17 | مَا | olanları |
|
18 | فِي |
|
|
19 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
20 | وَمَا | ve olanları |
|
21 | فِي |
|
|
22 | الْأَرْضِ | yerde |
|
23 | وَأَنَّ | ve şüphesiz |
|
24 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
25 | بِكُلِّ | her |
|
26 | شَيْءٍ | şeyi |
|
27 | عَلِيمٌ | bildiğini |
|
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ
Fiil cümlesidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
الْكَعْبَةَ kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْبَيْتَ kelimesi atfı beyan veya bedeldir.
الْحَرَامَ kelimesi الْبَيْتَ ’nin sıfatıdır. قِيَامًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لِلنَّاسِ car mecruru قِيَامًا ’e müteallıktır.
الشَّهْرَ kelimesi الْكَعْبَةَ ’ye matuftur. الْحَرَامَ kelimesi الشَّهْرَ kelimesinin sıfatıdır.
الْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الْكَعْبَةَ ’ye matuftur.
ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. İsaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
لِ harfi, تَعْلَمُٓوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. تَعْلَمُٓوا mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.
يَعْلَمُ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ mahzuf sılaya müteallıktır.
مَا فِي الْاَرْضِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.
بِكُلِّ شَيْءٍ car mecruru عَل۪يمٌ ’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ ise اَنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ lafzı hem mübalağalı ism-i fail hem de sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Sıfat-ı müşebbehe: “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
جَعَلَ fiili خلق manasındadır. قِيَامًا mef’ûl veya haldir. (Mahmud Safî)
Değiştirme fiili diye de adlandırılan جَعَلَ kelimesi 3 manaya gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,
2. Bir halden başka bir hale geçmek,
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir şeyle başka bir şeye hükmetmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلَ fiili hakkında iki görüş vardır:
1. “Beyan etti, hükmetti” manasındadır.
2. “kıldı, oldurdu, ...haline getirdi” manasındadır.
Birincisi, emretmek ve tarif edip anlatmak yoluyla olur.
İkincisi de ona saygı duyup, yaklaşmaları için, insanların kalplerinde, bunun sebeplerini yaratmakla olur. (Fahreddin er-Râzî)
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümledeki atıfların sebebi temâsüldür.
الْكَعْبَةَ ,الْبَيْتَ الْحَرَامَ ’den atf-ı beyandır. Atf-ı beyan, ıtnâb sanatının îgāl babındandır.
لِلنَّاسِ ’deki lam-ı tarif ahd içindir. Bu kelimeyle araplar murad olunmuştur. Çünkü Kâbe’den onlar faydalanıyorlardı. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
قِيَامًا kelimesini, Kâbe’nin şerefini korumak olarak daha geniş bir çerçevede düşünebiliriz. Bu kelime bize kıyameti de hatırlatıyor, zaten hac olayı kıyametin bir provası gibidir ve her iki kelime de aynı köktendir. Burada قِيَامًا kelimesinin zikredilmesi insanların dini ve dünyevi bakımdan ayakta durmalarını sağlaması manasını vurgular. Çünkü Kâbe insanların hem dini hem de dünyevi hayatlarını canlandırır. Korkanlar ona sığınır, ona sığınan güvenli olur, güçsüzler orada güven bulur, tüccarlar orada kazanır, hac ve umre ziyaretine kastedenler ona yönelir. (Ebüssuûd)
Kâbe, küp şeklini de ifade eder, yuvarlaklığı da. Arapların evi aslında yuvarlak oluyormuş o dönemde, Kabenin küp olması ilahi yönünü, yuvarlaklığı da insanların evine olan benzerliğini ifade ediyormuş. Kabenin tümsek, çıkıntı manaları da var. Ortaya çıkan bariz şey anlamına da geliyor. Topuk kelimesi de kızların göğüslerinin büyümesi de bu kökten gelir.
Haram aylar, Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb’dir.
Bu ayetteki الْبَيْتَ الْحَرَامَ şeklindeki atf-ı beyan, Kâbe’yi övgü ve onun kutsallığını beyan maksadıyla gelmiştir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ ibaresi الْكَعْبَةَ kelimesine atfedilmiştir. Bu, hususun umuma atfı gibidir. Çünkü haram aylar, kendisinde kutsallığı barındıran, içinde Kâbe için hac ve umre yapılan aylardır. وَالشَّهْرَ lafzının başındaki lamı tarif cins içindir. (Âşûr)
Kâbe, yüksek olduğu için "Kâbe" diye isimlendirilmiştir. İnsanın topuğuna da bacaktan dışarı taştığı için الْكَعْبُ diye isimlendirilir. İşte bu ismi dünyada yücelip şanı-şöhreti arttığı için Kâbe bu isimle isimlendirilmiştir. Bundan ötürü Araplar, işi büyüyen, şanı artan kimse için, فُلَانُ عَلَى كَعْبُهُ “falancanın topuğu yükseldi” derler. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki قِيَامًا لِلنَّاسِ “İnsanlar için, kendisi ile ayakta durulan birşey…” tabirine gelince bunun aslı قَوَامٌ’dur. Çünkü bu قَامَ - يَقُمُ (kalktı) fiilindendir. Bu kelimenin manası, kendisi sayesinde işlerin düzeldiği şeydir. Sonra müfessirler, “Kâbe”nin, insanlar için bir “kıyam (işlerin düzelme sebebi)” olması hususunda şu izahlar yapılmıştır:
1. Mekkeliler, bütün yıl boyunca ihtiyaç duyacakları şeyi satın alabilmeleri için diğer beldelerin insanlarının kendilerine gelmelerine muhtaç idiler. Çünkü Mekke, ne hayvancılık ne de ziraat yapılabilecek bir yerdi. Aksine küçük bir belde idi. İnsanların ihtiyaç duydukları şeyler, orada pek az bulunurdu. İşte bundan ötürü, Cenab-ı Hakk, insanların kalbinde, Kâbe’ye karşı bir saygı ve sevgi yaratmış, bundan dolayı diğer insanlar Kâbe’yi ziyaret etme arzusunu duymuşlardır. Bu sebeple ticaret için uzak ülkelerden oraya seyahat etmişler, arzu duyulan ve istenilen her şeyi oraya getirmişlerdir. Binaenaleyh bu durum, çeşitli nimetlerin Mekkelilere akmasına bir vesile ve sebep olmuştur.
2. Allah Teâlâ, Kâbe'yi, dinî bakımdan da insanlar için bir “kıyam” kılmıştır. Çünkü orada büyük ibadetler ve şerefli taatlar yapılmaktadır. Hakk Teâlâ işte bu ibadetleri, günahların bağışlanması, manevî derecelerin artması ve şerefin çoğalması için bir sebep ve vesile kılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki قِيَامًا لِلنَّاسِ “İnsanlar için, kendisi ile ayakta durulan” ifadesindeki, “insanlar”dan maksat, bazı insanlardır ki bunlar da Araplardır. Bu mecazî ifade güzel ve yerinde olmuştur. Çünkü her belde halkı, “insanlar şunu yapıyorlar, şöyle şöyle ediyorlar” dedikleri zaman, bununla sadece kendi beldelerinin halkını kastederler. İşte bu sebepten ötürü Araplara, ifade tarzlarına uygun olarak bu şekilde hitap edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Hakk Teâlâ bu ayette, الشَّهْرَ الْحَرَامَ “Haram Ay” ifadesi ile haram olan dört ayı kastetmiştir. Fakat bu haram ayları müfret lafız ile ifade etmiştir. Çünkü burada kelime cins isim olarak kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
الْقَلَٓائِدَ [gerdanlıklar]’dan murad, süslenmiş kurbanlık develerdir. Bunun özellikle zikredilmesi, sevabının daha fazla olması ve haccın güzelliğinin bu suretle daha açık müşahede edilmesidir. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ta’lîl cümlesi olduğu için şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir.
Sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İşaret edilen Allah’ın koymuş olduğu kurallardır.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâl’de tecrîd sanatı vardır.
لِتَعْلَمُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
لِتَعْلَمُٓوا cümlesine dahil olan لِ , cümleyi gizli bir أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde ذٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ, faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, لِتَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
اَنَّ ’nin isminin lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz kastıyladır.
یَعۡلَمُ fiilinin mef’ûlleri olan iki ism-i mevsûlün de sılası mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mevsûllerde tevcih sanatı vardır. Aynı üslupla gelen gelen ikinci mevsûl, birinciye tezat sebebiyle atfedilmiştir.
وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ cümlesi, ...اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ cümlesine matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen ve takdim kasrıyla tekid edilmiş masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh, tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun âmile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeyin bilgisine sahiptir. Bilgisi dahilinde olmayan hiçbir şey yoktur. بِكُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, عَل۪يمٌ ise maksûrdur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Müsnedin mübalağalı ism-i fail kalıbında olması, cümlenin isim formunda olması ve müsnedün ileyhin Allah Teâlâ olması karînesiyle cümlede, sübut, hudûs, teceddüt ve istimrar vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ifadesi, tahsisten sonra tekid için umum şeklinde gelmiştir. (Ebussuûd)
لِتَعْلَمُٓوا - يَعْلَمُ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْاَرْضِ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayette cem’ ma’at-taksim ve tefrik sanatı vardır.
Bu ibadetlerin vukuundan önce zararları defeden ve gerekli menfaatleri celbeden hükümlerin konması, insan hayatının böyle birtakım açık ve kapalı hikmetleri içine alan gizli hükümler ve intizamlı düzenle ayakta durması, Allah Teâlâ’nın hikmetine ve noksansız ilmine delildir. Şu halde bunu kısaca bilesiniz ve bunların açık hikmeti sizin eksik ilim ve kısa aklınızla kavranılabilmekten çok yüksek olduğunu anlayasınız da bu ibadetlerin, bu haram ve helal etmelerin gizli hikmetlerini ve sırlarını Allah’ın ilmine bırakıp, gerekleriyle amel edesiniz. (Elmalılı)
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ
Fiil cümlesidir. اِعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelir, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar.
Bu ayette اعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. شَد۪يدُ kelimesi اَنَّ ’nin haberidir. الْعِقَابِ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. غَفُورٌ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ise ikinci haberidir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele matuftur.
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ
Emir üslubunda talebî inşâî isnad formunda gelen ayet, müstenefedir. اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, masdar teviliyle اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Konunun önemi için cümleye اِعْلَمُٓوا ile başlanmıştır. (Âşûr)
Faide-i haber inkârî kelam olan cümle, اَنَّ ile tekid edilmiştir.
Müsnedün ileyh, tazim, emre itaate teşvik ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهَ isminde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, veciz ifade kastına matuftur.
اللّٰهَ lafzının zamir makamında zahir isim olarak gelmesinde ıtnâb sanatı, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اِعْلَمُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur.
اَنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim ve telezzüz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümledeki lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. اَنَّ ,غَفُورٌ ’nin birinci, رَح۪يمٌ ikinci haberidir.
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
رَح۪يمٌۜ - غَفُورٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ cümlesi ile وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Asilere bir tehdit, itaat edenlere bir müjde olarak geldiği için idmâc vardır.
İyi biliniz ki Allah’ın azabının çok şiddetli olduğu muhakkak. Bununla beraber Allah’ın Gafûr (affedici), Rahîm (merhametli) olduğu da muhakkak. Bunun için Allah’ın hükümlerine ve dinin korunmasını gerekli kıldığı hususlara iyi dikkat etmeli ve bunları yalnız azap korkusuyla değil, hem yüksek bir korku ve haşyet hem de yüksek bir bağışlanma ümidi ve rahmet aşkı ile tatbik ve icra etmelidir. (Elmalılı)
Allah Teâlâ, kullarına olan çeşitli rahmetlerinden bahsedince, bundan sonra kendisinin, “cezası çok çetin olan” birisi olduğunu belirtmiştir. Çünkü insan, ancak ümitle ve korkuyla tamam olabilir. Cenab-ı Hakk, böyle olduğunu belirtmesinin hemen peşinden rahmetine delalet eden şeyi getirmiştir ki bu da O’nun “Gafûr ve Rahîm” olmasıdır. Bunun böyle olması da rahmet tarafının daha galip geldiğine delalet eder. Çünkü Cenab-ı Hakk, biraz önce çeşitli rahmet ve kereminden bahsetmiş, bunun peşinden azabının çetin olduğunu belirtmiş, bunun akabinden de rahmet ile ilgili vasıflardan ikisini zikretmiştir ki bu da O'nun Gafûr ve Rahîm olmasıdır. Bu da şu önemli inceliğe dikkat çekmek içindir: İlk yaratma ve icat, Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden dolayıdır. Görünen odur ki akıbet, sonuç da yine O’nun rahmetine göre olacaktır. (Fahreddin er-Râzî)
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
“Peygamber’in görevi, tebliğ etmekten ibarettir” buyrulması onun peygamberlik dışında bir işinin ve sıfatının bulunmadığı anlamında olmayıp, bu bildirimden sonra insanların sorumluluk konusunda diyecek bir şeylerinin kalmayacağına vurgu içindir. Nitekim Nisâ sûresinde (4/165) peygamberlerin niçin gönderildiğine değinilirken, insanların Allah’a karşı bir mazeret ileri sürmelerine imkân bırakmama hususu açıkça ifade edilmiş, Gaşiye sûresinde (88/22) Hz. Peygamber’in sadece bir uyarıcı olduğu ve insanlar üzerinde baskı kurarak onları dinin icaplarına zorla uydurma gibi bir görevinin bulunmadığı hatırlatılmıştır. Âyetin devamında “Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir” buyrulması da, bildirimden sonra sorumluluğun insanların omuzlarında olduğunu anlatmaktadır. Resûlullah’ın peygamberlik vazifesinin yanında bir kul olarak yükümlü olduğu ve yerine getirdiği görevlerinin bulunduğu; yine, devlet başkanı, yargıç, kumandan, eğitimci vb. sıfatlarla önemli toplumsal işler yaptığı ise hem âyet ve hadislerde belirtilmiştir hem de tarihen sabittir. Öte yandan, onun ilâhî iradeyi açıklamak üzere Kur’an’da yer alan veya almayan hükümler bildirmiş olması da tebliğ görevinin kapsamı dışında değildir. Bu hükümlere ise topluca sünnet adı verilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 345-346
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَلَى الرَّسُولِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
اِلَّا hasr edatıdır. الْبَلَاغُ muahhar mübtedadır.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مَا müşterek ism-i mevsûlu, يَعْلَمُ fiilinin mef'ûlun bihidir. İsm-i mevsûlun sılası تُبْدُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تُبْدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا تَكْتُمُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la مَا تُبْدُونَ ’ye matuftur.
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ
Istînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, menfi isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim - tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَى الرَّسُولِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّٓا ile kasr oluşmuştur.
لِ veya benzeri bir harf yerine عَلَى harf-i cerinin kullanılması bir şeyin reddedildiğini ilan eder ki bu da Cenab-ı Hakk’ın mesajını getirdiğini iddia eden Resulullah’ın (s.a.v) reddedildiğini vehmettirir. (Âşûr)
Ayetteki kasr, kasr-ı mevsûf ale’l-sıfat şeklinde olup izâfîdir. Habere müteallık olan عَلَى الرَّسُولِ, mübteda olan الْبَلَاغُۜ ‘ya kasredilmiştir. Ayette Peygamber Efendimizin vazifesi sadece tebliğe kasredilmiştir. Yani hesap görmek ona düşmez. Başkaları da tebliğ yapabileceği için izafî iddiaî kasır olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi, Âşûr)
Bu kelam, Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmenin zorunluğunu daha da pekiştirir. Yani Resulullah (s.a.v), vazifesi olan tebliği ziyadesiyle yapmış; hüccet, sizin aleyhinize sabit ve size itaat vacip olmuştur. Artık bundan sonra hiçbir özrünüz kalmamıştır. (Ebüssuûd)
Kasr üsluplarından إن - اِلَّا ve مَا - اِلَّا farkı; إن hemzeli olduğu için daha zor durumlar için kullanılmıştır.
Mübalağa için tebliğ yerine الْبَلَاغُ kelimesi gelmiştir.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
وَ atıftır. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayetin hepsini tekid eden tezyîl cümlesidir. (Âşûr)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ cümlesi اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ cümlesi üzerine atfedilmiştir. Onların zahiri ve batını amellerinin hiçbirinin O’ndan gizli olmadığını hatırlatarak vaat ve tehdidi ile tariz için tetmîmdir. Müsnedün ileyhin fiil olan habere takdimi bu konuda peygamberlik makamını tahsis etmek için değil, hükmü takviye etmek içindir. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve ikaz içindir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Müsned, muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. İsnadın Allah Teâlâ’ya olması, istimrarın da mevcut olduğuna işaret eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır ve anlaşılması kolaylaşır. Ayrıca müsnedün ileyhin bu işi tekrarlayarak yaptığına işaret eder.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun îrabtan mahalli olmayan sılası تُبْدُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki ikinci ism-i mevsûl birinciye tezat sebebiyle atfedilmiştir. İsm-i mevsûllerde tecrîd sanatı vardır.
تُبْدُونَ - تَكْتُمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَمَا تَكْتُمُونَ cümlesiyle مَا تُبْدُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Son cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Allah sizin açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de iyi bilir cümlesinde lâzım söylenmiş, melzûm olan Allah size hesabı çeken manası kastedilmiştir.
تُبْدُونَ - تَكْتُمُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَـثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | لَا | olmaz |
|
3 | يَسْتَوِي | eşit |
|
4 | الْخَبِيثُ | murdar ile |
|
5 | وَالطَّيِّبُ | temiz |
|
6 | وَلَوْ | ve şayet |
|
7 | أَعْجَبَكَ | hoşuna gitse de |
|
8 | كَثْرَةُ | çokluğu |
|
9 | الْخَبِيثِ | murdarın |
|
10 | فَاتَّقُوا | o halde korkun |
|
11 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
12 | يَا أُولِي | sahipleri |
|
13 | الْأَلْبَابِ | sağduyu |
|
14 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
15 | تُفْلِحُونَ | kurtuluşa erersiniz |
|
قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَـثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ ‘dir.
قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَوِي fiili, ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الْخَب۪يثُ fail olup lafzen merfûdur.
الطَّيِّبُ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْخَب۪يثُ ’ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ اَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَب۪يثِ cümlesi يَسْتَوِي ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.
وَ haliyyedir.
Hal; cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. أَعۡجَبَ şart fiilidir. Fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. كَثْرَةُ fail olup lafzen merfûdur. الْخَب۪يثِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فلا يستويان (O ikisi eşit olmaz.) şeklindedir.
يَسْتَوِي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil İftiâl babındadır. Sülâsîsi سوي’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أردتم الفلاح فاتّقوا الله (Felah isterseniz Allah’a karşı takvalı olun.) şeklindedir.
اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Kökü وقي olup iftial babından gelmiştir.
Not:
a. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
b. İftial babının fael fiili د ذ ز olursa iftial babının ت si د harfine çevrilir.
c. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftial babı fiile şu manaları kazandırabilir:
1) Mutavaat, 2) İstek, 3) Gayret ve devamlılık, 4) Tadiye, 5) Edinmek ve tedarik etmek, 6) Müşareket, 7) Seçmek.
Burada gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır.
Takva günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.
Muttaki: Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) yoluna girip dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c. 1, s. 446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يَٓا nida harfidir. أُو۟لِی münadadır. Nasb alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salime mülhaktır. Kelimenin sonundaki ن , izafet nedeniyle düşmüştür. ٱلۡأَلۡبَـٰبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve ی ile mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تُفْلِحُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi فلح ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَـثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşai isnaddır.
قُلْ fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لا يَسْتَوِي ifadesinin manası eşitliği olumsuzlamaktır. Bu kelime benzerlik, uyum ve yakınlık manalarını taşır. Bu cümleden maksat; kinaye yoluyla aralarından birinin üstünlüğünü ifade etmektir. (Âşûr)
يَسْتَوِي fiilinin failinin hali olan وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ cümlesi وَ ’la gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
اَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَب۪يثِ şeklindeki şart cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, فلا يستويان (ikisi eşit değildir.) şeklindedir.
الْخَب۪يثِ - الطَّيِّبُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الْخَب۪يثِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Çokluk insanın hoşuna gider ama önemli değildir. İnsan çokluğa yenilir. Çokça insan belli bir şeyin peşinden giderse diğerleri de onları takip eder.
Eşyaya çokluk açısından değil, keyfiyeti açısından bakmalıdır.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ
فَ mahzuf şart cümlesinin cevabına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, إن أردتم الفلاح (Eğer felaha kavuşmak istiyorsanız) şeklindedir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ cümlesi Allah’ın bizden kötüyü iyiden ayırt etmeye çalışmamızı istediğini belirtmek amacıyla tefridir. (Âşûr)
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ cümlesi, fasılla gelmiş itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Cümle nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اتَّقُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟
Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittsâldir.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. ان gibi ismini nasb haberini ref eder. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. “Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, … olması için” şeklinde tercüme edilir.
Ayet teracci/umut ifade etmektedir. Bu da kurtuluşu ve başarıyı elde etmek için ayette istenilen sabretme ve kenetlenme emirlerine uyulması durumunda olacağının işaretidir. (Şeyma Çetinkaya, Kur’an-ı Kerimde Cihad Kavramı “Meâni İlmi Açısından Semantik Bir İnceleme”)
Cenab-ı Allah taata teşvik eden ve günahtan sakındıran birçok şey söyleyince peşisıra bunları tekid eden bir hususu ekleyerek “Onun için ey selim akıl sahipleri, Allah’tan korkun, olur ki kurtuluşa erersiniz.” buyurmuştur. Bu, “Bunca açık seçik izahlardan, kuvvetli tariflerden sonra artık Allah’tan korkun, O’na muhalefet etmeye yeltenmeyin. Böylece hiç şüphesiz dünyevi ve dini gayelerinizi elde edersiniz.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَسْأَلُوا | sormayın |
|
6 | عَنْ | hakkında |
|
7 | أَشْيَاءَ | şeyler |
|
8 | إِنْ | eğer |
|
9 | تُبْدَ | açıklandığında |
|
10 | لَكُمْ | size |
|
11 | تَسُؤْكُمْ | hoşunuza gitmeyecek |
|
12 | وَإِنْ | ve eğer |
|
13 | تَسْأَلُوا | sorarsanız |
|
14 | عَنْهَا | onları |
|
15 | حِينَ | vakit |
|
16 | يُنَزَّلُ | indirildiği |
|
17 | الْقُرْانُ | Kur’an |
|
18 | تُبْدَ | açıklanır |
|
19 | لَكُمْ | size |
|
20 | عَفَا | affetmiştir |
|
21 | اللَّهُ | Allah |
|
22 | عَنْهَا | onları |
|
23 | وَاللَّهُ | Allah |
|
24 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
25 | حَلِيمٌ | halimdir |
|
Bu âyetlerin nüzûl sebebi olarak zikredilen olaylardan biri şudur: Haccın farz olduğunu bildiren âyet indiğinde Hz. Peygamber bir hutbe okumuş, Allah Teâlâ’ya hamd ve senâdan sonra “Allah size haccı farz kıldı” buyurmuştu. Bir sahâbî “Her yıl mı ey Allah’ın resulü?” diye sordu. Resûlullah soruyu duymazdan geldi. Sorunun üçüncü defa tekrar edilmesi üzerine Hz. Peygamber “Şayet evet deseydim (her yıl haccetmeniz) farz olurdu. Siz ise buna tahammül edemezdiniz. Benim değinmediğim konularda soru sormayın. Sizden önceki bazı toplumlar peygamberlerine çok soru sormaktan ve sonra da bunlar üzerinde ihtilâfa düşmekten dolayı helâk olmuşlardır. Şu halde size bir şeyi emrettiğimde onu olabildiğince yerine getirmeye çalışın, size yasakladıklarımdan da kaçının” buyurmuştur (Müslim, “Hac”, 412).
Âyetlerdeki sakındırma ifadesinden, dinin tamamlanmasının veya eksik kalmasının vahyin geldiği esnadaki sorulara bağlanmış olduğu gibi bir anlam çıkarmak doğru olmaz. Zira bir hususun dinî bildirimler arasında yer alabilmesinin kaçınılmaz şartı, dinin sahibi olan Allah’ın onu murat etmiş olmasıdır. Yine, ilâhî iradenin bir sonucu olarak Resûlullah bazı dinî hükümleri belirli münasebetlerle, olayların tabii akışı içinde ve çevresinden gelen sorular üzerine tebliğ etmiştir. Şu halde bu âyette verilmek istenen mesajı şöyle açıklamak mümkündür: Vahyin indiği dönemde bazı vecîbelerin bildirilmesi soru sorulmasına bağlanmış olduğundan, müminler yerli yerince soru sormalı, yersiz sorulardan ve ısrarcı tavırlardan kaçınmalıdırlar. Ayrıntılar üzerinde fazla sorular sorulması halinde, cevapları duyanlar veya yorumlayanlar –farz kılınmadığı halde– yanlışlıkla yeni farzlar icat edebilirler. Hz. Peygamber’in yukarıda aktarılan ifadesinden de anlaşıldığı üzere, buradaki mesaj Kur’an’ın indirildiği dönemle sınırlı olmayıp, bütün zamanlarda müminlerin şu hususa dikkat etmeleri gerekir: Dinî yükümlülükler konusunda herkes Resûlullah’ın buyruklarını olabildiğince yerine getirmeye çalışmalı, yasakladıklarından kaçınmalı, kendi anlayışını ve içinde yaşadığı toplumun geleneklerini dine yamamaya kalkışmamalıdır. Tarihî tecrübeler de burada insan psikolojisine ışık tutan önemli bir uyarının bulunduğunu göstermektedir. Konumuz olan âyette ve hadiste önceki toplumlardan bazılarının kendilerine bildirilen dinî yükümlülükleri âdeta yetersiz bularak daha fazla yükümlülük isteyen bir tavır içine girdiklerinden, sonra da bunlar üzerinde görüş ayrılığına düşüp asıl vecîbeleri de terkeder hale geldiklerinden söz edilmektedir. Müslüman toplumlarda da bu psikolojinin etkisiyle zaman zaman asıl dinî vecîbeleri bırakıp yeni yükümlülük arayışı içine girildiği ve dinin aslında olmayan hususların temel dinî yükümlülüklerden daha önemli hale getirildiği gözlenmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 347-348
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. “Ey iman edenler” ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)
Nidanın cevabı لَا تَسْـَٔلُوا ’dur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسْـَٔلُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ اَشْيَٓاءَ car mecruru تَسْـَٔلُوا fiiline müteallıktır.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تُبْدَ لَكُمْ cümlesi اَشْيَٓاءَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. تُبْدَ şart fiil olup illet harfinin hazfi ile meçhul mebni muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa ْاِن kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمْ car mecruru تُبْدَ fiiline müteallıktır.
Şartın cevabı تَسُؤْكُمْ ’dur. تَسُؤْكُمْ şartın cevabı olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تَسْـَٔلُوا fiili نَ ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَنْهَا car mecruru تَسْـَٔلُوا fiiline müteallıktır. ح۪ينَ zaman zarfı, تَسْـَٔلُوا fiiline müteallıktır.
يُنَزَّلُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ح۪ينَ cümleye muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduklarında, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنَزَّلُ meçhul mebni muzari fiildir. الْقُرْاٰنُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
تُبْدَ şart fiil olup illet harfinin hazfi ile meçhul mebni muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
لَكُمْ car mecruru تُبْدَ fiiline müteallıktır.
عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ
Fiil cümlesidir. عَفَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
عَنْهَا car mecruru عَفَا fiiline müteallıktır.
وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ birinci, حَل۪يمٌ ikinci haberdir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu suredeki onuncu يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] nidasıdır.
Nidanın cevabı olan لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy, siyak ve karînelerden anlaşılan başka manalar ifade edebilir. Bu ayette nehiy irşat kastı taşımaktadır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, münadadan bedeldir. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek ve iman edenlere tazim içindir. Sılası ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
عَنْ اَشْيَٓاءَ için sıfat olan اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ cümlesi şart üslubunda haberi isnaddır. Şart ve cevap cümleleri müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen ikinci şart cümlesi …وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا, önceki şart cümlesine matuftur. تَسْـَٔلُوا şart fiili, تُبْدَ ise cevap fiilidir.
اٰمَنُوا - لَا تَسْـَٔلُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
لَا تَسْـَٔلُوا - تَسْـَٔلُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
تُبْدَ - اِنْ - عَنْ - لَكُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabı ile Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. “Ey iman edenler” ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke’de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî)
Muhatapların iman ile vasıflandırılmaları, onların düşmanlarından farklı olduğunu göstermek suretiyle hallerini kendilerine hatırlatmak ve onda sebatlarını sağlamak içindir. (Ebüssuûd)
Bu ayet, Hakk Teâlâ’nın “Allah neyi açıklar, neyi gizlerseniz bilir.” (Maide Suresi, 99) ayetine bağlıdır. Buna göre mana, “İşleri oldukları hal üzere (zahirine göre) bırakınız ve onların gizli, açıklanmamış hallerini soruşturmayınız. Zira şayet o hususlar size açıklanırsa sizi üzer.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve teşvik amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.
Bu istînâfî kelâm, bu kabil suallerden nehyin, sırf onları üzülmekten korumak için değil fakat bunların haddizatında ilâhî muahazeyi mûcib günah olduğunu ve Allah Teâlâ’nın onların bu günahlarını affettiğini açıklar ve aynı zamanda onları, bu tür sualler sormaktan sakınmaya teşvik eder.
Allah Teâlâ, onların sorgulamalarını affetmiş ve ceza olarak her sene haccı farz kılmamıştır ve diğer suallerin gerektirdiği ahiret azabını da kaldırmıştır. Bundan böyle onları bu tip suallere dönmekten men etmiştir. (Ebüssuûd)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ
İstînâfiyye olan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin zamir makamı olduğu halde bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezüz, teberrük ve itaate teşvik içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah’ın غَفُورٌ ve حَل۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - حَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu cümle makabli ile bağlantısı bulunmayan bir tezyîl mahiyetinde olup Allah Teâlâ’nın affını açıklar. Yani günahların bağışlanmasında Allah Teâlâ’nın affı sınırsızdır. İşte bundan dolayıdır ki sizi bağışlamış ve sizden sadır olan taksirat yüzünden muaheze buyurmamıstır. (Ebüssuûd)
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. سَاَلَهَا fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. قَوْمٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ قَبْلِكُمْ car mecruru سَاَلَهَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اَصْبَحُوا damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı اَصْبَحُوا ’nun ismidir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
(ثُمَّ) : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِهَا car mecruru كَافِر۪ينَ ’ye müteallıktır. كَافِر۪ينَ kelimesi اَصْبَحُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
كَافِر۪ينَ kelimesi ism-i faildir. İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ
Nehyin sebebini bildiren beyani istînaf cümlesidir. Ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
قَوْمٌ ‘daki tenvin, tahkir ifade eder.
Nakıs fiil اَصْبَحُوا ‘nun dahil olduğu isim cümlesi, ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir.
Cümlede car-mecrur بِهَا, amili olan كَافِر۪ينَ ’ye önemine binaen takdim edilmiştir.
قَبْلِ - ثُمَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Kur’an indirilirken önce sormanın yasaklanması ardından da sormaya izin verilmesi dolayısıyla muhatabın zihninde oluşabilecek soruya cevap niteliğindedir. Konu; sorunun Kur’an’ın indirildiği sırada olup bazı soruların cevabının kavmin hoşuna gitmemesi durumunda evla olanın soruyu terk etmek mi yoksa sormak mı olduğudur. Bu nedenle benzeri durumların Müslümanlardan önceki bir kavmin küfrüne sebep olduğu söylenerek tafsilatlı bir cevap verilmiştir. (Âşûr)
ثُمَّ tertip içindir. (Âşûr)
بِها كافِرِينَ cümlesindeki بِ harf-i ceri sebep için olması caizdir. (Âşûr)
مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنْ بَح۪يرَةٍ وَلَا سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍۙ وَلٰكِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا |
|
|
2 | جَعَلَ | yapmamıştır |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | مِنْ | ne |
|
5 | بَحِيرَةٍ | "bahîre" |
|
6 | وَلَا | ve ne |
|
7 | سَائِبَةٍ | "sâibe" |
|
8 | وَلَا | ve ne |
|
9 | وَصِيلَةٍ | "vasîle" |
|
10 | وَلَا | ve ne |
|
11 | حَامٍ | "ham" |
|
12 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
13 | الَّذِينَ | kimseler |
|
14 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
15 | يَفْتَرُونَ | uyduruyorlar |
|
16 | عَلَى | karşı |
|
17 | اللَّهِ | Allah’a |
|
18 | الْكَذِبَ | yalan |
|
19 | وَأَكْثَرُهُمْ | ve çokları da |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يَعْقِلُونَ | akıl erdiremiyorlar |
|
مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنْ بَح۪يرَةٍ وَلَا سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍۙ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. مِنْ zaiddir. بَح۪يرَةٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍ kelimeleri atıf harfi وَ ’la بَح۪يرَةٍ kelimesine matuftur.
سَٓائِبَةٍ kelimesi sülâsî mücerred olan سيب fiilinin ism-i failidir.
سَٓائِبَةٍ kelimesi ism-i faildir. İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine “istidrak” adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لٰكِنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ fiili لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَفْتَرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَفْتَرُونَ fiiline müteallıktır. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
وَ atıf harfidir. اَكْثَرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا يَعْقِلُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْقِلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنْ بَح۪يرَةٍ وَلَا سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Zaid مِنْ ve nefy harfi لَا’nın tekrarıyla tekid edilmiştir.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife oluşu ikaz etmek ve korku uyandırmak içindir.
Ayette geçen مَا جَعَلَ’nin manası, “meşru kılmadı, kanun koymadı” demektir. Bunun içindir ki bir mef'ûle geçişli kılınmıştır, o da بَح۪يرَةٍ’dir. (Beyzâvî)
بَح۪يرَةٍ - سَٓائِبَةٍ - وَص۪يلَةٍ - حَامٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cem’ ma’at-taksim vardır.
Arapçada, عَمِلَ ,فَعَلَ (yaptı, işledi); طَفِقَ (başladı); جَعَلَ (kıldı, yaptı); اَنْشَأَ (inşa etti, yaptı) ve اَقْبَلَ (yöneldi, yapmaya yöneldi) fiilleri kullanılır. Bu fiillerin bir kısmı, diğerlerinden daha âmm (umumi manada) dırlar. Bunların en umumi olanı فَعَلَ fiilidir. Çünkü bu fiil hem uzuvların işlerini hem de kalbin (aklın) işlerini ifade için kullanılır. Bunun uzuvların işlerini ifade etmek için kullanılması hususu açıktır. Kalplerin fiillerini ifade etmek için kullanılmasına gelince bunun delili: “(Allah’a) şirk koşanlar dediler ki: ‘Eğer Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız, kendisinden başka hiçbir şeye tapmazdık.’ Onlardan öncekiler de böyle yaptı (فَعَلَ).” (Nahl Suresi, 35) ayetidir. عَمِلَ fiiline gelince فَعَلَ fiilinden daha hususidir. Çünkü bu fiil sadece uzuvların fiillerini ifade etmede kullanılır; düşünme, azmetme, niyetlenme manalarında kullanılmaz. Bunun delili, Hazreti Peygamberin (s.a.) نِيَّةُ المُؤْمِنُ مِنْ خَيْرٌ مِنْ عَمَلِهِ “Müminin niyeti, amelinden daha hayırlıdır.” hadisi şerifidir. Burada niyetin amelden daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Eğer niyet, bir amel olmuş olsaydı, niyetin yine niyetten daha hayırlı olmuş olması gerekirdi.
جَعَلَ fiiline gelince bunun birkaç manası vardır:
Bunu iyice anladığın zaman deriz ki, ayetteki sözü, مَا جَعَلَ اللّٰهُ “Allah buna hükmetmedi, bunu meşru kılmadı ve bunu emretmedi.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
مِن harf-i ceri nefyden sonra gelen zaid harftir. Olumsuzluğun, belirli bireyleri değil cinsin hepsini kapsadığını belirtir. (Âşûr)
Allah Teâlâ burada dört şeyden bahsetmiştir: “Allah ne ‘bahîre’den ne ‘sâibe’den ne ‘vasîle’den ne de ‘hâm’dan, hiçbirini (meşru) kılmamıştır.” buyurmuştur.
Birincisi, [ بَح۪يرَ ]’dir. Bu, yarmak, dilmek manasınadır. Nitekim birisi devesinin kulağını kesip dildiğinde بَحَرَ نَاقَتَهُ denilir. Fail vezninde olan bu kelime ism-i mefûl (dilinmiş) manasındadır. Ebu Ubeyde ve Zeccâc şöyle demişlerdir: “Deve beş batın (kere) yavrulayıp en sonuncu yavrusu erkek olunca o devenin kulağını dilerler, ona binmeyi ve onu kesmeyi kendilerine yasaklarlar ve onu putları için salıp azat ederlerdi. Bundan dolayı onun tüyleri kırkılmaz, sırtına binilmez, su içmesine mani olunmaz, meradan kovulmaz, kendisinden istifade edilemez, yürüyemeyecek kadar aciz bir insan bile ona rastlasa haram saydığı için ona binmez.”
İkincisi, [ سَٓائِبَ ]’dir. Bu, yeryüzünde akıp giden manasına gelen سَابَ fiilinin ism-i failidir. Nitekim (su aktı) سَابَ المَاءَ ve سَابَتِ الحَيَّةُ “Yılan aktı (hızla gitti).” denir. O halde “sâibe”, istediği yere gidip dolaşsın diye salıverilen (hayvan) demektir. Bu kelime de “salıverilmiş” manasında ism-i mefûl karşılığında kullanılmıştır. Bu tıpkı فِى عِيشَتِ رَاضِيَةٍ (Karia Suresi, 7) ayetindeki “râdiye” kelimesinin, “razı olunmuş” manasında, ism-i mef'ul karşılığı kullanılması gibidir. Âlimler “sâibe”nin ne olduğu hususunda, birkaç izah yapmışlardır:
1. Ferrâ şöyle demiştir: “Deve, on batın doğursa ve doğurdukları hep dişi olsa sahibi onu salıverirdi. Bu deveye binilmez, sütü sağılmaz, tüyü kırkılmazdı, çocuklar ve yolculardan başkası onun sütünü içmezdi.”
2. İbn Abbas şöyle der: “Sâibe, putlar adına azat edilip salıverilen hayvan demektir. Adam, malından istediği kadar hayvanı azat eder ve onları putların hizmetçilerine getirirdi. O hizmetçiler de bu hayvanların sütünü yolculara içirirlerdi.”
Üçüncüsü, [وَص۪يلَ ]’dir: Müfessirler şöyle derler: “Koyun dişi doğurursa bu sahibinin olurdu. Eğer erkek doğurur ise doğan bu yavru da putlarının olurdu. Eğer erkek ve dişi karışık doğurur ise onlar, ‘Bu kardeşine ulaştı.” derler ve erkek yavruyu putlarına kurban etmezlerdi.” Buna göre “vasile”, başkasına ulaştırılmış ve bitiştirilmiş manasında “mevsûle” karşılığıdır. Bu kelimenin o yavru kardeşine bitiştiği için ism-i fail manasında olması da caizdir.
Dördüncüsü, [حَامٍۙ ]’dır. Bir insan, bir başkasını himaye ettiğinde denir. Bunun da ne manada olduğu hususunda şu izahlar yapılmıştır:
1. Tohumluk (damızlık) deve, yavrusunun yavrusuna döllemek için atladığında, “sırtını binilmekten himaye edip korudu” manasında, denilir. Dolayısıyla bundan sonra artık ölünceye kadar ona binilmez, onunla yük taşınmaz ve sudan, meradan men edilmezdi. Ölünce de etini hem erkekler hem kadınlar yerlerdi.
2. “Bu, on sene, tohumluk için kullanılan ve on seneden sonra salıverilen deve demektir. Bu da sırtına binilmesi haram olan develerdendir.” Bu görüş, Süddî’nin görüşüdür. (Fahreddin er-Râzî)
Bir koyun dişi doğurursa kendilerinin, erkek doğurursa ilâhların olurdu. Şayet ikisini birden yani ikiz doğurursa dişiden dolayı erkeği de kurban etmezler “erkek dişiye kavuştu” anlamına buna “vasîle” derlerdi.
Bir erkek devenin sulbünden on batın (döl) doğarsa onun sırtını haram sayarlar, artık o devenin sırtına binmez, yük vurmaz ve onu hiçbir su ve otlaktan men etmezlerdi. Buna da “sırtı himaye edilmiş” anlamına “hâm” derlerdi. (Ebüssuûd, Âşûr)
وَلٰكِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
وَ atıftır. İstidrak harfi لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde لٰكِنَّ ,الَّذ۪ينَ ’nin ismi konumundadır. Sılası mazi fiil sıygasındaki كَفَرُوا cümlesidir. Mevsûlde müphem yapısı gereği tevcîh sanatı vardır.
لٰكِنَّ ,يَفْتَرُونَ ‘nin haberidir. Müsnedin muzari fiil oluşu hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği de muhatabın dikkatini canlı tutar.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlerde tecrîd sanatı vardır.
كَفَرُوا - يَفْتَرُونَ - لَا يَعْقِلُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
يَفْتَرُونَ - الْكَذِبَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ cümlesi لٰكِنَّ ’nin haberine matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا يَعْقِلُونَ cümlesi اَكْثَرُهُمْ ’un haberidir. Müsnedin muzari fiil oluşu hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği de muhatabın dikkatini canlı tutar.
Çok olanı özlemek, azıyla yetinmekten ve boş işlerle uğraşmak, zamanı değerlendirmekten ve merakını gidermek, faydasız konuşmalardan uzaklaşmaktan daha kolay. Tembelleşmek, çalışmaktan ve alışkanlıkları kaybetmek, kazanmaktan daha kolay. Yarına ertelenen işler, yarına mahkum. Tembellik, sinsi bir hastalık. Kendisine karşı meydan okunmadığında, insanın hayatının her alanına yayılmaya hazır. Sahip olduğumuzu düşündüğümüz kabiliyetleri kullanmadığımızda kaybedeceğimizin çünkü onların asıl sahibi olmadığımızın hatırlatıcısı.
Allahım, tembellikten, hastalıktan, varlığımızı süslediğin her türlü kabiliyeti ve edindiğimiz güzel alışkanlıkları kaybetmekten Sana sığınırız. Yarınımızın bugünümüzden daha bereketli ve verimli geçmesini Senden isteriz. Nefsimizin tembelliğe olan yatkınlığına karşı koyarken yardımını dileriz. Zihnimizin, düşünme gücünü boş şeylere harcamasından, boş işleri ve kişileri merak etmesinden Sana sığınırız.
Rabbim, dualarla, tefekkür kapısını çaldım. Zihnimi, kalbimi, bedenimi ve ruhumu iman nuruyla, hayırlı ilim ve hikmetle doldur. Zikrinle, fikrinle meşgul et. Ki vuslattan kaçanlardan değil de, vuslata koşanlardan olalım.
Amin.
***
İnsanın bulunduğu her köşede, iyilik olduğu gibi kötülük de vardır. Yerine ve zamanına göre kötülüğün iyilikten daha fazla olduğu anlar çoktur.
İyilikle kötülüğün ayrımında şöyle bir sıkıntı olabilmektedir: Dünya için yaşayan veya cahilliğinde ısrar eden kişi, kavramları kendi deneyimlerine, beğendiklerine veya kapasitesine göre anlamlandırır. Bunun sonucunda da beyaz ile siyahın karışarak oluşturduğu gri bölge gibi karmaşıklıkların kapladığı alan büyür.
Allah rızası için yaşayan ise temel kalıpları keyfine göre yorumlamaktan kaçınır çünkü zaten böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. Daha iyi anlamak ve anlatmak için farklı ifadeler ve örnekler kullanır. Ancak bunların hiçbiri iyiliğin ve kötülüğün asıl manasını değiştirmemektedir. Zira Allah katında iyi ve kötü bellidir. Kişiye düşen itaattir.
Günümüzün yaygın anlayışına göre önce anlamak, sonra da uygulamak gelir. İslam’da ise asıl itaat önemlidir. Her kötülükten uzak durmak ve iyilikleri yerine getirmek için anlamayı beklemek; kişinin kendisine ve yeri geldiğinde başkalarına haksızlıktır. Zira insan birçok şeyi yaşadıkça anlama fırsatını elde eder.
Deneme yanılma ya da şahit olma gibi yöntemlerle, iyiyi kötüden ayırt etme çabası eksik kalır. Her iyilik fayda getirmeyebilir, her kötülük de zararla sonuçlanmayabilir. Her emrin hikmeti yaşanılan zaman diliminde anlaşılmayabilir. Bu yüzden de algılar veya düşünceler ne olursa olsun, iyi ile kötü bir değildir. Kulu ne iyilikler, ne de kötülükler ancak Allah’a itaat kurtarır.
Ey Allahım! Emir ve yasaklarınla hayatımızı her manada zenginleştirensin. Bizi şeksiz ve şüphesiz emirlerine itaat edenlerden eyle. Nefislerimizi kibirden ve ukalalıktan arındır. Bedenlerimizden tembelliği ve hastalığı uzaklaştır. Kalplerimizdeki uyuşukluğu ve ahlaksızlığı gider. Senin katında kötü olan her işten uzaklaşanlardan ve iyi olan amellerle meşgul olanlardan eyle. Bizi iyiliği seven ve iyilikte yarışan iyi kullarından eyle.
Amin.