بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يراً وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | يَا أَهْلَ | ehli |
|
3 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَغْلُوا | aşırılığa dalmayın |
|
6 | فِي |
|
|
7 | دِينِكُمْ | dininizde |
|
8 | غَيْرَ |
|
|
9 | الْحَقِّ | haksız yere |
|
10 | وَلَا |
|
|
11 | تَتَّبِعُوا | ve uymayın |
|
12 | أَهْوَاءَ | keyiflerine |
|
13 | قَوْمٍ | bir milletin |
|
14 | قَدْ | kesin olarak |
|
15 | ضَلُّوا | sapmış |
|
16 | مِنْ |
|
|
17 | قَبْلُ | önceden |
|
18 | وَأَضَلُّوا | ve saptırmış |
|
19 | كَثِيرًا | birçoğunu da |
|
20 | وَضَلُّوا | ve şaşmış |
|
21 | عَنْ | -ndan |
|
22 | سَوَاءِ | doğrusu- |
|
23 | السَّبِيلِ | yolun |
|
Yukardaki sesleniş, Kitap Ehli’ni kurtarmaya yönelik son çağrıdır. Bu çağrı onları sapıklıkların, çatışmaların, keyfi arzuların ve ihtirasların bataklığından çıkarmayı amaçlıyor. Daha önce sapmış, bir çoklarını saptırmış ve düz yolu şaşırmış kimselerin gırtlaklarına kadar gömüldükleri sapıklıklardan, çatışmalardan, keyfi arzulardan ve ihtiraslardan yakalarını kurtarmalarını öğütlüyor. Yukardaki çağrı ile bağlanan bu noktada birazcık durarak şu üç önemli gerçeğe kısaca değinmek istiyoruz:
Birinci gerçek: İslâm sistemi, inanca ilişkin düşünceyi doğrultmak, düzeltmek için yoğun bir çaba harcıyor; bu düşünceyi; Allah’ın kayıtsız-şartsız birliği temeline oturtmaya çalışıyor; bu tevhid ilkesini, Kitap Ehli’nin inançlarını bozan paganizmin ve müşrikliğin izlerinden, sızıntılarından arındırmaya özeniyor; insanlara, ilahlık kavramının özünü tanıtmaya gayret ediyor; onları, ilahlığın karakteristik özelliklerini yüce Allah’ın tekelinde görmeye, gerek bir takım insanları ve gerekse başka yaratıkları bu karakteristik özelliklere ortak etmemeye çağırıyor.
İnanca ilişkin düşünceyi berraklaştırmak için, eksiksiz ve kesin tevhid temeline yönelten bu olağanüstü özen bize açıkça gösterir ki, bu düzeltme işlemi son derece önemlidir, ayrıca inanca ilişkin düşünce, insan hayatının gerek yapılanmasında ve gerekse sağlıklı işleyişinde hayati bir fonksiyona sâhiptir; bunların yanısıra İslâm inancı, bütün insan faaliyetlerinin ve bütün insanlar arası ilişkilerin temeli ve ana ekseni saymaktadır.
İkinci gerçek: Kur’an-ı kerim “Allah, Meryemoğlu Mesih'(İsa)dır” ve “Allah, üç kutsal unsurun üçüncüsüdür” diyenlerin kesinlikle kafir olduklarını belirtiyor. Yüce Allah’ın bu sözünden sonra artık müslümana söylenecek başka söz düşmez. Yüce Allah, “bu adamlar bu saçma sözleri gerekçesi ile kafirdirler” diye, buyururken bu kimseleri, yani bu tür sözler söyleyen hristiyanları ilahî kaynaklı bir dinin mensupları saymak, müslümana yakışmaz.
Gerçi İslâm daha önce dediğimiz gibi, hiç kimseyi kendi inancını bırakarak İslâm’a girmeye zorlamaz, ama müslüman olmayanların sapık inançlarına “Bunlar, yüce Allah’ın hoşlandığı türden birer dindir” demez. Tersine, yukarda okuduğumuz ayetler bu sapıklıkların kâfirlik gerekçesi olduğunu, kâfirliğin de asla yüce Allah’ı hoşnut edecek bir din olamayacağını açık açık söylemektedirler.
Üçüncü gerçek: Bu gerçek, ilk iki gerçeğin zorunlu sonucudur ve şudur: İslâm’ın insanlara öğrettiği biçimde Allah’ın birliğini onaylayan ve Peygamberimizin getirdiği şekli ile İslâm’ın Allah katından gelmiş tek “din” olduğuna inanan bir müslüman, sözünü ettiğimiz Kitap Ehli’nden biri ile dostluk ve işbirliği ilişkisi kuramaz, bunun imkanı yoktur.
Bundan dolayı inkarcı materyalizm ve ateizm karşısında ortak bir mücadele cephesi oluşturmak amacı ile bütün sözde “dinler”in işbirliği yapmasını söylemek, İslâm tarafından ciddiye alınması düşünülemeyecek anlamsız, boş bir sözdür. Çünkü temel inanç ilkeleri konusunda böylesine uçurum çapında ayrılıklar olunca, artık diğer konularda uzlaşmaya imkan kalmaz. Sebebine gelince; İslâm’a göre hayattaki herşey en başta inanç temeline dayanır.
İSRAİLOĞULLARININ TARİHİ
Son olarak İsrail oğullarına gönderilen peygamberlerin tarih boyunca İsrailoğullarının kafirlerine karşı tutumlarını ortaya koyan kapsamlı bir açıklama geliyor. Bu peygamberlerin (salat ve selam üzerlerine olsun) tutumları Hz. Davud’un ve Hz. İsa’nın tutumları ile somutlaştırılmıştır. Bu iki peygamber de İsrailoğullarının kafirlerini lanetlemiştir. Allah da onların beddualarını kabul etmiştir. Çünkü İsrailoğulları isyankardı, zalimdi. Sosyal açıdan çözülmüşlerdi. Kötülüğe karşı susmayı tercih ediyor, içlerinde yayılan kötülüğe engel olmaya çalışmıyorlardı. Kafirleri dost ediniyorlardı. Bu nedenle Allah’ın gazabına ve lanetine uğradılar. Sonsuza dek cehennemlik oldular.
Fizilal-il Kur’an/ Seyyid Kutub
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يراً وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. Mekulü’l-kavli, يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ ’dir.
يَٓا nida harfidir. اَهْلَ münadadır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Nidanın cevabı لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ ’dir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَغْلُوا fiili ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ي د۪ينِكُمْ car mecruru تَغْلُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
غَيْرَ mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, غلوّا غير الحقّ (Haksız bir aşırılık) şeklindedir. الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعُٓوا fiili ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَهْوَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. قَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ cümlesi قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
قَدْ tahkik harfidir. ضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru ضَلُّوا fiiline mütellıktır. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ muzâfun ileyhleri hazfedilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ قَبْلُ sözünün manası مِن قَبْلِكم’dur. Arap kelamında, دُونَ ,قَبْلُ ,بَعْدُ ,غَيْرُ ,حَسْبُ ve cihet isimlerinin muzâfun ileyhlerinin hazfedilmesi yaygındır. Bu durumda bu isimler damme üzere mebni olur. (Âşûr)
اَضَلُّوا كَث۪يرًا cümlesi atıf harfi وَ ’la ضَلُّوا ’ye matuftur. اَضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَث۪يرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. ضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ سَوَٓاءِ car mecruru ضَلُّوا fiiline müteallıktır. السَّب۪يلِ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَتَّبِعُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftial babındadır. Sülâsîsi تبع ‘dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يراً وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟
Müstenefe olan cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan …يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu nida kitap ehlini kurtarmaya yönelik son çağrıdır.
Nidanın cevabı olan …لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
غَيْرَ, mef’ûlü mutlak olan mahzuf masdarın sıfatıdır.
Aynı üsluptaki لَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ cümlesi, nidanın cevabına matuftur.
وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ sözü “haddi aşmanın yasaklanmasına” atfedilmiştir. Cümle, umumun hususa atfı babındandır. (Âşûr)
Tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiş قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ cümlesi قَوْمٍ için sıfattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Aynı üsluptaki müteakip iki cümle hükümde ortaklık nedeniyle bu cümleye atfedilmiştir. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
قَوْمٍ ’deki tenvin tahkir ifade eder.
اَضَلُّوا - ضَلُّوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ضَلُّوا fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu tekrar kavmin delaletini belirtmekte mübalağa anlamı taşır.
سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟ ifadesi İslam dininden istiaredir. (Âşûr)
Ayet, kitap ehli olan Yahudi ve Hristiyanların umumuna hitaptır. (Âşûr)
Allah Teâlâ, ilk önce Yahudilerin ikinci olarak da Hristiyanların batılları ile ilgili beyanatta bulunup bunların yanlış ve asılsız olduğu hususunda pek kesin ve kuvvetli deliller getirince daha sonra her iki güruha da şöyle hitap edip, “Ey ehl-i kitap dininizde haksız yere haddi aşmayın.” buyurmuştur. Bu hitaptaki “gulüv”, ihmal etmenin zıddı olup “haddi aşmak” manasındadır. Bu böyledir, çünkü hak (gerçek) ifrat ve tefrit aşırılıklarının tam ortasında bulunur. Allah’ın dini de ya haddi aşma ya da ihmal etme aşırılıkları ortasındadır. Ayetteki, “haksız yere” tabiri, mef’ûlu mutlak olan mahzuf bir kelimenin sıfatıdır. Buna göre kelamın takdiri, “Dininizde haksız bir haddi aşma ile haddi aşmayın.” yani “Batıl bir haddi aşma ile haddi aşmayın.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لُعِنَ | la’net edilmiştir |
|
2 | الَّذِينَ | kimselere |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
4 | مِنْ | -ndan |
|
5 | بَنِي | oğulları- |
|
6 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
7 | عَلَىٰ | ile |
|
8 | لِسَانِ | dili |
|
9 | دَاوُودَ | Davud |
|
10 | وَعِيسَى | ve Îsa |
|
11 | ابْنِ | oğlu |
|
12 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
13 | ذَٰلِكَ | bu |
|
14 | بِمَا | sebebiyledir |
|
15 | عَصَوْا | isyan etmeleri |
|
16 | وَكَانُوا | ve (sebebiyledir) |
|
17 | يَعْتَدُونَ | saldırmaları |
|
Böylece İsrailoğullarının küfür, isyan ve lanet dolu köklü tarihleri olduğu ortaya çıkıyor. Onları doğru yola iletmek ve kurtarmak için gönderilen peygamberlerinin, sonunda onları lanetlemekten ve Allah’ın hidayetinden kovulmalarını dilemekten başka çare bulamadıkları, Allah’ın da bu peygamberlerin beddualarını kabul edip İsrailoğullarını gazabına ve lanetine uğrattığı anlaşılıyor.
“İsrailoğullarından kâfir olanlar” kendilerine göre kitabı tahrif edenler -bu surenin bir çok yerinde ve başka sûrelerde geçtiği gibi- Allah’ın şeriatını yürürlüğe koymayanlar (O’nun hükmüne başvurmayanlar), tüm peygamberlere yardım edeceklerine, onları destekleyeceklerine ve onlara uyacaklarına dair verdikleri sözlerinde durmayanlardır.
“Bu lanetlenmelerinin sebebi, onların Allah’a karşı gelmeleri ve O’nun sınırlarını çiğnemeleri idi.”
Bu öyle bir isyankârlık ve zalimliktir ki, hem akidelerinin hem de ahlâklarının her alanında somut biçimde gözlenebilmektedir. Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerimde de ayetleri ile açıkladığı gibi, İsrailoğullarının tarihi zulümler ve isyanlarla doludur.
İsrailoğulları toplumunda isyankârlık ve zalimlik bireysel eylemlerden ibaret değildi. Bu sıfatlar sonunda, bu topluluğun karakteri haline gelmiştir. Toplum bu kötülüklere karşı sessiz kalmış onlardan tiksinmemiş ve engellemeye kalkmamıştır.
Fizilal-il Kur’an/ Seyyid Kutub
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ
Fiil cümlesidir. لُعِنَ meçhul mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ بَن۪ٓي car mecruru كَفَرُوا ’deki failin haline müteallıktır. بَن۪ٓي kelimesi, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir.
اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyhtir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
عَلٰى لِسَانِ car mecruru لُعِنَ fiiline müteallıktır. دَاوُ۫دَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır.
ع۪يسَى kelimesi atıf harfi وَ ’la دَاوُ۫دَ ismine matuftur. ابْنِ ise ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan ذٰلِكَ fetha üzere mebni, mübteda olarak mahallen merfûdur. ل buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
عَصَوْا mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَانُوا يَعْتَدُونَ۟ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine matuftur. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. يَعْتَدُونَ۠ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
يَعْتَدُونَ۟ fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi عَدَوَ ’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ
Meçhul mazi fiil sıygasında gelen cümle istînâfiyedir. İsm-i mevsûlün mazi fiil sıygasında gelen sılası كَفَرُوا, faide-i haber ibtidaî kelamdır. لُعِنَ fiilinin mef’ûlüdür. Mevsûlde, mübhem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ ifadesindeki عَلٰى َharfinde istiare-i tebeiyye vardır. بكلامه yerine لِسَانِ gelmesi mecaz-ı mürselden alete isnaddır. Bununla mübalağa kastedilmiştir. (Medine Balcı - Dergâhu’l Kur’an, Âşûr)
ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
Şibh-i kemâl-i ittisâl sebebiyle fasılla gelen cümle ta’lîliyedir.
Bu istînaf cümlesi, kelamdan çıkan bir suale cevap mahiyetindedir. Sanki “Bu lanetlenme hangi sebepten olmuş?” diye sorulmuş ve bu sorunun cevabı olarak: “Bu korkunç ve iğrenç lanetlenme, onların sürekli isyanları ve aşırı gitmeleri sebebiyle olmuştur.” cevabı verilmiştir. (Ebüssuûd)
İsim cümlesi formunda gelen faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede mübteda işaret ismiyle marife olmuş ve işaret edilenin önemini vurgulamıştır. İsaret isimleri hissî şeyleri işaret etmekte kullanılır. Ayette lanetlenmerine işaret edilmiştir. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cer mahallindeki masdar-ı müevvel mahzuf habere müteallıktır.
Cümlede cer mahallindeki ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle birlikte mahzuf habere müteallıktır. عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ cümlesi mevsûlün, müspet mazi fiil sıygasıyla gelmiş sılası gibi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِمَا kelimesindeki بِ harf-i ceri sebep içindir. (Âşûr)
Ayetin fasılası olan وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۠, makabline tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir. كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin müspet muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ ibaresinde masdar yerine fiil gelmesi, teceddüt ifadesi içindir.
كَفَرُوا - عَصَوْا - يَعْتَدُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
https://docs.google.com/document/d/1NzoXH1FU8_RknZyPDWtYh1ptBy9kbeg_X4m3HJ94LrM
Seyyid Kutub/Fizilal-il Kuran
Toplumlarda ahlâkî değerlerin erozyona uğraması ve ahlâkın çökmesi mâşerî vicdanda duyarlılığın azalma eğilimi göstermesi ile yakından ilgilidir. Bu da bireylerin kötülükler karşısında rahatsızlık duymama alışkanlığı kazanmaya başlamasıyla olur. Kısa sürede bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan bu alışkanlık toplumsal refleksleri dumura uğratır. Âyette “İşledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmıyorlardı” buyurularak, bu hastalığın yayılmasına karşı bütün bireylerin duyarlılık göstermeleri ve karşılıklı ikaz görevinin sistemli bir biçimde sürdürülmesi gerektiğine dikkat çekilmektedir. Müslümanların benzeri bir konuma düşmemeleri için birçok âyette ve hadiste “emir bi’l-ma‘rûf ve nehiy ani’l-münker” (iyiliği özendirme ve kötülükten caydırma) görevinin önemi üzerinde durulmuş ve bu görevin kurumsallaştırılması ideal bir müslüman toplumun övülen nitelikleri arasında anılmıştır (bu konuda bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/104).
“Birbirlerini vazgeçirmeye çalışmıyorlardı” diye çevirdiğimiz “lâ yetenâhevne” ifadesindeki fiilin kökünde iki farklı anlam bulunduğu için, bunu “İşledikleri kötülüklere son vermiyorlar, bunlardan vazgeçmiyorlardı” şeklinde de anlamak mümkündür; fakat müfessirlerin çoğunluğu bireylerin karşılıklı uyarı görevini öne çıkaran birinci mânayı daha güçlü bulmuşlardır. Hz. Peygamber’in İsrâiloğulları hakkındaki bazı açıklamaları da çoğunluğun görüşünü desteklemektedir. Meselâ Abdullah b. Mes‘ûd’un rivayetine göre Resûlullah, İsrâiloğulları arasında kötü davranışların yaygınlaşmaya başlamasını şöyle tasvir etmiştir: Bir kimse günah işleyen birine rastladığında ona “Allah’tan kork! Bu işi yapma, sana helâl değildir” der, ertesi gün onu aynı halde görse de onunla birlikte oturabilmek ve yiyip içebilmek için artık ikaz etmezdi. Hepsi böyle yapar hale gelince Allah onların kalplerini de (ahlâk ve duygularını da) birbirine uygun hale getirdi. Rivayete göre Hz. Peygamber bu açıklamayı takiben tefsir etmekte olduğumuz âyeti okumuş sonra şöyle buyurmuştur: “Aman dikkat edin! Allah’a andolsun sizler de ya iyiliği emredip kötülükten sakındırır ve zalime zulmünden vazgeçinceye kadar baskı yaparsınız ya da Allah sizin de kalplerinizi birbirine benzetir, onlara lânet ettiği gibi size de lânet eder” (bu konudaki rivayetler için bk. Taberî, IV, 318-319; Tirmizî, “Tefsîr”, 6 ; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 17; İbn Mâce, “Fiten”, 20).
Peygamber aleyhisselâm Hz. İbrâhim’in savunduğu tevhid inancının kökleşmesi için gönderildiğini bildirmiş, Tevrat ve İncil’in ilâhî kitaplar olduğunu kabul etmiş olmasına rağmen yahudilerden birçoğu Resûlullah’a sıcak ilgi göstermek bir yana ona karşı husumeti körüklemek üzere inkârcılarla dostluklar kurup onlarla iş birliği yapmaya çalışıyorlardı. Burada “inkârcılar” kelimesiyle hem Mekke müşriklerinin hem de Medine’de yaşayan ve iman etmiş gibi görünüp gerçekte inanmamış olan münafıkların kastedilmiş olması muhtemeldir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 322-323
Resûli Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İsrâiloğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı: Bir adam bir başka adama rastlar ve “Bana baksana! Allah’tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et. Çünkü bu sana helâl değildir” derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehy etmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti.” Sonra Resûli Ekrem Mâide sûresi (5), 77-81. âyetleri okudu ve sözüne şöyle devam etti: “Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne mâni olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğulları’na lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîr 5/6, 7; İbni Mâce, Fiten 20).
Bir başka hadisinde toplumdaki insanları, bir geminin alt ve üst kamaralarına binmiş yolculara benzetmiş; şâyet alt kattaki yolcular su almak için üst kata çıkmak yerine, geminin altından bir delik açmaya kalkar, üst kattakiler de buna engel olmazsa hep birlikte batıp giderler, buyurmuştur (Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30; Tirmizî, Fiten 12). “Cihadın en fazîletlisi, zâlim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 13; Nesâî, Bey’at 37; İbni Mâce, Fiten 20). (Ayet Ve Hadislerle Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Yrd. Doç. Dr. Halit Zavalsız, Ümit Şimşek)
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ
كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
لَا يَتَنَاهَوْنَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَتَنَاهَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ مُنْكَرٍ car mecruru يَتَنَاهَوْنَ fiiline müteallıktır.
فَعَلُوهُ cümlesi مُنْكَرٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. فَعَلُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَتَنَاهَوْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi نهي ’dir. Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fiilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerret mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.
مُنْكَرٍ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.
İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
لَ mukadder kasemin cevabına dahil olan muvattiedir. بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَا harfi, بِئْسَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.
يَفْعَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
يَفْعَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُ cümlesi ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا sözünden kaynaklanan bir sorunun cevabı olarak istînâfi beyaniyye cümlesidir. (Âşûr)
كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlama kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip, hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَعَلُوهُ cümlesi مُنْكَرٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
مُنْكَرٍ ’deki tenvin tahkir ve nev ifade eder.
لَا يَتَنَاهَوْنَ [Vazgeçirmiyorlardı] fiili tefaul babındandır. Bu babın binası çok kişiler arasında müşareket içindir. Yani “Karşılıklı birbirlerini men etmeli idiler. Men eden toplumlar olmalıydı. Bu işe önem vermeli idiler.” Bu cümle onları ihbar, bize de tarizdir. َلَا يَتَنَاهَوْنَ fiilinin kökü olan نهي fiilinin “bitirmek, nihayete erdirmek” manası da vardır.
لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Ayetin bu son cümlesi kasem üslubunda gayrı talebî inşâi isnaddır. Kasemin cevabı بِئۡسَ’nin dahil olduğu inşâ cümlesidir. بِئۡسَ zem fiilidir. Zem fiilinin mahsusu mahzuftur.
Kasem ve zem fiilinin mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu بِئْسَ ’nin faili konumundadır. مَا ‘da tevcih sanatı vardır.
Sıla cümlesi كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَان ‘nin haberinin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs, tecessüm, istimrar ve teceddüt ifade eder.
مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ cümlesinde geçmiş ile gelecek zamanın birlikte kullanılması söz konusudur. Bu, yaptıklarının sürekli olduğunu bildirir.
فَعَلُوهُ - يَفْعَلُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ cümlesi yaptıkları kötü amellerin çirkinliğini ortaya koyar ve olaya hayret edilmesi gerektiğini yeminle pekiştirerek açıklar.
فعل lügat anlamıyla her iş ve oluş için kullanılır. Geniş anlamıyla ciddi veya gayrı ciddi, bilerek veya bilmeyerek, kasıtlı veya kasıtsız, insandan, hayvandan ya da cansızlardan meydana gelen bütün eylemleri içine alır. فعل kelimesine yakın anlamlı diğer fiiller عمل ve صنع’dır.
صنع ; bunların içinde en özelidir. Sadece insandan zuhur eder. Zira özenle, düzenle ve kuvvetli bir şekilde yapılan, kendisinden amaçlanan sonuca varılan iş demektir.
عمل ise insandan bazen de hayvandan, bilgi veya kasıtla ortaya çıkar.
Her صنع ameldir. Fakat her amel, صنع değildir. Her amel, fiildir. Fakat her fiil, amel değildir, sonucuna varılabilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Bu kelam, yemin tekidi ile onların yaptıklarını kınar ve yadırgar. Onları, bu halleri lanete uğratmıştır. Onların hem bu halleri hem de küfürleri lanet sebebi olmuştur. Nitekim bundan önceki “İsrailoğullarından kâfir olanlar lanetlenmişlerdir.” (Maide Suresi, 78) ayeti küfürlerinin de lanet sebebi olduğunu gösterir. (Ebüssuûd)
تَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تَرَىٰ | görürsün |
|
2 | كَثِيرًا | çoğunun |
|
3 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
4 | يَتَوَلَّوْنَ | dostluk ettiklerini |
|
5 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
6 | كَفَرُوا | inkar edenlerle |
|
7 | لَبِئْسَ | ne kötüdür |
|
8 | مَا |
|
|
9 | قَدَّمَتْ | (yapıp) gönderdiği |
|
10 | لَهُمْ | kendileri için |
|
11 | أَنْفُسُهُمْ | nefislerinin |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | سَخِطَ | gazabetmiştir |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
16 | وَفِي | ve içinde |
|
17 | الْعَذَابِ | azab |
|
18 | هُمْ | onlar |
|
19 | خَالِدُونَ | sürekli kalacaklardır |
|
İşte kendi elleriyle kendilerine hazırladıkları akıbet budur. Allah’ın gazabına uğramaları… Cehennemde süresiz olarak kalmaları. Bu ne kötü bir akıbettir. Kendi elleriyle kendilerine sundukları şey ne kötüdür! Aman Allah’ım! Bu ne acı bir meyvedir, kafirlere dost olmalarının meyvesi!
bizden kim bu toplulukla ilgili Allah’ın sözünü duymuşsa, Allah’ın izin vermediği birtakım bahaneler ileri sürüp müslümanlarla kafirleri dost edinen düşmanları arasında dostluğu ve işbirliği yapmaya kalkışmasın. Ve kafirleri dost edinen düşmanlarına yanaşmasın.
Peki sebep ? Onları kâfirlerle dost olmaya iten sebep nedir? Allah’a ve peygamberimize iman etmemeleridir.
“Eğer onlar Allah’a, peygambere ve O’na indirilen Kur’an’a inansalardı, kafirleri dost edinmezlerdi. Onların çoğu fasık, yoldan çıkmış kimselerdir.”
İşte neden budur. Onlar Allah’a ve peygamberimize iman etmemişlerdir. Onların çoğu fasıktır. Öyleyse onlar bilinçte ve yönelişte kafirlerle aynı gruptandır. Bu nedenle müminleri dost edinmeyip, kafirleri dost edinmelerinde bir gariplik yoktur. Kur’an’ın bu değerlendirmesiyle üç gerçek ortaya çıkmaktadır:
Birinci gerçek: Peygamberimize (salât ve selâm üzerine olsun) iman eden az bir grup dışında Ehli Kitab’ın tamamı Allah’a inanmamıştır. Çünkü onlar Allah’ın son peygamberine inanmamışlardır. Kur’an onların yalnız peygamberimize iman etmediklerini değil, Allah’a da iman etmediklerini belirtmektedir.
“Eğer onlar Allah’a, Peygambere ve O’na indirilen Kur’an’a inansalardı, kâfirleri dost edinmezlerdi. Onların çoğu fasık, yoldan çıkmış kimselerdir.”
Bu Allah’ın, saptırması mümkün olmayan açık bir belirlemesidir. Onlar istediği kadar Allah’a iman ettiklerini iddia etsinler, özellikle bu derste ve başka Kur’an ayetlerinde belirtildiği gibi, onların ilahlık gerçeği hakkındaki düşüncelerinin sapıklığını göz önünde bulundurduğumuzda bu gerçeği daha rahat kavrayabiliriz.
İkinci gerçek: Ehl-i Kitab’ın tamamı peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) tarafından Allah’ın dinine girmeye çağırılmıştır. Bu çağrıya kulak verenler iman etmiş ve Allah’ın dinine girmiştir. Yüz çevirenler de Allah’ın kendilerini nitelediği sıfatı hak etmişlerdir.
Üçüncü gerçek: Ehli Kitap ve müslümanlar arasında herhangi bir alanda, dostluk ve yardımlaşma söz konusu olamaz. Çünkü müslümana göre hayatın her alanı dinin emrine bağlı kalmak zorundadır.
Bununla beraber İslâm, müslümanlardan İslâm’ın egemen olduğu bölgede (Dar’ul-İslâm) günlük hayatlarında, ahlâklarında, canlarını, mallarını ve namuslarını korumada Ehl-i Kitaba iyi davranmalarını ister. Onları her ne olursa olsun, kendi inançlarında serbest bırakmalarını güzellikle İslâm’a çağırmalarını, güzellikle onlarla tartışmalarını, müslümanlarla barış ve antlaşmalarına bağlı kaldıkları müddetçe, müslümanların da bu antlaşmalara bağlı kalmalarını ister. Her ne olursa olsun, onlar din konusunda hiçbir zorlama ile karşılaşmazlar… İşte İslâm budur… Tüm açıklığı, bütün netliği, tüm güler yüzlülüğü ve bütün hoş görüsü ile İslâm…
Allah doğruyu söyler ve O doğru yolu gösterir.
Fizilal-il Kur’an/ Seyyid Kutub
تَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
Fiil cümlesidir. تَرَى mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
كَث۪يرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْهُمْ car mecruru كَث۪يرًا ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَتَوَلَّوْنَ cümlesi كَث۪يرًا ’in hali olarak mahallen mansubtur.
يَتَوَلَّوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَوَلَّوْنَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ‘dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ
لَ mukadder kasemin cevabına dahil olan muvattiedir. بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَا harfi, بِئْسَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
لَهُمْ car mecruru قَدَّمَتْ fiiline müteallıktır. اَنْفُسُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هو şeklindedir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, هو موجب سخط الله (Allah’ın öfkesi gerekir.) şeklindedir.
سَخِطَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru سَخِطَ fiiline müteallıktır.
اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ kavlindeki اَنْ mazi fiile dahil olan masdar harfidir. Bu caizdir. (Âşûr)
وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ
وَ atıf harfidir. فِي الْعَذَابِ car mecruru خَالِدُونَ ’ye müteallıktır. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
خَالِدُونَ kelimesi haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
خَالِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin çoğul ism-i failidir.İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا cümlesi hal olarak mansub mahaldedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedün ileyhi tahkir amacıyla mevsûl olarak gelmiştir. Her zaman mevsûlü takip eden sılası كَفَرُواۜ , mazi fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
و ’sız gelen müekked hal cümlesi, bu vasfın onların değişmez özellikleri olduğuna işaret eder. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Resulullah’ın (sav) zamanında olan Yahudilerden bir topluluğun halinin anlatıldığı ibtidaiyye bir cümledir. İslam çoğunlukla münafıkları ortaya çıkarır. يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا sözü de buna delalet eder. (Âşûr)
تَرٰى kavli gözle görmektir. Hitap Resulullah’adır. كَث۪يرًا مِنْهُمْ ile kastedilen, تَرٰى sözünün karînesiyle Medine Yahudileridir. Medine Yahudilerinin bir çoğunun nifakı İslam’la ortaya çıkmıştır. (Âşûr)
لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ
Ayetin bu cümlesi kasem üslubunda gayrı talebî inşâi isnaddır. Kasemin cevabı بِئۡسَ‘nin dahil olduğu inşa cümlesidir. بِئۡسَ zem fiilidir. Zem fiilinin mahsusu mahzuftur.
Kasem fiilinin ve zemin mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِئْسَ ’nin faili konumundadır. مَا’da tevcih sanatı vardır.
Sıla cümlesi, müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümledeki masdar harfi اَنْ ve müteakip cümle masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberi konumundadır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelen masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi kalplerde haşyet duyguları uyandırmak ve ikaz içindir.
قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ [Nefislerin takdim ettiği] ifadesinde tecrîd sanatı vardır.
قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ [Nefislerinin onlara takdim ettiği şey ne kötüdür!] Kıyamet günü varmak için işledikleri şey ne kötüdür demektir. (Allah’ın onlara gazap etmesi ne kötüdür) bu da بِئْسَ fiilinin mahsus biz zemmidir, mana da şöyledir: Allah’ın gazabını ve azapta ebedi kalmayı icap eden şey ne kötüdür!
Ya da zemmin illetidir, mahsus ise mahzûftur yani bu ne kötü şeydir, çünkü onlara gazabı ve cehennemde ebedi kalmayı kazandırmıştır. (Beyzâvî, Âşûr)
وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ
Ayetin fasılası tezâyüf sebebiyle makabline atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. فِي الْعَذَابِ müsned olan خَالِدُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu takdim, önemi sebebiyledir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrara delalet eder.
فِي الْعَذَابِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. Bu harfteki zarfiyet manası dolayısıyla azap içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü azap, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Bu istiareyle azabın onları her yönden kapladığı ve kurtulma imkanı olmayacak şekilde sardığı ifade edilerek, şiddeti vurgulanmıştır.
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | eğer |
|
2 | كَانُوا | olsalardı |
|
3 | يُؤْمِنُونَ | inanıyor |
|
4 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
5 | وَالنَّبِيِّ | Peygambere |
|
6 | وَمَا | ve şeye |
|
7 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
8 | إِلَيْهِ | ona |
|
9 | مَا |
|
|
10 | اتَّخَذُوهُمْ | onları edinmezlerdi |
|
11 | أَوْلِيَاءَ | veli |
|
12 | وَلَٰكِنَّ | ama |
|
13 | كَثِيرًا | çoğu |
|
14 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
15 | فَاسِقُونَ | yoldan çıkmışlardır |
|
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَانُوا şart fiili olup nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و, muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır. النَّبِيِّ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا , lafza-i celâle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْهِ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اتَّخَذُوهُمْ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَوْلِيَٓاءَ ikinci mef’ûlun bihtir. Sonunda zaid, yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
اتَّخَذُوهُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلٰكِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ’de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
كَث۪يرًا kelimesi لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
مِنْهُمْ car mecruru كَث۪يرًا ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. فَاسِقُونَ kelimesi لٰكِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
فَاسِقُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan فسق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ
وَ atıftır. Ayet, 80. ayetteki …تَرٰى cümlesine matuftur. İki ayet arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
İlk cümle şart üslubunda haber cümlesidir. Şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان’nin haberi muzari fiil sıygasıyla gelerek hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, adet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Masdar harfi مَا ve akabindeki cümle masdar tevilindedir. Temâsül nedeniyle وَ’la makabline atfedilmiştir.
Cevap cümlesi مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede Allah isminin zikri tecrîd sanatıdır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
İman edilmesi gerekenlerin Allah, peygamber ve indirilen şeklinde sıralanması taksim sanatıdır.
وَلٰكِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
وَ atıftır. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. لٰكِنَّ ’nin haberi olan فَاسِقُونَ ‘nin ism-i fail kalıbında gelmesi istimrara delalet eder. Bu kalıp, sıfatın zamandan bağımsız olarak mevsûfta sürekli varlığına, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Cümlede takdim tehir sanatı vardır. مِنْهُمْ amili olan فَاسِقُونَ ’ye önemine binaen takdim edilmiştir.
يُؤْمِنُونَ - فَاسِقُونَ arasında tıbak-ı hafî vardır.لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَاناً وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَتَجِدَنَّ | elbette bulursun |
|
2 | أَشَدَّ | en yaman |
|
3 | النَّاسِ | insanlar içerisinde |
|
4 | عَدَاوَةً | düşman olarak |
|
5 | لِلَّذِينَ | kimselere |
|
6 | امَنُوا | inanan(lara) |
|
7 | الْيَهُودَ | yahudileri |
|
8 | وَالَّذِينَ | kimseleri |
|
9 | أَشْرَكُوا | ve inkar eden(leri) |
|
10 | وَلَتَجِدَنَّ | ve bulursun |
|
11 | أَقْرَبَهُمْ | en yakınları da |
|
12 | مَوَدَّةً | sevgice |
|
13 | لِلَّذِينَ | kimselere |
|
14 | امَنُوا | inanan(lara) |
|
15 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
16 | قَالُوا | diyenleri |
|
17 | إِنَّا | biz |
|
18 | نَصَارَىٰ | hıristiyanlarız |
|
19 | ذَٰلِكَ | çünkü |
|
20 | بِأَنَّ | şüphesiz |
|
21 | مِنْهُمْ | onların içlerinde vardır |
|
22 | قِسِّيسِينَ | keşişler |
|
23 | وَرُهْبَانًا | ve rahipler |
|
24 | وَأَنَّهُمْ | ve onlar |
|
25 | لَا |
|
|
26 | يَسْتَكْبِرُونَ | büyüklük taslamazlar |
|
MÜMİNLERE KARŞI EHL-İ KİTABIN VE MÜŞRİKLERİN TAVIRLARI
Bu bölüm, sûrenin yarısından fazlasını kapsayan uzun konunun bir devamıdır. Burada yahudilerden, hristiyanlardan ve müşriklerden, bu üç kesimin peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) ve müslüman ümmete karşı tutumlarından söz edilmektedir. Daha önce hem hristiyanların ve hem de yahudilerin inanç sistemlerinin bozuk olduğuna temas edilmiş, yahudilerin hem kendi peygamberlerine hem de son peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) karşı kötü niyet beslediklerine, onlara karşı katı tavırlar takındıklarına, peygambere karşı müşrikleri desteklediklerine değinilmiştir… Yahudilerin ve hristiyanların kendi kitaplarını uygulamadıkları, Hz. Muhammed’in (salât ve selâm üzerine olsun) kendilerine sunduğu Kur’an’ı yalanladıklarından dolayı akide olarak “küfre” düştükleri hükme bağlanmış ve Tevrat’ı, İncil’i ve Rabblerinden kendilerine gönderilen Kur’an’ı yürürlüğe koymadıkları müddetçe hiçbir gerçeğe dayanmış olmayacakları vurgulanmıştır.
Sonra hitap peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) yöneltilmiş ve Rabbinden kendisine gönderilen vahyi müşrik, yahudi, hristiyan herkese ulaştırması gerektiği bildirilmiştir. Bu kesimlerin hepsi de İslâm’a girmeleri için İslâm’la muhataptı. Ayrıca müslüman ümmete yöneltilen hitabta; Allah’a, peygambere ve iman edenlere dost olmaları, yahudi ve hristiyanlarla ise dost olmamaları gerektiği, onların bir kısmının bir kısmına dost oldukları, yahudilerin inkar edenlerle dostlukları ve Hz. Davut ile Meryem’in oğlu Hz. İsa tarafından lanetlendikleri belirtilmiştir.
Sûrenin geri kalan şimdiki bölümünde ise, bütün bu grupların peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) ve müslüman ümmete karşı takındıkları tavırlar dile getirilmektedir. Ahirette hepsini bekleyen ceza anlatılmaktadır.
Bu İslâm ümmeti, Kur’an-ı Kerim’in direktifleri ve açıklamalarına göre, stratejisini ve hareketini belirlemek, tüm insanlara karşı tutumlarını bu direktiflere ve açıklamalara uygun biçimde ayarlamak için inanıyor ve ona sahipleniyordu. Bu kitap, İslâm ümmetine yön veren, onu harekete geçiren, kılavuzluk eden ve yol gösteren bir kitaptı. Onun içindir ki bu ümmet hep galipti, mağlup olmamıştı. Zira peygamberi yüce ilahî direktifler doğrultusunda ona liderlik ettiği andan itibaren, düşmanıyla giriştiği savaşlarda, sürekli olarak doğrudan Rabbanî bir liderliğe bağlı olarak hareket etmiştir.
Bu Rabbanî direktifler ve Kur’an-ı Kerim’in kapsadığı açıklamalar halâ tazeliğini korumaktadır. Bugün de yarın da İslâm’ın mesajını yüklenenler, bu direktïflerle ve açıklamalarla sanki şu anda kendilerine iniyormuş gibi muhatap olmak zorundadırlar. Bu direktiflerin ve açıklamaların ışığı altında çeşitli insan kesimlerine, çeşitli görüşlere, ekollere, inançlara, çeşitli kurumlara ve düzenlere, çeşitli değerlere ve ölçülere karşı tavırlarını belirlemek mecburiyetindedirler. Bu, bugün böyle olduğu gibi yarın da böyle olacak ve kıyamete kadar da öyle devam edecektir…
“İnsanlar arasında müminlere en amansız düşman olanların yahudiler ve Allah’a ortak koşanlar olduğunu göreceksin…’
Ayet-i kerimenin ifadesi Hz. Peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) özel bir hitab olabileceği gibi, genel geçer bir gerçeği dile getiren genel bir hitap da olabilir. Çünkü her insanın görebildiği apaçık bir realiteyi dile getirmektedir. Kur’an-ı Kerim’in kendisiyle indirildiği dil olan Arapça’da bu tür ifade biçimlerine rastlamak mümkündür. Ayet, her iki halde de, değindiği gerçeği açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Bu gerçeği belirttikten sonra, ayetin ifade biçiminde yahudilere ortak koşanlardan önce yer verilmesi dikkat çekmektedir. Yani iman edenlere en amansız düşmanlar müşriklerden önce yahudilerdir. Yahudilerin düşmanlığı müşriklerinden daha yaman, daha acımasız daha apaçık ve düşünen herkesin görebileceği bir realitedir. Düşmanlıkta önce yahudiler sonra müşrikler gelir.
Evet, ifade şekillerinde “ve” bağlacı ile yapılan bağlamalar beraberlik ifade eder; bir sıralama, bir öncelik sonralık anlamına gelmez. Ancak burada yahudilerin önce kaydedilmesi, onların kökeni ehli kitap olmaları nedeniyle iman edenlere karşı müşriklerden daha az düşman olmaları gerektiği şeklindeki anlayışla beraber ele alındığında bu öne alışın, özel bir önemi olduğunu ve Arap ifade biçimde “ve” ile yapılan atıflardan farklı bir ifade tarzı olduğunu kestirebiliriz. Çünkü bu öne alış en azından onların Ehl-i Kitap oluşlarının, bir vakıa olan gerçeği, yani onların da aynı Allah’a ortak koşanlar gibi iman edenlere amansız düşman kesildikleri gerçeğini değiştirmediğine dikkat çekmektedir. Bunun “en azından” böyle olduğunu söylüyoruz. Fakat böyle söylemiş olmak yahudilerin düşmanlıkta Allah’a ortak koşanları da geçebileceği ihtimalini ortadan kaldırmaz.
İnsan bu Rabbani açıklamayı, İslâm’ın doğuşundan günümüze kadar somut tarihi gerçeklerle açıklamaya çalıştığında, yahudilerin iman edenlere karşı düşmanlığının, müşriklerin düşmanlığına oranla daha amansız, daha katı, daha ısrarlı ve daha köklü olduğuna karar vermede asla tereddüt etmez!
Yahudiler, Medine’de ilk İslâm Devleti kurulduğu andan itibaren İslâm’a karşı düşmanca tavır koydular. İslâm ümmetinin ilk ümmet olduğu günden itibaren ona karşı tezgahlar kurdular. Kur’an-ı Kerim’in bu düşmanlık ve düzenbazlıklara ilişkin açıklamaları ve işaretleri yahudilerin tarih boyunca İslâm’a, peygamberimize (salât ve selâm üzerine olsun) ve müslüman ümmete karşı giriştikleri sürekli savaşı, on dört asra yakın bir zamandır bir an dahi sönmeyen ve bugün hâlâ yeryüzünün her bölgesinde bütün şiddetiyle devam eden savaşı, tek başına aydınlatmaya yeterlidir.’
Hz. Peygamber Medine’ye vardığında ilk iş olarak yahudilerle bir arada yaşama anlaşması yapmış ve onları ellerindeki Tevrat’ı tasdik edene; İslâm’a çağırmıştı. Fakat onlar bu anlaşmaya bağlı kalmamışlardı. Nitekim tarih boyunca her zaman Rableriyle ve daha önceki peygamberleriyle yaptıkları her sözleşmeyi bozmuşlardı. Hatta onlar hakkında Allah buyuruyor ki:
“Biz sana öyle gerçekler, açıklayıcı ayetler indirdik ki, onları sadece fasıklar inkar eder.”
Onlar ne zaman bir ahit yaptılar ise aralarından bir grup onu bozup bir yan;a atmadı mı? Aslında onların çoğu inanmaz.
Onlara Allah katından önlerindeki kitabı onaylayan bir peygamber gelince, kendilerine kitap verilenlerin bir grubu, Allah’ın kitabını hiç bilmiyorlarmış gibi onu arkalarına attılar.
Allah’ın Evs ve Hazreç kabilelerini İslâm’da birleştirdiği günden itibaren İslâm ve müslümanlara karşı düşmanlıklarını gizlediler. Artık yahudiler, onlar üzerinde ne olumlu ne de olumsuz hiçbir etkiye sahip değildi. Müslüman ümmetin liderliği belirginlik kazanıp Hz. Muhammed’in (salât ve selâm üzerine olsun) dizginleri eline aldığı günden itibaren yahudilerin otoritesine yer kalmamıştı.
Onlar yahudi düzenbazlık dehasının ortaya koyduğu, Babil’deki esaretin, Mısır’daki köleliğin ve Roma Devleti’ndeki ezikliğin kendisine kazandırdığı her çeşit silah ve vasıtayı kullanmıştı. İslâm, tarih boyunca ulusların ve inançların kendilerine uyguladığı baskıdan sonra, onlara geniş imkanlar tanımasına rağmen, onlar ilk gününden itibaren İslâm’ın nezaketini en çirkin tuzaklarla, en alçak hilelerle geri çevirmişlerdi.
Arap yarımadasında Allah’a ortak koşan bütün güçleri İslâm’a ve müslümanlara karşı kışkırtmıştı. Birbirinden apayrı kabileleri müslüman kitleye karşı savaşmak için, bir araya getirmeye çalışmışlardı.
İnsanların müslüman olduğu devirlerde İslâm, onları hakkın gücü ile mağlup edince, İslâm’a karşı daha sinsi düzenbazlıklara yönelip, kitaplarına uydurma şeyler sokmaya çalıştılar. Öyle ki bu tahrifatta yüce Allah’ın korumayı garanti ettiği Kur’an-ı Kerim dışında yakasını kurtarabilen tek İslâm kitabı kalmamıştır. Ayrıca müslümanların safları arasında ayrılık tohumlarını ektiler. Daha yeni olarak İslâm’a girenleri, İslâm’ı henüz iyice kavrayamamış müslüman ülkelerden birtakım kimseleri kullanma metoduyla, fitneyi körüklemeye çalıştılar. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki İslâm düşmanlarını bu dine karşı kışkırtarak da bir takım komplolar hazırladılar. Onların bu tavırları son asra kadar değişmeden geldi. Şimdi onlar yeryüzünün her tarafında İslâm’a karşı yürütülen savaşın liderliğini yapıyorlar. Bu kapsamlı savaşta hem Haçlıları hem putperestleri kullananlar, yeni akımlar oluşturan ve müslümanların adlarını taşıyan bazı kimseleri kahraman yapanlar, bu dinin temellerinden her birini yok etmek; Haçlı-Siyonist bir savaş vermek için, bu kahramanları ileri sürenler de yine onlardır!
Ve gerçekten yüce Allah doğru söylemiştir: “İnsanlar arasında müminlere en acımasız düşman olanların yahudiler ve Allah’a ortak koşanlar olduğunu göreceksiniz.”
Medine’de kurulan İslâm Devleti’ne karşı düşman kitlelerini kışkırtan, Beni Kurayza ve diğer yahudiler ile Mekke’deki Kureyş ve Arap yarımadasındaki diğer kabileleri birleştiren yahudidir.
Hz. Osman’ın (Allah ondan razı olsun) ölümü ile sonuçlanan ve ondan sonra baş gösteren iç çekişmelerde göze çarpan fitne olayında halk kitlelerini kışkırtan, dağınık kitleleri birleştiren ve doğru yanlış haberler yayan yahudilerdir.
Hz. Peygamber’in (salât ve selâm üzerine olsun) hadislerine, rivayetlere ve İslâm tarihine uydurma ve yalan şeyler katmaya önderlik eden yahudidir. Bunu izleyen ve yeryüzünün herhangi bir yerinde ortaya çıkan İslâmî direnişin öncülerine karşı başlatılan savaşın arkasında yahudi vardır.
Sonra, ateist-materyalist ideolojinin arkasında olan yahudidir. Hayvanî seksüel duyguların, serbestliğini öngören görüşlerin arkasında yahudi vardır. Tüm kutsal şeylere ve sınırlamalara karşı olan, yıkıcı görüşlerin çoğu yahudi tezgahıdır!
Yahudilerin İslâm’a karşı başlattıkları savaş, Allah’a ortak koşanların ve putperestlerin eskisi ve yenisiyle İslâm’a karşı verdikleri barbarca savaşlardan daha uzun boylu ve daha geniş çaplı olmuştur. Allah’a ortak koşucu olan Araplarla girişilen savaş, bütünü ile yirmi yıldan fazla bir zaman almamıştı. Pers İmparatorluğu’yla girişilen savaş da ancak bu kadar zaman almıştı. Bu asırda ise, Hint putperestliğiyle İslâm arasındaki savaşın şiddetli bir savaş olduğu açık olmasına rağmen, bu savaşın şiddeti, Siyonizmin İslâm’a karşı sürdürdüğü savaşın şiddetine ulaşmamıştır. Marksizm de bu uluslararası savaşın bir boyutudur. Yahudilerin İslâm’a karşı başlattığı sürekli ve geniş kapsamlı savaşın, ilerde değineceğimiz Haçlı savaşlarından başka bir benzerine rastlanamaz.
Yüce Allah’ın “İnsanlar arasında müminlere en acımasız düşman olanların yahudiler ve Allah’a ortak koşanlar olduğunu göreceksin” dediğini işitir ve metinde yahudilerin, ortak koşuculardan önce kaydedildiğine dikkat eder, sonra da tarihi realiteyi gözden geçirirsek, yahudilerin, neden ortak koşuculardan daha önce yer aldığını, Allah’ın buna ilişkin hikmetini bir ölçüde kavrayabiliriz!
Bu yahudilerin, çirkin, iğrenç karakteridir. Sürekli olarak gönüllerinde İslâm’a ve peygamberimize karşı bir kin beslemişlerdir. Bu nedenle Allah peygamberini ve müslümanları onlardan sakındırmıştır. Yahudilerin bu çirkin ve iğrenç karakteri ile İslâm ve İslâm’ı en güzel biçimde yaşadıkları sırada müslümanlardan başkası baş edememiştir. Bu çirkin ve şirret karakterden dünyayı ancak İslâm kurtarabilir, insanlar ona teslim olduğu gün.
“Buna karşılık müminlere en çok sempati duyanların “Biz hristiyanız” diyenler olduğunu göreceksin. Çünkü hristiyanlar arasında Allah’a bağlı bilginler ve din adamları vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.”
Fizilal-il Kur’an, Seyyid Kutub
لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. تَجِدَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nunu sakiledir. Bu yüzden fetha ile mebni muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Tekid نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اَشَدَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَدَاوَةً temyiz olup fetha ile mansubtur.
Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur:
a. İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler,
b. Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler,
c. İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler,
d. Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiye (çokluk bildiren كَمْ) ile kurulan cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذِينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle عَدَاوَةً ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا الْيَهُودَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْيَهُودَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, atıf harfi وَ ’la الْيَهُودَ ’ye matuf olup mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اَشْرَكُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَشْرَكُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَشْرَكُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ
وَ atıf harfidir. لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. تَجِدَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nunu sakiledir. Bu yüzden fetha ile mebni muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Tekid نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اَقْرَبَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
مَوَدَّةً temyiz olup fetha ile mansubtur.
اَلَّذِينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte مَوَدَّةً ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰى ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اِنَّا نَصَارٰٓى ’dır. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
نَصَارٰٓى kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَاناً وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بِ harf-i ceri sebebiyyedir.
مِنْهُمْ car mecruru أَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. قِسّ۪يس۪ينَ kelimesi أَنَّ ’nin muahhar ismidir.
رُهْبَانًا kelimesi atıf harfi وَ ’la قِسّ۪يس۪ينَ ’ye matuftur.
وَ atıf harfidir. اَنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. İsim cümlesinin manasını masdara çevirir ve tekid eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde önceki masdar-ı müevvele matuftur.
هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
لَا يَسْتَكْبِرُونَ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَكْبِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَسْتَكْبِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’al babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ kavlindeki بِ harf-i ceri, sebebiyyedir. Lam-ı ta’lîl manasını ifade eder. مِنْهُمْ kavlindeki zamir Hıristiyanlara aittir. (Âşûr)لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ
Ayet, mahzuf kasemin cevabıdır. لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasemin cevabı olan …لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Hem yemin lâmı hem de nûn-u tekid es-sakîle gelmiştir.
Mecrur mahaldeki لِلَّذ۪ينَ ’nin sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki ikinci ism-i mevsûlün sılası da aynı üsluptadır. Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Takdim edilmesi dolayısıyla cümlede Yahudilerin, Hristiyanlardan daha şiddetli düşman olduğuna işaret vardır.
عَدَاوَةً temyiz olarak mansubtur. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Bu istînaf cümlesi, daha öncekiler gibi Yahudilerin çirkinliklerini, küfürdeki derinliklerini ve müşriklerle aralarındaki yakınlığı açıklar. Cümlenin lâm-ı kasemle başlaması veya yeminle tekid edilmesi, içeriğinin beyanına itina gösterildiği içindir.
Hitap, ya Resulullah (sav) içindir ya da buna muhatap olabilen herkes içindir.
İkinci görüşe göre hitabın umumi olması, onların hallerinin hiçbir insan için gizli olmadığını bildirmeyi hedefler.
Allah Teâlâ’nın, Yahudileri ve müşrikleri bu şekilde vasıflandırması, serkeşlikleri, küfürdeki katılıkları, nefsanî arzulara dalmaktaki hırsları, taklide yakın ve tahkikten uzak olmaları, peygamberlere karşı isyan ve temerrütteki maharetleri, peygamberlere karşı tekzib ve mukavemete cüret göstermeleri sebebiyledir.
Yahudilerin, en önce zikredilmesi düşmanlıkta onların müşriklerden de önde olduklarını bildirmeyi amaçlar. Nitekim,
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّاَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ [(Resulüm) sen onları hayata karşı insanların en hırslısı (اَحْرَصَ /en haris) bulacaksın. Müşriklerden de fazla... Onlardan her biri bin sene yaşamak ister. (Bakara Suresi, 96)] mealindeki ayette de onların önce zikredilmesi, yaşama ihtirasında müşriklerden de önde olduklarını gösterir. (Ebüssuûd)
وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ
Cümle وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Mahzuf kasemin cevabıdır. لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasemin cevabı olan …لَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Hem yemin lâmı hem de nûn-u tekid es-sakîle gelmiştir.
Mecrur mahaldeki لِلَّذ۪ينَ ’nin sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki ikinci ism-i mevsûlün sılası da aynı üsluptadır. Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.
İkinci ism-i mevsûlün sılasında mekulü’l-kavl, اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda gelmesi sübut ifade etmiştir.
مَوَدَّةً temyiz olarak mansubtur. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
لَتَجِدَنَّ - اٰمَنُوا - الَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ cümlesi ile وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰى cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَوَدَّةً - عَدَاوَةً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَقْرَبَهُمْ - مَوَدَّةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَتَجِدَنَّ ‘deki kasem lâmı olup ve tekid nûnunun ziyadesiyle birlikte tekid kastedilir. (Âşûr)
Burada الوِجْدانُ kelimesi kalbi, vicdanı ifade eder ve ilim fiillerindendir. Bu sebeple iki mef’ûlle müteaddi yapılır. (Âşûr)
Hristiyanların bu şekilde tavsifi, İslam’ın hak din olduğu inancını izhar etmemekle beraber onların, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız ve hak ehlinin dostlarıyız.” demeleri sebebiyle sevgi bakımından Müslümanlara en yakın olduklarını bildirmek içindir.
اَشَدَّ ‘nin karşıtı olarak الضعف (en zayıf) veya القرب ‘in karşıtı olarak البعد (en uzak) denmemesi, iki fırka arasında son derece farklılık bulunduğunu zımnen bildirmek içindir. Çünkü böylelikle bu iki fırkadan, birinin iki zıddın en son; diğerinin de diğer zıddın en yakın mertebesinde bulunduğu beyan edilmiş olur. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَاناً وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
Ta’lîliye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.
Mübteda ve haberden oluşmuş fâide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede haberin hazfi nedeniyle îcâz-ı hazif sanatı vardır.
اَنَّ ve akabindeki isim cümlesi masdar tevilindedir. بِ sebebiyle mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel mahzuf habere müteallıktır.
Masdar-ı müevvel cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اَنَّ مِنْهُمْ kelimesinin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. قِسّ۪يس۪ينَ muahhar ismidir. رُهْبَانًا tezâyüf sebebiyle قِسّ۪يس۪ينَ ’ye matuftur.
Mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)
İkinci masdar-ı müevvel, birinciye matuftur. Faide-i haber inkâr i kelam olan cümlede اَنَّ ’nin haberi olumsuz muzari fiille gelmiştir.
Nefî harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip, hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin muzari fiil olması ayrıca hudûs, hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
رَاهِب ; fazla korkudan aşırı derecede ibadet etmektir. Kelimenin nekre olarak gelmesi çokluk ifadesi içindir.
قِسّ۪ ; gece vakitlerinde yoklamak ve araştırmak anlamındadır. Onlara bu ismin verilmesi İsfahânî’ye göre ilim alanında ziyadesiyle araştırmacı oldukları içindir. (Ebüssuûd)Rasulullah (s.a.v) buyurdu:
Evvelki ümmetlerden üç kişi yola çıkmıştı. Akşam bir mağaraya girdiler. Dağdan kopan bir taş mağaranın ağzını kapattı. Aralarında dediler ki:
Sizi ancak Allah’a salih amellerinizle dua etmeniz kurtarabilir.
Birincisi:
“Allahım! Sen biliyorsun ki, ihtiyar annemle babam vardı. Ben onlardan evvel ne zevceme, ne de çocuklarıma süt içirmezdim. Bir gün geciktim ve döndüğümde onları uyur buldum. Akşam sütlerini sağdım. Onlara içirmeden aileme içirmek istemedim. Fecr doğuncaya kadar süt kabı elimde uyanmalarını bekledim. Annemle babam uyandılar ve sütlerini içtiler. Allahım! Eğer bunu senin rızan için yapmışsam içinde bulunduğumuz sıkıntıyı bizden gider.” Taş azıcık kaydı.
İkincisi:
“Allahım! Sen biliyorsun ki amcamın bir kızı vardı. Benim nezdimde insanların en sevimlisiydi. Onunla gayri meşrû yaşamak istedim. Benden nefsini menetti. Kıtlık gelip çattı. Kendisine nefsini bana teslim etmek şartıyla para vermek istedim. Kabul etti. Ona yaklaştığım sırada bana: “Allah’tan kork. Nikah etmek suretiyle yaklaş” dedi.
Bu söz üzerine ondan uzaklaştım. Vermiş olduğum altınları da geri almadım.
Allahım! Eğer bunu senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıyı gider.” Taş biraz daha kaydı.
Üçüncüsü:
“Allahım! İşçileri ücretle çalıştırıyordum. Ücretlerini verdim. Ancak bir kişi payına düşeni bırakıp gitti. Ben onun ücretini geliştirdim. O ücretten mallar çoğaldı. Bir zaman sonra bana geldi ve ücretini istedi. Bende ona: “Gördüğün deve, sığır, köle senin ücretinden peyda olmuştur. Hepsini al, götür.” dedim.
O: “Ey Allahın kulu sen benimle dalga mı geçiyorsun?” dedi.
Ben: “Hayır!” dedim.
Bu söz üzerine hepsini alıp gitti. Allahım! Eğer bunu senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıyı gider”
Taş tamamen uzaklaştı ve onlar çıkıp gittiler. [Buhari]
Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Yalnız Senin rızan için dünya üzerinde öyle güzel hayırlara vesile olmamızı nasip et. Ki rahmetinle, iki cihanda da bizi nice sıkıntılı hallerden kurtarsın. Ve bize huzur ve göz aydınlığı sebebi olsunlar. Rabbim, bize salih amellere sahip kullardan olmayı ve bize daima iyi olanı hatırlatacak, kötü olandan ise vazgeçirecek salih kulları sevmemizi ve onlarla dost olmamızı nasip et. İmanımıza kuvvet, gözümüze tokluk, gönlümüze bereket ver.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji