بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَحَسِبُٓوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَث۪يرٌ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَحَسِبُوا | ve sandılar |
|
2 | أَلَّا |
|
|
3 | تَكُونَ | olmayacak |
|
4 | فِتْنَةٌ | bir fitne |
|
5 | فَعَمُوا | kör oldular |
|
6 | وَصَمُّوا | ve sağır kesildiler |
|
7 | ثُمَّ | sonra |
|
8 | تَابَ | tevbesini kabul etti |
|
9 | اللَّهُ | Allah |
|
10 | عَلَيْهِمْ | onların |
|
11 | ثُمَّ | sonra yine |
|
12 | عَمُوا | kör |
|
13 | وَصَمُّوا | ve sağır kesildiler |
|
14 | كَثِيرٌ | çokları |
|
15 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
16 | وَاللَّهُ | Allah |
|
17 | بَصِيرٌ | görüyor |
|
18 | بِمَا | ne ki |
|
19 | يَعْمَلُونَ | yapıyorlar |
|
وَحَسِبُٓوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَث۪يرٌ مِنْهُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. حَسِبُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ masdar harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَسِبُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
تَكُونَ mansub muzari fiildir. Burada tam fiil olarak gelmiştir.
فِتْنَةٌ kelimesi تَكُونَ ’nin faili olup lafzen merfûdur.
فَ atıf harfidir. عَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
صَمُّوا fiili atıf harfi وَ ’la عَمُوا ’ya matuftur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. تَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru تَابَ fiiline müteallıktır.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. عَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
صَمُّوا fiili atıf harfi وَ ’la عَمُوا ’ya matuftur.
كَث۪يرٌ kelimesi عَمُوا ’deki zamirden bedeldir. مِنْهُمْ car mecruru كَث۪يرٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. بَص۪يرٌ haberdir.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harfiyle birlikte بَص۪يرٌ kelimesine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ۟ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ۟ muzari fiildir. نَ۟ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَحَسِبُٓوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَث۪يرٌ مِنْهُمْۜ
Ayet يَقْتُلُونَ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar harfi أن, müteakip تَكُونَ فِتْنَةٌ cümlesini masdara çevirmiştir. Menfi كانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, حَسِبُٓوا fiilinin iki mefûlü yerindedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَعَمُوا ve akabindeki aynı üsluptaki وَصَمُّوا cümleleri حَسِبُٓوا fiiline matufturlar.
ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ cümlesi tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve tazim amacına matuftur.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Yine makabline ثُمَّ ile atfedilen عَمُوا ve صَمُّوا cümleleri mazi fiil sıygasında gelmiştir.
كَث۪يرٌ kelimesi عَمُوا’daki zamirden haldir.
ثُمَّ - عَمُوا - صَمُّوا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Burada hakiki körlük ve sağırlık değil, hidayet delillerinden, resul ve kitaplardan yüzçevirmeleri kastedildiği için istiare vardır. Câmi’; fayda ve faziletlerden mahrum kalmaktır. Ayet-i kerimede tekid vardır. Tövbe ettikten sonra aynı yanlışı yapmaları dolayısıyla tehdittir.
İki kere azgınlık yaptılar yerine, iki kere kör ve sağır oldular istiaresi tekrarlanmış, teşbih-i tenasi olmuştur.(Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
كَثِيرٌ مِنهم sözü, ثُمَّ عَمُوا وصَمُّوا sözündeki zamirden bedeldir. (Âşûr)
İlmin Derecelerini İfade Eden Farklı Lafızlar:
Vahidî bu mesele hakkında güzel bir izahta bulunarak şöyle der: Fiiller üçe ayrılır:
1. İlim, kati olarak bilmek (teyakkun) ve iyice araştırmak, ortaya çıkarmak (tebeyyün) gibi bir şeyin sübut bulup karar kıldığına delalet eden fiillerdir. Böylesi fiillerden sonra fiili nasb eden sakin أن değil, şeddeli انّ bulunur. Çünkü şeddeli إنّ, bir şeyin sebat bulup karar kılmış olduğuna delalet eder. Binaenaleyh ilim, istikrar ve sebata delalet edip şeddeli olan da bu manayı ifade edince aralarında bir uyum ve benzerlik meydana gelmiş olur.
2. Sebat ve istikrarın aksine delalet eden fiiller. Mesela, اَطْمَعُ “arzu ediyorum, tamah ediyorum” أخاف “korkuyorum” ve أرجو “umuyorum, ümid ediyorum” gibi fiiller nasb eden sakin أنْ’le kullanılır.
3. حَسِبَ “zannetti” ve kardeşleri gibi bazen birinci bazen de ikinci manaya gelen fiiller bazen sübut bulmayan ve karar kılmayan şeyler hakkında اَطْمَعُ - اَرْجُو manasında bazen de sübut bulup karar kılan şeyler hakkında kullanılan علم anlamında ele alınır.
Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Ayette geçen وَحَسِبُٓوا lafzını, “sübut bulup karar kılan” manasına hamletmek mümkündür. Çünkü İsrailoğulları bu yalanlama ve öldürmeleri sebebiyle bir fitneye ve azaba düşmeyeceklerine kesinkes inanıyorlardı. Yine bu fiili, sübut bulup karar kılmak manasına hamletmemek de mümkündür. Çünkü onlar bu yalanlama ve adam öldürme işini, makamlarını korumak ve kendilerine yandaş bulmak için yapıyorlardı. Böylece onlar kalpleriyle bunun bir hata ve isyan olduğunu biliyorlardı. Lafız, söylediğimiz bu iki manadan her birine muhtemel olabilir.
حَسِبَ, iki mef’ûl alması gereken fiillerdendir. Ancak ayetteki اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ ifadesi حَسِبَ maddesinin iki mef’ûlünün yerini tutan bir cümledir. Çünkü bunun manası, “Onlar fitne ve belanın, başlarına gelmeyeceğini zannettiler.” şeklindedir.
فِتْنَةٌ kelimesinin manası dünya ve ahiret azabına hasredilmiştir. Dünya azabı ise bir kaç çeşittir: Kıtlık, veba, öldürülme, düşmanlık, insanlar arasında olan buğz ve kin bunlardandır. (Fahreddin er-Râzî)
Kör ve sağır kesilmelerinin iki kere oluşunun manası, Hakk’a ulaşma hususundaki körlük ve sağırlıklarının iki defa hasıl olduğuna delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
كَثٖيرٌ مِنْهُمْ ifadesi ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا ifadesindeki fiillerin fail zamiri olan “vâv”dan bedeldir. كَثٖيرٌ مِنْهُمْ ifadesini kullanmaksızın عَمُوا وَصَمُّوا demiş olsaydı, bu, onların hepsinin böyle olduğu zannını uyandırırdı. Ama كَثٖيرٌ مِنْهُمْ deyince bu ifade onların hepsi için olmayıp ekserisi için bu durumun tahakkuk ettiğini gösterir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
وَ istînâfiyyedir.
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Ayetin bu son cümlesinde idmâc sanatı vardır. [Yaptıklarınızı görür] ifadesinde Allah Teâlâ, her şeyden haberdar olduğu sözüyle, lâzım-melzûm alakasıyla yaptıklarınızın karşılığı verilecektir manasını kastetmiştir. Mecaz-ı mürseldir.
مَا ism-i mevsûlünde tevcih sanatı vardır.
Sıla cümlesi olan يَعْمَلُونَ۟ muzari fiil olarak gelmiştir. Muzari fiil hudûs, tecessüm, istimrar ve teceddüt ifade eder.
Ayetin fasılasındaki يَعْمَلُونَ şeklindeki muzari fiil hem bu çirkin fiili muhatabın zihninde canlandırmak hem de fasılaya riayet içindir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
عَمُوا - بَص۪يرٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
كَث۪يرٌ - بَص۪يرٌ kelimeleri arasında muvazene ve cinas-ı nakıs sanatı vardır.
Geçmiş halin, mazinin hikâyesi için geniş zaman kipinin kullanılması, onların çirkin hareketlerinin suretini canlandırmak ve bir de fasılaların (ayet sonlarının) uyumunu gözetmek içindir. (Ebüssuûd)
Bu cümle, makabli için bir zeyl mahiyetinde olup İsrailoğullarının kendilerine bela gelmeyeceği zannının batıl olduğuna ve hiç ummadıkları bir anda ilâhî azabın kendilerine ulaşacağına işaret eder. (Ebüssuûd)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ وَقَالَ الْمَس۪يحُ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۜ اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun |
|
2 | كَفَرَ | kafir olmuşlardır |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | قَالُوا | diyen(ler) |
|
5 | إِنَّ | ancak |
|
6 | اللَّهَ | Allah |
|
7 | هُوَ | o |
|
8 | الْمَسِيحُ | Mesih’tir |
|
9 | ابْنُ | oğlu |
|
10 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
11 | وَقَالَ | halbuki demişti ki |
|
12 | الْمَسِيحُ | Mesih |
|
13 | يَا بَنِي | oğulları |
|
14 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
15 | اعْبُدُوا | kulluk edin |
|
16 | اللَّهَ | Allah’a |
|
17 | رَبِّي | benim Rabbim |
|
18 | وَرَبَّكُمْ | ve sizin Rabbiniz olan |
|
19 | إِنَّهُ | zira |
|
20 | مَنْ | kim |
|
21 | يُشْرِكْ | ortak koşarsa |
|
22 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
23 | فَقَدْ | muhakkak ki |
|
24 | حَرَّمَ | haram etmiştir |
|
25 | اللَّهُ | Allah |
|
26 | عَلَيْهِ | ona |
|
27 | الْجَنَّةَ | cenneti |
|
28 | وَمَأْوَاهُ | ve onun varacağı yer |
|
29 | النَّارُ | ateştir |
|
30 | وَمَا | ve yoktur |
|
31 | لِلظَّالِمِينَ | zalimlerin |
|
32 | مِنْ | hiç |
|
33 | أَنْصَارٍ | yardımcıları |
|
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ
لَ mahzuf kasemin cevabına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
كَفَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ’dir.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
Munfasıl zamir هُوَ fasıl zamiridir. الْمَس۪يحُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup merfûdur. ابْنُ ise الْمَس۪يحُ ’nun sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayr-i munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
وَقَالَ الْمَس۪يحُ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ haliyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمَس۪يحُ fail olup lafzen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ ’dir. يَا nida harfidir. بَن۪ٓي münadadır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir.
اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyhtir. Gayr-i munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Nidanın cevabı اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْ ’dur.
اعْبُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile masubtur. رَبّ۪ي lafzı اللّٰهَ lafza-i celâlden bedeldir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَبَّكُمْ lafzı atıf harfi وَ ’la رَبّ۪ي ’ye matuftur.
اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ
إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُۥ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
مَنْ يُشْرِكْ cümlesi إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يُشْرِكْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru يُشْرِكْ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدِ tahkik harfidir. حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
عَلَيْهِ car mecruru حَرَّمَ fiiline müteallıktır. الْجَنَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. مَأْوٰي mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. النَّارُ haberdir.
وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لِلظَّـٰلِمِینَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِنۡ zaiddir.
أَنصَارٍ lafzen mecrur mahallen muahhar mübtedadır.
اَلظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ
Ayet, mahzuf kasemin cevap cümlesidir. Muvattie lâmı ve tahkik harfiyle tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem fiilinin hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Fail konumundaki mevsûlün sılası müspet mazi fiil قَالُٓوا ’dur. Fiilin mekulü’l-kavli olan اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ cümlesi, اِنَّ ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Kizb-i haberdir.
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ, muhatabı hatadan kurtarmak için gelmiştir.
Hz. İsa’nın annesinin adıyla zikredilmesi hem babasının olmadığına tariz hem de ilâh edinilmesini reddetmek içindir.
وَقَالَ الْمَس۪يحُ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۜ
وَ haliyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede mekulü’l-kavl, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۜ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَبّ۪ي - رَبَّكُمْ izafetlerinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim ve muhatap zamirleri şeref kazanmıştır.
Allah Teâlâ, Mesih (İsa) (as)’dan, onun, [Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.] dediğini nakletmiştir. Bu ifade, Hristiyanların sözünün yanlış olduğuna dair, kati ve kesin hüccetin ne olduğuna bir dikkat çekmedir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ
Fasılla gelen cümle ta’lîliyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müstenefe olması da caizdir.
إنَّ’ye bitişik olam zamir şan zamiridir. Bu kelime arkadan gelen haberin önemine işaret eder. (Âşûr)
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned şart üslubunda haberî isnad formunda gelmiştir.
مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ Cümlesi şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
Mübteda olan şart ismi مَنْ ’in haberi aynı zamanda şartın cevabıdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ, tahkik harfiyle tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Makabline matuf وَمَأْوٰيهُ النَّارُ cümlesinde müsnedin marife gelişi kasr ifade eder.
Müsned, iki durumda marife olur.
1. Muhatap; müsned ve müsnedün ileyhden birini biliyor diğerini bilmiyordur. Bildiği müsnedün ileyh, bilmediği müsned olur.
2. Muhatap ikisini de biliyordur ama siyak, birinin takdimini gerektiriyordur. Mütekellim muhatabın bildiği şeyi ya da siyakın gerektirdiği şeyi takdim ederek müsnedün ileyh yapar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap fiillerinden oluşan terkip مَنْ ’in haberidir.
Şart cümlesi ise اِنَّ ’nin haberidir.
اِنَّهُ’daki هُ ; şan zamiridir. Daha sonra gelen cümlenin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak için gelmiştir.
Bu اِنَّ harfi tekid ifadesi yanında, “çünkü” manasındadır.
قَالُٓوا - قَالَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
النَّارُۜ - الْجَنَّةَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ ibaresinde zamir yerine Allah lafzının gelmesi, bu işin şiddetini ve korkutmanın büyüklüğünü ifade eder.
مَأْوٰي sığınmak, sığınacak yer ve zamanı ifade eden bir kelimedir.
مَأْوٰيهُ النَّارُ [Nâra sığınmak] ifadesi azabı müjdelemek gibi bir tehekkümî istiare ifade eder.
وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
Ayetin son cümlesinde وَ, istînâfiyyedir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لِلظَّالِم۪ين mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Bu takdim kasr ifade eder. Yardımcının olmaması, zalimlere kasredilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.
Muahhar mübteda olan مِنْ اَنْصَارٍ ’deki مِنْ harfi zaiddir ve tekid ifade eder.
اَنْصَارٍ ’in nekre gelişi nev, tazim ve kesret içindir. Nefy siyakta gelen nekre, selbin umumuna işarettir.
“Zalimler” kelimesi zamir makamında gelmiş açık isimdir, zem ve nâra giriş sebeplerini bildirir.
Ensarı “yardımcı” olarak değil, “kurtarıcı” olarak tercüme etmek daha uygundur. نَصَرَ; sonu zaferle biten bir yardım demektir, her yardımın sonu zaferle bitmeyebilir.
لِلظَّالِم۪ينَ [Zalimler] kelimesindeki tarif, ahd-i ilmî veya cins içindir.
يُشْرِكْ - كَفَرَ- لِلظَّالِم۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bizim alimlerimiz, fasıkların cezasının ebedi olmayacağı hususunda şöyle istidlal etmişlerdir: “Çünkü Cenab-ı Hakk, müşriklerle ilgili vaîd ve tehdit çeşitlerinin en büyüğünün onlara cennetin haram kılınması, varacakları yerin cehennem olması; onlara yardım edecek hiçbir yardımcı ve şefaat edecek hiçbir şefaatçinin bulunmaması olduğunu belirtmiştir. Eğer mümin fasıkların hali de böyle olsaydı, müşriklerin, şirklerinden ötürü böyle bir vaîd ile tehdid edilmelerinin bir manası kalmazdı. (Fahreddin er-Râzî)
اَنْصَارٍ kelimesinin çoğul olarak kullanılması, çoğul olarak zikredilen لظَّالِم۪ينَ kelimesi ile uyum sağlamak amacına yöneliktir. (Ebüssuûd)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | elbette |
|
2 | كَفَرَ | kafir olmuşlardır |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | قَالُوا | diyen(ler) |
|
5 | إِنَّ | şüphesiz |
|
6 | اللَّهَ | Allah |
|
7 | ثَالِثُ | üçüncüsüdür |
|
8 | ثَلَاثَةٍ | üçün |
|
9 | وَمَا | oysa yoktur |
|
10 | مِنْ | hiçbir |
|
11 | إِلَٰهٍ | ilah |
|
12 | إِلَّا | başka |
|
13 | إِلَٰهٌ | ilahtan |
|
14 | وَاحِدٌ | bir olan |
|
15 | وَإِنْ | eğer |
|
16 | لَمْ |
|
|
17 | يَنْتَهُوا | vazgeçmezlerse |
|
18 | عَمَّا | şeylerden |
|
19 | يَقُولُونَ | dedikleri |
|
20 | لَيَمَسَّنَّ | elbette dokunacaktır |
|
21 | الَّذِينَ | kimselere |
|
22 | كَفَرُوا | inkar eden(lere) |
|
23 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
24 | عَذَابٌ | bir azab |
|
25 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ
لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
كَفَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli olan اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ cümlesi قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
ثَالِثُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. ثَلٰثَةٍۢ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنْ zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur mahallen merfû olarak mübtedadır.
Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri; كائن أو موجود (Vardır, mevcuttur.) şeklindedir.
اِلَّا istisna edatıdır. اِلٰهٌ mahzuf haberin zamirinden bedeldir. وَاحِدٌ kelimesi اِلٰهٌ ’un sıfatıdır.
وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَنْتَهُوا fiili ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu عن harf-i ceriyle birlikte يَنْتَهُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. يَمَسَّنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nunu sakiledir. Bu yüzden fetha ile mebni muzari fiildir.
Tekid نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا مِنْهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
مِنْهُمْ car mecruru كَفَرُوا’deki failin haline müteallıktır.
عَذَابٌ kelimesi يَمَسَّنَّ fiilinin faili olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi ise عَذَابٌ kelimesinin sıfatıdır.
يَنْتَهُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftial babındadır. Sülâsîsi نهي’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ
Ayet, mahzuf kasemin cevap cümlesidir. Muvattie لَ’ı ve tahkik harfiyle tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem fiilinin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Fail konumundaki mevsûlün sılası müspet mazi fiil olan قَالُٓوا ’dur. Fiilin mekulü’l-kavli olan اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ, muhatabı hatadan kurtarmak için gelmiştir.
ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ ifadesi, “üç ilâhın birisi” veya “üç ilâhtan birincisi” manasındadır. Bunun manasının böyle olduğunun delili ise, Allah’ın, onları reddederken [Halbuki bir tek tanrıdan başka hiçbir tanrı yoktur.] buyurmasıdır. Buna göre ayette bir hazif bulunmaktadır. آلِهَةٌ kelimesi zikredilmemiştir. Çünkü bunun, onların inançlarından olduğu malumdur. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ
Cümle, kasemin cevabına matuftur. Cümlenin hal olduğu da söylenmiştir. Zaid harf ve kasrla tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.
مِنْ اِلٰهٍ ’deki مِنْ zaiddir veya istiğrak (kapsamlılık) ifade eder. Ayetin takdiri, “Varlık âleminde, tanrılık hakikati hususunda sadece tek bir ferd vardır.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Burada tebrie lâm’ı ile لا إلَهَ إلّا إلَهٌ واحِدٌ değil de مَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌ buyurulması; nefyden sonra gelen مِنْ harfinin olumsuzluğun tahkikine delalet etmesi dolayısıyladır. Çünkü لا ile nefy, مِنْ harfi takdir edilmedikçe cinsin olumsuzluğunu ifade etmez. Burada nefyin önemini arttırmak istendiği için nefy harfi olarak ما ve arkasından مِنْ gelmiştir. Müfessirlerin hiçbiri bu manaya karşı çıkmamıştır. (Âşûr)
اِلٰهٍ mahallen merfû olarak müsnedün ileyhtir. Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, موجود [mevcuttur] olan haber, mahzuftur. اِلٰهٌ mahzuf haberdeki zamirden bedeldir. اِلٰهٌ , وَاحِدٌ için sıfattır dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّٓا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Hristiyanların inancını Allah Teâlâ bu sözleriyle ters çevirmiştir. Onun için bu ayet kasr-ı kalbe örnek teşkil eder. Burada Allah’ın üç olduğuna inanan Hristiyanların inancı düzeltilmiş ve Allah’ın bir olduğu ifade edilmiştir. Aynı zamanda kasr-ı ifrad da düşünülebilir. Çünkü onların ulûhiyyetteki ortaklık inançları, ulûhiyette Allah Teâlâ’nın tek olduğu buyurularak teke indirilmiş, kasr-ı ifrad olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاحِدٌ - ثَالِثُ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfi fiil sıygasında gelen لَمْ يَنْتَهُوا şart cümlesidir.
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl, لَمْ يَنْتَهُوا fiiline müteallıktır. Sılası olan يَقُولُونَ cümlesi mazi sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
…لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ mahzuf kasemin cevap cümlesidir. Muvattie lâmı ve nûn-u sakile ile tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem fiilinin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
المَسُّ kelimesi burada isabet etmek manasında mecazdır. Çünkü hakiki manası, “eli bir cisim üzerine koymak” demektir. (Âşûr)
لَيَمَسَّنَّ ,الَّذ۪ينَ fiilinin mukaddem mef’ûlüdür. اَل۪يمٌ kelimesi fiilin faili olan عَذَابٌ için sıfattır. Kelimedeki tenvin, kesret ve nev ifade eder. Tahayyül edilemez evsafta bir azap olduğuna, hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.
Azabın dokunması ifadesinde istiare vardır. Dokunmak fiili hakiki anlamda kullanılmamıştır.
ثَالِثُ - ثَلٰثَةٍۢ ve كَفَرُوا - كَفَرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin başında كَفَرَ, sonunda كَفَرُوا gelmesi teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
هم zamiri yerine الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ şeklinde zahir olarak ifade edilmesi, küfürlerine dair şahadeti tekrar etmek içindir.
Onların küfrünün, hudûsü (yeni oluşumu) bildiren fiil ile ifade edilmesi, peygamberlerin tebliğlerinden sonra küfrü sürdürmenin, eski küfürlerinden farklı yeni bir küfür ve eski azgınlıklarına ilave yeni bir azgınlık olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ
Hemze istîfham, فَ atıf harfidir. لَا يَتُوبُونَ cümlesi mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أ يثبتون على عقائدهم الباطلة فلا يتوبون (Batıl inançlarında devam ediyor ve tövbe etmiyorlar mı?) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَتُوبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَى اللّٰهِ car mecruru يَتُوبُونَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يَسْتَغْفِرُونَهُ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَسْتَغْفِرُونَهُ fiili, sülâsî mücerrede, üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi غفر’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
غَفُورࣱ mübtedanın birinci, رَّحِیمࣱ ise ikinci haberidir.
اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أ يثبتون على عقائدهم الباطلة فلا يتوبون (Batıl inançlarında devam ediyor ve tövbe etmiyorlar mı?) olabilir.
İnkârî istifham olan bu cümle, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Menfi muzari fiil sıygasında olan cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafzâ-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Aynı üsluptaki وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ cümlesi makabline matuftur.
يَتُوبُونَ - يَسْتَغْفِرُونَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk, [Hala Allah’a tövbe edip O’nun mağfiretini istemeyecekler mi onlar?] buyurmuştur. Ferrâ, bu üslup hakkında, “Bu, Allah Teâlâ’nın, içkinin haram kılınması ile ilgili olarak gelmiş olan فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ [Artık vazgeçtiniz değil mi?] (Maide Suresi, 91) buyruğunda olduğu gibi istifham şeklinde bir emirdir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İstînâfiyye olan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu tezyîl daha önceki günahlardan tövbe edeni affetmesi dolayısıyla Allah Teala’ya sena içindir. Çünkü غَفُورٌ- رَح۪يمٌ kelimelerinin ikisi de mübalağa kalıbındadır ve affetmenin ve merhametin kuvvetini, şiddetini ifade eder. Bunun için tövbe edip istiğfar edenden rahmetiyle azabı kaldırır ve geçmiş günahlarını affeder. (Âşûr)مَا الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌۜ كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا | değildir |
|
2 | الْمَسِيحُ | Mesih |
|
3 | ابْنُ | oğlu |
|
4 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
5 | إِلَّا | ancak |
|
6 | رَسُولٌ | bir elçidir |
|
7 | قَدْ | muhakkak |
|
8 | خَلَتْ | gelip geçmiştir |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | قَبْلِهِ | ondan önce de |
|
11 | الرُّسُلُ | elçiler |
|
12 | وَأُمُّهُ | ve annesi de |
|
13 | صِدِّيقَةٌ | dosdoğruydu |
|
14 | كَانَا | ikisi de |
|
15 | يَأْكُلَانِ | yerlerdi |
|
16 | الطَّعَامَ | yemek |
|
17 | انْظُرْ | bak |
|
18 | كَيْفَ | nasıl |
|
19 | نُبَيِّنُ | açıklıyoruz |
|
20 | لَهُمُ | onlara |
|
21 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
22 | ثُمَّ | sonra |
|
23 | انْظُرْ | bak |
|
24 | أَنَّىٰ | nasıl |
|
25 | يُؤْفَكُونَ | çevriliyorlar |
|
مَا الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌۜ
İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. الْمَس۪يحُ mübteda olup lafzen merfûdur.
ابْنُ ise الْمَس۪يحُ ’nun sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayr-i munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
اِلَّا hasr edatıdır. رَسُولٌ haber olup lafzen merfûdur.
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. خَلَتْ fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş bir elif üzerine mukadder fetha üzerine mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir.
مِنْ قَبْلِهِ car mecruru خَلَتْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الرُّسُلُ fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اُمُّهُ mübtedadır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur. صِدّ۪يقَةٌ haber olup lafzen merfûdur.
كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَۜ
كَانَا nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
Muttasıl zamir elif كَانَا ’nın ismidir. يَأْكُلَانِ fiili كَانَا ’nın haberi olarak mahallen mansubtur. يَأْكُلَانِ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan elif fail olup mahallen merfûdur.
الطَّعَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ
Fiil cümlesidir. اُنْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. كَيْفَ istifham ismi نُبَيِّنُ fiilinin hali olarak mahallen mansubtur. نُبَيِّنُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
لَهُمُ car mecruru نُبَيِّنُ fiiline müteallıktır. الْاٰيَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. انْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
اَنّٰى istifham ismi يُؤْفَكُونَ fiilinin hali olarak mahallen mansubtur. يُؤْفَكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.مَا الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌۜ
Ayetin istînâfiyye olan ilk cümlesi menfi isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır.
Nefy harfi ve istisna edatıyla oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Mübteda ve haber arasında, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. الْمَس۪يحُ maksûr, haber olan رَسُولٌ maksûrun aleyhtir.
رَسُولٌ için sıfat olarak gelen قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ cümlesi, tahkik harfi قَدْ ‘la tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
رَسُولٌ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌ cümlesi istînafa matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُمُّهُ izafeti muzâfın şanı içindir.
وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌ [Annesi doğru sözlüdür] yani babası konusunda iftira atıyorlar ama o doğruyu söylüyor.
Burada kâfirlerinÎsâ (as)’ın ilâh olduğuna inandıkları zikredilmiş. Çünkü onlar “İlâh üçün üçüncüsüdür.” diyorlardı. Bunun için buradaki kasr ifrad değil, kalbdir. itikatları ters çevrilmiştir. Îsâ (as) resullüğe tahsis edilmiştir. Onların itikadında olduğu gibi ilâhlık mertebesi yoktur. Hristiyanların inancını Allah Teâlâ; [O, resulden başka birşey değildir.] buyurarak ters çevirmiştir. Onun için bu ayet kasr-ı kalbe örnek teşkil eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَۜ
Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil oluşu hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği de muhatabın dikkatini canlı tutar.
يَأْكُلَانِ - الطَّعَامَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَ [Onlar da yemek yer] ibaresinde kevn-i lâhik alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Onlar da sizin gibi tuvalete gider diyeceğine, “yemek yerler” buyurulmuştur. Daha sonra olacak şeyi söylemek manasında öncesi zikredilmiştir. Bu; edebî bir üsluptur.
كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَ [Onlar da yemek yer] ibaresi Îsâ (as)’ın ve annesinin ilâh olmadığı şeklindeki kasr üslubunun delili olarak gelmiştir. (Âşûr)
“Meryem oğlu Îsâ Mesih, sadece bir resuldür.”
Bu istînâf cümlesi, kaçınılmaz bir hakikati tespit ve Îsâ (as) ile annesinin gerçek hallerini belirler. Bunun için önce Îsâ (as) ile annesini en mükemmel insanlar zümresine dahil eden kemâl sıfatlarından en şereflisine; sonra da kendileri ile bütün beşer hatta hayvan fertleri arasında müşterek bir başka vasfa işaret edilir.
Amaç; Hristiyanları, Îsâ (as) ile annesi hakkında uydurdukları şeylerden tedricî olarak aşağı indirmek ve onları tövbe istiğfara irşad etmekdir.
Yani Îsâ (as)’ın en yüksek sıfatı risalede sınırlıdır; onu asla geçecek değildir. (Fahreddin er-Râzî, Elmalılı Hamdi Yazır)
اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Soru ismi كَيْفَ hal olarak gelmiştir. İstifham üslubunda talebi inşâî isnad olan كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ cümlesi اُنْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine iltifat vardır.
Aynı üslupla gelen son cümle ثُمَّ , انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir.
اُنْظُرْ fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Taaccübün mübalağa anlamını taşıyan bu tekrar, bizi düşünmeye sevk eder. Onların halinin şaşılacak durumuna dikkat çeker.
كَيْفَ istifham ismi انْظُرْ fiilinin iki mef’ûlunun yerine almıştır. Mef’ûlun bihi olarak gelmiştir. Mana “Bu sorunun cevabını düşün!” şeklindedir. Burada soru ile kinayeten taaccüp manası kastedilmiştir. “Bunu düşün! Bu konuda düşünen kişinin O’nun yüceliğinin bu kadar açık ve net oluşuna hayran kaldığını göreceksiniz.” manasındadır. الآياتُ kelimesi آيَةٍ kelimesinin çoğuludur. Arzu edilen, aranan şeyin bulunduğunun alametidir. Ayetler kinaye yoluyla hüccet, burhan manasında kullanılmıştır. Ayetler arzu edilen, aranan mekâna götüren yola benzetilmiştir. (Âşûr)
أنّى istifham ismi olup مِن أيْنَ manasındadır. Ama كَيْفَ manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
Bu kelam, hiçbir şaibe kalmayacak şekilde hakikat dile getirilmesine rağmen yine de şuurlanmayıp İsa ile annesinin tanrı oldukları iddiasını sürdürenlerin hallerinin ne kadar yanlış olduğunu vurgular. (Ebüssuûd)
ثُمَّ kelimesinin tekrarı, iki acayip şey arasındaki farklılığı göstermek içindir. (Ebüssuûd) Yani mertebe için gelmiştir.
قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاًۜ وَاللّٰهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَتَعْبُدُونَ | mi tapıyorsunuz? |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | دُونِ | bırakıp |
|
5 | اللَّهِ | Allah’ı |
|
6 | مَا | şeylere |
|
7 | لَا |
|
|
8 | يَمْلِكُ | gücü yetmeyen |
|
9 | لَكُمْ | size |
|
10 | ضَرًّا | zarar vermeye |
|
11 | وَلَا | ve |
|
12 | نَفْعًا | fayda vermeğe |
|
13 | وَاللَّهُ | Allah |
|
14 | هُوَ | odur ki |
|
15 | السَّمِيعُ | işitendir |
|
16 | الْعَلِيمُ | bilendir |
|
قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاًۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. Mekulü’l-kavli, اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
Hemze istîfham harfidir. تَعْبُدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَمْلِكُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَمْلِكُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لَكُمْ car mecruru ضَرًّا ’ın mahzuf haline müteallıktır. ضَرًّا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَفْعًا kelimesi ضَرًّا’e matuftur.
وَاللّٰهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ fasıl zamiridir.
السَّم۪يعُ mübtedanın birinci, الْعَل۪يمُ ise ikinci haberidir.
قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاًۜ
Müstenefe olan cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan …اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl مَا ’nın sılası menfi muzari fiil sıygasıyla gelmiş faide-i haber talebî kelamdır.
Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid etmiştir.
نَفْعًا tezat sebebiyle ضَرًّا’a atfedilmiştir. Kelimelerdeki tenvin “hiçbir” anlamındadır. Nefy siyakında nekre, selbin umumuna işarettir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Müphem yapısı nedeniyle mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
Burada fayda ve zarar vermeyen kişiden maksat peygamberdir. Onun hakkında akıllı varlıklar için kullanılan مَنْ değil de akılsızlar için kullanılan مَا harfinin tercih edilmesi tanrılık vasfından tamamen uzak olduğunu tespit etmek içindir. (Âşûr)
Zararın faydadan önce zikredilmesi zarardan sakınmanın fayda aramaktan daha önemli olması sebebiyledir. Defi mazarrat, celbi menfaatten öncedir. Önce zararı uzaklaştırmak sonra hayrın celbi gelir.
لَا يَمْلِكُ cümlesi لا يقدر manasındadır.
Buradaki soru Allah’tan başkasına tapan bütün müşrikler ve Hristiyanlara yönelik olup azarlama ve yaptıklarının yanlış olduğunu ifade etmek içindir, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. مِنْ harfi de tekid içindir. دُونَ kelimesi başkalarını ifade eden bir isimdir, سِوى kelimesinin müradifidir. (Âşûr)
Bu ayet, Hristiyanların görüşünün yanlış olduğuna bir başka delil olup çeşitli deliller ihtiva eden bir ifadedir.
a. Yahudiler, Hazret-i Îsâ’ya düşmanca davranıyor ve ona kötülük yapmaya yöneliyorlardı. Buna karşılık, Hazret-i Îsâ onlara hiçbir zarar veremiyordu; yine onun havarileri, arkadaşları ve dostları, onu seviyorlardı ama buna rağmen Hazret-i Îsâ, onlara hiçbir dünyevî fayda temin edemiyordu. Binaenaleyh zarar vermekten ve fayda temin etmekten aciz olan kimsenin, bir ilâh olması nasıl düşünülebilir?
b. Hristiyanlara göre Yahudiler Hazreti İsa’yı çarmıha germişler ve onun kaburgalarını paramparça etmişlerdi. Hazret-i Îsâ susayıp onlardan su isteyince de onlar onun burun deliklerine sirke dökmüşlerdi. İşte bu derece zayıf olan bir kimsenin, bir ilâh olması nasıl makul ve akla uygun olabilir?
c. Âlemlerin ilâhı olanın, kendisi dışındaki her şeyden müstağni; kendisi dışındaki her şeyin de O’na muhtaç olması gerekir. Şayet Hazreti Îsâ böyle olsaydı, onun Allah’a ibadetle meşgul olması imkânsız olurdu. Çünkü ilâh olan başka bir şeye tapmaz. İlâha ibadet edense ancak kuldur. Hazreti Îsâ’nın ibadetlere ve taatlere devam etmiş olduğu tevatür yoluyla bilinince biz, onun bunları, faydaları temin, zararı da def etme hususunda başkasına muhtaç olduğu için yapmış olduğunu anlamış oluruz. Bu durumda olan kimse nasıl kullara fayda ulaştırmaya ve onlardan zararları savuşturmaya kadir olabilir? Bu durumda olduğuna göre o da diğer kullar gibi bir kuldur. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
وَ haliyye veya istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir. Fasıl zamiri ve müsnedin tarifiyle tekid edilmiştir.
Allah Teâlâ’nın isimleri السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ şeklinde marife olarak gelmiştir. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. İddiaî bir kasrdır. Bu sıfatlardaki kemalini ifade eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
Müsnedün ileyhin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve mehabeti artırmak amacına matuftur.
السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetlerin sonunda gelen esma-i hüsna bazen harf-i tarifle bazen de tenvinle gelir.
Nekre gelişi tazime, elif-lam’lı gelişi de kemalata delalet eder. Burada marife gelmiştir. Onun işitici ve bilici oluşunun benzersizliğini ifade etmiştir.
Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemâlat anlamı ve tazim vardır.
Allah ismi mehabeti artırmak için tekrarlanmıştır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Hz. İsa’ya ve annesine kulluk etmeyi üç şekilde iptal etmiştir: Kasr üslubu, fasıl zamiri ve muhalefet ifade etmesi dolayısıyla gelen hal cümlesiyle. (Âşûr)
Sınıfta hocanın sesinden başka hiçbir ses duyulmuyordu:
Çocuklar, düşünün. Aç bir adam. Midesi kazınıyor. Bir adım bile atacak hali yok. Biraz ötesinde ise yemekle dolu bir tepsi duruyor. Ama adam gidip yemeği yemiyor. Ne dersiniz?
Mırıltılarla benzer cevaplar yükseldi: Ahmak mısın, aptal mısın? Yesene.
Peki, tamam. Şimdi, buz gibi bir gecede, dışarıda kalmış bir adam. Soğuk bütün bedenine işlemiş, adeta kaskatı kesilmiş. Biraz ötesinde ise kalın bir battaniye ve onun da ilerisinde ateş yanıyor. Ama adam ısrarla ne battaniyeyi alıyor, ne de ateşin başına gidiyor. Ne düşünürsünüz?
Çocuklar eğlenmeye başlamıştı: Biz emekleyerek de olsak gider, battaniyeyi alır, sonra da ateşin başına otururduk hocam.
Hoca: Neden? diye sordu.
Öğrenciler birbirlerini kollarıyla dürtüp: Ne yani ölelim mi hocam? diye sordular. Sınıftaki herkes güldü.
Hoca biraz bekledikten sonra tekrar konuşmaya başladı:
Neden? Çünkü hepsi ölümden kurtuluş umudu. Son enerji damlanız bile olsa elinizden geleni yapmayı seçersiniz. Göz göre göre kurtuluşuna gitmeyen için ise amma da ahmaklık dersiniz. İşte, Allah’ın affına sığınmak ve O’na teslim olmak da böyle bir şey. Allah, kullarını rahmetine çağırıyor, kulu ise neyine güveniyorsa, arkasını dönüp gidiyor. Dünya hayatının içinde, kurtuluşa ve hakikate ısrarla yüz çevirenin hali, kendisini bile bile açlığa ve soğuğa terk eden adamların haline benzer. Yaşadığınız her günü, yeni bir fırsat olarak değerlendirin ve Allah’a olan teslimiyetinizi kuvvetlendirerek, O’nun affına sığının. Son nefesinize kadar Allah rızası için çabalayın.
Allahım, biz Senin bağışlamanı dileyenlerdeniz. Rahmetine ve affına, muhtaç oluşumuzu kabul edenlerdeniz.
Rasulullah (sav)’in Hz. Aişe validemize öğrettiği duaya gönülden amin diyenlerdeniz:
Allahım! Sen çok affedicisin. Affetmeyi seversin. Beni de affeyle.
Amin.
***
Kimisi vardır, ikna edilme isteğinde aşırıya kaçar. Yüzyıllardır muhteşem düzenlerin bulunduğu ve kesintisiz aktığı bir alemde yaşamasına rağmen Allah’a inanmak için üstün hallerin peşindedir. Halbuki aradığı eşsizlik, üzerinde yürüdüğü dünyanın içinde ve dışındadır. Bunlarla beraber kendi bedeninin içindeki sistem, her gün ve her an bir yaratıcının varlığını hatırlatmaktadır.
Etrafındaki hakikat alametlerini, bulunduğu manevi karanlıktan dolayı göremediği ve işitemediği gibi mümkünse kendisine özel ve net mucizelerle ikna olunmak ister. Başkalarını da kendisi gibi zanneder. Bu bir nevi doğrudur çünkü kendisinden çok vardır. Bu yüzden de sevdiklerinin veya yolunu takip ettiklerinin özelliklerini abartır ya da olması imkansız hallerle anlatır.
Böylece asıl odaklanması gereken noktayı kaybeder. Hakikati fark edemeyişinin sebebi de budur. Sanki bir elçinin getirdiği haberin içeriğine dikkat vermek yerine; elçinin şekliyle, kıyafetiyle, yedikleriyle ve hatta belki geldiği yol şartlarıyla meşgul olur. Bu şekilde elde ettiği bilgilerle doğruyu anlaması, doğru bir karara varması ve başkalarına da doğru bir şekilde aktarması mümkün değildir.
Ey Allahım! Bizi bulunduğumuz her zaman ve mekanda, yaşananlarda ve anlatılanlarda; doğru noktaya odaklanarak alması gerekenleri alıp, faydasızları ise bırakanlardan eyle. Zihinlerimizi boş bilgilerin ve kalplerimizi boş sevgilerin yükünden muhafaza buyur. Senin yolunda, Senin adınla, Senin sevdiklerini severek ve Senin sevdiklerin tarafından sevilerek Senin rızan için yaşayanlardan, ölenlerden ve dirilenlerden eyle.
Amin.