بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْكِتَابِ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | eğer |
|
2 | أَنَّ | ki |
|
3 | أَهْلَ | ehli |
|
4 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
5 | امَنُوا | inansalardı |
|
6 | وَاتَّقَوْا | ve korunsalardı |
|
7 | لَكَفَّرْنَا | örterdik |
|
8 | عَنْهُمْ | onların |
|
9 | سَيِّئَاتِهِمْ | kötülüklerini |
|
10 | وَلَأَدْخَلْنَاهُمْ | ve onları sokardık |
|
11 | جَنَّاتِ | cennetlere |
|
12 | النَّعِيمِ | ni’meti bol |
|
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْكِتَابِ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
اَنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. İsim cümlesinin manasını masdara çevirir ve tekid eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri; لو ثبت إيمان أهل الكتاب (Kitap ehlinin imanı sabit olsaydı…) şeklindedir.
اَهْلَ الْكِتَابِ izafeti اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰمَنُوا fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اتَّقَوْا cümlesi atıf harfi وَ ’la اٰمَنُوا ’ye matuftur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. كَفَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْهُمْ car mecruru كَفَّرْنَا fiiline müteallıktır.
سَيِّـَٔاتِهِمْ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ cümlesi şartın cevabına matuftur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. اَدْخَلْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. جَنَّاتِ ikinci mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. النَّع۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْكِتَابِ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
وَ istînâfiye, cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İman fiilinin mef’ûlünün (iman edilen şeyin) mahzuf olması; daha önce geçen,
["Ey Ehl-i Kitap! Bizim Allah'a, bize indirilene ve bizden önce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Siz çoğunlukla fâsıklarsınız (yoldan çıkmışlarsınız.)"] (Mâide 5/59) mealindeki ayetle bundan sonra gelecek olan,
["Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden kendilerine indirilmiş olan (Kur’an)ı ikame etselerdi (dürüstçe uygulasalardı) hem üstlerinden hem de ayakları altından yerlerdi."] (Mâide 5/66) mealindeki ayette açıkça anlaşıldığı içindir. (Ebüssuûd)
اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi masdar teviliyle mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri şöyledir: لو ثبت إيمان أهل الكتاب (Kitap ehlinin imanı sabit olsaydı…)
Faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesinde اَنَّ ’nin haberi اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye ve hudûs ifade etmiştir. Aynı üsluptaki وَاتَّقَوْا cümlesi اَنَّ ’nin haberine matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ şartın cevabıdır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrur عَنْهُمْ konudaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.
Aralarındaki temâsül nedeniyle şartın cevabına matuf olan وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetteki gaib zamirden, bu ayette azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
اٰمَنُوا - اتَّقَوْا - جَنَّاتِ - الْكِتَابِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اٰمَنُوا - كَفَّرْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الْكِتَابِ kelimesindeki elif-lam cins için olup hem Tevrat’ı hem İncil’i ifade eder. (Ebüssuûd)
لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ [Günahlarını örterdik] 'Affederdik' anlamında istiaredir.
اَهْلَ الْكِتَابِ ifadesinde tağlîb vardır. Çünkü bu teklif kapısı bütün inananlara açıktır.
لَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ [Ve onları naim cennetlerine sokardık] cümlesi ıtnâbdan tetmimdir. Günahların sadece bağışlanmakla kalmayıp, cennetle mükafatlandırılacaklarını da tekidle bildirmektedir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
لَكَفَّرْنا عَنْهم ve ولَأدْخَلْناهم ifadelerinin başındaki لَ harfi, çoğunlukla لَوْ şart harfinin cevabının başına gelen tekid harfidir. Müspet mazi fiilin başına gelirse şartın ve cevabın birbirine bağlı olarak gerçekleştiğini tekid eder. Çoğunlukla da sadece لَ harfinin cevabına işaret için gelir. Manasındaki لَوْ نَشاءُ جَعَلْناهُ أُجاجًا Vâkıa/70 ayetinde olduğu gibi. (Âşûr)
Bu ayet, onların günahlarının büyük ve çok olduğuna, günahlar büyük ve sınırsız da olsa İslam'ın önceki bütün günahları ortadan kaldırdığına delalet eder. (Ebüssuûd)
وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | أَنَّهُمْ | onlar |
|
3 | أَقَامُوا | gereğince uygulasalardı |
|
4 | التَّوْرَاةَ | Tevrat’ı |
|
5 | وَالْإِنْجِيلَ | ve İncil’i |
|
6 | وَمَا | ve ne ki |
|
7 | أُنْزِلَ | indirildi |
|
8 | إِلَيْهِمْ | kendilerine |
|
9 | مِنْ | -nden |
|
10 | رَبِّهِمْ | Rableri- |
|
11 | لَأَكَلُوا | muhakkak ki yerlerdi |
|
12 | مِنْ | -nden |
|
13 | فَوْقِهِمْ | üstleri- |
|
14 | وَمِنْ | ve |
|
15 | تَحْتِ | altından |
|
16 | أَرْجُلِهِمْ | ayaklarının |
|
17 | مِنْهُمْ | içlerinde vardır |
|
18 | أُمَّةٌ | bir ümmet |
|
19 | مُقْتَصِدَةٌ | tutumlu |
|
20 | وَكَثِيرٌ | ama çoğu |
|
21 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
22 | سَاءَ | ne kötü |
|
23 | مَا | işler |
|
24 | يَعْمَلُونَ | yapıyorlar |
|
قصد ‘Kasdun’ yolun doğru/müstakim olmasıdır. Ona ya da onun önüne, tarafına doğru yöneldim anlamında da kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)Türkçede kullanılan şekilleri kasıt, kasden, kasdetmek, kaside, maksad, maksut, iktisad ve suikasttır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
اَنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. İsim cümlesinin manasını masdara çevirir ve tekid eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri; ثبت (Sabit oldu) şeklindedir.
هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اَقَامُوا fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَقَامُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
التَّوْرٰيةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْاِنْج۪يلَ kelimesi atıf harfi وَ ’la التَّوْرٰيةَ kelimesine matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا Müşterek ism-i mevsûlu, atıf harfi وَ ’la التَّوْرٰيةَ kelimesine matuf olup mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِلَيْهِمْ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. مِنْ رَبِّهِمْ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. اَكَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ فَوْقِهِمْ car mecruru اَكَلُوا ‘nun mukadder mef’ûlun bihinin haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ تَحْتِ car mecruru atıf harfi وَ ’la مِنْ فَوْقِهِمْ ’e matuftur. تَحْتِ muzâftır. اَرْجُلِهِمْ muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟
مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اُمَّةٌ muahhar mübtedadır. مُقْتَصِدَةٌ kelimesi اُمَّةٌ kelimesinin sıfatı olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. كَث۪يرٌ mübtedadır. مِنْهُمْ car mecruru كَث۪يرٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid fildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَا harfi, سَٓاءَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekra-i mevsufedir.
يَعْمَلُونَ۟ fiili, مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur.
سَٓاءَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ
Ayet önceki şart cümlesine matuftur. İki ayet arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi masdar teviliyle takdiri ثبت [Sabit oldu] olan mahzuf fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
Faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesinde اَنَّ ’nin haberi olan اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ , mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye ve hudûs ifade etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif vardır. اَقَامُو fiilinin mef’ûlleri olan التَّوْرٰيةَ ve الْاِنْج۪يلَ kelimelerinin muzâfun ileyhleri mahzuftur. Takdiri أحكام [Hükümleri] şeklindedir.
Mef’ûle matuf müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ şeklinde müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih anlamı vardır.
رَبِّهِمْ izafeti muzâfun ileyhe şeref kazandırmıştır.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için, Rab isminin zikri, tecrîd sanatıdır.
لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ cümlesi şartın cevabıdır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
التَّوْرٰيةَ - الْاِنْج۪يلَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَوْقِهِمْ - تَحْتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لَاَكَلُوا fiilinin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu cümle bolluk ve bereketten kinayedir. Onlar ardı arkası kesilmez bolluklarla geçinirlerdi, demektir.
Önceki ayetteki mütekellim zamirinden, bu ayette gaib zamire iltifat edilmiştir.
İkame etmeleri gereken şeylerin Tevrat, İncil ve rablerinden indirilen şey olarak sayılması taksim sanatıdır.
Kur’an’ın bu şekilde ifade edilmesi, onu ikamenin zorunlu olduğunu bildirmek içindir. Zira Kur’an, Rablerinden kendilerine indirilmiş en son kitaptır. Kur’an için böyle bir ifade kullanılması, onların, Kur'an'ın İsrâiloğullarına indirilmediği yolundaki iddialarının batıl olduğunu açıkça belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
[Eğer Tevrat’ı, İncil’i ve onlara Rablerinden indirilen şeyi ikame etselerdi] yani namazı ikame etmek gibi bir anlayışla, titizlikle yerine getirselerdi demektir. Burada bir istiare vardır. İkame kelimesi tatbik etmek, kabul etmek, vefa göstermek, uygulamak, erkanı ile yerine getirmek, zayi etmemek, devam ve sebat etmek manalarındadır. Vahiy; çadıra benzetilmiş, emir ve yasakların yerine getirilmesi çadırın direği makamına konmuştur.
مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ [Onlara indirilen şey,] hikmet olabilir, kendi peygamberlerine gelen sünnet olabilir.
رَبِّهِمْ izafeti; ikameye davet konusunda rablerinin kendilerine ziyadesiyle lütufkâr olduğunu zımnen bildirir. (Ebüssuûd)
Vahye tam olarak uymak rızık bolluğunun sebebidir.
اَكَلُوا [Yerlerdi] fiilinde tağlîb vardır. Yemek en önemli ihtiyaçtır. Diğer nimetler onun içine dahil edilmiştir.
[Üstlerinden ve altlarından yerlerdi] cümlesi de onlara verilen nimetlerin ve rızkın genişliğinden istiaredir. Üstlerinden yemek, hal-mahal alakası ile mecaz-ı mürseldir. Yağmurun inmesi kastedilmiştir. Aynı şekilde altlarından yemek de yine mecaz-ı mürseldir. Bitkilerin bitmesi, yetişmesi kastedilmiştir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
"Muhakkak ki hem üstlerinden, hem ayaklarının altından yiyeceklerdi'" buyruğunda birkaç izah şekli vardır:
Birincisi: Yalnız alt - üst değil, her yönde bolluktan kinayedir ki; hiçbir yönden yoksulluk görmeyecek, baştan ayağa nimete gark olarak devamlı nimetleneceklerdi demek olur.
İkincisi: Yukarıdan yemek, yağmur ve diğerleri gibi gökten gelenlerden istifade etmek; ayak altından yemek yeryüzüne ait mahsullerden faydalanmaktır.
Üçüncüsü: Yukarıdan yemek, ağaçların meyvelerine; aşağıdan yemek de ekilmiş olanlara işaret olabilir.
Dördüncüsü: Yukarıdan yemek, çalışmaksızın ihsan olunacak Rabbânî mevhibeler (bağışlar); ayaklarının altından yemek de çalışıp çabalamakla kazanılacak nimetleri ifade eder.
Beşincisi: Üstten yemek, devletin elde ettiği ve bölüştürdüğü genel menfaatlere; alttan yemek de şahsî teşebbüs ile olan ferdî üretime delalet edebilir.
Altıncısı: "ahitleri ifâ edin" emrini yerine getirip, size nimetimi tamamladım" hitabıyla ve "üzerinizdeki Allah'ın nimetini hatırlayın" uyarmasına muhatap olan Müslümanların, o zaman zaruretten kurtularak nâil oldukları saadet haline işaretle, bu saadetten mahrum kalanların gıptalarını (imrenmek) harekete geçirme manası düşünülebilir.
Yedincisi: Bunlardan başka ahiretteki naîm cennetlerinin nimetlenme şeklini de bir tasvirdir. (Elmalılı)
مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟
Bu cümle istînafî olup bundan önceki iki cümlenin anlamından doğan "onların hepsi de inanmamakta ısrarlı mıdır? "sualine cevaptır. Böylece onlardan orta yolu tutan bir zümre bulunduğu belirtilmiş olur. Onlardan orta yolu tutan mutedil bir topluluk da vardır ki onlar, iman ile müşerref olan Abdullah b. Selam ile benzerleri gibi Yahudiler ve Hristiyanlardır. (Ebüssuûd)
İstînafiyye olarak fasılla gelen cümle haldir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan ve sübut ifade eden isim cümlesidir.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مُقْتَصِدَةٌۜ muahhar mübteda olan اُمَّةٌ ’un sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Ayetin son cümlesi وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟ , makabline matuftur. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh كَث۪يرٌ ‘un tenvinli gelişi tahkir içindir.
Müsnedin, mazi fiil sıygasında cümle olması, hükmü takviye ve hudûs ifade eder. Tevcih anlamı ifade eden müşterek ism-i mevsûl سَٓاءَ , مَا fiilinin mef’ûlüdür. Sılası olan يَعْمَلُونَ۟ muzari fiille gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ cümlesiyle وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟ cümlesi َarasında da ikili mukabele vardır.
İKTİSAT: Lügatte "işte ölçülü olma" demektir ki "kasd" den alınmıştır. çünkü istediğini iyi tanıyan bir kimse, onu hiç eğilip bükülmeden doğru bir şekilde kasteder. İstediğinin yerini ve mevkisini bilemeyen ise şaşkınlık içinde kalır. İfrat veya tefrit ile kâh sağa, kâh sola bocalar, çabalar durur. İşte bu sebeple iktisat, maksada sebep olan amel (iş) demek olmuştur. Maliyeye ait işlerdeki iktisadın da esası budur. Buradaki اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ (orta yollu, ölçülü ümmet) hakkında tefsirciler iki görüş naklediyorlar:
Birine göre maksad, Yahudilerden Abdullah b. Selâm, Hristiyanlardan Necâşî gibi kitap ehli arasından Resulullah'a iman edenlerdir. Diğerine göre de "Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle emanet bıraksan, onu sana öder" (Âl-i İmran, 3/75) ayetinin delaleti üzere kitap ehli içinde kendi dinlerinde adaletli ve doğru olan ve Resulullah'a iman etmemiş olmakla beraber şiddetli inat ve kızgınlığı bulunmayıp, ölçülü ve tarafsız bulunan kimselerdir ki, öncekiler de bu gibilerden ortaya çıkar. Bizce de açık olan ikincisidir. Zira öncekine göre kevn-i sâbık (geçmiş oluş) la mecaza yüklenmiş olması gerekecektir. (Elmalılı)
مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ "içlerinde orta yolu tutan bir zümre de bulunmaktadır" buyurmuştur. (İktisat) kelimesinin Arapçadaki anlamı, aşırı gitmeksizin ve kusurlu davranmaksızın, eksik yapmaksızın, bir işte itidali gözetmek, mutedil olmaktır. Kelimenin aslı, kasd, "kastedip dosdoğru yönelmek" kelimesidir. Bu böyledir, çünkü aradığı şeyi iyi bilen kimse, hiçbir tarafa sapmadan ve de hiç tereddüt göstermeden, dosdoğru bir yol üzere, doğruca ona yönelir.. Aradığı şeyin nerede olduğunu bilmeyen ise, şaşırmış durumdadır; bazan sağa gider, bazan da sola.. İşte bu manasından dolayı "iktisat" kelimesi, "hedefe götüren amel"in bir ifadesi olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hak, وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟ "Onlardan birçoğunun yapmakta oldukları ise, ne kadar kötüdür!" buyurmuştur. Bu ifadede taaccüp manası bulunmaktadır. Sanki şöyle denilmiştir "Onlardan birçoğunun ameli de ne kadar kötüdür!" Bundan murad ise, "Onların içinde, kendilerine delilin tesir etmediği, sözün de etkili olmadığı, gazaba düçar olmuş ve kınanmış aptallar da bulunmaktadır" manasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّـغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الرَّسُولُ | Elçi |
|
3 | بَلِّغْ | duyur |
|
4 | مَا | şeyi |
|
5 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
6 | إِلَيْكَ | sana |
|
7 | مِنْ | -den |
|
8 | رَبِّكَ | Rabbin- |
|
9 | وَإِنْ | ve eğer |
|
10 | لَمْ |
|
|
11 | تَفْعَلْ | bunu yapmazsan |
|
12 | فَمَا |
|
|
13 | بَلَّغْتَ | duyurmamış olursun |
|
14 | رِسَالَتَهُ | O’nun mesajını |
|
15 | وَاللَّهُ | Allah |
|
16 | يَعْصِمُكَ | seni korur |
|
17 | مِنَ | -dan |
|
18 | النَّاسِ | insanlar- |
|
19 | إِنَّ | doğrusu |
|
20 | اللَّهَ | Allah |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يَهْدِي | yola iletmez |
|
23 | الْقَوْمَ | toplumunu |
|
24 | الْكَافِرِينَ | kafirler |
|
Yüce Allah, Ehl-i kitap içinde dinî bildirimler karşısında aklıselime göre hareket edenler bulunmakla beraber çoklarının tutumunun kötü olduğunu belirttikten sonra, ilâhî mesajı iletme görevinin muhatapların tutum ve davranışlarına göre sınırlandırılamayacağını bildirmekte ve Hz. Peygamber’den elçilik vazifesini tam olarak yerine getirmesini istemektedir.
“Eğer bunu (tebliğ işini) yapmazsan O’nun mesajını iletmemiş olursun” şeklinde tercüme edilen cümlede yer alan olumsuz şartla, bunun sonucunun aynı içerikte olduğunu dikkate alan müfessirler, bununla ne anlatılmak istendiği üzerinde durmuşlardır. Çoğunluğa göre burada anlatılmak istenen şudur: “Eğer ilâhî mesajın bir kısmını dahi tebliğ etmezsen onu hiç tebliğ etmemiş sayılırsın.” Bu yorumu zayıf bulan Râzî’ye göre, burada maksat, bu görevi yerine getirmemenin ne kadar ağır bir sonucu olduğunu vurgulamaktır; bu sebeple, bizâtihî onu ifa etmemiş olmak tebliğ görevini terketmenin en büyük müeyyidesi olarak gösterilmiştir (XII, 48-49). Önceki cümlenin ve 64. âyetin ışığında değerlendirerek bu cümleyi şöyle anlamak mümkündür: İlâhî mesajı tebliğ ettiğin insanlardan, özellikle Ehl-i kitap’tan çok olumsuz ve şiddetli tepkiler alacak olsan bile tebliğ görevini yerine getirmede asla çekingenlik ve tereddüt gösterme, onların oyunlarına ve tuzaklarına aldırış etme. Allah seni kötülerden koruyacak ve asıl hüsrana uğrayanlar inkârda direnenler olacaktır (İbn Âşûr, VI, 257-258).
Hz. Peygamber’in hayatı incelendiğinde, tebliğ konusunda çok titiz davrandığı, kendisine gelen vahyi hiç geciktirmeksizin sahâbeye bildirdiği görülür. Sahâbe de bu konuda üstlendikleri önemli görevin bilincinde olmuşlar ve Kur’an’ı kendilerine bildirildiği şekilde, hiçbir değişiklik, eksiltme ve ilâve yapmaksızın sonraki nesillere ulaştırabilmek için büyük bir çaba harcamışlardır. Bu samimi ve ciddi çaba sayesinde, işin başında belirlenen ilke ve yöntemlere bağlı kalınarak yazılı belgelerdeki bilgilerle hâfızalara nakşedilmiş olanların karşılaştırılması yoluyla tarihte o güne kadar emsali görülmemiş bir tesbit çalışması gerçekleştirilmiş, Resûlullah’ın emaneti aslına uygun biçimde ümmete ulaştırılmıştır (ayrıntılı bilgi için bk. “Tefsire Giriş” bölümünün “I. Kur’ân-ı Kerîm, A) Tanımı ve özellikleri, 4. Kur’an’ın korunması” başlığı).
Esasen bu âyet, insanlara tebliğ edilmek üzere kendisine vahyedilen bazı bilgileri saklamasının Hz. Peygamber’den asla beklenemeyeceğini ifade etmiş olmaktadır. Dolayısıyla bazı Şiîler’in, Kur’an’ın Hz. Ebû Bekir’in emriyle toplanıp Hz. Osman’ın girişimiyle çoğaltılan mushaftakilerden ibaret olmayıp önemli bir kısmının Resûlullah tarafından Hz. Ali’ye özel olarak bildirildiği, sonra onun evlâtlarına intikal ettiği ve halen–bazılarınca Mehdî el-Muntazar ve Vasî lakabıyla anılan– Ma‘sûm İmam nezdinde mahfuz bulunduğu yönündeki iddialarını açıkça çürütmektedir. Hz. Peygamber’in, bazı kimselere, yaptıkları görev gereği, halin icabı olarak veya kendilerine duyduğu özel sevgi sebebiyle Kur’an dışında bazı özel bilgiler vermiş olması ise bu konunun çerçevesi dışındadır (İbn Âşûr, VI, 260-261). M. Reşîd Rızâ özellikle Bâtınîler’in ve Kur’an’a tasavvuf perdesi altında kişisel arzularına göre mâna vermeye çalışanların bu âyeti kendilerine dayanak yapmalarını geniş bir biçimde eleştirir (bk. VI, 464-473).
Tebliğ buyruğunun vurgulanması, ilâhî mesajın ilgili olan herkese ve sürekli biçimde duyurulması gerektiğini de ifade eder. Hz. Muhammed’in bu konuda da canlı bir örnek ortaya koymuş olduğunu dikkatten kaçırmayan müslümanlar, İslâm’ın öğretilerini ulaşabildikleri her yere kesintisiz biçimde iletebilme çabası içinde olmuşlardır (bk. Mustafa Çağrıcı, “Da‘vet”, DİA, IX, 16-19). Bir süreden beri meselâ Hıristiyanlığın tanıtılması gayretlerine oranla müslümanların bu alandaki çalışmalarının cılız kaldığı ise acı bir gerçektir (Kur’an’ın çağrı yöntemi konusundaki buyruğu için bk. Nahl 16/125).
“Allah seni insanlardan koruyacaktır” meâlindeki cümle açıklanırken tefsirlerde birçok olay anlatılır. Ne var ki bunların gerçekliği konusunda eleştiriye açık noktalar bulunmaktadır. Bunlara değinen Derveze’nin belirttiği gibi önemli olan âyetteki asıl amaçtır, bu da Hz. Peygamber’in kalbine güven aşılayıp mâneviyatını yükseltmek ve zorluklara karşı direnme gücünü pekiştirmektir (XI, 148-151).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 311-313
Hz. Âişe , Resul-i Ekrem (sav) elçilik görevini yapmasıyla ilgili olarak şunları söylemiştir:” Allah Teala:’ Ey Peygamber ! Sana Rabbinden indirileni tebliğ et. Bunu yapmazsan, elçilik görevini yerine getirmemiş olursun ‘ buyurmuşken Resul-i Ekrem Allah’ın kitabından bir şey gizledi, insanlara duyurmadı diyen kimse Allah’a büyük iftira etmiş olur.”
(Buhâri ,Tefsir 5/7,Tevhid 46;Müslim ,Îman 287).
Enes ibni Malik de:” Şayet Resûlullah’ın(sav), kendisine gelen vahyi başkalarina bildirmeme yetkisi olsaydı şu ayeti kimseye duyurmazdı” diyerek Resul-i Ekrem’in evlatlığı Zeyd ibni Hârise’ye eşini boşamamasini tavsiye ettiği Azhab süresinin 37. Âyetini okumustur (Buhari ,Tevhid 22). Hz. Ali’ye:” Ehl-i beyt olarak sizlerde , Kur’an’da yer almayan bir vahiy var mı?” diye sorulmuş, o da böyle bir şeyin bulunmadığını yeminle belirtmiştir (Buhari ,Cihad 171).
Resulullah (sav) geceleyin beklenerek korunuyordu. Ancak: “..Allah seni insanlardan korur” (Maide 67), ayeti inince Resulullah (sav) başını çadırdan çıkarıp: “Ey insanlar dağılın, artık beni Allah koruyor” diye seslendi.
Ravi: Aişe
Kaynak: Tirmizi, Tefsir, Maide, (3049) (Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّـغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ
يَٓا nida harfidir. أَیُّ münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الرَّسُولُ münadadan bedel veya sıfattır.
Nidanın cevabı بَلِّغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ ’dir.
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلِّغْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْكَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır.
مِنْ رَبِّكَ car mecruru اُنْزِلَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ
وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
• Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
• Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
• Cevap cümlesi; olumlu mazi, olumlu muzari ve umumiyetle لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلَّغْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. رِسَالَتَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. يَعْصِمُكَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْصِمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنَ النَّاسِ car mecruru يَعْصِمُكَ fiiline müteallıktır.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. لَا يَهْدِي fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْكَافِر۪ينَ kelimesi الْقَوْمَ ’nin sıfatıdır. الْكَافِر۪ينَ cemi müzekker salim olduğu için ي ile nasb olur.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّـغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الرَّسُولُ münada olan اَيُّ ’dan bedel veya sıfattır.
Nidanın cevabı بَلِّغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Tebliğ; bir şeyi reşid hale getirmektir. Buluğ; bir şeyi ulaşılması istenen yere ulaştırmaktır. Burada kendisine gönderildiği kişilere risaleti anlatmak manasında mecazî olarak kullanılmıştır. İhtiyaç görüldü ve haber ulaştı manasındaki بَلَغَ الخَبَرُ وبَلَغَتِ الحاجَةُ sözlerinde olduğu gibi. (Âşûr)
Tebliğ emri Nisa suresi 136. ayetteki يا أيُّها الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا بِاللَّهِ ورَسُولِهِ cümlesi gibi devam manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
Tevcih anlamı ifade eden müşterek ism-i mevsûl بَلِّغْ , مَا fiilinin mef’ûlüdür. Sılası اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبِّكَۜ izafeti Peygamber Efendimize, Allah Teâlâ’nın lütufkâr olduğunu zımnen bildirir. Bu izafet, Hz.Peygambere şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır.
مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ ifadesiyle Kur’an kastedilmiştir.
Peygamberimize Resul ismi ile hitap edilmesi hem teşrif hem de tebliğin bu ünvanın gereği olduğunu bildirir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an,Ebüssuûd)
اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ sözünde muhatap zamiri kullanılması Rasulün (sav) Allah ve insanlar arasında aracılık mertebesindeki büyük şerefine işarettir. (Âşûr)
وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ
وَ atıftır. Cümle nidanın cevabına matuftur. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Olumsuz muzari fiille gelmiş şart cümlesi لَمْ تَفْعَلْ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Rabıta harfi فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ , menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رِسَالَتَهُۜ - الرَّسُولُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا بَلَّغْتَ - بَلِّغْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
رِسَالَتَهُۜ - يَهْدِي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَلَّغْ kelimesinin tersi غلب ‘dir. Tebliğ; bizim fikrimiz muhatabımızda galip gelene kadar anlatmak, demektir.
Cümle nidanın cevabına matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhi, korku duyguları uyandırmak için, tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmiştir.
وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ cümlesi kendisine ihtimam için ism-i celâlle başlamıştır. Çünkü muhatap ve dinleyiciler Rasulullaha (sav) indirilen her şeyin tebliğ edilmesini takiben neler olacağını beklemektedir. (Âşûr)
Müsned ise muzari fiille gelerek teceddüt, hudûs ve hükmü takviye ifade etmiştir.
Allah Teâlâ’nın kendinden Allah şeklinde bahsetmesinde tecrîd sanatı vardır.
النَّاسِۜ [İnsanlar] kelimesinden burada kâfirler kastedilmiştir. Umum söylenip husus kastedilmiştir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
Ayetteki النَّاسِۜ kelimesinden murad Yahudiler, münafıklar ve müşriklerden kâfir olanlardır. (Âşûr)
Allah seni insanlardan korur: Tebliğ yaparken insanların hoşlanıp hoşlanmamasını gözetmeyeceğiz.
Sonuç Allah’a aittir, bize düşen elimizden geleni yapmaktır. Bu çok büyük bir rahatlama vesilesidir.
Masum kelimesi deyince ilk olarak aklımıza günahsız manası gelir ama asıl mana korunmuş olmaktır. İsmet, asım; koruyan, koruyucu demektir.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle اِنَّ ile tekid edilmiş, haberi olumsuz fiil cümlesi olan faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin bütün esmayı bünyesinde toplayan اللّٰهَ ismiyle marife oluşu telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Ayette tekrarlanmasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması, hükmü takviye eder.
يَهْدِي - الْكَافِر۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ حَتّٰى تُق۪يمُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | يَا أَهْلَ | ehli |
|
3 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
4 | لَسْتُمْ | siz değilsiniz |
|
5 | عَلَىٰ | üzerinde |
|
6 | شَيْءٍ | bir şey (esas) |
|
7 | حَتَّىٰ | kadar |
|
8 | تُقِيمُوا | uygulayıncaya |
|
9 | التَّوْرَاةَ | Tevrat’ı |
|
10 | وَالْإِنْجِيلَ | ve İncil’i |
|
11 | وَمَا | ve şeyi |
|
12 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
13 | إِلَيْكُمْ | size |
|
14 | مِنْ | -den |
|
15 | رَبِّكُمْ | Rabbi’niz- |
|
16 | وَلَيَزِيدَنَّ | ve artıracaktır |
|
17 | كَثِيرًا | çoğunun |
|
18 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
19 | مَا | şey |
|
20 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
21 | إِلَيْكَ | sana |
|
22 | مِنْ | -den |
|
23 | رَبِّكَ | Rabbin- |
|
24 | طُغْيَانًا | azgınlık |
|
25 | وَكُفْرًا | ve inkarını |
|
26 | فَلَا |
|
|
27 | تَأْسَ | sen üzülme |
|
28 | عَلَى | için |
|
29 | الْقَوْمِ | toplumu |
|
30 | الْكَافِرِينَ | o kafirler |
|
Ehl-i kitaba, aynı kaynaktan gelmeleri itibariyle bütün ilâhî bildirimlere aynı saygıyı göstermedikleri sürece tutarlı bir yol izlememiş olacakları ve sağlam bir temele sahip olamayacakları hatırlatılmaktadır. Tevrat ve İncil’in asıllarının korunamadığı, dolayısıyla Ehl-i kitabın bu hitap esnasında onları tam olarak uygulamalarının mümkün olmadığı dikkate alınırsa, burada muhatapların son peygamber Hz. Muhammed’in bildirdiklerine ihtiyaçlarının bulunmadığı iddiaları çürütülmüş ve Kur’an’a başvurma dışında alternatiflerinin bulunmadığına dikkat çekilmiş olmaktadır. Zira Allah katından geldiği hususunda hiçbir kuşkuya mahal bırakmayan Kur’an, bir taraftan Tevrat ve İncil’i (orijinal halindeki içeriğini) onayladığını, diğer taraftan da Ehl-i kitabın bu kutsal kitapları tahrif ettiğini haber vererek, kendilerinin de çok iyi bildiği bir olgudan hareketle kendi hakemliğine başvurmanın kaçınılmazlığını ortaya koymaktadır (âyetin “Siz Tevrat’ı, İncil’i ve rabbinizden size indirileni doğru dürüst uygulamadıkça” şeklinde mâna verilen kısmının açıklaması için 66., “Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun azgınlığını ve inkârcılığını kuşkusuz arttıracaktır” diye çevrilen kısmının açıklaması için 64. âyetin tefsirine bk.).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 314-315
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ حَتّٰى تُق۪يمُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ ’dir.
يَٓا nida harfidir. اَهْلَ münadadır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Nidanın cevabı لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ ’dir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَسۡتُم nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri لَيْسَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى شَيْءٍ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. تُق۪يمُوا muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde لَسْتُمْ ‘un mahzuf haberine müteallıktır. تُق۪يمُوا fiili, نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
التَّوْرٰيةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْاِنْج۪يلَ kelimesi atıf harfi وَ ’la التَّوْرٰيةَ ’ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰٓى edatı 3 şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَن harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lâm-ı cuhuddan sonra, 4) Lâm-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vâv-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. مَٓا müşterek ism-i mevsûlu التَّوْرٰيةَ kelimesine matuf olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْكُمْ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır.
مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru اُنْزِلَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ
وَ istînâfiyye, لَ mahzuf kasemin cevabına dahil olan muvattiedir. يَز۪يدَنَّ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nunu sakiledir. Mebni muzari fiildir.
Tekid نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
كَث۪يرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْهُمْ car mecruru كَث۪يرًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا , fail olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِلَيْك car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. مِنْ رَبِّكَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
طُغْيَانًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. كُفْرًا kelimesi atıf harfi وَ ’la طُغْيَانًا ’e matuftur.
فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن حصل لهم ذلك فلا تأس (Onların başına böyle bir şey gelirse üzülme) şeklindedir.
• Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
• Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
• Cevap cümlesi; olumlu mazi, olumlu muzari ve umumiyetle لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَأْسَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَلَى الْقَوْمِ car mecruru تَأْسَ fiiline müteallıktır.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi ٱلۡقَوۡمِ ’nin sıfatıdır. Cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
Cemi müzekker salim olan الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ حَتّٰى تُق۪يمُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ
Cümle istînafiyye olarak fasılla gelmiştir.
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ cümlesinin 67. ayetteki بَلِّغْ ما أُنْزِلَ إلَيْكَ مِن رَبِّكَ cümlesini beyan etmek için olması da muhtemeldir. Veya 67. ayetteki يا أيُّها الرَّسُولُ بَلِّغْ ما أُنْزِلَ إلَيْكَ مِن رَبِّكَ cümlesine münasip olarak istînafiyye olması da muhtemeldir. (Âşûr)
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin mekulü’l-kavli olan …يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَهْلَ الْكِتَابِ terkibinden maksat Yahudi ve Hristiyanların tamamıdır. (Âşûr)
Maksûd olan bizzat Kur’an'ın ikamesi olduğu halde diğer iki mukaddes Kitabın daha önce zikredilmesi, şehadet hakkına riayet ve kâfirleri ayrılıktan men etmek içindir. (Ebüssuûd)
"وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ [Rabbinizden size indirileni] ifadesinin kullanılması, daha önce zikredildiği gibi,onların sandıkları gibi Kur’an'ın Araplara mahsus olmadığını, kendilerinin de ona inanmaya ve hükümlerini uygulamaya memur olduklarını açıkça belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
Nidanın cevabı ise, ليس ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.
Sübut ifade eden cümlede ليس ‘nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. عَلٰى شَيْءٍ , bu mahzuf habere müteallıktır.
Gaye bildiren cer harfi حَتّٰى ‘yı takip eden تُق۪يمُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ cümlesi gizli ان ’le mansubtur. Cer mahallinde, masdar teviliyle لَسْتُمْ fiiline müteallıktır.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl olan التَّوْرٰيةَ ve الْاِنْج۪يلَ kelimelerinin muzâfun ileyhlerinin hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır.
Tevcih anlamı ifade eden müşterek ism-i mevsûl تُق۪يمُوا , مَا fiilinin mef’ûlüdür. Sılası اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِلَيْكُمْ car mecruru, ikameye davet konusunda rablerinin kendilerine ziyadesiyle lütufkâr olduğunu zımnen bildirir. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır.
الْكِتَابِ - التَّوْرٰيةَ - الْاِنْج۪يلَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
شَيْءٍ ’deki tenvin kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.
Kur’an’da; ‘’Musa’ya Tevrat’ı verdik’’ değil, ‘’Musa’ya kitabı verdik’’ şeklinde geçer. Tevrat, bütün Yahudilere gelen peygamberlerin getirdiklerinin toplamıdır.
لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ tabiri sınırsız bir şekilde küçümseme ve hakir görme ifade eder. (Sâbûnî)
لَسْتُمْ - تُق۪يمُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
"Rabb" kelimesinin sizler zamirine izafe edilmesi, davetteki ilâhî lûtfa işaret etmek içindir. (Ebüssuûd)
وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ
Bu istinaf cümlesi, onların serkeşliklerinin şiddetini, kibir ve inattaki aşırılıklarını ve tebliğin onlara hiçbir fayda vermediğini açıklar. (Ebüssuûd)
Ayetin bu cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem وَ ‘ı nedeniyle mecrur mahaldedir. Takdiri أقسم olan kasem cümlesinin hazfi sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasemin cevabı olan …لَيَز۪يدَنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ مَٓا cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
مِنْهُمْ , fiilin mef’ûlü olan كَث۪يرًا ’e müteallıktır. Car mecrur ve mef’ûl konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir. كَث۪يرًا ‘deki tenvin tahkir içindir.
Müşterek ism-i mevsulün sılası olan …اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. طُغْيَانًا temyiz veya لَيَز۪يدَنَّ fiilinin mef’ûlüdür.
رَبِّكَ izafetinde Hz. Peygambere ait zamirin Rab ismine izafeti, Hz.Peygambere destek ve şeref ifade eder.
كُفْرًاۜ kelimesinde irsâd vardır.
طُغْيَانًا , كُفْرًاۜ ’e matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.
طُغْيَانًا - كُفْرًاۜ kelimelerindeki tenvin kesret ve tahkir ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Rab isminin zikrinde tecrîd sanatı varır.
Ayetin bu cümlesi 64. ayetteki cümlenin tekrarıdır. Aralarında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[(Resûlüm!) Şimdi, Rabbinden sana indirilenler bunlardan çoğunun azgınlık ve inkârını] “artıracak tabiî...” Yani Kur’an inmeye devam ederken -hasetleri yüzünden- bile bile reddetmekteki devamlılıkları artacak ve Allah’ın ayetlerini inkâr da daha da ileri gidecekler. (Keşşâf)
Bu cümle tıpkı “Allah, hastalıklarını artırır” ayeti gibi müsebbebi söyleyip, sebebi kast etmekle beraber kâfirlerin düşeceği durumun evvelini söyleyerek sonraki cezaları hatırlatılıyor. Yani mecaz-ı mürselden kevn-i lâhik alakasıdır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabına gelen rabıtadır. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, takdiri إن حصل لهم ذلك فلا تأس [Onların başına böyle bir şey gelirse üzülme] olan mahzuf şartın cevabıdır.
فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ cümlesi ile Allah Resulünü teselli etmiştir. فَ harfi teselli tamamlansın diye fasiha içindir. (Âşûr)
Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الْكَافِر۪ينَ - كُفْرًاۜ ve الْقَوْمِ - تُق۪يمُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ [Öyleyse o kâfirler güruhu için üzülme] cümlesinde ‘onlar için’ şeklinde zamir kullanılacak yerde الْكَافِر۪ينَ şeklinde zahir ismin kullanılması, onların küfürde ne kadar kök saldıklarını ortaya çıkarmak içindir. (Sâbûnî, Ebüssuûd)
67. ayetin sonu الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ile bitmişti. Bu ayet de aynı şekilde sona erdi. Lüzum ma la yelzem sanatı vardır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـؤُ۫نَ وَالنَّصَارٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
5 | هَادُوا | yahudiler(den) |
|
6 | وَالصَّابِئُونَ | ve sabiiler(den) |
|
7 | وَالنَّصَارَىٰ | ve hıristiyanlar(dan) |
|
8 | مَنْ | kimseler |
|
9 | امَنَ | inanan |
|
10 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
11 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
12 | الْاخِرِ | ahiret |
|
13 | وَعَمِلَ | ve yapanlara |
|
14 | صَالِحًا | iyi işler |
|
15 | فَلَا | yoktur |
|
16 | خَوْفٌ | korku |
|
17 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
18 | وَلَا | ve yoktur |
|
19 | هُمْ | onlara |
|
20 | يَحْزَنُونَ | üzüntü |
|
Burada anılan yahudi, Sâbiî ve hıristiyanlardan maksadın kimler olduğu ve verilen müjdenin kapsamı Bakara sûresinde açıklanmıştır (bk. 2/62).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 315
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـؤُ۫نَ وَالنَّصَارٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası آمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اَلَّذِينَ kelimesi ilk ism-i mevsûle matuf olduğundan mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası هَادُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
هَادُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلنَّصَارَى ve الصَّابِـ۪ٔينَ kelimeleri اِنَّ ‘nin ismi olan اَلَّذِينَ ‘ye matuftur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu اِنَّ 'nin isminden bedel veya şart edatı olarak mübtedadır. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنَ بِاللّٰهِ ’dir. آمَن mazi fiildir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنَ mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir. Veya şart fiili olarak mahallen meczumdur.
بِاللَّه car mecruru آمَنَ fiiline müteallıktır. الْيَوْمِ الْاٰخِرِ ibaresi atıf harfi و ’la بِاللّٰهِ ‘ye matuftur. الْاٰخِرِ ise الْيَوْمِ ’nin sıfatıdır.
وَ atıf harfidir. عَمِلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir. صَالِحًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mahzuf mef'ûlu mutlakın sıfatıdır. Takdiri; عَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا şeklindedir.
فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
فَ zaiddir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. خَوْفٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir.
لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَحْزَنُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـؤُ۫نَ وَالنَّصَارٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Bu istînafî kelam, zikredilenlerden başkalarını iman ile salih amele teşvik eder.
Yani, yalnız dilleri ile inanan münafıklardan, kalpleri tasdik etsin veya etmesin dilleri ile inandıklarını söyleyenlerden, Yahudilerden, Sabiîlerden, ve Hristiyanlardan, Allah'a (mebde') ve ahiret gününe (meâd) halisane, layıkı veçhile, ihdasî ve inşaî yeni bir inançla iman edip bu imanın gerektirdiği şekilde salih amel işleyenlere o gün azap korkusu yoktur. (Ebüssuûd)
اِنَّ ile tekid edilen ayet faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devam ifade eder.
İsm-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.
Müphem yapısı gereği tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası اٰمَنُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰمَنُوا - هَادُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
İkinci ism-i mevsûl, biriciye matuftur. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
وَالصَّابِؤُ۫نَ ifadesinde وَ istînafiyyedir. Atıf olması da caizdir. الصَّابِؤُ۫نَ mübtedadır.
Bu cümlenin 68. ayeti dinleyen kişinin aklına gelebilecek bir sorunun cevabı olarak istînâfi beyâniyye olabileceğini bilin. Soru İslam'ın gelişinden önce Kitap Ehli'nden nesli tükenenlerin durumu hakkındadır. Onlar bir şey üzerindeler midir, yoksa değiller midir? O günlerde dinlerine uymak onlara fayda verdi mi? Bu nedenle, bu mukadder soruya cevaben, “إنَّ الَّذِينَ آمَنُوا والَّذِينَ هادُوا” [İnananların ve Yahudilerin] buyurularak dinlerine uymanın kendilerine fayda sağlayacağı ifade edilmiştir. (Âşûr)
İman edenlerden maksat, Allah'a ve Muhammed'e (sav) iman edenler, yani Müslümanlardır. Ancak ahbardan maksat; Yahudiler, Sabiîler ve Hristiyanlardır ve burada müminlerin zikrine gelince birazdan açıklayacağımız önemi dolayısıyladır. (Âşûr)
Haberi, اِنَّ ’nin haberinin delaletiyle hazfedilmiştir. Aynı üsluptaki haberi mahzuf النَّصَارٰى cümlesi de makabline matuftur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ‘dan bedeldir. Şart ismi olduğu da söylenmiştir. Sılası اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayette اِنَّ ‘nin ismine atfedilen الصَّابِؤُ۫نَ kelimesinin الصابئين şeklinde gelmesi gerekirdi. Belâgî bir amaçla bundan vazgeçilmiş ve الصَّابِؤُ۫نَ mübteda olmuştur. كذلك şeklindeki müsned de hazfolmuştur. (Buradaki belâgî nükte; Sabiîleri açıklamaktır. Onlar daha fazla dalalettedir. Eğer iman eder ve salih amel yaparlarsa Allah onların tövbelerini kabul eder.) (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’ân Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır. Aynı üsluptaki وَعَمِلَ صَالِحًا cümlesi, مَنْ ’in sılasına matuftur.
هَادُوا - الصَّابِؤُ۫نَ - النَّصَارٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
اٰمَنَ - اٰمَنُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الصَّابِؤُ۫نَ ; bir şeyden diğerine intikal etmek geçmek, demektir.
عَمِلَ صَالِحًا terkibinde mef’ûlü mutlak olan عَمَلَا şeklindeki mevsuf hazfedilmiştir. Bu îcaz sanatıdır. Şu anlama gelir: Sizin amelinizden ziyade o amelin sizi ıslah edip etmediğine nazar edilir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
Cenab-ı Hak, ayetin başında اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُو "Şüphe yok ki iman edenler..."; ayetin sonunda da, مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ "..Allah'a iman edenler..." buyurmuştur. Bu tekrarın şu iki faydası bulunmaktadır:
a) Münafıklar, kendilerinin mümin olduklarını iddia ediyorlardı. Binaenaleyh bu tekrarın faydası, münafıkları, korku ve kederin bulunmaması vaadinin dışında tutmaktır.
b) Allah Teâlâ "İman" lafzını mutlak zikretmiştir. İman sözünün içine pekçok kısım girer ki bunların en kıymetlisi, Allah'a ve ahiret gününe iman etmektir. Binaenaleyh, bu tekrarın faydası bu iki kısmın, imanın kısımlarının en şereflisi olduğuna dikkat çekmek olur. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
اِنَّ nin ismine râci olacak zamir hazfedilmiş olup takdiri, مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ "Onlardan da iman eden kimse..." şeklindedir. Ama, karîne kaim olduğu için bu zamirin hazfedilmesi güzel ve yerinde olmuştur. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Benim görüşüme göre اِنَّ ‘nin haberi mahzuftur. اِنَّ ‘ nin haberinin hazfı Sibeveyh’in ‘’Kitap’’ isimli kitabında da ifade ettiği gibi fasih kelamda nadir bir durum değildir. Ancak فَلَهم أجْرُهم عِنْدَ رَبِّهِمْ şeklindeki arkadan gelenler bu habere delalet eder. (Âşûr)
وَالصَّابِؤُ۫نَ kelimesi "sabi" kelimesinin çoğulu olup bir şeyden diğerine intikal etmek, geçmek anlamına gelir. Zira bu insanlar, dinlerinde nefsanî arzularına uymuşlardır. (Ebüssuûd)
فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Nefy sıygasıyla gelmiş olan فَلَا خَوۡفٌ عَلَیۡهِمۡ şeklindeki isim cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani “hiçbir korku” demektir. Bilindiği gibi nefy siyakta nekre umum ifade eder. Car mecrurun muteallakı olan haberin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَ ’la öncesine atfedilen وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haber, muzari fiil gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir.
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ibaresinden korku ve hüznün devamlı olmayacağı değil, fakat hiçbir zaman olmayacağı anlamı çıkarılmıştır. Çünkü burada nefy harfi لَا her ne kadar geniş zaman fiiline dahil olmuşsa da makamın gereği olarak devamlılık ifade eder. (Ebüssuûd)
يَحْزَنُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
خَوْفٌ - يَحْزَنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
خَوْفٌ - اٰمَنُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Burada ولاهم يحزنون cümlesinde, هم munfasıl zamirinin kullanılışında kasr vardır. “Sadece Allah’ın hidayetine tâbi olanların mahzun olmayacaklarını, başkalarının değil’ manasını vermektedir. Muzari fiilin başına nefy harfinin dahil olması ile de devam ve istimrar manası kazanmıştır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)
Burada isim cümlesi olarak gelmiş iki cümle; kendilerine müjde verilen muhsinlerin hallerini toplu olarak ifade eden bir kelamdır. Bu kelamda, hüsn-i intihâ olduğunu söyleyebiliriz. Son derece kısa ve kolay olarak tanımlayabiliriz. İbarenin başındaki فَ harfi, şart ifade eden ism-i mevsûlün haberinin başına gelmiştir. Bunun faydası da haberin mübtedaya isnadını tekid etmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/13, S. 142)
خوف ve حزن arasındaki fark; خوف , insanın gelecekte olacak (henüz meydana gelmemiş) bir işten dolayı kederlendirmesi, حزن ise, geçmişte bir şeyi kaçırmasından dolayı kederlenmesidir. Burada ayrıca خوف kelimesinin önce, حزن kelimesinin sonra zikredilmesinde bir incelik vardır. Şöyleki; gelecekte meydana gelecek bir şeylerden korkmak, geçmişte olmuş olanlarınkinden daha şiddetlidir. Bu nedenle خوف , önce zikredilmiştir. Yine burada خوف ve حزن kelimelerinde kinaye vardır. خوف , günahlardan dolayı cezalandırılmayacaklar, حزن de sevaplarından da mahrum bırakılmayacaklar manasında kinaye yapılmıştır. (ÂdilAhmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)
Allah, ayetin son cümlesinde iman ve amele sahip olan kimsenin kıyamete korkusuz ve kedersiz olarak varacağını beyan buyurmuştur. Bu iki ifadenin, (yani korku ve hüzün kelimelerinin) peşpeşe getirilmesinin hikmeti şudur: Korku istikbâli, keder ise geçmişi alakadar eden şeydir. Binaenaleyh Cenab-ı Allah, böyle kimselerin kıyametin dehşetini görmeleri sebebi ile üzerlerine hiçbir korkunun gelmeyeceğini; dünyanın lezzetlerini ve hoş şeylerini kaybetmiş olmaları sebebi ile de mahzun olmayacaklarını söylemiştir. Çünkü böylesi insanlar, kendileri için dünyada mevcut olan şeylerden daha büyük daha şerefli ve daha güzelini orada, ahirette bulacaklardır. Bu durumda olan kimse ise elinden çıkardığı dünyevî lezzetler ve hoş şeyler yüzünden mahzun olmaz. (Fahreddin er-Râzî)
Hac Sûresi’ndeki benzer bir ayette الصابئين kelimesi Hristiyanlardan önce ve mansub olarak zikredilmiştir. Bunun sebebi oradaki bir durumdur ki bu da, aralarındaki hükmün verildiğini kapsayan ilanı vermekte acele etme isteğidir. Onlar Allah’ın adaleti önünde başkalarıyla eşittir. (Âşûr)
Sonra bunların hepsini salih amel tabiri takip etmiştir ki bundan maksat bizzat korkudan kurtuluşla hüzünlenme arasındaki rabıtadır. Bu da zikredilen müslümanlar ve diğerlerinin hepsi için bir kayıttır. Salih amellerin ilki de Resulullah'a (sav) ve Kur’an’a iman etmektir. Bundan sonra da Allah’ın emirlerine yapışmak ve yasaklarından uzak durmak gelir. Bu manalar Beled Sûresi’nde şöyle ifade edilmiştir: [Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?] 13. [O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir.] 14,15,16. [Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.]
17,18. [Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.] (Beled/12-18) (Âşûr)
لَقَدْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلاًۜ كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَر۪يقاً كَذَّبُوا وَفَر۪يقاً يَقْتُلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun |
|
2 | أَخَذْنَا | biz almıştık |
|
3 | مِيثَاقَ | söz |
|
4 | بَنِي | oğullarından |
|
5 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
6 | وَأَرْسَلْنَا | ve göndermiştik |
|
7 | إِلَيْهِمْ | onlara |
|
8 | رُسُلًا | elçiler |
|
9 | كُلَّمَا | ne zaman |
|
10 | جَاءَهُمْ | onlara getirdiyse |
|
11 | رَسُولٌ | bir elçi |
|
12 | بِمَا | bir şey |
|
13 | لَا |
|
|
14 | تَهْوَىٰ | istemediği |
|
15 | أَنْفُسُهُمْ | canlarının |
|
16 | فَرِيقًا | bir kısmını |
|
17 | كَذَّبُوا | yalanladılar |
|
18 | وَفَرِيقًا | ve bir kısmını da |
|
19 | يَقْتُلُونَ | öldürüyorlardı |
|
İsrâiloğulları’ndan, Allah’tan başka tanrı edinmeme, ana-babaya hürmet etme, cana kıymama ve hırsızlık yapmama gibi konularda “mîsak” (kesin söz) alınmıştı (bk. Bakara 2/40, 83-84). İsrâiloğulları’nın, işlerine gelmeyen ve çıkarlarıyla çelişen hükümler getiren peygamberlerin pek çoğunu ya yalancılıkla itham ettiklerine veya onları öldürdüklerine Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde değinilmiştir (meselâ bk. Bakara 2/87; Âl-i İmrân 3/21).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 315
لَقَدْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلاًۜ
لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَخَذْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
م۪يثَاقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. بَن۪ٓي muzâfun ileyh ve muzâftır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyhtir. Gayr-i munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından 2’ye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayr-i munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan alamayan isimlerdir.
Gayr-i munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayr-i munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. اَرْسَلْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَيْهِمْ car mecruru اَرْسَلْنَٓا fiiline müteallıktır. رُسُلًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ
كُلَّمَا şart manası taşıyan zaman zarfıdır. جَٓاءَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رَسُولٌ fail olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte جَٓاءَهُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَهْوٰٓى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اَنْفُسُ kelimesi faildir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَر۪يقاً كَذَّبُوا وَفَر۪يقاً يَقْتُلُونَ
فَر۪يقًا kelimesi كَذَّبُوا fiilinin mukaddem mef'ûlun bihidir. كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَر۪يقًا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. فَر۪يقًا kelimesi يَقْتُلُون fiilinin mukaddem mef'ûlun bihidir.
يَقْتُلُون fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.لَقَدْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلاًۜ
لَ ; mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
"Andolsun ki biz İsrâiloğullarının mîsak (sağlam söz)larını aldık ve kendilerine Peygamberler gönderdik."
Bu îbtidaî (terkip olarak makablinden bağımsız) kelam, onların imandan pek uzak olduğunu gösteren cinayetlerden diğer bazılarını beyan eder. (Ebüssuûd)
Yahudilerin durumları ve Allah'a ve Elçilerine karşı cüret ettikleri şeylere geri dönen bir istînâf cümlesidir. Muhammed (sav)'in getirdikleriyle onların hidayete ermelerinin ümitsiz bir durum oluşuna, O'nun çağrısına karşı takındıkları tavrın yeni bir şey olmadığına ve nesilden nesile yaptıkları davranışın bu olduğuna bir tarizdir. (Âşûr)
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَاَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلًاۜ cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Vasıl sebebi temâsüldür.
رُسُلًاۜ ’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder.
رَسُولٌ - اَرْسَلْنَٓا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu istînâfi şart cümlesi, onlardan mîsak alınması ve kendilerine Peygamberler gönderilmesi ihbarından doğan bir suale cevap mahiyetindedir. Burada şartın cevabı da mahzuftur. Yani,
"Onlar, kendilerine gönderilen peygamberlere ne yaptılar?" suali şöyle cevaplandırılmıştır:
"Ne zaman o Peygamberlerden biri onlara, nefislerinin istemediği, hoşlanmadığı hak hükümlerden ve şeriatlerden bir şey getirdi ise isyan ve düşmanlık ettiler." (Ebüssuûd)
Şart cümlesi olan جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَر۪يقًا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Cevap cümlesi mahzuftur. Takdiri; عصوه وعادوه (ona düşmanlık ve asilik ettiler) olabilir. Cevabın hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Burada elçiden kastedilen, Musa, Davud ve İsa as gibi bir kanun ve bir kitap ile gelen ve Yuşa, Eş’iya ve İrmiya gibi kanunu pekiştirmek ve açıklamak için gelen peygamberlerdir. (Âşûr)
فَر۪يقاً كَذَّبُوا وَفَر۪يقاً يَقْتُلُونَ
Beyanî istînaf olan cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittsâldir. Bu cümlenin şartın cevabı olduğu da söylenmiştir.
فَر۪يقًا كَذَّبُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Tezâyüf sebebiyle makabline atfedilen وَفَر۪يقًا يَقْتُلُونَ cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. Her iki cümlede de mef’ûllerin amillerine takdimi söz konusudur. Bu takdim ihtimam içindir.
كَذَّبُوا fiilinden sonra, يَقْتُلُونَ fiilinde maziden muzariye iltifat yapılmıştır.
Katletmek fiilinin geçmiş zaman kipi yerine geniş zaman (muzari) kipi ile varid olması,
Şayet “Neden iki fiilden biri mazi diğeri muzari kipiyle geldi?” dersen şöyle derim: يَقْتُلُونَ fiili geçmiş halin hikayesi olarak [katlediyorlardı] şeklinde getirilmiş ve bununla, mezkûr katlin ne kadar berbat bir eylem olduğu gösterilmiş ve bu rezalet durum -ne kadar hayret verici bir şey olduğunu vurgulamak için- halihazırda meydana gelen bir fiilmiş gibi aktarılmıştır. (Keşşâf)
vفَرِيقاً كَذَّبُوا وَفَرِيقاً يَقْتُلُونَ ifadesinde beliğ iltifat vardır. Çünkü burada geçmişte yaşanmış bir olaylar devamlı yaptıkları bir davranış olduğuna tenbih etmek ve ayetin başına münasip olması için muzari fiille anlatılarak korkunç olaylar zihinde canlandırılmıştır.
Bugün Peygamber Efendimiz’in (sav) sünnetlerini ortadan kaldırırsak onu öldürmüş gibi oluruz.
رَسُولٌ Kelimesi 3 kere gelmiştir, aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu fiilleri yapmak kötüdür ama peygambere yapılması daha da kötüdür.
Ayette cem' ma’at-tefrik sanatı vardır.
فَر۪يقًا كَذَّبُوا وَفَر۪يقًا يَقْتُلُونَ ifadelerinde, mefûl olan kelimenin öne alınmasının faydası nedir?
Cevap: Öne almanın, o şeye gösterilen ihtimam ve ilginin fazlalığından dolayı olduğunu biliyorsun.. Binaenaleyh, yalanlamak ve öldürmek her ne kadar kötü şeyler ise de, peygamberleri yalanlayıp onları öldürmek çok daha fazla çirkin şeylerdir, işte ayetteki bu takdim, böyle bir manadan dolayı olmuştur. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)Güzel insanlar, güzel hatırlanır. Yüzü gözünün önüne geldiğinde ilk tebessümünü görürsün. Sonra, tebessümün onun yüzünde bıraktığı izleri ve gözündeki ışıltıları. O tebessüm ve göz ışıltısıyla harmanlanmış anıları.
Güzel insanlar, güzel izler bırakır. Paylaşıldıkça etkisi büyüyen hatıralar. Güzel insanlar güzelliğiyle kalplere dokunur. Ardından Allah razı olsun güzel insan denir. Allah senden razı olsun.
Güzel insanları hatırlayıp düşünenin duasıdır; güzel ve hayırla hatırlananlardan olmak. ‘Allah ondan razı olsun’ dualarıyla anılmak.
İman edip günahtan kaçınmak için çabalayanlardan, Allah tarafından indirileni doğru dürüst uygulayanlardan ve ahiret günü kendisine korku ve üzüntü olmayanlardan olmak duasıyla.
Rabbim! Bizi hz. Yusuf’un duasına kat;
Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da âhirette de beni yönetip himaye eden sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni iyi kulların arasına kat!
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji