6 Ağustos 2024
Mâide Sûresi 58-64 (117. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mâide Sûresi 58. Ayet

وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ  ...


Siz namaza çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu, şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 نَادَيْتُمْ çağırıldığınız ن د و
3 إِلَى
4 الصَّلَاةِ namaza ص ل و
5 اتَّخَذُوهَا onu yerine koydular ا خ ذ
6 هُزُوًا eğlence ه ز ا
7 وَلَعِبًا ve oyun ل ع ب
8 ذَٰلِكَ işte bu
9 بِأَنَّهُمْ oldukları içindir
10 قَوْمٌ bir topluluk ق و م
11 لَا
12 يَعْقِلُونَ düşüncesiz ع ق ل
Riyazus Salihin, 1038 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Namaz için ezan okunduğu zaman, şeytan ezanı duymamak için arkasını dönüp yellenerek kaçar. Ezan bitince tekrar geri gelir. Namaz için kamet edilince yine arkasını dönüp kaçar. Kamet bittiğinde yine gelir ve kişi ile nefsi arasına sokulur ve ona: Filân şeyi hatırla, filân şeyi hatırla diyerek, namazdan önce aklında olmayan şeyleri hatırlatır da, neticede insan kaç rek’at namaz kıldığını bilemez olur.”
Buhârî, Ezân 4, Amel fis’-salât 18, Sehv 6, Bed’ü’l-halk 11; Müslim, Salât 19, Mesâcid 83. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 31; Nesâî, Ezân 20, 30
 

وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباًۜ


وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

نَادَيْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَادَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen

merfûdur.  اِلَى الصَّلٰوةِ  car mecruru  نَادَيْتُمْ  fiiline müteallıktır.

Şartın cevabı  اتَّخَذُوهَا هُزُوًا ’dır.  اتَّخَذُوهَا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  هُزُوًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  لَعِبًا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  هُزُوًا ‘e matuftur.

نَادَيْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندي ’dir. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


 ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ


İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  بِ  harf-i ceri, sebebiyyedir.

هُمْ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  قَوْمٌ  kelimesi  أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

لَا يَعْقِلُونَ  cümlesi  قَوْمٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır

یَعۡقِلُونَ  fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباًۜ 


وَ  atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan  نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ  şart cümlesi,  اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًاۜ  cevap cümlesidir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu ayet önce ezanın meşru olduğuna, ikinci olarak onunla alay etmenin ve hafife almanın küfür olduğuna delalet etmektedir. (Elmalılı, Keşşâf, Âşûr, Fahreddin er-Râzî)

هُزُوًا  ve  لَعِبًا  kelimelerindeki tenvin tahkir, kesret ve nev ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ [Namaza çağırdığınız vakit] ifadesi ezandan kinayedir. Ezan dinin şiarıdır.

 

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ

 

Taliliye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsnedin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene tahkir ifade eder. (Âşûr)

Cümlenin müsnedinin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.  بِاَنَّهُمْ  şeklindeki harf-i cer ve masdar-ı müevvel bu mahzuf habere müteallıktır.

بِ  harfi sebep içindir. (Âşûr)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’yi takip eden  هُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ  cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müspet  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle  kavim için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

İşaret isminde istiare vardır. Ayette  ذَ ٰ⁠لِكَ  kelimesi ref mahallindedir ve ehli kitabın durumuna işaret etmektedir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

 
Mâide Sûresi 59. Ayet

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُۙ وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ  ...


De ki: “Ey kitap ehli! Sadece Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilmiş olan (ilâhî kitap)lara inandığımızdan ve çoğunuzun da fasıklar olmasından ötürü bizden hoşlanmıyorsunuz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا أَهْلَ ehli ا ه ل
3 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
4 هَلْ
5 تَنْقِمُونَ hoşlanmıyorsunuz ن ق م
6 مِنَّا bizden
7 إِلَّا sadece
8 أَنْ diye (mi?)
9 امَنَّا iman ediyoruz ا م ن
10 بِاللَّهِ Allah’a
11 وَمَا
12 أُنْزِلَ ve indirilene ن ز ل
13 إِلَيْنَا bize
14 وَمَا ve şeye
15 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
16 مِنْ
17 قَبْلُ bizden önce ق ب ل
18 وَأَنَّ oysa
19 أَكْثَرَكُمْ sizin çoğunuz ك ث ر
20 فَاسِقُونَ yoldan çıkmıştır ف س ق

İslâm’ın Medine’de hızla yayıldığını gören Ehl-i kitap (yahudiler) müslümanları kıskandıkları için onlara karşı kin ve nefret besliyor, onları küçümsüyorlardı. Bu sebeple âyet-i kerîmede Hz. Peygamber’den onların bu kin ve nefretlerinin sebebini sorması istenmektedir. Çünkü müslümanların Allah’a, Peygamber’e ve daha önce gelmiş olan kitaplara iman etmeleri bir suç ve kusur değildi! Peygamberlerini tasdik edip kitaplarına iman ettikleri için Ehl-i kitabın müslümanları takdir etmeleri gerekirken, aksine kıskandıklarından dolayı onlara karşı kin ve nefret hisleriyle davranıyorlardı. Âyetten anlaşıldığına göre Ehl-i kitabın müslümanlara karşı menfi tavırlarının iki sebebi vardır: Biri, müslümanların Hz. Muhammed ve Kur’an dahil peygamberlere ve onlara indirilmiş olan kitaplara iman etmeleridir. İkinci sebep ise Ehl-i kitabın çoğunun yoldan çıkmış kimseler olmalarıdır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 300

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُۙ وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. Mekulü’l-kavli,  يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ ’dir.

يَٓا  nida harfidir.  اَهْلَ  münadadır.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Nidanın cevabı  هَلْ تَنْقِمُونَ ’dir.  هَلۡ  istifham harfidir.  تَنْقِمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنَّٓا  car mecruru  تَنْقِمُونَ  fiiline müteallıktır.  اِلَّٓا  hasr edatıdır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  تَنْقِمُونَ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.

اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline müteallıktır.

وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  lafza-i celâle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُنْزِلَ اِلَيْنَا ’dır. İrabtan mahalli yoktur.

اُنْزِلَ  meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

اِلَيْنَا  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.

مَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا lafza-i celâle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُۙ ’dır. İrabtan mahalli yoktur.

اُنْزِلَ  meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır. 

اُنْزِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi نزل’dır. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

و  atıf harfidir.  اَنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. İsim cümlesinin manasını masdara çevirir ve tekid eder.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, lafza-i celâle matuf olup mahallen mecrurdur.  اَكْثَرَكُمْ  kelimesi  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَاسِقُونَ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

فَاسِقُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فسق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُۙ وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ


Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir.

Bu cümle, önceki cümleyle  وَاِذَا جَٓاؤُ۫كُمْ  cümlesi  arasında itiraziyyedir. (Âşûr)

İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Nidanın cevabı olan …هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّٓا اِلَّٓا  ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

هَلْ  inkârî manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında taaccüp ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

هَلْ  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. 

نقم “hoşlanmadı” demektir. Yani ayet-i kerimedeki cümle [Bizden bu yüzden mi hoşlanmıyorsunuz?] manasındadır.

هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ  cümlesi zemme benzeyen bir şeyle methi pekiştirmektedir. (Sâbûnî, Zuhaylî, Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

Masdar harfi  اَنْ ’i takip eden  اٰمَنَّا بِاللّٰهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar  tevilindeki cümle nasb mahallinde  تَنْقِمُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. 

Ayetteki birinci ism-i mevsûl  مَٓا, cer mahallinde lafza-i celâle matuftur. Sılası olan  اُنْزِلَ اِلَيْنَا  meçhul mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Öncekine atfedilmiş cer mahallindeki ikinci mevsulün sılası da aynı üsluptadır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَكْثَرَكُمْ  ile başlayan isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele veya  بِاللّٰهِ ‘ye matuftur.

Son cümledeki  müsned  فَاسِقُونَ  şeklinde ism-i fail kalıbıyla gelerek bu sıfatın o kişilerde kalıcı, sabit bir özellik olduğuna işaret etmiştir.

وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ  ifadesinin başındaki وَ , vâv-ı maiyyedir. Yani “Sizler, birçoğunuz fasık olmanızla birlikte (fasık olduğunuz halde) bizlerin Allah’a iman etmemizi yadırgıyorsunuz.” demektir. Zira iki hasımdan biri kötü sıfatlarla mevsuf olup diğeri de pek çok güzel sıfat sahibi olunca hasmının kötü sıfatlarının yanında berikinin güzel sıfatlara sahip oluşu, hasmın kalbinde daha çok buğz ve hasede sebebiyet verir. (Ebüssuûd - Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki  وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ  [Sizin bir çoğunuz fasıksınız]  ifadesi, fasıklığı onlara has kılmaktır. Binaenaleyh bu söz de tariz yolu ile Müslümana, onların fasık oldukları için tâbi olmadıklarını gösterir. Buna göre mana, “Siz, iman ettiğimiz ve sizin gibi fasık olmadığımız için bizden hoşlanmıyorsunuz.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)

اَهْلَ - هَلْ  ve  قُلْ - قَبْلُۙ  kelime grupları arasında ve  مَٓا - اُنْزِلَ - مِنْ  kelimelerini tekrarında reddü’l acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayette  methe benzer zemmi tekid sanatı vardır. 

اَهْلَ - هَلْ  ve  قُلْ - قَبْلُۙ  kelime grupları arasında ise cinas-ı muzari vardır.

Mâide Sûresi 60. Ayet

قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ  ...


De ki: “Allah katında cezası bundan daha kötü olanları size haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın lânetlediği ve gazabına uğrattığı, içlerinden maymunlar ve domuzlar çıkardığı kimseler ile şeytanlara tapan kimselerdir. İşte bunların yeri daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 هَلْ
3 أُنَبِّئُكُمْ size söyleyeyim mi? ن ب ا
4 بِشَرٍّ daha kötüsünü ش ر ر
5 مِنْ -ndan
6 ذَٰلِكَ bu-
7 مَثُوبَةً cezası ث و ب
8 عِنْدَ katında ع ن د
9 اللَّهِ Allah
10 مَنْ kim(ler)e
11 لَعَنَهُ la’net etmişse ل ع ن
12 اللَّهُ Allah
13 وَغَضِبَ ve gazab etmişse غ ض ب
14 عَلَيْهِ onlara
15 وَجَعَلَ ve yapmışsa ج ع ل
16 مِنْهُمُ kimlerden
17 الْقِرَدَةَ maymunlar ق ر د
18 وَالْخَنَازِيرَ ve domuzlar خ ن ز ر
19 وَعَبَدَ ve tapanlar ع ب د
20 الطَّاغُوتَ Tâğût’a ط غ ي
21 أُولَٰئِكَ işte onların
22 شَرٌّ daha kötüdür ش ر ر
23 مَكَانًا yeri ك و ن
24 وَأَضَلُّ ve daha çok sapmışlardır ض ل ل
25 عَنْ
26 سَوَاءِ düz س و ي
27 السَّبِيلِ yoldan س ب ل
خنزر Yüce Allah’ın bununla doğrudan belirli bir hayvanı kasdettiği söylenmiştir. İkinci bir görüşe göre de ahlakı, huyları ve fiilleri onlarınkine benzeyen kişileri kasdetmiştir yoksa hilkatleri ve bünyeleri onlarınkine benzeyenleri değil. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece bu şekilde 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hınzırdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  هَلْ  istifham harfidir.

اُنَبِّئُكُمْ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  انا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِشَرٍّ  car mecruru  اُنَبِّئُكُمْ  fiiline  müteallıktır.

مِنْ ذٰلِكَ  car mecruru  شَرٍّ ’e müteallıktır.  ذا  işaret ismi sükun üzere mebni olup mahallen mecrur, ismi mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مَثُوبَةً  kelimesi temyiz olup fetha ile mansubtur.  عِنْدَ  mekân zarfı,  مَثُوبَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. 

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنَبِّئُكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Fiil  tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ

 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هو şeklindedir.

İsm-i mevsûlun sılası  لَعَنَهُ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

لَعَنَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

غَضِبَ عَلَيْهِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  غَضِبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

عَلَيْهِ  car mecruru  غَضِبَ  fiiline müteallıktır.

جَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

مِنْهُمُ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  الْقِرَدَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْخَنَاز۪يرَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْقِرَدَةَ ‘ye matuftur.

عَبَدَ الطَّاغُوتَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  عَبَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الطَّاغُوتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  شَرٌّ haber olup lafzen merfûdur.

مَكَانًا  kelimesi temyiz olup fetha ile mansubtur.  اَضَلُّ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  شَرٌّ ’e matuftur.

عَنْ سَوَٓاءِ  car mecruru  اَضَلُّ ‘ye müteallıktır.  السَّب۪يلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَضَلُّ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ


Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

هَلْ  inkârî manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında inkâr ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ [Bundan daha kötü] ifadesindeki  ذٰلِكَ  beslenen intikam duygularına işaret etmektedir. (Keşşâf, Âşûr)

ذٰلِكَ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vucudun tahakkukudur.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

مَثُوبَةً kelimesinde tehekkümi istiare vardır. Şer manasında istiare edilmiştir. Çok kullanıldığı için  شَرٍّ َ kelimesinin hemzesi hazfolunmuştur. İsm-i tafdildir. (Sâbûnî, Âşûr, Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

مَثُوبَةً kelimesi, aslında hayır işlerin karşılığı olarak kullanılır, tıpkı  عُقُوبَة kelimesinin kötülük karşılığı olarak kullanıldığı gibi. Ancak burada  مَثُوبَةً  kelimesinin “cezaya çarptırılma” karşılığı olarak kullanılması, Yahudilerle alay etmek içindir. (Ruhu’l Beyan)

بِشَرٍّ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

مَثُوبَةً  ıtnâb babından olan temyizdir.

عِنْدَ اللّٰهِ  izafeti, muzâfın ve gayrının şanı içindir.


مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ

 

Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هو  olan mübteda mahzuftur.

Haber olan ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası  لَعَنَهُ اللّٰهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır. 

Cümlede müsnedün ileyhin  اللّٰهُ  ismiyle marife olması kalplere korku salmak içindir. Aynı üslupta gelen  غَضِبَ عَلَيْهِ  ve …جَعَلَ مِنْهُمُ  cümleleri sıla cümlesine matuftur. Atıf sebepleri tezâyüftür.

الطَّاغُوتَ, Allah dışında tapınılan her şey demektir.  الطَّغُا: Suyun haddini, bendini aşması demektir.

Allah’ın ceza vereceği kişilerin (kendilerine lanet ettiği, üzerlerine gazap indirdiği, onlardan bir kısmını domuz ve maymun suretine koyduğu ve tağuta tapanlar) olarak sayılması taksim sanatıdır. 


اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ

 

Ayet fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

İşaret ismi  أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ’nin müsnedün ileyh olarak marife olması, durumun kötülüğüne dikkat çekmek içindir ve tahkir ifade eder.

اُو۬لٰٓئِكَ [İşte bunlar] yani bu lanet ve dönüşüme uğratılmış olanlar [yer bakımından daha kötüdürler.] Burada kötülük mekâna nispet edilmiştir, ancak maksat orada yaşayanlardır. Böyle bir ifadede mübalağa vardır ve bu اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضَلُّ  (İşte bunlar daha kötü ve daha sapkındır) demekten daha etkilidir çünkü burada, “mecazın eşi” durumunda olan kinayeli bir kullanım vardır. (Keşşâf, Sâbûnî, Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)

Din, şer şaibesinden münezzeh olduğu halde, şerrin dine nispet edilmesi, onların dinlerinin şerrin de şerri olduğunu ispat etmek içindir. (Ebüssuûd)

اَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ, haber olan  شَرٌّ ’a matuftur.

لَعَنَهُ - غَضِبَ - شَرٌّ  ve  الْقِرَدَةَ - الْخَنَاز۪يرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَبَدَ  - عِنْدَ  ve  مَنْ - مِنْ  kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِنْ -  شَرٌّ - اللّٰهُ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Doğru yolun tam ortasında iken sapmak hayret vericidir.

 
Mâide Sûresi 61. Ayet

وَاِذَا جَٓاؤُ۫كُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَقَدْ دَخَلُوا بِالْـكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪ۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ  ...


(Yanınıza) küfürle girip yine (yanınızdan) küfürle çıktıkları hâlde, size geldiklerinde “İnandık” dediler. Allah, onların saklamakta oldukları şeyi daha iyi bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 جَاءُوكُمْ size geldikleri ج ي ا
3 قَالُوا derler ki ق و ل
4 امَنَّا inandık ا م ن
5 وَقَدْ oysa muhakkak
6 دَخَلُوا girmişlerdir د خ ل
7 بِالْكُفْرِ küfürle ك ف ر
8 وَهُمْ yine onlar
9 قَدْ muhakkak
10 خَرَجُوا çıkmışlardır خ ر ج
11 بِهِ onunla
12 وَاللَّهُ Allah
13 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
14 بِمَا şeyleri
15 كَانُوا oldukları ك و ن
16 يَكْتُمُونَ gizliyor ك ت م

Müslümanların dinleri ve namazlarıyla alay eden yahudiler Hz. Peygamber’e karşı olan kin ve düşmanlıklarını gizli tutuyorlar, ona inanmadıkları halde inanmış görünerek meclisine gelip oturuyorlar, onu dinledikten sonra yine inanmamış olarak çıkıp gidiyorlardı. Âyet, bunların “inandık” şeklindeki sözlerinde yalancı olduklarını, o katı kalplerine hiçbir şekilde imanın girmediğini, Hz. Peygamber’in yanına kâfir olarak girdikleri gibi kâfir olarak çıktıklarını, fakat gizlediklerini sandıkları bu yalanlarını, hile ve tuzaklarını Allah’ın çok iyi bildiğini haber vermektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 302

وَاِذَا جَٓاؤُ۫كُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَقَدْ دَخَلُوا بِالْـكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪ۜ 


وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

جَٓاؤُ۫كُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاؤُ۫كُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

Şartın cevabı  قَالُٓوا اٰمَنَّا ’dır.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi  اٰمَنَّا ’dır.  قَالُٓوا  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.  اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

قَدْ دَخَلُوا  cümlesi  قَالُٓوا’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  دَخَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْكُفْرِ car mecruru  دَخَلُوا’deki failin mahzuf haline müteallıktır.

هُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

خَرَجُوا  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  خَرَجُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  خَرَجُوا  fiiline müteallıktır.


وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ


 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haberdir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَكْتُمُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانَ  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَكْتُمُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. 

يَكْتُمُونَ  fiili,  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

وَاِذَا جَٓاؤُ۫كُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَقَدْ دَخَلُوا بِالْـكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪ۜ 

 

وَ  atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan  جَٓاؤُ۫كُمْ  şart cümlesi,  قَالُٓوا اٰمَنَّا  cevap cümlesidir. 

قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan  اٰمَنَّا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰمَنَّا  [İman ettik] sözü yalancıların iddiasıdır. Makam bu iddiayı inkâr makamıdır. Bunun için takip eden cümlede müsnedün ileyh takdim edilmiş ve hüküm takviye edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

قَالُٓوا  fiilinin failinden hal olan  وَقَدْ دَخَلُوا بِالْكُفْرِ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Cenab-ı Hakk’ın, وَقَدْ دَخَلُوا بِالْكُفْرِ وَقَدْ دَخَلُوا بِالْكُفْرِ [Halbuki onlar muhakkak küfür ile girmişler, yine muhakkak onunla çıkmışlardır.] buyruğundaki  بِ  harf-i ceri, onların girerken de çıkarken de kesinlikle hiçbir değişme ve eksilme olmadan, küfürlerinin kendileriyle beraber devam ettiğini ifade eder. Bu, senin tıpkı “Zeyd elbisesiyle girdi ve onunla çıktı.” demen gibidir. Yani “Onun elbisesi, girerken olduğu gibi çıkarken de aynıydı.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Hal cümlesine tezat sebebiyle atfedilmiş olan  وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪ۜ  cümlesi ise isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedin, tahkik harfiyle tekid edilen mazi fiil şeklinde gelmesi, hükmü takviye ve hudûs ifade eder.

وَقَدْ دَخَلُوا بِالْكُفْرِ  cümlesiyle  وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪ۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

دَخَلُوا - خَرَجُوا  ve  اٰمَنَّا - الْكُفْرِ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ْقَدْ  harfinin, mazi üzerine gelip tekrar olunması, tekidle maziyi hale yaklaştırmış,  هُمْ ُkelimesiyle de küfür onlara nispet edilmiştir. Onların kendi iradeleri ile küfrü tercih ettikleri ifade buyrulmuştur. (Medine Balcı - Dergâhu’l Kur’an, Fahreddin er-Râzî)

خَرَجُوا  ve  دَخَلُوا  kelimeleriْnin başında olan  قَدْ  harfi tevakku ifade eder. Yani onlarda nifak emareleri görünüyordu ve Resulullah (s.a.), Allah Teâlâ’nın onların nifakını ortaya çıkarmasını bekliyordu anlamındadır. (Ebüssuûd) 

دَخَلُوا بِالْكُفْرِ  sözünde istiare vardır. Küfür ellerine alıp getirdikleri somut bir şey şeklinde ifade edilmiştir.  بِ  harfinin ilsak manası dolayısıyla küfrün onların özüne işlediğine işaret eder.


وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ

 

Ayetin  وَ ’la gelen son  cümlesi müstenefedir. Hal olduğu da söylenen, mübteda ve haberden oluşmuş bu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ [Gizlediklerini bilir.] ifadesi, bilmekle kalmaz karşılığını da verir anlamında lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

Yine [Gizlediklerini bilir.] ifadesinin mefhum-u muhalifi “Allah’ın bilmediği hiçbir şey yoktur. Gizlediklerini bilir ama açığa vurduklarını da bilir.” manasıdır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا’da tevcih sanatı vardır.

Sıla cümlesi كَانُ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَانُ’nin haberinin muzari fiil olması, hükmü takviye, hudûs, tecessüm, istimrar ve teceddüt ifade eder.

[Onların gizlediklerini Allah çok iyi bilir!] Allah, onların nifaklarını ve beraberce işledikleri “müminleri kötüleme, onları cahil bulma, fikirlerini yanlışlama, onların başına gelenlere sevinme” vb. durumlarını daha iyi bilir. Yani “Siz onların bir kısmını bazı emarelerle kısaca bilirsiniz; Ben ise bütün tafsilatı ve her yönüyle tam bir ihata ile bilirim!” (Keşşâf)

“Allah en iyi bilendir.” buyurulmak suretiyle bilme fiilinde tafdil kipi kullanılmıştır. Çünkü o münafıkların müminleri zemmetmeleri, görüşlerini yanlış saymaları, başlarına musibetler gelmesine sevinmeleri gibi nifak hükümlerinden gizledikleri şeyleri müminler de icmal olarak biliyorlardı. Daha açık bir deyişle Allah Teâlâ, onların gizledikleri küfrü daha iyi bilir.(Ebüssuûd)

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

 
Mâide Sûresi 62. Ayet

وَتَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَرَىٰ ve görürsün ر ا ي
2 كَثِيرًا çoğunun ك ث ر
3 مِنْهُمْ onlardan
4 يُسَارِعُونَ (birbirleriyle) yarıştıklarını س ر ع
5 فِي
6 الْإِثْمِ günahta ا ث م
7 وَالْعُدْوَانِ ve düşmanlıkta ع د و
8 وَأَكْلِهِمُ ve yemede ا ك ل
9 السُّحْتَ haram س ح ت
10 لَبِئْسَ ne kötüdür ب ا س
11 مَا şey
12 كَانُوا oldukları ك و ن
13 يَعْمَلُونَ yapmakta ع م ل

Yahudilerin –hepsi olmasa da– çoğunun müslümanlara karşı yalancılık, haksızlık, düşmanlık gibi menfi davranışlarda, günah işlemede, rüşvet ve benzeri yollarla haram yemede birbirleriyle yarıştıkları; bu yaptıklarının son derece çirkin davranışlar olduğu ifade edilmektedir. Yüce Allah, “… görürsün” hitabıyla bu tutumlarının herkes tarafından gözlemlenebilen bir durum olduğuna işaret etmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 302

وَتَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  تَرَى  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

كَث۪يرًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مِنْهُمْ  car mecruru  كَث۪يرًا’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

يُسَارِعُونَ  cümlesi  كَث۪يرًا’in hali veya ikinci sıfatı olarak mahallen mansubtur. 

يُسَارِعُونَ  fiili  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاِثْمِ  car mecruru  يُسَارِعُونَ  fiiline müteallıktır.  الْعُدْوَانِ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  الْاِثْمِ’ya matuftur. 

اَكْلِهِمُ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  الْاِثْمِ ’ya matuftur.  السُّحْتَ  kelimesi, masdar olan  اَكْلِهِمُ kelimesinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

Sülasi (üç harfli) fiillerin masdarları aşağıdaki şartlardan biri olduğunda fiil gibi amel ederek fail ve mef’ûl alabilir:

1. Tenvinli olmalıdır.

2. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.

3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.

4. Masdarın mef’ûlüne muzâf olmalıdır. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُسَارِعُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  سرع’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. 


 لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ


لَ  mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir.  بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

مَا  harfi,  بِئْسَ  kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir. 

كَانَ  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiri olarak mahallen merfûdur.

يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. 

يَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَتَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ


وَ  istînâfiyyedir. Ayet müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  تَرٰى ,كَث۪يرًا  fiilinin mef’ûlüdür.  كَث۪يرًا  için hal veya sıfat olan  يُسَارِعُونَ فِي الْاِثْمِ  cümlesi de muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فِي الْاِثْمِ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْاِثْمِ  içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü günah, suç hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu suç ve günahın kötülük derecesini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

وَاَكْلِهِمُ  ve  وَالْعُدْوَانِ  kelimeleri  فِي الْاِثْمِ  kelimesine matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

السُّحْتَۜ, masdar olan  اَكْلِ ’nin mef’ûlüdür. Masdar kalıbında olması mef’ûl almasını mümkün kılmıştır.

الْاِثْمِ - الْعُدْوَانِ - السُّحْتَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مِنْهُمْ ’daki  مِنْ  harfi teb'iz içindir.

اَكْلِهِمُ السُّحْتَ  ifadesi içine sindirmek, kendi ihtiyarı ile kabullenme manasında istiaredir. Sadece Maide Suresi’nde geçmiştir. Haram yemek, haram fiilleri içine sindirmek manasındadır. (42-62. ayetler)

Haram yemek, zikredilen günahlara dahil olduğu halde ayrıca zikredilmesi, onu daha fazla takbih içindir. (Ebüssuûd

Bu fiiller konusunda aceleci olmak ne kadar kötüdür.

يُسَارِعُونَ  fiili acele etmek manasında kullanıldığı için istiare vardır. Sanki onlar bu konuda doğru bir iş yaparmış gibi kötü işlere gidiyorlardı manası kastedilmiştir.

Burada  يُسَارِعُونَ [koşuşma, yarışma] fiilinin, “Rabbinizin mağfiretine ve genişliği gökler ve yer kadar olan cennetine koşun.” (Âl-i İmran Suresi, 133) ayetinde olduğu gibi اِلَى  harfi ile değil de kalplerinde hastalık bulunanların, “Başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz!” diyerek onların içinde koşuştuklarını görürsün. (Maide Suresi, 52) ayetinde olduğu gibi  فِي  harfi ile kullanılması, Yahudi ve Hristiyanların dostluklarında karar kıldıklarını, dostlukların bazı mertebelerinden diğer bazı mertebelerine koşmakta olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

اَكْلِهِمُ السُّحْتَ  burada rüşvet kastedilmiş olmakla tağlîbdir. Cüz kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)


لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Ayetin bu son cümlesi kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Kasemin cevabı بِئۡسَ ’nin dahil olduğu inşâ cümlesidir.  بِئۡسَ  zem fiilidir. Bu zem fiilinin mahsusu mahzuftur. 

Kasem fiilinin ve zemin mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müşterek ism-i mevsûl,  بِئْسَ ’nin faili konumundadır.  مَا’da tevcih sanatı vardır.

Sıla cümlesi  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. 

كَان’nin haberinin muzari fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudûs, tecessüm, istimrar ve teceddüt ifade eder.

مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesinde geçmiş zamanı ifade eden  كَانُوا  ile  يَعْمَلُونَ  şeklindeki gelecek zamanın birlikte kullanılması sözkonusudur. Bu yaptıklarının sürekli olduğunu bildirir. (Ebüssuûd)

 
Mâide Sûresi 63. Ayet

لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ  ...


Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَوْلَا gerekmez miydi?
2 يَنْهَاهُمُ menetmeleri ن ه ي
3 الرَّبَّانِيُّونَ Rabbanilerin ر ب ب
4 وَالْأَحْبَارُ ve hahamların ح ب ر
5 عَنْ
6 قَوْلِهِمُ onlarıv sözlerini ق و ل
7 الْإِثْمَ günah ا ث م
8 وَأَكْلِهِمُ ve yemelerini ا ك ل
9 السُّحْتَ haram س ح ت
10 لَبِئْسَ ne kötüdür ب ا س
11 مَا şey
12 كَانُوا oldukları ك و ن
13 يَصْنَعُونَ yapmakta ص ن ع

Allah Teâlâ yahudilerin yaptıkları haksızlıklar karşısında sessiz kalıp onları uyarmayan, yalan söylemelerine ve haram yemelerine rızâ gösterip bunu engellemeyen eğitimcileri, din adamlarını ve âlimleri kınamakta, bu davranışın kötülüğünü haber vermektedir.

 Âlimlerin ve eğitimcilerin tutumu, halkın ahlâkının ve dininin bozulmasına sebep olduğu için esas sorumluluk bunların üzerindedir. Müfessirler Kur’an’da âlimleri uyaran en sert ifadenin bu âyette olduğu kanaatindedirler (Zemahşerî, I, 350; Elmalılı, III, 1727. “Din adamları” diye tercüme edilen rabbâniyyûn hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/79; Mâide 5/44; “âlimler” diye tercüme edilen ahbâr hakkında bilgi için bk. Mâide 5/44).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 302-303

Riyazus Salihin, 199 Nolu Hadis
Ebû Bekir es-Sıddîk radıyallahu anh şöyle dedi:
Oysa ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:
“Şüphesiz ki insanlar zâlimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın kendi katından göndereceği bir azabı hepsine umumileştirmesi yakındır.”
Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 8; Tefsîru sûre (5), 17. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 20 

لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ


لَوْلَا  cezm etmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا yani “değil mi?” manasındadır. يَنْهٰيهُمُ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

الرَّبَّانِيُّونَ  fail olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْاَحْبَارُ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

عَنْ قَوْلِهِمُ  car mecruru  يَنْهٰيهُمُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْاِثْمَ  kelimesi, masdar olan  قَوْلِهِمُ  kelimesinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

اَكْلِهِمُ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  الْاِثْمِ ’ye matuftur.  السُّحْتَ  kelimesi, masdar olan  اَكْلِهِمُ kelimesinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

Sülasi (üç harfli) fiillerin masdarları aşağıdaki şartlardan biri olduğunda fiil gibi amel ederek fail ve mef’ûl alabilir:

1. Tenvinli olmalıdır.

2. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.

3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.

4. Masdarın mef’ûlüne muzâf olmalıdır. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

 

لَ  mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir.  بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

مَا  harfi,  بِئْسَ  kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir. 

كَانَ  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir ve mahallen merfûdur.

يَصْنَعُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَصْنَعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ


لَوْلَا , bu ayette şart değil  هلّا  manasındadır. Cümle taaccüp ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

رَّبَّانِيُّونَ - الْاَحْبَارُ  kelimeleri ve  قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ - اَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ  ifadeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الرَّبَّانِيُّونَ, Rabbe mensup olanlar, kendini Rabbe adamış olanlardır.

Hasen el-Basri diyor ki: “Rabbaniler, İncil; ahbar da Tevrat alimleridir.” Diğer bir görüşe göre ise her iki sınıf da Yahudilerdendir. Bu ayet, peşlerinden giden avam halkın çirkin vasıflarını bildikleri halde onları nehyetmeyen din önderleri için görevlerini yapmaya teşvik ve görevlerini yapmadıkları için de kınamadır. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

لَوْلَا  tahdid (teşvik ve sevk) harfidir. Burada  هلّا  manasında kullanılmıştır. 

1. َCezm etmeyen şart edatıdır. Kendisinden  sonra şart cevap fiilleri bulunur. Şart  cümlesi, isim cümlesi olur. Genellikle haberi  موجود  şeklinde gelir. 

2. Arz ve tehdit edatıdır. Arz bir şeyin yapılmasını başkasından kibarca istemektir. Tehdit ise bundan farklı olarak sertçe istemektir. 

3. Mazi üzerine gelişinde kınama edatı olur. Kendisinden sonra mübteda olarak merfû isim gelmesi gerekirken zamir geldiği de olur. (Medine Balcı - Dergâhu’l Kur’an, Âşûr)

وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَ  ibaresinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 


لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ


Ayetin bu son cümlesi kasem üslubunda gayrı talebî inşâi isnaddır. Kasemin cevabı بِئۡسَ’nin dahil olduğu inşâ cümlesidir.  بِئۡسَ  zem fiilidir. Zemmin mahsusu mahzuftur. 

Kasem fiilinin ve zemmin mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müşterek ism-i mevsûl,  بِئْسَ ’nin faili konumundadır.  مَا’da tevcih sanatı vardır.

Sıla cümlesi كَان’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَان’nin haberinin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, tecessüm, istimrar ve teceddüt ifade eder.

Önceki ayetin fasılasıyla bu ayetin fasılası arasında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

صْنَعُ  çaba ve devamlılık gerektiren, sanatlı bir yapma eylemidir.

مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ  cümlesinde geçmiş ile gelecek zamanın birlikte kullanılması söz konusudur. Bu yaptıklarının sürekli olduğunu bildirir. Bu ayeti kerime önceki ayet-i kerimeden daha ağırdır. Çünkü sanat edinmek için o konuda çalışıp alıştırma yapmak ve kendini yetiştirmek gerekir. İbni Abbas bu ayetin Kur’an’ın en ağır ayeti olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Mâide Sûresi 64. Ayet

وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۜ وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَاراً لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداًۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ  ...


Bir de Yahudiler, “Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve lânete uğrasınlar! Hayır, O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, sana Rabbinden indirilen (Kur’an) onlardan birçoğunun azgınlık ve küfrünü artıracaktır. Biz onların arasına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Her ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah, bozguncuları sevmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَتِ ve dediler ق و ل
2 الْيَهُودُ yahudiler
3 يَدُ eli ي د ي
4 اللَّهِ Allah’ın
5 مَغْلُولَةٌ bağlıdır غ ل ل
6 غُلَّتْ bağlandı غ ل ل
7 أَيْدِيهِمْ kendi elleri ي د ي
8 وَلُعِنُوا ve la’netlendiler ل ع ن
9 بِمَا ötürü
10 قَالُوا söylediklerinden ق و ل
11 بَلْ hayır
12 يَدَاهُ O’nun iki eli de ي د ي
13 مَبْسُوطَتَانِ açıktır ب س ط
14 يُنْفِقُ verir ن ف ق
15 كَيْفَ nasıl ك ي ف
16 يَشَاءُ diliyorsa ش ي ا
17 وَلَيَزِيدَنَّ ve andolsun artıracaktır ز ي د
18 كَثِيرًا çoğunun ك ث ر
19 مِنْهُمْ onların
20 مَا şeye
21 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
22 إِلَيْكَ sana
23 مِنْ -den
24 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
25 طُغْيَانًا azgınlığını ط غ ي
26 وَكُفْرًا ve küfrünü ك ف ر
27 وَأَلْقَيْنَا biz atmışızdır ل ق ي
28 بَيْنَهُمُ onların aralarına ب ي ن
29 الْعَدَاوَةَ düşmanlık ع د و
30 وَالْبَغْضَاءَ ve kin ب غ ض
31 إِلَىٰ kadar
32 يَوْمِ gününe ي و م
33 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
34 كُلَّمَا ne zaman ك ل ل
35 أَوْقَدُوا yakmışlarsa و ق د
36 نَارًا bir ateş ن و ر
37 لِلْحَرْبِ savaş için ح ر ب
38 أَطْفَأَهَا onu söndürmüştür ط ف ا
39 اللَّهُ Allah
40 وَيَسْعَوْنَ ve koşarlar س ع ي
41 فِي
42 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
43 فَسَادًا bozgunculuğa ف س د
44 وَاللَّهُ Allah da
45 لَا
46 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
47 الْمُفْسِدِينَ bozguncuları ف س د
Rızık, Allah Teâlâ’nın canlılara yeme içme ve başka hususlarda yararlanmak üzere verdiği her şeyi ifade eder. Allah sadece inananlara değil, kendisini inkar edenlere, hatta kendisine iftira edenlere de bol bol rızık verir. Peygamberimiz, Rabbimiz’in bu özelliğini şöyle dile getirmiştir: “Duyduğu incitici sözlere karşı Allah’tan daha sabırlı davranabilen kimse yoktur. O’na ortak koşarlar, çocuğu olduğunu söylerler. Ama Allah onlara afiyet vermeye ve onları rızıklandırmaya devam eder”
(Müslim, Sıfatü’l-münâfikîn, 49).
Ve ne kadar harcasa da O’nun hazinesi asla tükenmez. Resûlullah bunu bir benzetmeyle insanlığa şöyle açıklamıştır: “Allah’ın eli doludur. Gece gündüz yaptığı cömertçe lütuflar, O’nun elindekileri tüketmez. Gökleri ve yeri yarattığı günden beri neler verdiğini görmüyor musunuz? (Bütün bu verdikleri) Allah’ın elindeki hiçbir şeyi eksitmemiştir.” “O’nun arşı, suyun üzerindedir. Diğer elinde de terazi vardır (adildir). O, kimine az verir, kimine de çok verir”
(Buhârî, Tevhid, 19).
 

 

  Tafe'e طفأ :

  Sülasi طَفَأ fiili ateş söndü; أطْفَأَ ateşi söndürdü demektir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sadece ifal babında 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli itfaiyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَالَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir.  الْيَهُودُ  fail olup lafzen merfûdur.

يَدُ اللّٰهِ  mübtedadır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مَغْلُولَةٌ haber olup lafzen merfûdur.

غُلَّتْ  meçhul mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir.  اَيْد۪يهِمْ  naib-i faildir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لُعِنُوا  damme üzere meçhul mebni fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  وَلُعِنُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُواۢ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مَغْلُولَةٌ  kelimesi sülâsî  mücerred olan  غلل  fiilinin ism-i mef’ûludur. 


 بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ


بَلْ  idrâb ve atıf harfidir.  بَلْ; Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدَاهُ  mübteda olup ref alameti elif (ا) dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazfedilmiştir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَبْسُوطَتَانِ  haber olup ref alameti elif (ا) dir.

يُنْفِقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  كَيْفَ  şart ismi, hal olarak mahallen mansubtur.  يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  كيف يشاء أن ينفق ينفق  [Nasıl infak etmek isterse öyle infak eder.] şeklindedir.

مَبْسُوطَتَانِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  بسط  fiilinin ism-i mef’ûludur.

 

وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۜ 


وَ  istînâfiyye,  لَ  mahzuf kasemin cevabına dahil olan lâm-ı vakıadır.  يَز۪يدَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nunu sakiledir. Mebni muzari fiildir.

Tekid  نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

كَث۪يرًا  birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مِنْهُمْ  car mecruru  كَث۪يرًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası   اُنْزِلَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اُنْزِلَ  meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

اِلَيْك  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.  مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

طُغْيَانًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  كُفْرًا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  طُغْيَانًا’e matuftur.


وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ 


Cümle atıf harfi  وَ ‘la  قَالَتِ الْيَهُودُ  atfedilmiştir.  اَلْقَيْنَا  sükun ile mebni mazi fiildir.  Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بَيْنَهُمُ  mekân zarfı,  اَلْقَيْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْعَدَاوَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْبَغْضَٓاءَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْعَدَاوَةَ’ye matuftur.

اِلٰى يَوْمِ  car mecruru  اَلْقَيْنَا  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَاراً لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداًۜ 


كُلَّمَٓا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Şartın cevabı  اَطْفَاَهَا  fiiline müteallıktır.  اَوْقَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

نَارًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  لِلْحَرْبِ  car mecruru  نَارًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

Şartın cevabı  اَطْفَاَهَا اللّٰهُ ’dur.  اَطْفَاَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

يَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ  cümlesi atıf harfi  وَ’la  اَلْقَيْنَا  fiiline matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَسْعَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَسْعَوْنَ  fiiline müteallıktır.  فَسَادًا  masdar olup hal yerindedir. Yani  يسعون مفسدين (Fesat yapmaya çalışırlar.) demektir.


وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. Mübtedanın haberi  لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ  cümlesi haber olup mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

یُحِبُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  الْمُفْسِد۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُفْسِد۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  فسد ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ 


وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَتِ  fiilinin mekulül-kavli ise sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

Müsnedün ileyh az sözle çok anlam ifade eden izafetle gelmiştir. 

İtiraziyye olarak fasılla gelen  غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ  cümlesi, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî isnad formunda gelmesine rağmen beddua manasındadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluştuğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Aynı üsluptaki  وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۢ  cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. 

Cer mahallindeki masdar harfi  لُعِنُوا ,مَا  fiiline müteallıktır.

Burada Yahudilerin ellerinin bağlanması, yani cimrilikleri ve lanete uğramaları mazi fiille yani haber cümlesi şeklinde gelmiş olmakla beraber beddua manasındadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi, Ebüssuûd, Âşûr)

مَغْلُولَةٌ - غُلَّتْ  ve  قَالَتِ -  قَالُواۢ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Elleri bağlı olmak], cimrilikten istiare veya mecaz-ı mürseldir.

غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ [Elleri bağlansın.] sözünde müşâkele sanatı vardır. Müşâkele sanatını onların dili ile konuşmak şeklinde tanımlayabiliriz.

Allah onların kendisine attığı iftirayı onların ağzından çıkan ifadedeki kelimenin kökü olan  غَلَّ  kelimesini kullanarak lanetlemiştir. Aynı kelime kök ve biçim yönüyle ne kadar yakınlık arz etse de gerçek anlamı dışında ve çok farklı anlamlarda kullanılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)  


بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ


İstînâfiyye olan cümlede  بَلْ  idrâb harfidir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Sübut ifade eder.

Müsnedün ileyh olan  يَدَاهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  يَدَا, şan ve şeref kazanmıştır.

Bu cümle istînafî olup Allah Teâlâ’nın sonsuz cömertliğini tekid etmekle beraber cehalet ve dalaletlerinden dolayı, söylemeye cüret ettikleri o sözün sebebi olan mali sıkıntıya da dikkatleri çeker. Onların mali sıkıntıya düşmeleri, Allah Teâlâ’nın feyzinde bir kusur olduğundan değil, fakat şundandır ki: Allah Teâlâ’nın infakı, O’nun yüksek iradesine bağlıdır. Yüksek iradesi de dünya ve ahiret işlerinin yörüngesi olan bir takım hikmetlere mebnidir. Ve onların içinde bulundukları günahlar sebebiyle ilâhî hikmet, rızıklarının daraltılmasını gerektirmiştir. Nitekim Maide Suresi’nin 66. Ayetinde, “Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rabblerinden kendilerine indirilmiş olan Kur’an’ı ikame etseler (dürüstçe uygulasalar)di, hem üstlerinden hem de ayakları altından yerlerdi.” buyrulur. (Ebüssuûd)

Önceki cümlede müfret gelen  يَدَ  kelimesinde, bu cümlede tesniyeye iltifat edilmiştir.

Bu cümle, onların konuşma tarzıyla verilen cevaptır. Bu müşâkele sanatıdır.

مَبْسُوطَتَانِۙ - غُلَّتْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Cömertlikte mübalağa için  يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ  [iki eli açıktır] buyurulmuştur.

İstînâfiyye olan يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَيْفَ  soru ismi, şart manası bulunan haldir.  يَشَٓاءُ  fiili, cevabı mahzuf şart cümlesidir. Takdiri,  كيف يشاء أن ينفق ينفق  [Nasıl infak etmek isterse öyle infak eder.] şeklindedir.

مَبْسُوطَتَانِۙ - يُنْفِقُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌ [Allah’ın eli bağlıdır / sıkıdır] ifadesinde  يَدُ  kelimesi tekil kullanılmışken cevap mahiyetindeki  بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ  [O’nun her iki eli de açıktır.] ifadesinde ikil kullanılmıştır. Bu tarz bir ifade, onların sözlerini red ve inkâr açısından daha etkili, Allah’ın sonsuz cömertliğini ve cimriliğin O’ndan uzak olduğunu ispat bakımından da daha nettir. Çünkü cömert bir kişinin, malını her iki elini doldurarak vermesi cömertliğin zirve noktasıdır. Dolayısıyla, işbu nükteden hareketle mecaz, “el” kelimesinin ikil şekliyle kurulmuştur. (Keşşâf, Âşûr)


وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۜ 


Ayetin bu cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem  وَ ‘ı nedeniyle mecrur mahaldedir. Takdiri, أقسم  olan kasem cümlesinin hazfi sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen rabıta harfidir. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasemin cevabı olan  …لَيَز۪يدَنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ مَٓا   cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

مِنْهُمْ, fiilin mef’ûlü olan  كَث۪يرًا ’e müteallıktır. Car mecrur ve mef’ûl konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.  كَث۪يرًا’deki tenvin tahkir içindir.

كَث۪يرًا مِنْهُمْ [Onların bir çoğundan maksad], alimleri ve reisleridir. Bu hüküm onların bir çoğuna tahsis edilmiştir, çünkü onların bazısı böyle değildir. (Ebüssuûd) 

Müşterek ism-i mevsulün sılası olan …اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  طُغْيَانًا  temyiz veya  لَيَز۪يدَنَّ  fiilinin mef’ûlüdür.

رَبِّكَ  izafetinde Hz. Peygambere ait zamirin Rabb ismine izafeti, Hz. Peygambere destek ve şeref ifade eder.

طُغْيَانًا ,كُفْرًا ’e matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

طُغْيَانًا - كُفْرًا  kelimelerindeki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Rabb isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

[(Resulüm!) Şimdi, Rabbinden Sana indirilenler bunlardan çoğunun azgınlık ve inkârını] “artıracak tabii...” Yani Kur’an inmeye devam ederken -hasetleri yüzünden- bile bile reddetmekteki devamlılıkları artacak ve Allah’ın ayetlerini inkâr da daha da ileri gidecekler. (Keşşâf)


 وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ 

 

وَ  atıftır. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu cümlede ayetin başındaki gaib zamirden azamet zamirine iltifat vardır.

Bu onların o menfur yazıya sevkeden sebebin yani hasetlerinin beyanıdır. Bu yüzden onların küfür ve tuğyanları artmıştır. Bu Resulullah’ın (s.a.) dikkatli olması için bir hazırlık ve çirkin sözlerinden dolayı aşırı öfkelenmeleri sebebiyle teselli bulmasıdır. (Âşûr)

الْعَدَاوَةَ  - الْبَغْضَٓاءَ  kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Bunların arasına… “öyle bir düşmanlık ve öfke saldık”] ki bunun sonucu, dava ve ifadeleri birbirini tutmaz, kalpleri darmadağınıktır, aralarında ne bir ittifak ne de bir dayanışma vardır. (Keşşâf)


كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَاراً لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداًۜ 

 

كُلَّمَٓا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır.  حين  manasındadır.

Şart cümlesi olan …كُلَّمَٓا ,اَوْقَدُوا’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  نَارًا’deki tenvin tahkir ve nev ifade eder.

Cevap olan اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ  cümlesi,  şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması tazim ve azamet içindir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَلْقَيْنَا  fiilindeki azamet zamirinden, gaib zamire iltifat edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهُۙ  isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

اَوْقَدُوا - اَطْفَاَهَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Savaş için  اَوْقَدُوا نَارًا  [ateş yakmak] ifadesi kullanılarak temsilî istiare yapılmıştır. Savaş ateşe benzetilmiştir. Harbin ateşi yoktur ama, ateşe benzetilmiştir. Ateşin odunu yediği gibi harb de savaşanları yer, bitirir.

“Allah ateşlerini söndürür.” cümlesi, savaşı neticesiz bırakır manasındadır. Teşbih-i tenasidir. Gerçekten ateş yanmış da Allah onu söndürmüştür gibi söylenmiştir.

اَوْقَدُوا نَارًا لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُ  cümlesi bir temsildir. Harbe hazırlanma, harbe hazırlıklı olma ve bu emre kararlı olma hali, bir ihtiyaç için ateş yakan sonra bu yaktığı ateşin söndüğü kimsenin durumuna benzetilmiştir. Çünkü bu alevlendirme, kor ve ateşin savaş için istiare olarak kullanılması yaygındır. Savaş kızıştı, filan maşadır, harb, harb süngüsü tabirleri bunlardandır.  اَوْقَدُوا نَارًا لِلْحَرْبِ  sözü de böyledir ve burada  نَارًا hakiki anlamda değildir. (Âşûr)

…اَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ  cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal olan فَسَادًاۜ  masdardır.  مفسدين  manasındadır. Veya mef’ûlün lieclihtir. Kelimedeki tenvin nev, tahkir ve teksir ifade eder. Ayrıca bu kelimede irsâd vardır.


وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, haşyet uyandırmak içindir.

Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması, hükmü takviye eder. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Haber menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi ise hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Burada fesat çıkaranlara verilecek ceza söylenmemiş, sadece Allah’ın onları sevmediği söylenmiştir. Üstü kapalı bir anlatım söz konusudur. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Zamir makamında الْمُفْسِد۪ kelimesinin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini belirtmek ve onların ifsatta kök saldıklarını beyan etmek içindir. (Ebüssuûd) 

فَسَادًا - الْمُفْسِد۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin son cümlesi, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Günün Mesajı
Din ile veya dinin herhangi bir kuralı ile alay edenlerle arkadaşlık yapılmaz. İlim adamlarının ve abidlerin haram işlenmesinden vazgeçilmesi için çalışmaları gerekir. Bunu terk etmeleri büyük günahlardandır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Terbiye edilmemiş, edepten uzak, insan nefsinin korkutucu bir çok yönü vardır. Bunlardan bir tanesi, şartlara göre Allah’a teslimiyet göstermesidir. Şartların zorluğuna veya kolaylığına göre değişkenlik gösterir yani teslimiyetteki istikrarsızlığı ortaya çıkar.

Kimi insan vardır; en ufak zorlukta, farz ibadetlerini bile yerine getirmez. Kimisi vardır; en zor şartlarda, sırf Rabbinin rızası için elinden gelen her şeyi yapar.

İnsan, hakikatte ne olduğunu: alışverişte, yolculukta ve komşulukta belli eder. İşte bu yüzden, hz. Ömer (ra), yanında başkasını çok öven kişiye üç soru sordu:

1- “Onunla bir yolculuk yaptın mı?” dedi.

Adam “hayır” dedi.

2 “Ticaret gibi bir alışverişte bulundun mu?”

Adam yine “hayır” dedi.

3- “Peki ona sabah-akşam komşuluk ettin mi?” dedi.

Adam “hayır” dedi.

Bunun üzerine, Hz. Ömer (ra):

“Kendisinden başka ilâh olmayan Allâh’a yemin ederim ki, sen onu tanımıyorsun!” buyurdu.

Alışveriş, yolculuk ve komşuluk hallerinde, şartlar ne olursa olsun, Rabbine itaatte kalbinin hali istikrarlı olanlardan, ayağı İslam yolunda sağlam basanlardan ve daima “Allah’a teslimim” diyene yakışır tavırlar sergileyenlerden. Girdiği her yere (başladığı her işe) imanı tam girip, çıktığı her yerden de (bitirdiği her işten de) imanı yine tam çıkanlardan olmak duasıyla.

Amin.

***

Günaha girmede, düşmanlık etmede ve haram yemede birbirleriyle yarışanlardan ve onları uyarmayan din adamları ya da alimlerden bahseden ayetlerin üzerine aklına gelen kimi düşünceleri yazdı:

İnsan yaşadığı ya da yaptığı hiçbir şeyde yalnız değildir. Başka bir ifadeyle yeryüzünde eşsiz, hiç değildir. Bulunduğu zaman diliminde dahi aynı duygu ve düşünceleri paylaşan nicelerini bulmak mümkündür. 

Fiziksel, zihinsel ve kültürel benzerliklerin getirdiği kolaylıklarla birlikte sosyal bir varlıktır. Ne kadar sosyalleşmeye karar verdiğine göre belli konularda aynı fikirlere ya da ahlaki özelliklere sahiplerle bir araya gelir ve paylaşımda bulunur.

Her şeyde niyetin önemli olduğu gibi burada da yani sosyalleşme niyetine göre arayışa çıkar. İyilikte ya da kötülükte, hayırda ya da sapkınlıkta yarışacağı kişilerle bir araya gelir. Reel ya da sanal alemde harekete geçer.

Günümüzde sosyal medyadan da anlaşıldığı üzere her zaman olmasa da çoğunlukla boş işler, düşmanlıklar veya çeşitli kötülükler; karşı çıkanlar ve savunanların tartışmalarıyla beraber büyüyerek ilgi çeker. 

Bazı faydasız meseleler günlerce konuşulur. İyilikten çok kötülüklerin reklamı yapılır. Kalbi korumak çabası yerine günün olayı diye çeşitli yorumlar yazılır. Belki de o bilgiyle zihni kirlenmeyecek başkalarının da öğrenmesine sebep olunur.

Belli toplumlara yapılan haksızlıklar ya da yaygınlaşan ahlaksızlıklarla ilgili olumsuz konuşulduğunda susturulur. Kişiler ön yargılı ya da yobaz olmakla suçlanır. Haber dünyası ve sosyal medya belirli yönlere daha çok hizmet eder gibidir.

Kendi yarışıyla öne çıkamayan kimi inananlar ise tavizler vermeye başlar. Ahlaksızlıklarını yeterince rahat yaşayamadığını anlatanlara kulak verir ve başını sallar. Karşılığında onların kendisini, inancını ve yaşam tarzını savunmasını bekler. Allah’ın razı olmadığı işlerin yanında duranların sonu ise tevbe etmeden ölürlerse eğer hüsranla sonuçlanır. Zira hakiki yardım, izzet ve şeref yalnız Allah katındadır. 

Ey Allahım! Bizi günaha girmekten, düşmanlık etmekten ve haram yemekten muhafaza buyur. Bu tür çirkin amellere yaklaştıracak yollardan ve insanlardan uzaklaştır. Bize hakikati hatırlatan ve doğruyu söyleyen -geçmişteki ya da şimdiki- alimleri ya da din adamlarını sevdir ve öyle insanlarla dostluk kurmayı nasip eyle. Bizi Senin yolunda yarışan ve Senin yolunda Senin adınla ölen ahlaklı ve ihlaslı salih kulların arasına kat. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji