Zâriyât Sûresi 58. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ  ...

Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah’tır
3 هُوَ O
4 الرَّزَّاقُ rızık veren ر ز ق
5 ذُو sahibi
6 الْقُوَّةِ kuvvet ق و ي
7 الْمَتِينُ sağlam م ت ن
 

Öyle anlaşılıyor ki 56. âyette sözü edilen öğüdün özü, insanların ve cinlerin yaratılış amacını hatırlatmaktır. 56. âyette açıkça ifade edildiği üzere bu yaratılış amacı, onların sadece Allah’a kulluk etmeleridir. Fakat burada fert fert her bir insan ve cinin zorunlu olarak Allah’a kulluk etmeleri değil, bu iki türden isteyenlerin kendi seçimleriyle bunu yapmaları kastedilmektedir (Zemahşerî, IV, 32). Nitekim başka birçok âyetten de bu mâna anlaşılmaktadır. Meselâ Mülk sûresinin 2. âyetine göre hayat ve ölüm insanların sınanması amacıyla var edilmiştir. 56. âyetin “sırf bana kulluk etsinler” şeklinde tercüme edilen kısmı “sırf beni tanısınlar” şeklinde de anlaşılmıştır (Şevkânî, V, 106); fakat son tahlilde Allah’ı tanımanın anlamı O’na gerektiği şekilde kulluk etmektir. Burada “kulluk” ile Allah Teâlâ’nın buyruk ve yasaklarına uymanın değil, mümin olsun inkârcı olsun bütün cinlerin ve insanların Allah’ın kudreti ve koyduğu ilâhî-tabii yasalar önünde zorunlu olarak boyun eğmelerinin kastedildiği yorumu da yapılmıştır; Taberî’nin tercih ettiği yorum budur (XXVII, 11-12). İbn Atıyye’ye göre bu ifadeyle, anılan varlıkların Allah’a kulluk etmeye yatkın bir yapıda yaratıldıkları ve onları buna yöneltecek yeteneklerle donatıldıkları da kastedilmiş olabilir (V, 183; İbn Atıyye’nin burada kullandığı deliller ve izahı için bk. Rûm 30/30). 57 ve 58. âyetlerde bu kulluğun –hâşâ– Allah’ın yararınaymış gibi algılanmaması için çok açık ifadelerle O’nun buna muhtaç olmadığı, asıl şuurlu varlıkların O’na kulluk etme ihtiyacı içinde oldukları belirtilmiştir. 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 137
 

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. هُوَ  fasıl zamiridir. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الرَّزَّاقُ  kelimesi  اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. 

ذُو  harfle îrab olan beş isimden biri olup,  اِنّ ‘nin ikinci haberi olup ref alameti alameti و ‘dır. Aynı zamanda muzâftır.  الْقُوَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الْمَت۪ينُ  kelimesi  اِنَّ ‘nin üçüncü haberi olup lafzen merfûdur. Veya ذُو ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur.

الرَّزَّاقُ  kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمَت۪ينُ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ

 

Ta’liliyye olarak gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ , fasıl zamiri ve kasrla tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celâl müsnedün ileyh,  الرَّزَّاقُ , ذُوالْقُوَّةِ , الْمَت۪ينُ  kelimeleri müsneddir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim ve kalplere korku salmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetteki mütekellim zamirinden bu ayette gaib zamiri dönüşte, iltifat sanatı vardır. İltifat sanatı kelama canlılık ve uyarı katar. (Fahreddin er-Râzî) 

Cümledeki fasıl zamiri  هُوَ , kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale-l mevsûf, hakiki tahkiki kasrdır. Cümle, bu sıfatların kemal derecede olmak üzere sadece ve sadece Allah’a ait olduğu anlamını taşır.

Aslında zamirler nahiv ilminden bilindiği gibi marife isimlerdendir. Ancak fasıl zamiri isim değildir. Nahivciler arasında meşhur olduğu üzere harftir. Mübteda ile haberin arasına girdiği için “îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kasr izafîdir. ‘Sizin putlarınızda bu özellikler yok’ demektir. (Âşûr)

Bu ayet, bir önceki ayette bahsedilen o iki şeyin sebebini göstermektedir. O halde, الرَّزَّاقُ ifadesi, Allah Teâlâ’nın rızık isteğinde bulunmamasının;  ذُوالْقُوَّةِ (kuvvet sahibi) ifadesi de, herhangi bir şey istemediğinin sebebidir. Çünkü rızık isteyen kimse, fakir ve muhtaç olur. Başkasından bir iş yapmasını isteyen kimse de, gücü-kuvveti olmayan bir aciz olmuş olur. Dolayısıyla Hak Teâlâ sanki, "Ben onlardan rızık istemiyorum. Çünkü zaten Rezzâk benim; iş de istemiyorum. Çünkü kuvvet sahibi olan da benim" demiştir. (Fahreddin er-Râzî - Âşûr) 

Müsned konumundaki  الرَّزَّاقُ  -  ذُوالْقُوَّةِ  -   الْمَت۪ينُ  kelimelerinin marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıflarla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret etmiştir. Bu vasıflar, kemâl derecede olmak üzere sadece Allah’a aittir.

Müsnet olan  الرَّزَّاقُ  -  ذُوالْقُوَّةِ  -  الْمَت۪ينُ  kelimelerinin, aralarında  و  olmadan gelmesi üçünün birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الرَّزَّاقُ  -  ذُوالْقُوَّةِ -  الْمَت۪ينُ  kelimelerinin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

الْمَت۪ينُ - الْقُوَّةِ  kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْمَت۪ينُ (sağlam), gücü sarsılmaz demektir. ذُو ’nun sıfatı olarak merfû‘, ‘iktidar’ anlamında kabul edilip  الْقُوَّةِ  kelimesinin sıfatı olarak da mecrur okunmuştur. Allah’ı kuvvet ve sağlamlıkla nitelemenin anlamı şudur: O her şey üzerinde kādir ve son derecede muktedirdir. (Keşşâf)

الْمَت۪ينُ , sarsılmayan ve sabit olan şey demektir. عزيز  ise, galip demektir. O halde  الْمَت۪ينُ ‘de Allah'ın mağlup olmayacağı, ezilmeyeceği, hezimete uğramayacağı manası; عزيز ‘de de, galip geleceği, ezeceği ve ayakları kaydırıp hezimete uğratacağı manası yatmaktadır. Binaenaleyh  قوي  (kuvvetli),  ذُوالْقُوَّةِ 'den daha mükemmel bir mana ifade ettiği gibi, عزيز ‘ de  الْمَت۪ينُ ‘den daha mükemmel bir ifadedir. O halde Allah Teâlâ, mükemmeli mükemmel ile, aşağı olanı da aşağı olanla birlikte zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)  

قُلْ (de ki) fiilinin  مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ ... cümlesinin başında takdir edilmesi durumunda mana şöyle olur: "Ya Muhammed, de ki: "Ey nas, ben sizden beni yedirip içirmenizi istemiyorum." Böylece de bu, Resulün: [De ki: "Buna karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum’’] (En'âm/90) sözü gibi olur ve bu izaha göre, "Şüphesiz Allah, Rezzâktır" ifadesi, Hazret-i Peygamber (sav)'in sözünün devamı olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)