وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلِلَّهِ | Allah’ındır |
|
2 | مَا | herşey |
|
3 | فِي | bulunan |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
5 | وَمَا | ve ne varsa |
|
6 | فِي | bulunan |
|
7 | الْأَرْضِ | yerde |
|
8 | لِيَجْزِيَ | cezalandırsın diye |
|
9 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
10 | أَسَاءُوا | kötülük eden(leri) |
|
11 | بِمَا |
|
|
12 | عَمِلُوا | yaptıklarıyle |
|
13 | وَيَجْزِيَ | ve mükafatlandırsın diye |
|
14 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
15 | أَحْسَنُوا | güzel davranan(ları) |
|
16 | بِالْحُسْنَى | güzellikle |
|
Önceki âyetlerde Resûlullah’tan, gerçekleri bilmek, anlamak istemeyen ve yapılan uyarılara sırt çeviren kişilere aldırış etmemesi ve onlardan yüz çevirmesi istenmiş; herkesin taşıdığı niyeti, kimin doğruya ve kimin sapkınlığa yöneldiğini Cenâb-ı Allah’ın çok iyi bildiği hatırlatılmıştı. Burada da, göklerin ve yerin egemenliği kendisine ait olan Allah tarafından imtihan amacıyla bu farklı tercihlere müsaade edildiğine imada bulunulmakta; ama bunun sonsuza kadar böyle gitmeyeceği, bir gün O’nun herkese kendi yaptığının karşılığını mutlaka tattıracağı haber verilmektedir. Âyette kötülük yapanların, bunun cezasını görecekleri belirtildiği halde iyilik yapanların yaptıklarından daha güzeliyle ödüllendirileceklerinin bildirilmesi, yüce Allah’ın haksızlık etmesinin ve hak edilenden fazla ceza vermesinin asla düşünülemeyeceğini, O’nun kötülere adaletiyle, iyilere ise ihsanıyla muamele edeceğini, bu sonunculara hak ettiklerinden fazlasını vereceğini göstermektedir (Râzî, XXIX, 6).
“Sonunda O, kötülük yapanlara işlediklerinin cezasını verecek, iyilik yapanları, ufak tefek kusurlar hariç, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanları ise daha güzeliyle ödüllendirecektir” diye çevrilen cümle, 29. âyete bağlanarak “Dünya hayatından başka arzusu olmayan kişilerden sen de yüz çevir, çünkü O, ... ödüllendirecektir” veya 30. âyetle irtibatlandırılarak, “Şüphesiz kendi yolundan sapanı en iyi bilen rabbindir; nitekim O, ... ödüllendirecektir” şeklinde de yorumlanmıştır (Râzî, XXIX, 5-6).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 171-172وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ
وَ istînâfiyyedir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
مَا فِي الْاَرْضِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ
لِ harfi يَجْزِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, ملك (Yapabilir) şeklindedir.
يَجْزِيَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَسَٓاؤُ۫ا ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَسَٓاؤُ۫ا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle birlikte اَسَٓاؤُ۫ا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا cümlesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
يَجْزِيَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَحْسَنُوا ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَحْسَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْحُسْنٰى car mecruru اَحْسَنُوا fiiline mütealliktir.
اَسَٓاؤُ۫ا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ساء ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , hem akıllılar hem de gayr-ı âkiller için kullanılmıştır. Bu tağlîb sanatıdır.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuara/113)
السَّمٰوَاتِ - لْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ sözü, bundan önce zikredilen "En iyi bilenin ta kendisidir" cümlesiyle bağlantılıdır. Arada zikredilenler ise, bir ara kelam mahiyetinde olup makablini izah etmektedir. Zira bütün kâinatın, Allah'ın mahluku olması, O'nun, onların bütün hallerini bildiğini izah etmektedir. Nitekim diğer bir ayette de şöyle denilmektedir: ["Yaratan, hiç bilmez mi!"] (Mülk: 14) yani o halde Allah, dalalette olanların dalaletini de, hidayete erişenlerin hidayetini de bilir ve onları muhafaza eder ki, kötülük edenleri, işledikleri dalaletin cezasının kendisiyle, yahut onun sebebiyle cezalandırsın ve hidayete erişenleri de, en güzel mükâfat olan Cennetle, yahut güzel amelleri sebebiyle mükâfâtlandırsın. (Ebüssuûd)
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا cümlesi, takdiri ملك (Yapabilir) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
يَجْزِيَ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle birlikte اَسَٓاؤُ۫ا fiiline mütealliktir. Sılası olan عَمِلُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Aynı üslupta gelen وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la masdar-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir.
Mef’ûl konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اَحْسَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا [Allah'ın, kötülük edenleri yaptıkları ile cezalandırması için] يَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ [iyi iş yapanları da daha güzeli ile mükafatlandırması için] cümleleri arasında mukabele sanatı vardır. Bu ayette aynı zamanda يَجْزِيَ fiili tekrar edilerek ıtnâb yapılmıştır. Bunların her ikisi de güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
İsm-i mevsûllerin ve يَجْزِيَ fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَحْسَنُوا - الْحُسْنٰىۚ kelimeleri arasında ise cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hak Teâlâ'nın kötülük yapanlar hakkında, yaptıklarına mukabil deyip de, iyi hareket edenler hakkında, daha güzeliyle deyişinde şöyle bir incelik vardır: Çünkü kötülük yapanın cezası azaptır. Böylece Cenab-ı Hak, zulmedeceği vehmini defetmeye dikkat çekmek için, "Herkes ancak günahından ötürü, günahına göre ceza görür" demek istemiştir. Daha güzel mükafatta ise, "yaptıklarına mukabil" dememiştir. Çünkü mükafat eğer bir iyiliğe mukabil olmazsa, son derece güzel bir şey olur. Bunu, "güzel ameller" diye tefsir ettiğimizde, ortaya şöyle diğer bir incelik daha çıkar: Onların amelleri hakkında bir eşitlikten bahsedilmemiştir. Cenab-ı Hak, muhsinlerin amelleri hususunda, kendisinin keremine ve müsamahasına işaret etmek için الْحُسْنٰىۚ (en güzel) ifadesini kullanmıştır. Çünkü O, iki isimden (kelimeden) en güzel olanını zikretmiştir. Çünkü الْحُسْنٰىۚ mevsûfun yerini tutan bir sıfattır. Dolayısıyla Hak Teâlâ sanki, الْاعَمِالُ الْحُسْنٰىۚ (en güzel ameller) demiş olur ve bu durumda ifade, "Allah onların amellerinin en güzelini alır ve onlar tarafından yapılan her iyi şeyin mükafatını, bu en güzelin mükafatına göre verir." demiş olur. (Fahreddin er-Râzî)