Necm Sûresi 32. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟  ...

Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ ki onlar
2 يَجْتَنِبُونَ kaçınırlar ج ن ب
3 كَبَائِرَ büyüklerinden ك ب ر
4 الْإِثْمِ günahın ا ث م
5 وَالْفَوَاحِشَ ve çirkin işlerden ف ح ش
6 إِلَّا dışında
7 اللَّمَمَ küçük hatalar ل م م
8 إِنَّ şüphesiz
9 رَبَّكَ Rabbinin ر ب ب
10 وَاسِعُ geniştir و س ع
11 الْمَغْفِرَةِ affı غ ف ر
12 هُوَ O
13 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
14 بِكُمْ sizi
15 إِذْ zaman
16 أَنْشَأَكُمْ sizi inşa ettiği ن ش ا
17 مِنَ -tan
18 الْأَرْضِ toprak- ا ر ض
19 وَإِذْ ve zaman
20 أَنْتُمْ siz
21 أَجِنَّةٌ cenin halinde iken ج ن ن
22 فِي
23 بُطُونِ karınlarında ب ط ن
24 أُمَّهَاتِكُمْ annelerinizin ا م م
25 فَلَا artık
26 تُزَكُّوا övüp yüceltmeyin ز ك و
27 أَنْفُسَكُمْ kendinizi ن ف س
28 هُوَ O
29 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
30 بِمَنِ kimseyi
31 اتَّقَىٰ korunan و ق ي
 

Önceki âyetlerde Resûlullah’tan, gerçekleri bilmek, anlamak istemeyen ve yapılan uyarılara sırt çeviren kişilere aldırış etmemesi ve onlardan yüz çevirmesi istenmiş; herkesin taşıdığı niyeti, kimin doğruya ve kimin sapkınlığa yöneldiğini Cenâb-ı Allah’ın çok iyi bildiği hatırlatılmıştı. Burada da, göklerin ve yerin egemenliği kendisine ait olan Allah tarafından imtihan amacıyla bu farklı tercihlere müsaade edildiğine imada bulunulmakta; ama bunun sonsuza kadar böyle gitmeyeceği, bir gün O’nun herkese kendi yaptığının karşılığını mutlaka tattıracağı haber verilmektedir. Âyette kötülük yapanların, bunun cezasını görecekleri belirtildiği halde iyilik yapanların yaptıklarından daha güzeliyle ödüllendirileceklerinin bildirilmesi, yüce Allah’ın haksızlık etmesinin ve hak edilenden fazla ceza vermesinin asla düşünülemeyeceğini, O’nun kötülere adaletiyle, iyilere ise ihsanıyla muamele edeceğini, bu sonunculara hak ettiklerinden fazlasını vereceğini göstermektedir (Râzî, XXIX, 6). 

“Sonunda O, kötülük yapanlara işlediklerinin cezasını verecek, iyilik yapanları, ufak tefek kusurlar hariç, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanları ise daha güzeliyle ödüllendirecektir” diye çevrilen cümle, 29. âyete bağlanarak “Dünya hayatından başka arzusu olmayan kişilerden sen de yüz çevir, çünkü O, ... ödüllendirecektir” veya 30. âyetle irtibatlandırılarak, “Şüphesiz kendi yolundan sapanı en iyi bilen rabbindir; nitekim O, ... ödüllendirecektir” şeklinde de yorumlanmıştır (Râzî, XXIX, 5-6).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 171-172
 

Ödüllendirilmeyi hak edenlerin temel bir niteliğine daha dikkat çekilmektedir. Buna göre Allah katında makbul insan olma sadece iyilik severlikle tanımlanamaz; onlar ayrıca büyük günahlardan ve çirkin fiillerden kaçınan, kısaca ahlâkî duyarlılığı gelişmiş ve eylemlerine yansımış müminlerdir. “Ufak tefek kusurlar” diye çevrilen lemem kelimesi kapsamına giren fiiller için tefsirlerde, haram olan öpme, dokunma, bakma gibi örnekler verilmiştir. Ayrıca kelimenin sözlük anlamına ve bu konudaki bazı rivayetlere dayanılarak “lemem” şu mânalarla da açıklanmıştır: a) Kişinin aklından geçirdiği fakat eyleme dönüştürmediği kötülükler, b) Yapmaya başlamışken pişmanlık duyup vazgeçtiği kötülükler, c) Müslüman olmadan önce işlediği şirk ve diğer günahlar, 

d) Dünyada cezayı âhirette de azabı hak ettirmeyecek derecedeki günahlar (Taberî, XXVII, 65-69; günah çeşitleri ve büyük günah hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/31; “çirkin işler” diye çevrilen ve fâhişe kelimesinin çoğulu olan fevâhiş, “hayasızlıklar, kötülükler” şeklinde de tercüme edilebilir, bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/135; En‘âm 6/151).

Âyetin “sizi topraktan yarattığı zamanki halinizi” anlamı verilen kısmı “sizi yeryüzünde yarattığında; atanız Âdem’i, insan cinsini, ilk insan hücreciğini yarattığı esnada; insanın oluşumundaki, yani annenin yumurtası ile babanın sperminin meydana gelmesindeki temel gıdayı topraktan yarattığı sırada” mânalarıyla da açıklanmıştır. Âyetin devamında kişinin anne karnındaki devresinden söz edilmesi, bu ifadelerle Allah Teâlâ’nın, insanları kendilerinin dahi bilemedikleri, hatırlayamadıkları dönemleriyle bildiğine dikkat çekmenin amaçlandığını göstermektedir. Günahlardan ve çirkin fiillerden kaçınma çabası göstermenin önemine ve yüce Allah’ın bağışlamasındaki enginliğe değinildikten hemen sonra yaratılış kanununa değinilmesi, insanın Allah’ın ilmi ve kudreti karşısındaki aczini iyi kavraması, kendisinin günahsız olabileceği gibi bir yanılgıya ve benlik iddiasına asla kapılmaması için yapılmış bir uyarı anlamı taşır. Nihayet “Kimin günahtan sakındığını en iyi bilen O’dur” anlamına gelen bir cümleyle her bir fert hakkındaki bilginin Allah katında mevcut olduğu, kimsenin ecrinin zayi olmayacağı, dolayısıyla insanların kendi iyiliklerini başka insanlara onaylatma ihtiyaçlarının bulunmadığı veya bu iyiliklerin değerini bulması için kendilerini anlatmaları, övmeleri gerekmediği hatırlatılmış olmaktadır (bu konuya ışık tutan bir olay ve Hz. Peygamber’in bir değerlendirmesi için bk. Ahkaf 46/9). 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 172-173
 
Riyazus Salihin, 1626 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
"Âdemoğluna zinadan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa çıkarır."
(Buhârî, İsti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 43)

Sahâbilerden biri yeni doğan kızına “ İyi kadın “ anlamına gelen Berre adını vermişti. Peygamber Efendimiz “Kendinizi temize çıkarmayın; Allah sizin iyi olanlarınızı pek âlâ bilir” buyurdu ve çocuğa Zeynep adının verilmesini tavsiye etti. 
( Müslim, Âdâb 17-19; Ebû Dâvud, Edeb 62; Tirmizi, Edeb 26).

Riyazus Salihin, 1793 Nolu Hadis
Ebû Bekre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında bir adamdan bahsedilmiş ve orada bulunan bir kişi o adamı aşırı şekilde övmüştü. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
"Yazık sana! Arkadaşının boynunu kopardın" buyurdu ve bu sözünü defalarca tekrarladı. Sonra da:
"Şayet biriniz mutlaka arkadaşını methedecekse, eğer söylediği gibi olduğuna da gerçekten inanıyorsa, zannederim o şöyle iyidir, böyle iyidir, desin. Esasen onu hesaba çekecek olan Allah'tır ve Allah'a karşı hiç kimse kesin olarak temize çıkarılamaz" buyurdu.
(Buhârî, Şehâdât 16, Edeb 54; Müslim, Zühd 65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 9; İbni Mâce, Edeb 36)
 

اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ 

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mahzuf mübtedanın haberi olup mahallen merfûdur. Takdiri, هم (onlar) şeklindedir.İsm-i mevsûlun sılası  يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَجْتَنِبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

كَـبَٓائِرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْاِثْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْفَوَاحِشَ  atıf harfi و ‘la  كَـبَٓائِرَ ‘ye matuftur. 

اِلَّا  istisna harfidir.  اللَّمَمَ  kelimesi munkatı istisna olup fetha ile mansubdur. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ 

 

İsim cümlesidir . اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَاسِعُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْمَغْفِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَاسِعُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وسع  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

ةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.  بِكُمْ  car mecruru  اَعْلَمُ ’ye mütealliktir. 

اِذْ  zaman zarfı  اَعْلَمُ  fiiline mütealliktir.

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْشَاَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْاَرْضِ  car mecruru  اَنْشَاَكُمْ  fiiline mütealliktir. 

اِذْ  atıf harfi و ‘la öncekine matuftur. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَجِنَّةٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  ف۪ي بُطُونِ car mecruru  اَجِنَّةٌ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  اُمَّهَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْشَاَكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نشا ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كان هذا أمركم فلا تزكّوا (Eğer işiniz buysa kendiniz temize çıkarmayın) şeklindedir. 

لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُزَكُّٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اَنْفُسَكُمْۜ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّقٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.

اتَّقٰى۟  fiili ى  üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. 

اتَّقٰى۟  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsned konumda olan cemi müzekker has ism-i mevsul  اَلَّذ۪ينَ , takdiri  هم (onlar) olan mahzuf mübtedanın haberidir.  

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûlun sılası olan  يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Büyük günahların birçok çeşidi vardır. Dolayısıyla insanın, birinden, diğerinden yani tek tek her birinden içtinap etmesi gerekir. Dolayısıyla bu içtinapta, bir tekrar söz konusudur. İşte bu sebeple, Cenab-ı Hak, bu gibi yerlerde, (yenilenmeyi ifade eden)  يَجْتَنِبُونَ  muzari sigasını kullanmıştır. Tağuta (putlara) tapma hususunda, maksada daha fazla delâlet etsin diye de mazi sıygası ile,  اجتنبوا  buyurdu. Çünkü putlara ibadet işi, temelde tek bir şeydir. Dolayısıyla burada muzari fiil getirilmemiş, bir defa kaçınmaya delalet eden, mazi sıygası getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

كَـبَٓائِرَ , yapılan işteki günahın miktarına ve büyüklüğüne,  الْفَوَاحِشَ  sözü ise o günahtaki çirkinlik özelliğine işarettir. (Fahreddin er-Râzî)

الْفَاحِشَ  kelimesi Arapçada, çirkinliği kapatılamayan nahoş şeyler için kullanılır. Kalıplardaki harflerin terkibi de buna delalet eder: Çünkü bu kelimedeki harflerin yerini değiştirip de mesela, حشف denildiğinde, tarif edilmez bir çirkinlik manası meydana gelir. Çünkü Arapçada deve, bevletmek (işemek) için kendine mahsus (o çirkin) şekilde durduğunda  فحشت الناقة  denilir. Binaenaleyh  فحش , çirkinlik, kendisinin ayrılmaz özelliği olan bir kelimedir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

الْفَوَاحِشَ  kelimesi كَـبَٓائِرَ ‘ye matuftur. الْفَوَاحِشَ  büyük günahlara dahil olduğu halde  كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ ’den sonra zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ  izafeti, sıfatın mevsûfuna izafeti şeklinde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

الْاِثْمِ - الْفَوَاحِشَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اِلَّا  istisna edatı,  كَـبَٓائِرَ ‘den istisna edilen  اللَّمَمَ  müstesnadır. İstisna, munkatıdır. الْاِثْمِ - الْفَوَاحِشَ - اللَّمَمَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı,  كَـبَٓائِرَ - اللَّمَمَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

 اِلَّا اللَّمَمَۜ  ifadesindeki istisna istidrak manasında da olabilir. (Âşûr)

Bu ayet, güzel davrananları izah etmektedir.

Büyük günahlar, cezaları ağır olan günahlardır. Bu günahlar hakkında özel tehditler mevcuttur. Diğer bir kırâete göre "kebâir" kelimesi yerine "kebîr" okunmuştur. Buna göre, günahların cinsi, yahut şirk kast edilmektedir.

Fuhuşlardan murad, büyük günahlardan özellikle pek çirkin ve edepsizlik sayılanlar kastedilmektedir.

اللَّمَمَ , az ve küçük günahlar demektir. Büyük günahlardan sakınanların bu günahları bağışlanır. Bir görüşe göre  اللَّمَمَ , gözle bakmak, kaşla, gözle işaret etmek ve öpmektir, günah işlemeyi içinden geçirmektir. Allah'ın, hakkında had ve azap zikretmediği günahlardır veya  zaman, zaman yapılan nefsin küçük kötü alışkanlıklarıdır. (Ebüssuûd, Âşûr)

اللَّمَمَ , haram olup kebair ve fevahiş kadar şiddetli olmayan fiillerdir ve ulema tarafından  الصَّغائِرَ  “küçük günahlar” diye yeni bir çeşit isimlendirme yapmışlardır. (Âşûr)


 اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ 

 

Ayetin ikinci cümlesi, istisna için ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبَّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir. Müsned ve müsnedün ileyh, izafetle marife gelerek faydayı çoğaltmış, daha kamil bir hale getirmiştir.

رَبَّكَ  izafetinde cemi zamire değil de muhatap zamirine izafe edilmesinde, peygamberin ümmetinden muhsinlere inayetinin çok bereketli ve büyük olacağına işaret vardır. (Âşûr) 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ  ifadesiyle  رَبَّ  isminin bir araya gelişi, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ  ifadesinde istiare vardır. Mekan için kullanılan  وَاسِعُ , kapsamın umumu için müstear olmuştur. Mağfiret çok sayıda insanı içinde barındırabilecek geniş bir alana benzetilmiştir. (Âşûr)

Burada, şöyle ince bir mana vardır: Cenab-ı Hak kötülük yapanları mağfiretten istisna tutunca, bu işin mağfiretteki bir azlıktan dolayı olmadığını, tam aksine kendisinin meşietinden kaynaklandığını; iyilik ve kötülük yapan herkesi bağışlamayı istemesi halinde bunu yapacağını ve mağfiretinin bunları da içine alabileceğini beyan buyurmuştur. Çünkü mağfiret, örtmek kökünden gelmektedir. Örtme işi ise, ancak çirkin ve kabih olan hakkında kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)

Allah, büyük günahlardan kaçınan kimselerin küçük günahlarını bağışlamaktadır. O halde bu cümle,  اللَّمَمَۜ ‘in istisna edilmesinin illetini izah etmekte ve şu noktaya dikkat çekmektedir:   اللَّمَمَۜ ‘in, muaheze hükmünden çıkarılması, haddi zâtında günah olmadığı için değil, fakat ilâhi mağfiretin geniş olmasından dolayıdır.

Diğer bir görüşe göre ise ayetin manası şöyledir: Allah, dilediği müminlerin, büyük ve küçük günahlarından dilediklerini bağışlayabilir. Bu görüşe göre, günahkârların tehdidinin ve iyi insanların mükafat vaadinin akabinde bunun zikredilmesi, büyük günah işleyenlerin, Allah'ın rahmetinden umutlarını kesmemeleri ve onları cezalandırmanın Allah için zorunlu olduğunun vehmedilmemesi içindir. (Ebüssuûd)


هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  اَعْلَمُ  ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

اِذْ  zaman zarfı  اَعْلَمُ ‘ye mütealliktir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ  cümlesi,  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

الْاَرْضِ , toprak manasında kinayedir.

Ayetteki ikinci zaman zarfı  اِذْ , birinciye matuftur. Muzafun ileyh olan  اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ  mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَنْتُمْ  mübteda,  اَجِنَّةٌ  haberdir.

اَجِنَّةٌ  burada  جَنِينٍ ‘in cemisidir.  فَعِيلٌ  sıygası ile gelen cenin, mef’ûl manasınadır. Çünkü o, üç karanlık olan ana rahminde  مَسْتُورٌ  saklı olunandır. (Âşûr) 

Cenin, ana karnındaki çocuktur. Yani gömülü, kapalıdır. Ayrıca cenin bir şeyde gömülü olan, orada gizli olandır. Bir şeyi örttü anlamında  جَنَّهُ  denir. Anasından doğduğu zaman, çocuk veya düşük denir, cenin denilmez. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Allah, Hz Âdem'in yaratılması zımnında sizi topraktan meydana getirdiği zaman da, siz annelerinizin karınlarında çeşitli biçimlerde yaratılmış döller iken de, sizi en iyi bilendir; sizin hiçbir haliniz, hiçbir ameliniz ve ezcümle, Allah'ın geniş mağfireti olmasa, vebali size isabet edecek olan da  اللَّمَمَ konusundaki hatalarınız da Allah'tan asla gizli, kalmaz. (Ebüssuûd)


 فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ 

 

Fasılla gelen cümledeki  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Takdiri,  إن كان هذا أمركم (Eğer işiniz buysa) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Öyleyse kendinizi temize çıkarmayın, ameliniz temiz ve hayrınız fazla diye kendinizi övmeyin ya da masiyet ve rezaletlere bulaşmamakla böbürlenmeyin. (Beyzâvî)


هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. هُوَ  mübteda,  اَعْلَمُ  haberdir. 

Müsned olan  اَعْلَمُ  ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنِ , başındaki harf-i cerle birlikte  اَعْلَمُ ‘ye  mütealliktir. Sılası olan  اتَّقٰى۟  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اَعْلَمُ - هُوَ - اِذْ  kelimelerinin tekrarında ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟  cümlesi,  فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ  [... temize çıkarmaya çalışmayın] şeklindeki mezkûr olumsuz emri izah etmekte ve bazı sâlih kulların, bütün günahlardan kaçındıklarını bildirmektedir.

Diğer bir görüşe göre, bazı insanlar, güzel ameller yapıyorlardı, sonra da namazımız var, orucumuz var, haccımız var!.." diyorlardı, işte bunun üzerine bu kelam nazil oldu.

Kişinin kendi iyi amellerinden söz etmesi, gurur ve riya yoluyla olursa, kendisini temize çıkarmak sayılır. Ama eğer kişi, yaptığı iyi amellerin Allah'ın tevfikı ve yardımıyla olduğuna inanıp amellerinden söz etmesi övünmek maksadıyla olmazsa, kendisini temize çıkaranlara dahil olmaz. Zîra ibadetlere sevinmek ve onları Allah'ın lütfu olarak zikretmek şükürdür. (Ebüssuûd, Âşûr)