Necm Sûresi 35. Ayet

اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى  ...

Gayb’ın ilmi kendi yanında da o gerçeği mi görüyor?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَعِنْدَهُ kendi yanında mı? ع ن د
2 عِلْمُ bilgisi ع ل م
3 الْغَيْبِ gayb’ın غ ي ب
4 فَهُوَ ve o (mu?)
5 يَرَىٰ görüyor ر ا ي
 

Tefsirlerde bu âyetlerin bazı müşriklerin dönek ve tutarsız tutumlarını gösteren olaylarla ilgili olduğuna dair rivayetlere yer verilmekle beraber bunların sağlam haberler olmadığı anlaşılmaktadır; ayrıca olayların kurgusunda Kur’an’ın ilkelerine göre izahı kolay olmayan unsurlar bulunmaktadır. 34. âyetteki “kesen” diye tercüme edilen ekdâ kelimesi “sertleşme, katılaşma” mânasında aşırı cimriliği belirten kinâyeli bir anlatım olup bununla –bazan merhamete gelse de– dünya ve mal tutkusundan kurtulamayan, katı ve dayatmacı bir tavırla hasisliğini sürdürenler eleştirilmektedir (rivayetler için bk. Taberî, XXVII, 70-71; rivayetler ve eleştirileri için bk. Ateş, IX, 129-131) . 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 175
 

اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى

 

 

 Hemze istifham harfidir.  عِنْدَهُ  mekân zarfı mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عِلْمُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَرٰى  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَرٰى  fiili  ى üzere fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
 

اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى

 

 اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ  cümlesi, 33. ayetteki  اَفَرَاَيْتَ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen, vaz edildiği soru anlamından çıkarak tahkir, taaccüp ve istihza anlamı kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olması sebebiyle, terkipte tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  عِنْدَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عِلْمُ الْغَيْبِ , muahhar mübtedadır. 

Müsnedin müsnedün ileyhe takdimi, bu iddiadaki taaccübü ihtimam içindir. (Âşûr)

فَهُوَ يَرٰى  cümlesi atıf harfi  فَ  ile  اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ  cümlesine atfedilmiştir. İstifhama dahildir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyh az lafızla çok anlam ifade etmek için izafet terkibiyle gelmiştir. 

الْغَيْبِ - عِلْمُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Buradaki:  يَرٰى (Görmek) iki mef'ûle taaddi (fiili geçişli kılan) eden "görmek" fiilidir ve burada her iki mef'ûl de hazf edilmiştir. Şöyle buyurulmuş gibidir: " Artık o tıpkı hazır olup gözle görüleni gördüğü gibi, gaybı da mı görüyor?" demektir. (Kurtubî)

Bu ayetin maksadı, yüz çeviren kimsenin cahil ve bilgiye muhtaç olduğunu, hakka yönelmeye, eğilmeye, gaybın bilgisine muhtaç olduğu halde, bundan yüz çevirişinin, çirkinliğini ve saçmalığını anlatmaktır. Buradaki  الْغَيْبِ  gayb, mahlukata gözükmeyen şeylerin bilgisi manasınadır. O halde ayetteki,  فَهُوَ يَرٰى  [O görüyor] ifadesi, yüz çevrilebilecek vakti anlatan, tamamlayıcı bir ifadedir. Bu vakit de, gaybın görülüp, anlaşılmasının gerçekleştiği vakittir. İşte bu vakitte, artık iman etmek fayda vermez ve bu noktada gördüğü şeyler hususunda hiç kimseye tâbi olmasının gerekliliği diye birşey kalmaz. (Fahreddin er-Râzî)