Hadid Sûresi 29. Ayet

لِئَلَّا يَعْلَمَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَلَّا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاَنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ  ...

Bunları açıkladık ki, kitap ehli, Allah’ın lütfundan hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfun, Allah’ın elinde olduğunu, onu dilediği kimseye vereceğini bilsinler. Allah, büyük lütuf sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِئَلَّا diye
2 يَعْلَمَ bilsinler ع ل م
3 أَهْلُ ehli ا ه ل
4 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
5 أَلَّا
6 يَقْدِرُونَ malik olmadıklarını ق د ر
7 عَلَىٰ hiçbir
8 شَيْءٍ şeye ش ي ا
9 مِنْ -ndan
10 فَضْلِ lutfu- ف ض ل
11 اللَّهِ Allah’ın
12 وَأَنَّ ve şüphesiz
13 الْفَضْلَ lutfun ف ض ل
14 بِيَدِ elinde olduğunu ي د ي
15 اللَّهِ Allah’ın
16 يُؤْتِيهِ onu vereceğini ا ت ي
17 مَنْ kimseye
18 يَشَاءُ dilediğine ش ي ا
19 وَاللَّهُ ve Allah
20 ذُو sahibidir
21 الْفَضْلِ lutuf ف ض ل
22 الْعَظِيمِ büyük ع ظ م
 

Önceki âyetlerde bütün peygamberlere iman etmenin gerekliliği üzerinde ısrarla durulmuş olduğundan, 28. âyetin “Size rahmetinden iki kat versin” diye çevrilen kısmı “Size rahmetinden iki pay versin” şeklinde de tercüme edilebilir. Bu ifade umumiyetle, Allah Teâlâ’nın, biri önceki peygamberlere, biri de Hz. Muhammed(s.a.s.)’e iman sebebiyle iki ayrı ecir vereceği anlamıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 69; İbn Atıyye, V, 271). 

29. âyetin başındaki –genellikle olumsuzluk anlamı taşıyan– “lâ” edatı dolayısıyla âyete değişik mânalar verilmiş ve önceki âyete farklı şekillerde bağlanmıştır. Müfessirlerin çoğunluğu bu edatın olumsuzluk anlamı taşımadığını (zâit olduğunu) kabul edip şöyle bir anlam vermeyi tercih etmişlerdir: “Böylece Ehl-i kitap’tan olanlar Allah’ın lutfundan hiçbir şeye erişemeyeceklerini veya Allah’ın lutfu üzerinde hiçbir güçlerinin bulunmadığını ve bütün inayetin Allah’ın elinde olduğunu bilsinler.” Bu mânayı önceki âyete bağlamak için yapılan izahların yaygın olanı şudur: Allah Teâlâ anılan peygamberlerden sonra Hz. Muhammed’e peygamberlik görevi vermiş olup hem onlara hem Hz. Muhammed’e inanmanızı istemektedir, ecrinizi de buna göre verecektir. Şu halde Ehl-i kitap bilmelidir ki peygamberlik sırf kendilerine özgü değildir; bu husus Allah’ın takdirinde olup dilediğine lutfeder ve kimse onun bu iradesini bertaraf etmeye güç yetiremez. Elmalılı, bu ifadeyi olumsuz soru kabul ederek mâna vermeyi tercih eder. Bu mânayla ilgili olarak onun yaptığı izah özetle şöyledir: Ehl-i kitap bu gerçekleri bilmez olurlar mı, bilmeyecekleri için mi Allah’ın resulüne iman etmeyecekler? Hayır, iman etmezlerse, bunları bilmediklerinden değil sırf çekememezlik, taassup ve inat sebebiyledir (VII, 4768-4770). Süleyman Ateş buna yakın bir anlayışla “... bilmezlik etmesinler” şeklinde bir mâna vermiş (IX, 283); İbn Âşûr ise baştaki –daha çok “için, dolayı, diye” anlamıyla kullanılan– “lâm” harfini sonuç bildirme (âkıbet) lâm’ı kabul ederek “Böylece Ehl-i kitap bilemeyecekler, peygamberlik lutfunun hep kendilerine ait olduğu yönündeki cehalet ve aldanışları içinde kalacaklardır” anlamını tercih etmiştir (XXVII, 430-432). Bizim tercih ettiğimiz meâlin önceki âyetle bağlantısı şöyledir: Ehl-i kitap, özellikle yahudiler Allah’ın lutuf ve rahmetinin kendilerine ait olduğunu ileri sürüyorlardı; müslümanlar Allah’a itaat ve son peygamberine iman ederek –böylece Ehl-i kitabın temel inancını tevârüs ettikleri gibi bu inancın bir gereği olan son peygambere iman değerine de sahip olarak– iki kat ecir alacaklar, Ehl-i kitabın iddialarının da temelsiz olduğu ortaya çıkacaktır. 

Evrendeki bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiğini bildirerek başlayan sûre, bütün lutuf ve ikramların O’ndan geldiğini hatırlatan bir ifadeyle, Allah Teâlâ’nın büyük lutuf sahibi olduğu belirtilerek sona ermektedir.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 255-256
 
Riyazus Salihin, 1368 Nolu Hadis
Ebû Mûsâ el-Eş'arî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Üç sınıf insan vardır ki, onların sevapları iki kattır: Kitap ehlinden olup da hem kendi peygamberine hem de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e iman eden kimse; hem Allah'ın hakkını hem de efendisinin hakkını yerine getiren köle; câriyesi bulunan ve bu câriyeyi güzelce terbiye eden, iyice eğitip öğreten, sonra da onu âzat edip kendisiyle evlenen kimse. İşte bunların iki kat ecri vardır."
(Buhârî, İlim 31, Itk 16, Nikâh 12; Müslim, Îmân 241.)

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Müslümanlarla Yahudi ve Hristiyanların Allah ve o Peygamber karşısındaki durumu şu misale benzer: Bir kimse, bir topluluğu  belli bir ücret karşılığında sabahtan akşama kadar çalışmak üzeri kiralamıştır. O kimseler öğleye kadar çalıştıktan sonra ‘Biz işi bırakıyoruz senin vereceğin ücrete de ihtiyacımız yok’ dediler. İşveren kimse ‘Böyle yapmayın, emeğinize yazık ,geri kalan işi tamamlayın da ücretinizi tam olarak alın’ diye onları ikna etmeye çalıştıysa da adamlar bunu kabul etmeyip gittiler. İş sahibi bunlardan sonra başkalarını kiraladı ve onlara ‘Günün geri kalan zamanında siz çalışın da, o adamlara vadettiğim ücreti size vereyim’ dedi. Bunlar çalışmaya başladı, fakat ikindi vakti girince ‘Biz işi bırakıyoruz. İş de senin olsun, ücret de’ deyip onlarda gittiler. İşveren yine ‘Böyle yapmayın, şunun şurasında akşama fazla bir zaman kalmadı, çalışın da ücretinizi vereyim’ dediyse de onu dinlemediler. İşveren günün geri kalan saatlerini çalışmak üzere bir üçüncü grupla da anlaştı. Onlar güneş batana kadar çalıştılar ve daha önce çalışan iki grubun alacağı ücreti de hak ettiler. İşte bu, Müslümanların ve İslam nurunu kabul edenlerin durumudur”
(Buhari, Mevâkit 17, İcâre 11).
 

لِئَلَّا يَعْلَمَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَلَّا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ

 

لِ  harfi,  يَعْلَمَ  fiilini gizli  اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir.Takdiri, أعلمكم بذلك ليعلم .. şeklindedir. لَا  zaid harftir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْلَمَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  اَهْلُ  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه    şeklindedir. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  يَعْلَمَ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.  يَقْدِرُونَ  fiili  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَقْدِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَلٰى شَيْءٍ  car mecruru  يَقْدِرُونَ  fiiline mütealliktir.  مِنْ فَضْلِ  car mecruru  شَيْءٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.  Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


 وَاَنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ

 

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la masdar-ı müevvele matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  أَنَّ , masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.   

الْفَضْلَ  kelimesi  أَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  بِيَدِ  car mecruru  أَنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  يُؤْت۪يهِ  cümlesi  أَنَّ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْت۪يهِ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.


وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ

 

وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. ذُو  haber olup harfle îrab olan beş isimden biri olduğundan ref alameti  و ‘dır. Aynı zamanda muzâftır. الْفَضْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْعَظ۪يمِ  kelimesi  الْفَضْلِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

 

لِئَلَّا يَعْلَمَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَلَّا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاَنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ

 

لِئَلَّا يَعْلَمَ اَهْلُ الْكِتَابِ  cümlesine dahil olan  لِ  ta’liliyye,  أنْ  masdar harfidir. Masdar-ı müevvel, başındaki cer harfiyle birlikte mukadder fiile mütealliktir. Takdiri, علمكم بِذلك (bunu size öğretti) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَلَّا  edatı, masdar harfi  أَنْ  ve nefy harfi  لاَ ’dan müteşekkildir. Bu cümlede  لاَ , tekid ifade eden zaid harftir. 

Masdar-ı müevvel olan  يَعْلَمَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَلَّا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

اَلَّا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ  cümlesindeki  اَلَّا , şan zamiri mahzuf, muhaffefe  أنّ  ve nefy harfi  لاَ ‘dır. Cümlenin takdiri;  أنّهم لا يقدرون على شيء من فضل الله (Onların Allah’ın lütfundan hiç bir şeye güçleri yetmez.) şeklindedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle masdar teviliyle  يَعْلَمَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

أنّ ’nin haberi  لَّا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ  cümlesi menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

عَلٰى شَيْءٍ  car mecruru  يَقْدِرُونَ  fiiline mütealliktir.  مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ  car mecruru  شَيْءٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  فَضْلِ اللّٰهِ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  فَضْلِ , tazim edilmiştir.

شَيْءٍ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

لِئَلَّا يَعْلَمَ  ifadesi  ليعلمَ  anlamındadır; yani [Müslüman olmayan Ehl-i kitap şunu öğrensin ki] anlamındadır. لِئَلَّا ’daki  لَا  zaiddir.  اَلَّا يَقْدِرُونَ ’deki  اَنْ ’de  أنه ‘dan hafifletilmiş  أن ‘dir. Aslı, أنه ﻻ تقدرون ‘dir; yani [şu bir gerçek ki onlar Allah’ın lütfundan hiçbir şeye kadir değillerdir!] Yani daha önce sözü edilen iki nasipten hiçbir şeye, nura ve mağfirete, erişemezler; çünkü Allah Resulüne (sav) iman etmemişlerdir. Dolayısıyla, önceki peygamberlere iman etmeleri onlara fayda vermez, onlara bir lütuf kazandırmaz. 

Hitap başkalarına ise o zaman anlam şöyle olur: [Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah Resulüne (sav) iman edin ki İşbu kimselere ecirleri iki kez verilir] (Kasas 28/54) ayetinde Ehl-i kitaptan (Muhammed’e) iman edenlere vermeyi vaat ettiği iki nasibi size de versin, size onlarınkinden daha az mükAfat vermesin; çünkü siz, iki imanda da onlar gibisiniz, hiçbir peygamberi diğerlerinden ayırmıyorsunuz. (Keşşâf)

Ayet-i kerimenin başında  لِئَلاّ يَعْلَمَ  ifadesi bulunmakta cümlenin içinde de  لا  harfi yer almaktadır. Bu harf, başında veya sonunda açık olmayan bir olumsuzluk bulunan cümlelerde, pekiştirme edatı vazifesi görür ve kendi olumsuzluğunun manası yok sayılır. Bu ayet-i kerimenin olumsuzluğuna itibar edilmeksizin izah edilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de bunun birçok benzeri vardır. (Taberî)

لِئَلَّا يَعْلَمَ اَهْلُ الْكِتَابِ  sözündeki lâmın sebebiyye olması muhtemeldir. Yani kendisinden sonra gelen manalar, kendisinden öncekilerden kaynaklanmaktadır. Buna göre لا  harfinin, takviye ve tekid için zaid olması caiz olur. (Âşûr)

اَهْلُ الْكِتَابِ  ismi, Kur'an'da İslam'ı benimsemeyen Yahudi ve Hristiyanlara verilen bir lakapdır. Çünkü bu izafette kitaptan kastedilen Tevrat ve İncil’dir,  أهْلُ  kelimesine Kur’an izafe edilerek müslümanlara  اَهْلُ الْكِتَابِ  denilmez. (Âşûr)

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  وَاَنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi, masdar tevilinde, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Mef’ûl konumundaki masdar-ı müevvel, önceki masdara atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  الْفَضْلَ  kelimesi  اَنَّ ’ nin ismidir.  بِيَدِ اللّٰهِ  car mecruru  اَنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

بِيَدِ اللّٰهِۚ  izafeti veciz anlatım gayesinin yanında muzâfa tazim ifade eder. 

بِيَدِ اللّٰهِۚ (Allah’ın eli) tabirinde sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Burada Allah’ın elinden murad, kuvveti ve iradesidir.

يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi  اَنَّ ’nin ikinci haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, hükmü takviye, tecessüm ve teceddüt manaları ihtiva eder.

İkinci mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَشَٓاءُۜ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْفَضْلَ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Allah’ın elindedir; yani O’nun hAkimiyet ve tasarrufundadır; ‘el’ kelimesi temsildir. [Onu dilediğine vermektedir.] Hak edenden başkasına vermeyi ise dilemez (Allah). (Keşşâf)

يَدِ اللّٰهِ  ifadesinde istiâre vardır. Allah’ın elindedir ifadesi, her türlü nimetin Allah’ın mülkünde ve kudretinde olduğu, kulların yararlı-zararlı, doğru-eğri amellerine göre dilerse vereceği, dilerse vermeyeceği anlamına gelir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)

 

وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ

 

 

وَ  ta’liliyye, cümle ta’lil hükmünde istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اللّٰهُ  mübteda, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelen  ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ , haberdir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

الْفَضْلِ  için sıfat olan  الْعَظ۪يمِ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla ayette geçen lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْفَضْلِ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu kelam, makablinin mefhumunu açıklayan bir zeyil mahiyetindedir.

Diğer bir görüşe göre, bu ayetteki iman ve takva emirlerinin, kitap ehli için değil, müslümanlar için olabilir. Yani Allah'tan korkun ve Resûlüllah'a olan imanınızda sebat edin ki, Allah,  أولئك يؤتون اجرهم مرتين [işte onlara mükâfatları iki defa verilecektir.] ayetinde belirtildiği gibi, o kitap ehlinden îmân edenlere vaat ettiği iki mükafatı size de versin ve sizin mükâfatınızı da onlardan eksik etmesin. Çünkü siz de, o iki imanda onlar gibi olursunuz; imanda Allah'ın peygamberleri arasında ayırım, yapmamış olursunuz. (Ebüssuûd)

واللَّهُ ذُو الفَضْلِ العَظِيمِ  cümlesi, Muhammed (sav)’e iman eden Kitap Ehline bahşettiği nimetleri ve diğer nimetleri kapsayan bir tezyîl cümlesidir. (Âşûr)

Surenin son ayeti hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)