قَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّت۪ي تُجَادِلُكَ ف۪ي زَوْجِهَا وَتَشْتَك۪ٓي اِلَى اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَدْ | andolsun |
|
2 | سَمِعَ | işitti |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | قَوْلَ | sözünü |
|
5 | الَّتِي | (kadının) |
|
6 | تُجَادِلُكَ | seninle tartışan |
|
7 | فِي | hakkında |
|
8 | زَوْجِهَا | kocası |
|
9 | وَتَشْتَكِي | ve şikayette bulunan |
|
10 | إِلَى |
|
|
11 | اللَّهِ | Allah’a |
|
12 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
13 | يَسْمَعُ | işitir |
|
14 | تَحَاوُرَكُمَا | ikinizin konuşmanızı |
|
15 | إِنَّ | çünkü |
|
16 | اللَّهَ | Allah |
|
17 | سَمِيعٌ | işitendir |
|
18 | بَصِيرٌ | görendir |
|
قَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّت۪ي تُجَادِلُكَ ف۪ي زَوْجِهَا وَتَشْتَك۪ٓي اِلَى اللّٰهِۗ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. سَمِعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. قَوْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تُجَادِلُكَ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
تُجَادِلُكَ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هى ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪ي زَوْجِهَا car mecruru تُجَادِلُكَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَشْتَك۪ٓي cümlesi atıf harfi وَ ‘la تُجَادِلُكَ fiiline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) تَشْتَك۪ٓي fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. اِلَى اللّٰهِ car mecruru تَشْتَك۪ٓي fiiline mütealliktir.
تُجَادِلُكَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
تَشْتَك۪ٓي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi شكو ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاللّٰهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَاۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. للّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. يَسْمَعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
تَحَاوُرَكُمَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
سَم۪يعٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. بَص۪يرٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
سَم۪يعٌ ve بَص۪يرٌ kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّت۪ي تُجَادِلُكَ ف۪ي زَوْجِهَا وَتَشْتَك۪ٓي اِلَى اللّٰهِۗ
Rivayetlerden anlaşıldığına göre bu ayetlerin inmesine sebep olan kadın, Ensar'dan Evs b. Sâmit'in karısı Havle binti Sâlebe idi. Hadise şöyle meydana gelmişti: "Havle'nin kocası olan Evs b. Sâmit -ki Ubâde b. Sâmit'in kardeşiydi ihtiyarlamış ve titiz bir yapıya sahip olmuştu. Bir gün karısı kendisinden birşey istemiş, o da öfkelenip "Sen bana anamın sırtı gibisin." deyivermişti ki, buna zıhâr denilmektedir. Cahiliye âdetlerine göre bir adam karısına bu sözü söylediği zaman karısı ona haram olurdu. Onu bir daha alamazdı. Bu hadise İslam'da ilk defa meydana gelen bir zıhâr olmuştu. Derken Evs çok geçmeden söylediğine pişman olup Havle'yi çağırmıştı. Ancak Havle, yanına gelmekten çekinmiş ve ona; "Canım kudret elinde bulunan Rabbime yemin ederim ki sen o sözü söyledikten sonra, Allah ve Resulü hükmünü verinceye kadar benim yanıma gelemezsin. Git Resulullah'a danış." demişti. Koca, "Ben utanırım Resulullah'a bunu soramam." cevabını vermişti. Bunun üzerine kadın, "Ben gider sorarım." deyip Resulullah'ın huzuruna vardı ve, "Ya Resulullah! Evs beni eş olarak seçip evlendiğinde gençtim, çekici idim. Ancak yaşım ilerleyip birçok çocuğum olunca Evs beni anası gibi kıldı ve kimsesiz bırakıverdi. Eğer bana bir çare bulup onunla geçinmemi temin edersen, bunu beyan buyur ya Resulullah!" diye istekte bulundu. Hz Peygamber de ona: "Ben şimdiye kadar bu konuda bir şeyle emrolunmadım, ictihadım ise senin ona haram olduğun şeklindedir." dedi. Havle, "Vallahi o, talak zikretmedi." dedi. Resulullah ise haram olmuşsun diye tekrar etti. Ancak kadın, "Kurbanın olayım nazar buyur Ya Resullullah" dedi ve bu hususta Resulullah ile defalarca mücadelede bulundu. Havle daha sonra da şikayetini Allah'a arz ederek, "Allah'ım yalnızlığımın şiddetinden ve bana zor gelecek olan ayrılık acısından sana şikayette bulunuyorum. Küçük çocuklarım var, onları ona (Evs'e) bıraksam zayi' olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar." dedi ve başını göğe kaldırıp "Allah'ım sana şikayet ediyorum, Peygamberinin lisanına bir vahiy indir." şeklinde yalvardı. Havle henüz oradan ayrılmamıştı ki, hakkında Kur'an ayeti nazil oldu. Vahyin şiddeti geçtikten sonra Peygamber (sav) Efendimiz, "Ya Havle müjde!" dedi ve arkasından ayeti okudu. Bunun üzerine Resulullah, kadının kocasını çağırttı, "O yaptığın yeminle kasdın ne idi?" diye sordu. Evs de, "Onun keffareti var mı?" dedi. Buna karşılık Peygamberimiz, "Bir köle azad etmeye gücün yeter mi? " şeklinde mukabelede bulundu. Evs cevabında, "Hayır Vallahi ya Resulullah, ona gücüm yetmez, malımın hepsi gider, köle pahalıdır, benim ise malım azdır." dedi. Hz Peygamber de "Ona gücün yetmezse iki ay peş peşe aralıksız oruç tutabilir misin?" buyurdu. Evs ise, "Hayır vallahi ben günde üç kere yemezsem gözümün feri kaçar." dedi. Hz Peygamber, "O halde altmış fakiri doyurabilir misin?" diye sordu. Buna karşılık da Evs, "Hayır, vallahi buna da gücüm yetmez. Eğer bana yardımda bulunursanız, o zaman olabilir." dedi. Resulullah da "Ben sana onbeş sa' (on beş bin dirhem) yardımda bulunurum ve bereketi içinde dua ederim." dedi. Ve bu şekilde aralarını düzeltti. "Buharî'nin Tarih'inde konuyla ilgili naklettiği rivayet de şöyledir: "Söz konusu kadın Hz Ömer'e, "Dur ey Ömer!" dedi, o da durdu. Kadın ona oldukça sert sözler söyledi. Oradakilerden biri, "Ey müminlerin emiri ben bu kadın gibisini görmedim." dedi. Bunun üzerine Ömer de, "Nasıl dinlemem ki, onu Allah Teâlâ dinledi de hakkında ayetlerini indirdi." dedi. Ayetlerin nüzul sebebine dair nakledilen bu rivayetlerden, örf ve âdetlerin yürürlükten kaldırılmadıkça muteber olduğu hususu anlaşılmaktadır. Nitekim zıhâr hakkında henüz bir hüküm nazil olmadığı için Resulullah örf ve adet gereği kadına, "Haram olmuşsun." demiştir. Bu nevi delillerden dolayıdır ki, "âdet muhakkemdir (geçerli bir hükümdür.)" önermesi, fıkıhta genel bir kaide olarak kabul edilmiştir. Yukarıda da geçtiği üzere zıhâr İslâm'dan önce Araplar'ın âdetlerine göre kesin bir haramlık ifade ediyordu ve helale çevrilmesine dair bir çözüm yolu yoktu. Kur'an, zıhâr olarak söylenen sözün İslam'a yakışmayan, yadırganan ve çirkin bir yalan olduğunu beyan etmiştir.
Surenin ilk ayeti beraat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Cümlenin başındaki قَدْ tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mef’ûl konumundaki قَوْلَ ‘nin muzâfun ileyhi olan الَّت۪ي ‘nin sılası olan تُجَادِلُكَ ف۪ي زَوْجِهَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪ي زَوْجِهَا car mecruru تُجَادِلُكَ fiiline mütealliktir. Aynı üsluptaki تَشْتَك۪ٓي اِلَى اللّٰهِ cümlesi وَ ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِلَى اللّٰهِ car mecruru تَشْتَك۪ٓي fiiline mütealliktir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَمِعَ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
سَمِعَ اللّٰهُ ifadesinde idmâc sanatı vardır. Allah işitti manasına, işitmekle kalmayıp gereğini yaptı anlamı dahildir.
Sure mazi fiille birlikte kesinlik ifade eden قَدْ harfiyle başlamıştır. Bu harf, Allah’ın kadının duasını kabul ettiğine dairdir. Yoksa yaratıcının mahlûkatın konuşmasını duyması zaten doğaldır. Bunu tekid etmeye gerek yoktur. Bunu haber vermekten murad da Allah’ın bu kadına verdiği değeri ve aklına gelen şeyin güzel olduğunu ifade etmektir. (Tefsîru-l Mevdûdî)
قَدْ harfi, tahkik veya beklenti içinde olmayı ifade eder. Onun işittiği kesin olduğu için sıkıntıyı giderme manasında ya da mecaz veya kinaye için سَمِعَ fiilinin başına gelmiştir. (Alûsî, Rûhu-l Meânî)
Ayet metninde geçen مجادل (tartışma) kelimesi, münakaşa etme ve karşısındakini yenmeye çalışma ve bir meseleyi çözmek, karara bağlamak için karşılıklı görüşme anlamına gelir. Bu kelimenin aslı, ipi sıkı bir şekilde büktüm anlamına gelen جدلت الحبل ifadesidir. Mücâdele, yani tartışma kelimesinde de bu kök mananın izleri mevcuttur. Birbiri ile münakaşa eden kişilerden her biri diğerini fikrinden vazgeçirmek için, iplik büker gibi çevirmeye çalışmaktadır. Kelimenin buradaki manası ise, karşılıklı konuşma ve sözünü tekrarlama anlamınadır. Buna göre ayetin manası şöyle olur: Yüce Allah kocası hakkında fetva istemek üzere seninle konuşan, kocasının kabule şayan bir sebep ve meşru bir neden olmaksızın kendisi hakkında yapmış olduğu zıhar hususunda tekrar tekrar sana müracaat eden kadının duasını kabul etmiştir. (Rûhu’l-Beyân)
İlk اسَمَعَ fiilinin hakiki manada olmadığına قَدْ harfi delalet eder. Çünkü bu harf burada beklenti içinde olmayı ifade eder. (Aşûr)
Şayet قَدْ سَمِعَ ifadesinde قَدْ ‘ın anlamı nedir? dersen şöyle derim: Bunun anlamı ümit beslemektir; çünkü hem Peygamber (sav) hem de mücadeleci kadın Allah’ın, kadının mücadelesini ve şekvâsını işitmesini ve bu hususta kadını ferahlatacak bir şey indirmesini umuyorlardı. (Keşşâf)
Burada اسَمَعَ yerine, سَمِعَ fiili kullanılmıştır. Çünkü سَمِعَ fiili, istemeden de meydana gelir, halbuki اسَمَعَ , sadece istek üzere gerçekleşir. (Tefsîru-l Mevdûî)
Bu ayetteki Allah Teâlâ’nın işitmesi sebep alakasıyla kabul etmek manasında mecaz veya aynı manada kinayedir. Kadına ismi mevsulle işaret edilmesi mücadelesinin ve şikayetinin övgüye değer olduğunu ifade içindir. Çünkü Allah’a ve rahmetine güvenerek gelmiştir. Burada muzâf hazfi vardır. Kelamın aslı ف۪ي شأن زَوْجِهَا şeklindedir. Muzâf bilindiği için bu durumlarda hazfolur. Bu mesele fıkıh usulunda tahlil ve tahrim izafeti diye bilinen konudur. (Aşûr, et-Tahrîr ve-t Tenvîr)
Müfredat'da şöyle ifade olunur: الشكاية , kişinin halini ortaya koyması demektir. Şikâyet anlamına gelen الشكوى kelimesinin aslı, ”şekve"yi açmak ve içinde olanları ortaya koymak demektir. الشكوة ise, içine su konulan küçük kap demektir. Aslında burada istiare yapılmaktadır. Tıpkı bir kimse birisine kalbinde olanları açtığı zaman istiare yoluyla bunu ifade ederken söylemiş olduğu ”ona kalbimi açtım, dağarcığımda ne varsa silkeledim" cümlesinde olduğu gibi. (Rûhu’l-Beyân)
أِشْتَكَى fiili شكى ‘nın mübalağa kalıbıdır. Kendisine eza veren şeyi söylemek demektir. Bu kökün bütün türevlerinin mübalağa ifade ettiği de söylenmiştir. Hepsi de şikayet konusunun çözülmesini, zararın giderilmesini ister. (Aşûr)
وَاللّٰهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَاۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
اللّٰهُ mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَاۜ cümlesi haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Metinde geçen التحاور kelimesi, konuşmak ve bu ifadeye karşı cevap vermek yani karşılıklı konuşmak anlamınadır. Kelime, dönmek anlamına gelen الحور ”havr" kökünden türemedir. Ayet metninde bu ifadenin kullanılmış olması, Rasulullah (sav)'ın kadının kocasına haram olduğu hükmünü tekrar tekrar dönüp vermesinden ve Havle'nin de aynı şekilde helal olmasını talep etmesindendir. Herhangi bir şeyi araştırmaya المحاروة muhavere denmesi de kelimenin bu yapısından dolayıdır. (Rûhu’l-Beyân)
تَحَاوُرَكُمَاۜ - تُجَادِلُكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سَمِعَ ve يَسْمَعُ fiilleri arasında, maziden muzariye olmak üzere iltifat sanatı vardır.
وَاللّٰهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَا cümlesinde Allah'ın kudretini hissettirmek ve telezzüz için zamir yerine zahir isim gelerek ıtnâb sanatı yapılmıştır.
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın, بَص۪يرٌ ve سَم۪يعٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Ayetin fasılası, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Böyle birlikte ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189)
السَّمِيعُ ; işitilen şeyleri iyi bilen demektir. العَلِيمُ kelimesi umumidir. Bu iki sıfatın zikredilmesi muhalefet konusunda uyarı manasında kinayedir. Böylece emir ve yasaklar tekid edilmiştir. (Âşûr, Hucurat/1)
يَسْمَعُ - سَم۪يعٌ - سَمِعَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَم۪يعٌ (Çok İşiten) - بَص۪يرٌ (Çok gören) kelimeleri mübalağa sıyğalarındandır.
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ cümlesi önceki hal cümlesinin tezyilidir. (Aşûr)
سَم۪يعٌ kökü üç kere geçmiştir. Cinâs-ı nâkıs vardır. Harf sayıları farklıdır. Reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır. Ayet سَم۪يعٌ ile başlamış ve bitmiştir. سَمِعَ fiilinin tekrarlanmasında cinâs yanında aynı bağlamda farklı bir mana ifade etmek manası taşıyan (müteallakların farklı olması, cümledeki görev farklılığı) terdid sanatı da vardır.
Bu ayet-i kerimede 4 kere Allah ismi geçmiştir. Telezzüz heybeti arttırmak, arkadan gelecek hükümler konusunda dikkatli olmanın önemini bildirmek için olabilir. Kur’ân’da bu kadar kısa başka bir ayette dört kere Allah lafzının geçtiği görülmemiştir.
بَص۪يرٌ ve سَم۪يعٌ arasında muzavece vardır. İşitti fiili gereğini yaptı manasında olduğu için idmâc sanatı vardır.