23 Mart 2026
Mücâdele Sûresi 1-6 (541. Sayfa)
Mücâdele Sûresi
Medine döneminde inmiştir. 22 âyettir. Sûre, adını ilk âyette sözü edilen olaydan almıştır. “Mücâdele”, münakaşa etmek, tartışmak demektir. Bir adamın “zıhâr” yaptığı kar ısı, Hz. Peygambere gelerek onu şikâyet etmiş ve Hz. Peygamberle de tartışmıştı. Sûrede başlıca, zıhar, zıhar keffareti gibi bazı dînî hükümler ile birtakım görgü kuralları ve mü’minlerin inanmayanlara karşı takınmaları gereken tavır konu edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada elli sekizinci, iniş sırasına göre yüz beşinci sûredir. Münâfikûn sûresinden sonra, Hucurât sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. Sadece 7. âyetinin Mekke’de indiğine dair bir rivayet vardır (İbn Atıyye, V, 272).
Câhiliye döneminde kadın açısından büyük haksızlıklara yol açan bir boşama türü olan “zıhâr”ın yanlış bir telakkiye dayandığı ortaya konmakta; gizli görüşme ve topluluk içinde birkaç kişinin baş başa verip fısıltıyla konuşması, selâmlama, toplantılarda uyulması gereken nezaket kuralları ve Resûlullah’la özel görüşmelerin belirli âdâb çerçevesinde yürütülmesi konularında uyarılar yapılmakta; münafıkların bazı karakteristik özelliklerine değinilmekte, müminlerin –en yakınları bile olsalar– Allah ve resulüne düşmanlık edenlerle ilişkilerinde daha dikkatli davranmaları istenmektedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mücâdele Sûresi 1. Ayet

قَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّت۪ي تُجَادِلُكَ ف۪ي زَوْجِهَا وَتَشْتَك۪ٓي اِلَى اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ  ...


Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَدْ andolsun
2 سَمِعَ işitti س م ع
3 اللَّهُ Allah
4 قَوْلَ sözünü ق و ل
5 الَّتِي (kadının)
6 تُجَادِلُكَ seninle tartışan ج د ل
7 فِي hakkında
8 زَوْجِهَا kocası ز و ج
9 وَتَشْتَكِي ve şikayette bulunan ش ك و
10 إِلَى
11 اللَّهِ Allah’a
12 وَاللَّهُ ve Allah
13 يَسْمَعُ işitir س م ع
14 تَحَاوُرَكُمَا ikinizin konuşmanızı ح و ر
15 إِنَّ çünkü
16 اللَّهَ Allah
17 سَمِيعٌ işitendir س م ع
18 بَصِيرٌ görendir ب ص ر
Havle Binti Salebe (ra), Peygamber Efendimiz zamanında Medine’de yaşamıştır. Evs İbni Sâmit ile evlenmiştir. Bir gün tartışırlar ve Evs onu “Zıhâr” ile boşar. Zıhâr, erkeğin hanımına “Sen bana anamın sırtı gibisin,” diyerek onu boşamasını sağlayan bir pagan âdetidir. Kadınlar için aşağılayıcı olan bu âdet, erkeğin hanımına ve çocuklarına karşı olan sorumluluklarından kurtulmasını sağlarken, kadının yeniden evlenmesini engellemektedir.
Havle, durumuna bir çare aramak amacıyla Peygamber Efendimiz’i (sav) ziyaret eder. Peygamberimiz (sav) ona sabırlı olmasını tavsiye edince, Havle yardım için Allah’a (svt) dua etmesi gerektiğini hisseder. Allah onun dualarına cevap verir ve Mücadele Suresinin ilk dört ayetini indirir,

Aişe (ra), hadiseyi şu sahih hadisle nakleder:
“Hamd o Allah’adır ki, bütün sesleri işitir. Havle Binti Salebe, Hz. Peygamber’i (sav) evinin yanında buldu. Resulullah’a (sav) bir şeyler söylüyordu. Ama ne söylediğini işitmiyordum. Sonra dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü, Evs’le evlendiğimizde gençtim, şimdi yaşım ilerledi, birçok evlatları oldu, şimdi beni anası gibi kıldı, kimsesiz bırakıverdi, eğer bana bir ruhsat bulur da beni yine onunla birleştirirsen söyle onu Ey Allah’ın Resulü!” Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “(Habibim) Zevci hakkında seninle direşip duran (nihayet halinden) Allah’a şikâyet etmekte olan kadının sözünü umulduğu veçhile Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı zaten işitiyordu. Çünkü Allah hakkıyla işitici, kemaliyle görücüdür.”
( İbni Mace, Talak 25)

قَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّت۪ي تُجَادِلُكَ ف۪ي زَوْجِهَا وَتَشْتَك۪ٓي اِلَى اللّٰهِۗ

 

Fiil cümlesidir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  سَمِعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  قَوْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

Müfred müennes has ism-i mevsûl  الَّت۪ي , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تُجَادِلُكَ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

تُجَادِلُكَ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هى ‘dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ف۪ي زَوْجِهَا  car mecruru  تُجَادِلُكَ  fiiline  mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

تَشْتَك۪ٓي  cümlesi atıf harfi وَ ‘la  تُجَادِلُكَ  fiiline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  تَشْتَك۪ٓي fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.  اِلَى اللّٰهِ  car  mecruru  تَشْتَك۪ٓي  fiiline mütealliktir. 

تُجَادِلُكَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  جدل ’dir.   

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

تَشْتَك۪ٓي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  شكو ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَاللّٰهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَاۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  للّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  يَسْمَعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

تَحَاوُرَكُمَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  Muttasıl zamir  كُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  

سَم۪يعٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. بَص۪يرٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

سَم۪يعٌ  ve بَص۪يرٌ  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّت۪ي تُجَادِلُكَ ف۪ي زَوْجِهَا وَتَشْتَك۪ٓي اِلَى اللّٰهِۗ

 

Rivayetlerden anlaşıldığına göre bu ayetlerin inmesine sebep olan kadın, Ensar'dan Evs b. Sâmit'in karısı Havle binti Sâlebe idi. Hadise şöyle meydana gelmişti: "Havle'nin kocası olan Evs b. Sâmit -ki Ubâde b. Sâmit'in kardeşiydi ihtiyarlamış ve titiz bir yapıya sahip olmuştu. Bir gün karısı kendisinden birşey istemiş, o da öfkelenip "Sen bana anamın sırtı gibisin." deyivermişti ki, buna zıhâr denilmektedir. Cahiliye âdetlerine göre bir adam karısına bu sözü söylediği zaman karısı ona haram olurdu. Onu bir daha alamazdı. Bu hadise İslam'da ilk defa meydana gelen bir zıhâr olmuştu. Derken Evs çok geçmeden söylediğine pişman olup Havle'yi çağırmıştı. Ancak Havle, yanına gelmekten çekinmiş ve ona; "Canım kudret elinde bulunan Rabbime yemin ederim ki sen o sözü söyledikten sonra, Allah ve Resulü hükmünü verinceye kadar benim yanıma gelemezsin. Git Resulullah'a danış." demişti. Koca, "Ben utanırım Resulullah'a bunu soramam." cevabını vermişti. Bunun üzerine kadın, "Ben gider sorarım." deyip Resulullah'ın huzuruna vardı ve, "Ya Resulullah! Evs beni eş olarak seçip evlendiğinde gençtim, çekici idim. Ancak yaşım ilerleyip birçok çocuğum olunca Evs beni anası gibi kıldı ve kimsesiz bırakıverdi. Eğer bana bir çare bulup onunla geçinmemi temin edersen, bunu beyan buyur ya Resulullah!" diye istekte bulundu. Hz Peygamber de ona: "Ben şimdiye kadar bu konuda bir şeyle emrolunmadım, ictihadım ise senin ona haram olduğun şeklindedir." dedi. Havle, "Vallahi o, talak zikretmedi." dedi. Resulullah ise haram olmuşsun diye tekrar etti. Ancak kadın, "Kurbanın olayım nazar buyur Ya Resullullah" dedi ve bu hususta Resulullah ile defalarca mücadelede bulundu. Havle daha sonra da şikayetini Allah'a arz ederek, "Allah'ım yalnızlığımın şiddetinden ve bana zor gelecek olan ayrılık acısından sana şikayette bulunuyorum. Küçük çocuklarım var, onları ona (Evs'e) bıraksam zayi' olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar." dedi ve başını göğe kaldırıp "Allah'ım sana şikayet ediyorum, Peygamberinin lisanına bir vahiy indir." şeklinde yalvardı. Havle henüz oradan ayrılmamıştı ki, hakkında Kur'an ayeti nazil oldu. Vahyin şiddeti geçtikten sonra Peygamber (sav) Efendimiz, "Ya Havle müjde!" dedi ve arkasından ayeti okudu. Bunun üzerine Resulullah, kadının kocasını çağırttı, "O yaptığın yeminle kasdın ne idi?" diye sordu. Evs de, "Onun keffareti var mı?" dedi. Buna karşılık Peygamberimiz, "Bir köle azad etmeye gücün yeter mi? " şeklinde mukabelede bulundu. Evs cevabında, "Hayır Vallahi ya Resulullah, ona gücüm yetmez, malımın hepsi gider, köle pahalıdır, benim ise malım azdır." dedi. Hz Peygamber de "Ona gücün yetmezse iki ay peş peşe aralıksız oruç tutabilir misin?" buyurdu. Evs ise, "Hayır vallahi ben günde üç kere yemezsem gözümün feri kaçar." dedi. Hz Peygamber, "O halde altmış fakiri doyurabilir misin?" diye sordu. Buna karşılık da Evs, "Hayır, vallahi buna da gücüm yetmez. Eğer bana yardımda bulunursanız, o zaman olabilir." dedi. Resulullah da "Ben sana onbeş sa' (on beş bin dirhem) yardımda bulunurum ve bereketi içinde dua ederim." dedi. Ve bu şekilde aralarını düzeltti. "Buharî'nin Tarih'inde konuyla ilgili naklettiği rivayet de şöyledir: "Söz konusu kadın Hz Ömer'e, "Dur ey Ömer!" dedi, o da durdu. Kadın ona oldukça sert sözler söyledi. Oradakilerden biri, "Ey müminlerin emiri ben bu kadın gibisini görmedim." dedi. Bunun üzerine Ömer de, "Nasıl dinlemem ki, onu Allah Teâlâ dinledi de hakkında ayetlerini indirdi." dedi. Ayetlerin nüzul sebebine dair nakledilen bu rivayetlerden, örf ve âdetlerin yürürlükten kaldırılmadıkça muteber olduğu hususu anlaşılmaktadır. Nitekim zıhâr hakkında henüz bir hüküm nazil olmadığı için Resulullah örf ve adet gereği kadına, "Haram olmuşsun." demiştir. Bu nevi delillerden dolayıdır ki, "âdet muhakkemdir (geçerli bir hükümdür.)" önermesi, fıkıhta genel bir kaide olarak kabul edilmiştir. Yukarıda da geçtiği üzere zıhâr İslâm'dan önce Araplar'ın âdetlerine göre kesin bir haramlık ifade ediyordu ve helale çevrilmesine dair bir çözüm yolu yoktu. Kur'an, zıhâr olarak söylenen sözün İslam'a yakışmayan, yadırganan ve çirkin bir yalan olduğunu beyan etmiştir.

Surenin ilk ayeti beraat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.

Cümlenin başındaki  قَدْ  tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  قَدْ  mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mef’ûl konumundaki  قَوْلَ ‘nin muzâfun ileyhi olan  الَّت۪ي ‘nin sılası olan  تُجَادِلُكَ ف۪ي زَوْجِهَا  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ف۪ي زَوْجِهَا  car mecruru  تُجَادِلُكَ  fiiline mütealliktir. Aynı üsluptaki  تَشْتَك۪ٓي اِلَى اللّٰهِ  cümlesi  وَ  ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اِلَى اللّٰهِ  car mecruru تَشْتَك۪ٓي  fiiline mütealliktir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında  ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَمِعَ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

سَمِعَ اللّٰهُ  ifadesinde idmâc sanatı vardır. Allah işitti manasına, işitmekle kalmayıp gereğini yaptı anlamı dahildir.

Sure mazi fiille birlikte kesinlik ifade eden  قَدْ  harfiyle başlamıştır. Bu harf, Allah’ın kadının duasını kabul ettiğine dairdir. Yoksa yaratıcının mahlûkatın konuşmasını duyması zaten doğaldır. Bunu tekid etmeye gerek yoktur. Bunu haber vermekten murad da Allah’ın bu kadına verdiği değeri ve aklına gelen şeyin güzel olduğunu ifade etmektir. (Tefsîru-l Mevdûdî)

قَدْ  harfi, tahkik veya beklenti içinde olmayı ifade eder. Onun işittiği kesin olduğu için sıkıntıyı giderme manasında ya da mecaz veya kinaye için  سَمِعَ  fiilinin başına gelmiştir. (Alûsî, Rûhu-l Meânî) 

Ayet metninde geçen  مجادل (tartışma) kelimesi, münakaşa etme ve karşısındakini yenmeye çalışma ve bir meseleyi çözmek, karara bağlamak için karşılıklı görüşme anlamına gelir. Bu kelimenin aslı, ipi sıkı bir şekilde büktüm anlamına gelen جدلت الحبل  ifadesidir. Mücâdele, yani tartışma kelimesinde de bu kök mananın izleri mevcuttur. Birbiri ile münakaşa eden kişilerden her biri diğerini fikrinden vazgeçirmek için, iplik büker gibi çevirmeye çalışmaktadır. Kelimenin buradaki manası ise, karşılıklı konuşma ve sözünü tekrarlama anlamınadır. Buna göre ayetin manası şöyle olur: Yüce Allah kocası hakkında fetva istemek üzere seninle konuşan, kocasının kabule şayan bir sebep ve meşru bir neden olmaksızın kendisi hakkında yapmış olduğu zıhar hususunda tekrar tekrar sana müracaat eden kadının duasını kabul etmiştir. (Rûhu’l-Beyân)

İlk  اسَمَعَ  fiilinin hakiki manada olmadığına  قَدْ  harfi delalet eder. Çünkü bu harf burada beklenti içinde olmayı ifade eder. (Aşûr)

Şayet  قَدْ سَمِعَ  ifadesinde  قَدْ ‘ın anlamı nedir? dersen şöyle derim: Bunun anlamı ümit beslemektir; çünkü hem Peygamber (sav) hem de mücadeleci kadın Allah’ın, kadının mücadelesini ve şekvâsını işitmesini ve bu hususta kadını ferahlatacak bir şey indirmesini umuyorlardı. (Keşşâf)

Burada   اسَمَعَ  yerine,  سَمِعَ  fiili kullanılmıştır. Çünkü  سَمِعَ  fiili, istemeden de meydana gelir, halbuki  اسَمَعَ , sadece istek üzere gerçekleşir. (Tefsîru-l Mevdûî) 

Bu ayetteki Allah Teâlâ’nın işitmesi sebep alakasıyla kabul etmek manasında mecaz veya aynı manada kinayedir. Kadına ismi mevsulle işaret edilmesi mücadelesinin ve şikayetinin övgüye değer olduğunu ifade içindir. Çünkü Allah’a ve rahmetine güvenerek gelmiştir. Burada muzâf hazfi vardır. Kelamın aslı   ف۪ي شأن زَوْجِهَا  şeklindedir. Muzâf bilindiği için bu durumlarda hazfolur. Bu mesele fıkıh usulunda tahlil ve tahrim izafeti diye bilinen konudur. (Aşûr, et-Tahrîr ve-t Tenvîr)

Müfredat'da şöyle ifade olunur:  الشكاية , kişinin halini ortaya koyması demektir. Şikâyet anlamına gelen  الشكوى  kelimesinin aslı, ”şekve"yi açmak ve içinde olanları ortaya koymak demektir.  الشكوة  ise, içine su konulan küçük kap demektir. Aslında burada istiare yapılmaktadır. Tıpkı bir kimse birisine kalbinde olanları açtığı zaman istiare yoluyla bunu ifade ederken söylemiş olduğu ”ona kalbimi açtım, dağarcığımda ne varsa silkeledim" cümlesinde olduğu gibi. (Rûhu’l-Beyân)

أِشْتَكَى  fiili  شكى ‘nın mübalağa kalıbıdır. Kendisine eza veren şeyi söylemek demektir. Bu kökün bütün türevlerinin mübalağa ifade ettiği de söylenmiştir. Hepsi de şikayet konusunun çözülmesini, zararın giderilmesini ister. (Aşûr)


 وَاللّٰهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَاۜ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. 

اللّٰهُ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَاۜ  cümlesi haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Metinde geçen  التحاور  kelimesi, konuşmak ve bu ifadeye karşı cevap vermek yani karşılıklı konuşmak anlamınadır. Kelime, dönmek anlamına gelen  الحور ”havr" kökünden türemedir. Ayet metninde bu ifadenin kullanılmış olması, Rasulullah (sav)'ın kadının kocasına haram olduğu hükmünü tekrar tekrar dönüp vermesinden ve Havle'nin de aynı şekilde helal olmasını talep etmesindendir. Herhangi bir şeyi araştırmaya  المحاروة  muhavere denmesi de kelimenin bu yapısından dolayıdır. (Rûhu’l-Beyân)

تَحَاوُرَكُمَاۜ - تُجَادِلُكَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

سَمِعَ  ve  يَسْمَعُ  fiilleri arasında, maziden muzariye olmak üzere iltifat sanatı vardır.

وَاللّٰهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَا  cümlesinde Allah'ın kudretini hissettirmek ve  telezzüz için zamir yerine zahir isim gelerek ıtnâb sanatı yapılmıştır.


اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında  ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Allah'ın, بَص۪يرٌ  ve  سَم۪يعٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında  وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.

Ayetin fasılası, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Böyle birlikte ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, s. 189) 

السَّمِيعُ ; işitilen şeyleri iyi bilen demektir.  العَلِيمُ  kelimesi umumidir. Bu iki sıfatın zikredilmesi muhalefet konusunda uyarı manasında kinayedir. Böylece emir ve yasaklar tekid edilmiştir. (Âşûr, Hucurat/1)

يَسْمَعُ - سَم۪يعٌ - سَمِعَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَم۪يعٌ  (Çok İşiten) - بَص۪يرٌ  (Çok gören) kelimeleri mübalağa sıyğalarındandır.

اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ  cümlesi önceki hal cümlesinin tezyilidir. (Aşûr)

سَم۪يعٌ  kökü üç kere geçmiştir. Cinâs-ı nâkıs vardır. Harf sayıları farklıdır. Reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır. Ayet  سَم۪يعٌ  ile başlamış ve bitmiştir.  سَمِعَ  fiilinin tekrarlanmasında cinâs yanında aynı bağlamda farklı bir mana ifade etmek manası taşıyan (müteallakların farklı olması, cümledeki görev farklılığı) terdid sanatı da vardır. 

Bu ayet-i kerimede 4 kere Allah ismi geçmiştir. Telezzüz heybeti arttırmak, arkadan gelecek hükümler konusunda dikkatli olmanın önemini bildirmek için olabilir. Kur’ân’da bu kadar kısa başka bir ayette dört kere Allah lafzının geçtiği görülmemiştir.

بَص۪يرٌ  ve  سَم۪يعٌ  arasında muzavece vardır. İşitti fiili gereğini yaptı manasında olduğu için idmâc sanatı vardır.
Mücâdele Sûresi 2. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْكُمْ مِنْ نِسَٓائِهِمْ مَا هُنَّ اُمَّهَاتِهِمْۜ اِنْ اُمَّهَاتُهُمْ اِلَّا الّٰٓئ۪ وَلَدْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَيَقُولُونَ مُنْكَراً مِنَ الْقَوْلِ وَزُوراًۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ  ...


İçinizden kadınlarına zıhar yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 يُظَاهِرُونَ zıhar eden(ler) ظ ه ر
3 مِنْكُمْ sizden
4 مِنْ
5 نِسَائِهِمْ kadınlara ن س و
6 مَا (bilsinler ki) değildir
7 هُنَّ onlar
8 أُمَّهَاتِهِمْ onların anaları ا م م
9 إِنْ değildir
10 أُمَّهَاتُهُمْ onların anaları ا م م
11 إِلَّا dışındakiler
12 اللَّائِي onlar
13 وَلَدْنَهُمْ onları doğuranlar و ل د
14 وَإِنَّهُمْ ve onlar
15 لَيَقُولُونَ söylüyorlar ق و ل
16 مُنْكَرًا çirkin (olanı) ن ك ر
17 مِنَ -den
18 الْقَوْلِ söz- ق و ل
19 وَزُورًا ve yalan ز و ر
20 وَإِنَّ ve şüphesiz
21 اللَّهَ Allah
22 لَعَفُوٌّ affedicidir ع ف و
23 غَفُورٌ bağışlayıcıdır غ ف ر

   Afeve عفو :

  عَفْوٌ bir şeyi almaya yönelmek, almayı istemek ya da amaçlamaktır.

  عَفاهُ ve إعْتَفاهُ formları yanındakini almak için ona yönelmek manasını ifade etmek için kullanılır.

    عَفَوْتُ عَنْهُ tabiri 'ondan yani ya kendisinden ya da suçundan, günahından veya kabahatinden yüz çevirip onun suçunu, günahını veya kabahatini izale etmeyi, ortadan kaldırmayı amaçladım' demektir.

  عَفْوٌ sözcüğü birinin işlediği suçtan, günahtan veya kabahatten el çekmek, feragat etmek veya sorumlu tutmamak anlamında kullanılır.

  عافِي lafzı bir tencereyi ödünç alan kimsenin tencerenin içinde geri getirdiği et suyudur. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 35 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri af, muaf, âfiyet ve istifadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

 

 

Ğafera غفر :

  غَفْرٌ bir nesneyi kendisini kirden koruyacak bir şeyle kaplamak ya da bir elbise giydirmektir.

  مَغْفِرَةٌ ve غُفْرانٌ sözcükleri Yüce Allah'la ilgili kullanıldıklarında Allah'ın kulunu azabın dokunmasından koruması  anlamına gelir.

  Bir kimse her ne kadar iç aleminde el çekmemiş, feragat etmemiş veya bağışlamamış olsa da zahiren yani görünüşte bir başkasından (suç, kabahat veya hatasından) el çektiğinde veya onu bağışladığında da bazen bu fiil kullanılarak غَفَرَ لَهُ denir.

  İstiğfar إسْتِغْفارٌ ise mağfiretin sözle ve fiille istenmesi yani af talep etmektir. Denmiştir ki: Fiille değil sadece sözle bağışlanma dilemek, yalancıların işidir.

  غافِرٌ ve غَفُورٌ kelimeleri Allah'ın sıfatlarıdır.

  Son olarak bu köke ait miğfer مِغْفَرٌ kelimesi de bilindiği gibi demir tolga/başlıktır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 234 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri mağfiret, istiğfar, miğfer, gufran ve Gaffar'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَلَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْكُمْ مِنْ نِسَٓائِهِمْ مَا هُنَّ اُمَّهَاتِهِمْۜ 

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُظَاهِرُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُظَاهِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْكُمْ  car mecruru  يُظَاهِرُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.  

مِنْ نِسَٓائِهِمْ  car mecruru  يُظَاهِرُونَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا هُنَّ اُمَّهَاتِهِمْ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.

هُنَّ  munfasıl zamir  مَا ‘nın ism-i olarak mahallen merfûdur.  اُمَّهَاتِهِمْ  kelimesi  مَا ‘nın haberi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُظَاهِرُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ظهر ’dir.   

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


 اِنْ اُمَّهَاتُهُمْ اِلَّا الّٰٓئ۪ وَلَدْنَهُمْۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اُمَّهَاتُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  الّٰٓئ۪  cemi müennes has ism-i mevsûl mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَلَدْنَهُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.  

وَلَدْنَهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

 وَاِنَّهُمْ لَيَقُولُونَ مُنْكَراً مِنَ الْقَوْلِ وَزُوراًۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  يَقُولُونَ  fiil cümlesi  اِنَّ ‘nin  haberi olarak mahallen merfûdur.

يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مُنْكَراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مِنَ الْقَوْلِ  car mecruru  مُنْكَراً ‘ın mahzuf haline mütealliktir.  زُوراً  atıf harfi و ‘la  مُنْكَراً ‘a matuftur. 


 وَاِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

عَفُوٌّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  

عَفُوٌّ  ve غَفُورٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْكُمْ مِنْ نِسَٓائِهِمْ مَا هُنَّ اُمَّهَاتِهِمْۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَلَّذ۪ينَ  müsnedün ileyh,  مَا هُنَّ اُمَّهَاتِهِمْ  cümlesi müsneddir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, hatadan kurtarmak için, işin çirkinliğine ve habere dikkat çekmek için olabilir. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûlun sılası olan  يُظَاهِرُونَ مِنْكُمْ مِنْ نِسَٓائِهِمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Car mecrur  مِنْكُمْ , fiilin failinin mahzuf haline,  مِنْ نِسَٓائِهِمْ  car mecruru  يُظَاهِرُونَ  fiiline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

اَلَّذ۪ينَ ‘nin haberi olan  مَا هُنَّ اُمَّهَاتِهِمْۜ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. 

هُنَّ  munfasıl zamiri,  مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.  اُمَّهَاتِهِمْ  ifadesi  مَا ‘nın haberidir. 

Sözlükte الظهار , bir erkeğin karısına: ”Sen bana annemin sırtı gibisin" demesidir. Sırt bir vücut organıdır. İnsanın karnı sırt kelimesi ile ifade olunur. Buna göre mana sen bana annemin karnı gibi haramsın demek olur. Böylece karın kelimesi karnın direği mesabesinde olan sırt kelimesi ile kinaye yollu ifade edilmiş olur. Bu yola başvurulmasının sebebi, edep ciheti tercih edilerek cinsiyet organına yakın olan vücut parçasının yani karnın ağza alınmak istenmemesidir. (Rûhu’l-Beyân, Aşûr)

Bu cümle ve devamındakiler ilk cümlenin beyanı olarak gelmiştir. Önceki ayeti işiten kişinin ‘’Allah onların konuşmasını işitti de ne yaptı’’ sorusunun cevabıdır.  مِنْكُمْ  ile Müslümanlar kastedilmiştir. الَّذِينَ يُظَاهِرُونَ  sözündeki sılanın umumi olduğunu beyan eder ki muayyen bir grup kastedildiği vehmedilmesin. Müphem isimlerden sonra gelen  مِنْ beyaniyye, bu hükmün bu ayette olduğu gibi Havle veya benzer kadınlara has olmadığını umumi olduğunu ifade eder. (Âşûr)

 مِنْ نِسَٓائِهِمْ ‘deki  مِنْ  ibtidaiyyedir. (Âşûr)

Ebussuud efendi;  مِنْكُمْ  ifadesiyle Arapların kasdedildiğini, çünkü başka milletlerde bu adet olmadığını söylemiştir. 

İçinizden zıhar yapanlar derken, bu içinizden ifadesiyle Araplar kınanmakta; zıhar alışkanlıkları ayıplanmaktadır; çünkü bu, diğer toplumların değil, sadece bunların Cahilî yemin geleneklerindendi. [Onlar (yani zıhâr yaptıkları eşleri), anneleri değildir.] (Keşşâf)

مَا هُنَّ اُمَّهَاتِهِمْۜ [Kadınlar onların anaları değildir] ayetinden sonra  اِنْ اُمَّهَاتُهُمْ [Onların anaları ancak…] ayetinin zikredilmesi ile ıtnâb yapılmıştır. Bu, konuyu daha geniş bir şekilde açıklamak içindir. (Safvetü’t Tefâsir)

Zevc yerine nisa kelimesinin kullanılması kadınların zıhâr yapamaması nedeniyle olabilir.


اِنْ اُمَّهَاتُهُمْ اِلَّا الّٰٓئ۪ وَلَدْنَهُمْۜ 

 

Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Nefiy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, mübteda ve haber arasındadır. 

Kasrdaki olumlu cümle ‘’anneler sizi doğurandır’’; olumsuz cümle ‘’sizi doğurmayanlar anne değildir’’ şeklindedir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat şeklinde hakîki bir kasrdır.

 اُمَّهَاتُهُمْ  müsnedün ileyh, müennes cem' has ism-i mevsûl  الّٰٓئ۪ , müsneddir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَدْنَهُمْۜ  cümlesi, mevsûlün sılasıdır.

اُمَّهَاتُهُمْ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَا هُنَّ اُمَّهَاتِهِمْۜ  cümlesiyle  اِنْ اُمَّهَاتُهُمْ اِلَّا الّٰٓئ۪ وَلَدْنَهُمْۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Kadınların zıhârla anne olmayacağı, anneliğin sadece doğurmakla olacağı ifade edildiği için selb ve îcab sanatı vardır. (Îrab-Sâfî)


وَاِنَّهُمْ لَيَقُولُونَ مُنْكَراً مِنَ الْقَوْلِ وَزُوراًۜ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ‘nin haberi olan  لَيَقُولُونَ مُنْكَراً مِنَ الْقَوْلِ وَزُوراًۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi, lam-ı muzahlaka ve isnadın tekrarı olmak üzere dört tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنَ الْقَوْلِ  car mecruru mef’ûl olan  مُنْكَراً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.  مُنْكَراً  ve ona matuf olan  زُوراًۜ  kelimelerinin nekreliği kesret ve tahkir ifade eder. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

زُوراًۜ  kelimesi, yalan demektir. Çünkü Arapça'da  الزور  kelimesi, meyletmek anlamına gelir. Yalana zûr denilmesi, yalanın hakikat dışı olduğundan, hakikatten ve gerçekten başka bir şeye meyletmiş olmasındandır. (Rûhu’l-Beyân, Âşûr)

لَيَقُولُونَ - الْقَوْلِ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنَّهُمْ [şüphesiz ki onlar] şeklinde pekiştirme edatının getirilmesi, söz konusu sözün onlar tarafından söylenmiş olduğunu pekiştirmek amacıyla değildir. Asıl sebebi, söyledikleri bu lafın şeriat nezdinde, aklen ve insanın tabiatına göre çirkin olduğudur. Nitekim ayet metninde ”münker-çirkin" kelimesinin elif lamsız getirilmiş olması da buna işaret etmektedir. (Rûhu’l-Beyân)


 وَاِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin ismi  اللّٰهَ , haberi  لَعَفُوٌّ غَفُورٌ ’dur.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنَّ  cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen  اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade cümlenin taşıdığı hükümdür. (Süyûtî, el-İtkan , İtkan, c. 2, s. 176)

Allah’ın  عَفُوٌّ  ve  غَفُورٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ - عَفُوٌّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. 

Bunlar mübâlağa ifade eden kiplerdendir. (Safvetü't Tefasir)

العَفُوّ kelimesi afvın çok olması demektir. Afv da yaptıkları fiil dolayısıyla muaheze edilmemeleridir. Yani münkir ve yalana meylettikleri fiil dolayısıyla affetmek demektir. الغَفُورُ  gufranın çok olmasıdır. Cezalandırma gereken bir fiilin failini affetmek demektir. Gafur vasfının afvdan sonra zikredilmesi tetmimdir. (Âşûr) 

Burada لَعَفُوٌّ غَفُورٌ  ile  مُنْكَراً مِنَ الْقَوْلِ وَزُوراًۜ  arasında mukabele sanatı vardır. (Âşûr)

Bu fasıla gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) 

Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır 

Bu cümle, önceki cümlenin anlamını tekid eden mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatına dahildir.

نِسَٓائِهِمْ  - اُمَّهَاتُهُمْ - وَلَدْنَهُمْۜ  ve  اِنْ - مَا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah zü'lcelâl, zıhar yapan kocanın daha önce işlemiş olduklarını mutlak olarak affedici ve çok bağışlayıcıdır. Burada tövbeye teşvik edilmesinin sebebi, zıharın kötülenmesi ve hoş bir şey olmadığının ifade edilmiş olması dolayısıyladır. (Rûhu’l-Beyân)

 
Mücâdele Sûresi 3. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا فَـتَحْر۪يرُ رَقَـبَةٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۜ ذٰلِكُمْ تُوعَظُونَ بِه۪ۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ  ...


Kadınlarından zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler. İşte bu hüküm ile size öğüt veriliyor. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimseler
2 يُظَاهِرُونَ zıhar eden(ler) ظ ه ر
3 مِنْ
4 نِسَائِهِمْ kadınlarına ن س و
5 ثُمَّ sonra da
6 يَعُودُونَ dönenler ع و د
7 لِمَا şeylere
8 قَالُوا söyledikleri ق و ل
9 فَتَحْرِيرُ hürriyete kavuşturmalıdırlar ح ر ر
10 رَقَبَةٍ bir köle ر ق ب
11 مِنْ
12 قَبْلِ önce ق ب ل
13 أَنْ
14 يَتَمَاسَّا temaslarından م س س
15 ذَٰلِكُمْ budur
16 تُوعَظُونَ size öğütlenen و ع ظ
17 بِهِ onunla
18 وَاللَّهُ Allah
19 بِمَا şeyleri
20 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل
21 خَبِيرٌ haber almaktadır خ ب ر

وَالَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا فَـتَحْر۪يرُ رَقَـبَةٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُظَاهِرُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُظَاهِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

مِنْ نِسَٓائِهِمْ  car mecruru  يُظَاهِرُونَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

يَعُودُونَ  fiil cümlesi atıf harfi  ثُمَّ  ile  يُظَاهِرُونَ  cümlesine matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعُودُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَعُودُونَ  fiiline  mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُوا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

قَالُوا  damme ile merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.   فَـتَحْر۪يرُ  cümlesi  اَلَّذ۪ينَ ‘nin  haberi olarak mahallen merfûdur. ف  zaiddir.  تَحْر۪يرُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Takdiri, عليهم (gerekir) şeklindedir.  رَقَـبَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْ قَبْلِ  car mecruru تَحْر۪يرُ ‘ya mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَتَمَٓاسَّا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)    

يُظَاهِرُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ظهر ’dir.   

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

يَتَمَٓاسَّا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  مسس ‘dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.  


ذٰلِكُمْ تُوعَظُونَ بِه۪ۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  كُمْ  ise muhatap zamiridir.  

تُوعَظُونَ  fiili mübtedanın haberi olup mahallen merfûdur. 

تُوعَظُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla  merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  تُوعَظُونَ  fiiline mütealliktir.

 

وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  خَبِیرٌ ’e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olarak mahallen merfûdur. خَبِیرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

خَبِیرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا فَـتَحْر۪يرُ رَقَـبَةٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۜ 

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki …  اَلَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْكُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الَّذ۪ينَ  mübteda,  فَـتَحْر۪يرُ رَقَـبَةٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۜ  cümlesi haberdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, hatadan kurtarmak için, işin çirkinliğine ve habere dikkat çekmek için olabilir. 

Cem’ müzekker has ism-i mevsûlun sılası olan  يُظَاهِرُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ نِسَٓائِهِمْ  car mecruru  يُظَاهِرُونَ  fiiline mütealliktir.

ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا  cümlesi, tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  لِمَا  ve akabindeki  قَالُوا  cümlesi, masdar tevilinde,  يَعُودُونَ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

ثُمَّ  harfi cümleyi  يُظَاهِرُونَ  cümlesine bağlar. Rütbeten terahi içindir. Hatalarından tariz maksadıyla gelmiştir. (Âşûr)

عاد fiili aslında ayrıldığı yere geri dönmektir. Burada mecazî olarak söylediği sözden geri dönmek olarak kullanılmıştır. Sebep alakası olabilir. (Âşûr)

Ayet metninde geçen  ـتَحْر۪يرُ  herhangi bir kimseyi hür kılmak demektir ki bu, kölenin zıddı demek olur. Ayetin manası buna göre şöyle olur: Kadınlarınızdan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönmek isteyenler için bunun telafisi ya da vacip olan mümin ve salih bir köleyi azad etmektir. (Rûhu’l-Beyân)

فَـتَحْر۪يرُ رَقَـبَةٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّا  cümlesi  اَلَّذ۪ينَ ‘nin haberidir. Cümleye dahil olan  فَـ , tekid için gelmiş zaid harftir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  فَـتَحْر۪يرُ رَقَـبَةٍ  izafeti, takdiri  عليهم (gerekir) olan mahzuf haber için muahhar mübtedadır. 

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması kısa yoldan izah içindir. 

مِنْ قَبْلِ  car mecruru ـتَحْر۪يرُ ‘ya mütealliktir.

Mübtedaya  فَ  gelmesi şart manası içindir. (Alûsî)  فَ  harfi sebep ifade ediyorsa her ilişkide köle azadı gerekir.

رَقَـبَةٍ  kelimesi cüziyet alakasıyla en önemli aza olduğu için mecaz-ı mürseldir. Nekre olduğu için Hanefilere göre mümin olması da gerekmez. Çocuk da olabilir. (Elmalılı) Efraddan herhangi birini ifade için nekre olarak gelmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَتَمَٓاسَّا  cümlesi, masdar tevili ile  قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayeti kerime kadına da yükümlülük getirmekte ve kocası kefaretini vermedikçe kendisine yaklaşmasına izin vermesinin caiz olmayacağını göstermektedir. Çünkü ayeti kerime karı-kocanın her ikisinin kefaretten önce birbirlerine dokunmalarını yasaklamaktadır. (Rûhu’l-Beyân)

يَتَمَٓاسَّا  fiili, cinsel ilişkiden kinayedir.  تفاعل  babında istek manası vardır. 

لِمَا قَالُوا  sözündeki lâm harfi  الى  manasındadır. (Âşûr)

رَقَـبَةٍ - ـتَحْر۪يرُ  ve  قَبْلِ - ثُمَّ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Şayet  اَنْ يَتَمَٓاسَّا [ikisinin cinsel temasta bulunmasından önce] fiilindeki (tesniye) zamirinin mercii sözün delalet ettiği şeydir; yani zıhâr yapan erkek ile kendisine zıhâr yapılan kadın. (Keşşâf)


 ذٰلِكُمْ تُوعَظُونَ بِه۪ۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ذٰلِكُمْ  mübteda,  تُوعَظُونَ بِه۪ۜ  cümlesi haberdir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemine ve yüceliğine işaret eder.  

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İsm-i işarette tecessüm sanatı vardır. Aynı zamanda cümleleri birbirine bağlar.

Emirleri işaret eden  ذٰلِكُمْ ‘de istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)

تُوعَظُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

ذٰلِكُمْ ‘de iltifat sanatı vardır. Gaibden muhataba dönülmüştür. Kefaretin önemi için bu sanat yapılmıştır.

İşaret zamirine bitişen  ك  veya  كُمْ  zamiri umum ifade eder.

Ayet metninde geçen  تُوعَظُونَ  fiilinin kökü olan  الوعظ  kelimesi içinde korkutma da olan vazgeçirme anlamındadır. Buna göre ayetin manası şöyle olur: Söz konusu çirkin fiili işlemekten yasaklandığınız şey budur. Burada bunun belirtilmesinden maksat, böyle bir hükmün verilmesinin amacının büyük bir sevaba vesile olan ve bunun simgesi olan köle azad etmekle sevap elde etmeniz değildir. Tersine, bundan amaç, sizlerin bu köleyi azad etmeyi gerekli kılan fiili yapmaktan yasaklanmanız ve engellenmenizdir. (Rûhu’l-Beyân, Âşûr)


وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ

 

وَ , stînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اَللّٰهُ  mübteda,  خَب۪يرٌ۟  haberidir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِمَا , ihtimam için amili olan  خَب۪يرٌ ‘a takdim edilmiştir.

Mecrur mahaldeki mevsûl  بِمَا  haber olan  خَب۪يرٌ ’e mütealliktir. Sılası olan  تَعْمَلُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  خَب۪يرٌ۟  mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. (Âşûr) Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Bu ayette ibda’ denilen pek çok sanatın bir arada bulunması söz konusudur. Birinci ayetin sonundaki kelimeyle bu ayetin son kelimesi yani  خَب۪يرٌ  ve  بَص۪يرٌ  arasında, vezin ve son harfler aynı olduğu için mütevazi seci vardır.  غَفُورٌ  ile  خَب۪يرٌ  arasında ise murassa seci vardır.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in  birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Mücâdele Sûresi 4. Ayet

فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۚ فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَاِطْعَامُ سِتّ۪ينَ مِسْك۪يناًۜ ذٰلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...


Kim (köle azat etme imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ard arda iki ay oruç tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır. Bunlar, Allah’a ve Resûlüne hakkıyla iman edesiniz, diyedir. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kâfirler için elem dolu bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنْ kimse
2 لَمْ
3 يَجِدْ imkan bulamayan و ج د
4 فَصِيَامُ oruç tutmalıdır ص و م
5 شَهْرَيْنِ iki ay ش ه ر
6 مُتَتَابِعَيْنِ aralıksız olarak ت ب ع
7 مِنْ
8 قَبْلِ önce ق ب ل
9 أَنْ
10 يَتَمَاسَّا temaslarından م س س
11 فَمَنْ kimse
12 لَمْ
13 يَسْتَطِعْ (buna) gücü yetmeyen ط و ع
14 فَإِطْعَامُ doyurmalıdır ط ع م
15 سِتِّينَ altmış س ت ت
16 مِسْكِينًا fakiri س ك ن
17 ذَٰلِكَ bunlar
18 لِتُؤْمِنُوا inanmanız içindir ا م ن
19 بِاللَّهِ Allah’a
20 وَرَسُولِهِ ve Elçisine ر س ل
21 وَتِلْكَ ve bunlar
22 حُدُودُ sınırlarıdır ح د د
23 اللَّهِ Allah’ın
24 وَلِلْكَافِرِينَ ve kafirler için vardır ك ف ر
25 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
26 أَلِيمٌ acıklı ا ل م

فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۚ 

 

فَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَمْ يَجِدْ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَجِدْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.   

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  صِيَامُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Takdiri,  عليه (gerekir) şeklindedir.  شَهْرَيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için cer alameti ى ‘dir.  مُتَتَابِعَيْنِۘ  kelimesi  شَهْرَيْنِ ’nin sıfatı olup cer alameti  ى ‘dir.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  صِيَامُ ‘ya mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَتَمَٓاسَّا  fiili  نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَاِطْعَامُ سِتّ۪ينَ مِسْك۪يناًۜ

 

فَ  atıf harfidir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَمْ يَسْتَطِعْ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَسْتَطِعْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِطْعَامُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Takdiri,  عليه (gerekir)  şeklindedir.  سِتّ۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.  مِسْك۪يناً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.  قُوَّةً  melfûz mümeyyezdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


ذٰلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

لِ  harfi,  تُؤْمِنُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf habere mütealliktir. 

 اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُؤْمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُوا  fiiline  mütealliktir. 

رَسُولِه۪  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هٍ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

 وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buûd yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

حُدُودُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

 

وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. لِلْكَافِر۪ينَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatı olup lafzen merfûdur.

لْكَافِر۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  فَمَنْ لَمْ يَجِدْ  şart cümlesi isim cümlesi formunda gelmiştir.

Şart ismi  مَنْ  mübteda,  لَمْ يَجِدْ  cümlesi haberdir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّا , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ  izafeti muahhar mübtedadır. Haber mahzuftur. Takdiri  عليه (gerekir) olan haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Abes sözden kaçınmak için hazf edilmiştir. 

Müsnedün ileyh olan  فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ ‘nun izafetle marife oluşu veciz ifade içindir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır 

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

مُتَتَابِعَيْنِ  kelimesi  شَهْرَيْنِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki   يَتَمَٓاسَّا  cümlesi, masdar tevili ile  قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَتَمَٓاسَّا  fiili, cinsel ilişkiden kinayedir. تفاعل  babında istek manası vardır.


 فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَاِطْعَامُ سِتّ۪ينَ مِسْك۪يناًۜ

 

فَ , atıf harfidir. Hükümde ortaklık nedeniyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,  لَمْ يَسْتَطِعْ  şart cümlesidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاِطْعَامُ سِتّ۪ينَ مِسْك۪يناً , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِطْعَامُ  mübtedadır.  سِتّ۪ينَ muzâfun ileyhtir. Haber mahzuftur. Takdiri عليه (gerekir) dir.  مِسْك۪يناً  temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî veya temyizi tekid kabul edilirse talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Kefaretin bütün kısımları sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.

مِسْك۪يناً  kelimesindeki nekrelik herhangi bir manasında nev ifade eder.

اِطْعَامُ - صِيَامُ  arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Birbirine matuf iki şart cümlesinin cevabı da haber cümlesi olmasına rağmen emir anlamındadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına olarak vaz edildiği anlamın dışında mana kazandığı için cümleler, lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayet metninde geçen  الاطعام  kelimesi, başkasını yedirmek demektir.  

المسكين  kelimesi, hiçbir şeyi olmayan, ya da kendisine yeterli malı olmayan kimse, fakirliğin kendisini durdurduğu yani hareketini azalttığı kimse demektir. Yine miskin, Kamusun işaret ettiği gibi zelil ve zayıf olan kimse demektir. Özellikle miskinin belirtilmesi onun zekat verilmesi caiz olan diğer kimseler arasında sadakaya en layık olan kişi olduğu içindir. (Rûhu’l-Beyân, Âşûr)


ذٰلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ 

 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek ve teşvik  içindir.

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ ‘nin mübteda olduğu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, harf-i cerle birlikte mahzuf habere mütealliktir. Haberin takdiri  واقع (Vuku bulmuştur.) ‘dir

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir.  رَسُولِه۪ , lafza-i celâle matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.

رَسُولِ - للّٰهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَسُولِه۪ۜ ‘nun lafz-ı celâle atfı, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.


 وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تِلْكَ  mübteda,  حُدُودُ اللّٰهِۜ  izafeti haberdir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İşaret edilen Allah’ın koymuş olduğu kurallardır. 

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında tazim ifade eder. Çünkü müsned lafza-i celâle muzâf olmak suretiyle şeref kazanmış ve müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir. 

تِلْكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Veciz ifade kastına matuf  حُدُودُ اللّٰهِۜ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  حُدُودُ , şan ve şeref kazanmıştır.

 حُدُودُ اللّٰهِۜ  [Allah’ın sınırları] 'dan murad, Allah'ın zikredip açıkladığı ölçü ve miktarlardır. Bir şeyin hududu (sınırı), kendisi ile başka şeylerden ayrıldığı taraftır. حدود الدار (evin sınırları) ifadesi de bu manadadır. Birşeyin hakikatine delalet eden söz de “o şeyin haddi (sınırı)” diye adlandırılır. Çünkü o söz, ifade ettiği hükmün içine başkasının girmesine mani olur. “Başkası” ise o sözün dışında kalan her şeydir. (Fahreddin er-Râzî, Nisa/13)

حدود ; haddin حدّ (sınırın) çoğuludur ki had, onu başka bir yerden ayıran, tecavüzü engelleyen bir mekan zarfıdır. Bu kelime burada temsil yoluyla ihlal etmenin caiz olmadığı amel için kullanılmıştır. (Âşûr, Nisa/13)

حُدُودُ  kelimesi  حد  kelimesinin çoğuludur.  حد  sözlükte menetmek ve iki şeyi birbirine karışmaktan alıkoyan engel anlamındadır. Zina ve içki cezası olarak haddu z-zina ve haddii'l-hamr denilmesi, bu cezanın böylesi fiilleri âdet haline getirmiş olan kimseye engel olması sebebi iledir. (Rûhu’l-Beyân, Âşûr)

تِلْكَ - ذٰلِكَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

وَ  ile önceki istînâf cümlesine matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلْكَافِر۪ينَ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.

عَذَابٌ  için sıfat olan  اَل۪يمٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

عَذَابٌ - اَل۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَافِر۪ينَ - تُؤْمِنُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

3. ayetle birlikte bu ayette bir konuyu anlatırken onunla ilgili her şeyi teferruatıyla anlatma sanatı olan istiksâ vardır.

ذٰلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ  cümlesiyle,  وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  Yüce Allah'ın bu şekilde ifade etmesi yapılan hareketin çok çirkin ve ağır olduğunu vurgulamak içindir. Ayette geçen  اَل۪يمٌ  kelimesi, elem verici, acı verici demektir. Ya da elem ve acı içinde kıvranan azap demektir. Bu takdirde acı ve elem çekmek, mecazen ve mübalâğa olsun diye azap kelimesine isnad edilmiş olur. Bu durumda acı ve elem öyle bir acı ve elem olmuş olur ki, azabın kendisi bile şiddet ve derece açısından bizzat kendisinden acı çekmiş olmaktadır. Bu azabın kâfirlere verileceğinin ifade edilişi, müminleri itaate teşvik anlamını taşımaktadır. (Rûhu’l-Beyân)

 
Mücâdele Sûresi 5. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌۚ  ...


Allah’a ve Resûlüne düşmanlık edenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Oysa biz apaçık âyetler indirdik. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 يُحَادُّونَ karşı gelen(ler) ح د د
4 اللَّهَ Allah’a
5 وَرَسُولَهُ ve Elçisine ر س ل
6 كُبِتُوا tepeleneceklerdir ك ب ت
7 كَمَا gibi
8 كُبِتَ tepelendikleri ك ب ت
9 الَّذِينَ kimselerin
10 مِنْ
11 قَبْلِهِمْ kendilerinden önceki ق ب ل
12 وَقَدْ ve andolsun
13 أَنْزَلْنَا biz indirdik ن ز ل
14 ايَاتٍ ayetler ا ي ي
15 بَيِّنَاتٍ açık açık ب ي ن
16 وَلِلْكَافِرِينَ ve kafirler için vardır ك ف ر
17 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
18 مُهِينٌ küçük düşürücü ه و ن
 

“Allah’a ve resulüne karşı gelenler” ifadesi bu tavır içinde bulunan herkesi kapsamakla beraber, burada Hz. Peygamber’in mesajını rahat bir şekilde tebliğ etmesini engellemeye ve onu çarpıtmaya çalışan, peygambere ve müslümanlara karşı komplolar hazırlayan münafıklara (veya 8. âyetin tefsirinde açıklanacağı üzere hem münafıklara hem de iş birliği yaptıkları yahudilere) yöneltilmiş özel bir uyarı bulunduğu anlaşılmak­tadır. Nitekim sûrenin bundan sonraki âyetlerinde ağırlıklı olarak bu konu üzerinde durulacaktır. 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 266

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.   İsm-i mevsûlun sılası يُحَٓادُّونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يُحَٓادُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

رَسُولَهُٓ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كُبِتُوا  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  كُبِتُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  كَ  harfi ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كُبِتَ ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

كُبِتَ  fetha üzere mebni meçhul, mazi fiildir. Naib-i faili cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ  olup mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُحَٓادُّونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi  حدد ’dir.

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


 وَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۜ

 

اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ  hal cümlesi olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَنْزَلْـنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اٰيَاتٍ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  بَيِّنَاتٍ  kelimesi  اٰيَاتٍ ’nin sıfatı olup kesra ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْـنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌۚ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لِلْكَافِر۪ينَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  مُه۪ينٌۚ  ise  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatı olup lafzen merfûdur. 

لْكَافِر۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ 

 

Ayet istînafiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi muhatabın mevsûlün sılası hakkında bilgisi olduğunu göstermektedir.

Bazı alimler der ki: ”Ayetin orjinal metninde yer alan  المحادة  kelimesi, ‘demir’ anlamına gelen  الحديد  hadîd kelimesinden türemedir. Burada maksat demirle karşı koymak demektir. Kullanılan bu demir, ister gerçekten demir olsun isterse demirle yapılan mücadeleye benzeyen şiddetli bir çekişme ve münakaşa tarzında olsun farketmez. Bazı âlimlere göre ayetin manası şöyledir: ”Allah ve Resulüne karşı, onların çizmiş olduğu sınırlardan başka sınırlar çizenler ve tercih edenler, demektir." Burada, şeriatın çizmiş olduğu sınırlara aykırı olarak bir takım emirler ve yasaklar getiren ve adına ‘kanun’ diyen kötü idareciler ve yöneticilere büyük bir tehdit vardır. (Rûhu’l-Beyân)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.

رَسُولِ - للّٰهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَسُولِه۪ۜ ‘nun lafz-ı celâle atfı, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Teşbih harfi  ك  ile mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا , amili olan  كُبِتَ  fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir.  ما ’nın sılası olan  كُبِتَ  cümlesi masdar tevilinde, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Yani ; كبتوا كبتا مثلَ كبت الذين (Tepetaklak atılan kişiler gibi tepetaklak atıldılar) şeklindedir.

كُبِتَ  fiilinin naib-i faili konumunda olan cemi müzekker has ismi mevsul  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Her iki ism-i mevsûl de tahkir içindir. الَّذ۪ينَ ‘in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh birinci ism-i mevsûl, müşebbehe bih ikinci ism-i mevsûldür.

كُبِتَ - كُبِتُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ ibaresi ile Hendek Savaşı kasdedilmiştir. Maksat, münafıklardır. (Âşûr) 

كُبِتَ  fiili mazi gelmiş, müstakbel manasında kullanılmıştır. Kesinlik ifadesi için bu uslûb tercih edilmiştir. Bunun delili de haberin  اِنَّ  ile tekid edilmesidir. Çünkü geçmişte olan bir olay inkar edilmeyeceği için tekid edilmesine gerek yoktur. (Âşûr)

Allah’a düşmanlık için يُحَٓادُّونَ  fiilinin kullanılması savaş aletleri için demir hammaddesiyle yapılmış aletler kullanılması sebebiyle olduğu söylenmiştir. Kılıç, zırh, kalkan vs. burada Beyzâvî şöyle demiştir: önceki ayette geçen  حُدُودُ اللّٰهِۜ  tabirine münasip olması için meşakkat veya muâdât kelimeleri yerine muhâddât kelimesi kullanıldı. (Bu nedenle lafız mana uyumu murâatu-n nazîr sanatı vardır. (F.Serap Karamollaoğlu, Alûsî, Sabuni) 

Müfredât'da şunlar yazılıdır: الكبت , şiddetle ve küçük düşürerek reddetmek ve kovmak demektir." el-Kâmus'a göre  الكبت  kelimesi, birisini yere sermek, rezil rüsva etmek, kovmak, düşmanı kini ile birlikte savuşturmak ve alçaltmak demektir.

İbn Şeyh der ki: ”Bu ifade kâfirlere beddua ve ileride olacak şeyi 'dili geçmiş zaman kipi' kullanılmak sureti ile haber vermek demektir. Fiilin kipinin geçmiş zaman kullanılması azaltılacaklarının kesinliğinden dolayıdır. Buna göre ayetin manası şu şekilde olur: Allah'a ve Resulüne karşı gelenler alçaltılacaklardır. Bunların arasına bütün kâfirler ve münafıklar da dahildir. Kâfirler açıkça ve gizlice Yüce Allah'a düşmanlık ettiklerinden dolayı alçaltılacaklar, münafıklar ise gizliden gizliye karşı gelmeleri sebebi ile onlara dahil olacaklardır." (Rûhu’l-Beyân, Âşûr)


وَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۜ 

 

وَ , haliyyedir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Cümlenin başındaki  قَدْ  tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  قَدْ  mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.

اَنْزَلْـنَٓا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine dönüş şeklinde iltifat sanatı vardır.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

الانزال ; yani indirmek, bir şeyi yukarıdan aşağıya nakletmek demektir. Bu da her hangi cisme sahip olan varlıklar hakkında düşünülebilir. Oysa ayetler herhangi maddi bir cisme sahip olmayan söz ve kavramdan ibarettirler. Bunları indirmekten maksat, Yüce Allah'tan vahiy alan meleği indirmek ve onu Allah'ın kuluna göndermektir. Ya da maksat, istiare yoluyla indirmek ve ulaştırmak demektir. (Rûhu’l-Beyân)

بَيِّنَاتٍ , mef’ûl olan  اٰيَاتٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اٰيَاتٍ  âmme bir lafızdır. Birçok yerde olduğu gibi sadece beyyinât şeklinde sadece sıfatıyla değil  اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۜ  şeklinde sıfat-mevsûf olarak gelmiştir. 

اٰيَاتٍ  kelimesindeki tenvin nev, tazim ve kesret içindir. 


 وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌۚ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلْكَافِر۪ينَ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.

الكافرين deki tarif cins içindir. Tüm kafirleri kapsar. (Âşûr)

عَذَابٌ  için sıfat olan  مُه۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُه۪ينٌۚ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

عَذَابٌ - مُه۪ينٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kafirlerin kelimesinin başındaki elif-lam; istiğrak manasında cins içindir. (Âşûr)

Bu cümlede müminleri tazim manası da vardır. Bunun için idmâc sanatı vardır.

مُه۪ينٌ  vasfı da ihanet ve zillet manası taşıyan  كُبِتَ  fiiline münasiptir. (Âşûr) Mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in başka surelerinde de aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Bazı alimler der ki: ”Yüce Allah'ın kâfirlere verilecek olan azabı, ilkin  اَل۪يمٌ  acı ve elem verici olarak ve sonra da  مُه۪ينٌۚ  küçük düşürücü şeklinde nitelemesi, önce onlara elem ve azabın verileceği sonra da bu sebeple küçük düşürülecekleri içindir." (Rûhu’l-Beyân)

 
Mücâdele Sûresi 6. Ayet

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ اَحْصٰيهُ اللّٰهُ وَنَسُوهُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ۟  ...


Allah’ın onları hep birden diriltip yaptıklarını kendilerine haber vereceği günü hatırla. Allah onları sayıp zaptetmiş, onlarsa bunları unutmuşlardır. Allah, her şeye şahittir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ gün ي و م
2 يَبْعَثُهُمُ tekrar dirilteceği ب ع ث
3 اللَّهُ Allah
4 جَمِيعًا onların hepsini ج م ع
5 فَيُنَبِّئُهُمْ kendilerine haber verecektir ن ب ا
6 بِمَا ne
7 عَمِلُوا yaptıklarını ع م ل
8 أَحْصَاهُ onu saymıştır ح ص ي
9 اللَّهُ Allah
10 وَنَسُوهُ onlar ise onu unutmuşlardır ن س ي
11 وَاللَّهُ ve Allah
12 عَلَىٰ üzerine
13 كُلِّ her ك ل ل
14 شَيْءٍ şey ش ي ا
15 شَهِيدٌ şahiddir ش ه د

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ 

 

يَوْمَ  zaman zarfı  مُه۪ينٌ ‘e  müteallik olup fetha ile mansubdur.  يَبْعَثُهُمُ  başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَبْعَثُهُمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  جَم۪يعاً  kelimesi  يَبْعَثُهُمُ ‘deki zamirden hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُنَبِّئُهُمْ  atıf harfi  فَ  ile  يَبْعَثُهُمُ ‘e matuf olup mahallen mecrurdur.

Fiil cümlesidir.  يُنَبِّئُهُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  بٍ  harf-i ceriyle birlikte يُنَبِّئُهُمْ' a mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  عَمِلُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.  عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 


اَحْصٰيهُ اللّٰهُ وَنَسُوهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  اَحْصٰيهُ  fiili  ى  üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 

نَسُوهُ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. نَسُوهُ  fiili damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir   هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.

عَلٰى كُلِّ  car mecruru  شَه۪يدٌ۟ ’e mütealliktir.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَه۪يدٌ۟  ise haber olup lafzen merfûdur. 

شَه۪يدٌ۟  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ 

 

Önceki ayetin devamı olan cümlede  يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki  مُه۪ينٌ ‘e  mütealliktir. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması korku ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

جَم۪يعاً  tekid için gelmiş haldir. Biset edilmemiş kimse kalmayacak demektir. Ya da tekid için değildir, onların hepsinin bir anda biset edileceğini anlatır. (Alûsî)

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ  [Allah’ın onları dirilteceği gün] cümlesinin başındaki  يَوْمَ ; ya “o inkârcı nankörler için” ifadesiyle veya “alçaltıcı” ifadesiyle yahut o günü azametli kılmak için gizlenmiş bir “Hatırla” emriyle mansubdur. (Keşşâf)

فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  بِمَا , harf-i cerle birlikte  يُنَبِّئُهُمْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  عَمِلُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

 هُمْ ’lerde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

 اَحْصٰيهُ اللّٰهُ وَنَسُوهُۜ 

 

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması korku ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Aynı üsluptaki  وَنَسُوهُ  cümlesi, وَ  ile  اَحْصٰيهُ اللّٰهُ  cümlesine atfedilmiştir.

اَحْصٰيهُ اللّٰهُ  istînâftır. Önceki cümleden kaynaklanan soruya cevaptır. (Alûsî)

وَنَسُوهُۜ  cümlesiاَحْصٰي  fiilinin mefulünün halidir. Unuttukları için Allah yaptıklarını sayacak ve cezayı hakettiklerini onlara gösterecektir. Böylece azarlama ve utanma manaları da kuvvetlendirilmiş olur. (Âlusi)

اَحْصٰي  ile  نَسُو  arasında îham-ı tezad sanatı vardır.

Râgıb der ki:  الاحصاء  ”İhsa demek, herhangi bir şeyin tam olarak kaç adet olduğunu bilmek demektir. Bu ifadenin kullanılmış olmasının sebebi, onların parmakla saymaya itimat etmelerinden ve güvenmelerinden dolayıdır."

Bazı alimler der ki:  الاحصاء  ”İhsa, kuşatarak ve zabt altına alarak bir şeyi saymak demektir. Kelimenin aslı çakıl taşlarını, tam olarak kaç tane olduğunu tespit için saymak demektir. Kelime bu hali ile saymak anlamına gelen öteki  عد  kelimesinden daha özel bir mana ifade etmektedir." (Rûhu’l-Beyân)

Cenâb-ı Hak daha sonra,  وَنَسُوهُۜ  "Onlarsa bunu unutmuşlardı" buyurmuştur. Çünkü onlar, bu amelleri önemsemediler, küçümsediler ve gevşek davrandılar ve böylece gerçekten onları unuttular. Halbuki "Allah her şeye hakkıyla şahittir". O’na, kesinlikle hiçbir şey gizli kalmaz. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ۟

 

Cümle ta’liliyye olan önceki cümleye matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan  ٱللَّه  ismiyle gelmesi, tazim ve mehabet duyguları uyandırmak içindir.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdimi kasr ifade etmiştir. Bu cümle mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. 

Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. شَيْءٍ ’deki nekrelik, kesret, tazim ve nev ifade eder.

شَه۪يدٌ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

جَم۪يعاً - كُلِّ شَيْءٍ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cümle, mesel tarikinde tezyîl olarak ıtnâb sanatıdır.

Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelir. Bu cümlede olduğu gibi mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetin fasılası, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

شَه۪يدٌ۟  kelimesi, ‘bulunan, hazır olan’ anlamına gelen  الشاهد  şahit manasınadır. Şu halde günahların hatırlanması, bunlara ağlanıp göz yaşı dökülmesi ve her şeyi yazıp asla unutmayan Yüce Allah'a bütün herkesin gözü önünde günahlarında ısrar edenlerin rezil rüsvay olacağı ve kullardan hiçbir dua ve mazeretin asla kabul edilmeyeceği gün gelip çatmadan önce tövbe etmek şarttır. Şurasını iyi bilmek gerekir ki, Allah'ın şahit olması demek, Allah'ın yapılan bütün günahların işlendiği esnada hazır ve mevcut olması demektir. Fakat bu hazır oluş maddî olarak var olmak değil, ilmen şahit olmaktır. (Rûhu’l-Beyân)

 
Günün Mesajı
Mücadele Sûresi bir kadının efendimizle gizlice konuşarak Allah'a şikayette bulunmasını anlatarak başlamıştır. Dikkatle bakıldığında 3 sayfalık sûre boyunca çeşitli fısıldaşmalar zikredilmiştir. Kur'ân'da bu kadar çok yer verilmiş başka bir davrani sekli yoktur. O halde bu konuya önem verelim ve fısıldaşmaktan, yani başkalarının yanında gizlice konuşmaktan kaçınalım.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Kur’an-ı Kerim’i ve Rasulullah (sav)’in hayatını okuyan, İslam’ın prensiplerini ve ilmihal bilgilerini öğrenen ve onlarla amel etmeye çalışan kişi bilir ki; Allah yolunda yürüyen insan her şeyiyle değerlidir. Her sözünün ve hareketinin bir kıymeti vardır. 

O yüzden de; İslam’ın gölgesi, insan hayatının her noktasını şekillendirecek genişliğe sahiptir. Tuvalet adabından başlayarak sinirlendiği zaman ağzından çıkanlara dikkat edebileceği ve belli sınırların dışına çıkmaması gerektiği öğretilir. Zor durumlarda ya da hataya düştüğü zamanlarda da çıkış yolu gösterir. Yani hiçbir şey için boşver gitsin denilmemiştir. 

Zira; insan, Allah’ın izniyle, İslam ile terbiye olarak değerini arttırma ve Allah katındaki derecesini yükseltme imkanına sahiptir. Eğer insan evladı, şımarmadan ve kibirlenmeden, Allah’ın rahmeti olan bu değerin kıymetini bilse, ona (bu değere) zarar verme korkusuyla ve Allah katında değerlenme heyecanıyla yaşasa dünya hayatı başkalaşır, bereketlenir ve güzelleşir.

Ey her şeyi işiten ve gören; her halimizi ve ihtiyacımızı bilen Allahım! Yalnız Sana sığınır ve yalnız Senden isteriz. Yaratılışımız Senden, dönüşümüz Sana’dır. Sahip olduğumuz kabiliyetlerin ve nimetlerin şükrünü ederek, rahmetin ile rızanı kazanmamızı nasip eyle. Senin katında değersizleşenlerden ve değersizleşmekten muhafaza buyur. Yeryüzünde attığımız her adımda, aldığımız her kararda ve konuştuğumuz her anda; Sana kulluk etmek için yaşadığımızı hatırlayanlardan eyle. Dünyada ve ahirette, bize razı olduğun kullarını dost eyle ve bizi de onların arasına kat.

Amin.

***

Duymak nefsin hoşuna gitmese de yapılan her seçimin büyük ya da küçük, maddi ve manevi bir sonucu vardır. Her hareketinde Allah’ın rızasını kazanmayı uman bilir ki amelleri ile Allah katında daha yükseğe taşınır ya da alçaltılır. Belki de hangisini istediğini kendisine devamlı sormalıdır.

Çeşitli vesilelerle devamlı dünyaya çağrılır. Niyetleri bulanır, zorluklarla güçlenir. Hatalarla sarsılır, heveslerle tökezler. Bazen ne istediğini bilir, bazen de bildiğini zanneder. Nefsinin verdiği sözlere inanmak hoş gelir. Bu yüzden de ömrü hep bir çeşit mücadele ile geçer. 

Kelimelerinin, adımlarının ve kararlarının kendisini zamanla şekillendiren bir öneme sahip olduğunu idrak ettiği zaman dilini, bedenini, kalbini ve aklını sakınır. Zira o yaşadığı her an Allah’a yaklaşma veya -Allah muhafaza- O’ndan uzaklaşma fırsatına sahiptir. 

Ey Allahım! Bizi, Senin rızana uygun şekilde konuşanlardan ve yürüyenlerden eyle. Görüşümüzü netleştir. İdrakımızı keskinleştir. Ahlakımızı güzelleştir. İmanımızı kuvvetlendir. Bizi, Senin katındaki halimizi alçaltacak amellerden uzaklaştır ve iki cihanda da nice ferahlık sebebi hayırlarla Sana ve Senin sevdiklerine yaklaştır.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji