بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوٰى ثَلٰثَةٍ اِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ وَلَا خَمْسَةٍ اِلَّا هُوَ سَادِسُهُمْ وَلَٓا اَدْنٰى مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْثَرَ اِلَّا هُوَ مَعَهُمْ اَيْنَ مَا كَانُواۚ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi? |
|
3 | أَنَّ | şüphesiz |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | يَعْلَمُ | bilir |
|
6 | مَا | olanı |
|
7 | فِي |
|
|
8 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
9 | وَمَا | ve olanı |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الْأَرْضِ | yerde |
|
12 | مَا |
|
|
13 | يَكُونُ | olmaz ki |
|
14 | مِنْ | hiç |
|
15 | نَجْوَىٰ | gizli konuşan |
|
16 | ثَلَاثَةٍ | üç kişi |
|
17 | إِلَّا | mutlaka |
|
18 | هُوَ | O’dur |
|
19 | رَابِعُهُمْ | dördüncüleri |
|
20 | وَلَا | ve olmasa |
|
21 | خَمْسَةٍ | beş kişi |
|
22 | إِلَّا | mutlaka |
|
23 | هُوَ | O’dur |
|
24 | سَادِسُهُمْ | altıncıları |
|
25 | وَلَا | ve olmasa |
|
26 | أَدْنَىٰ | daha az |
|
27 | مِنْ | -ndan |
|
28 | ذَٰلِكَ | bu- |
|
29 | وَلَا | ve olmasa |
|
30 | أَكْثَرَ | daha çok |
|
31 | إِلَّا | mutlaka |
|
32 | هُوَ | O |
|
33 | مَعَهُمْ | onlarla beraberdir |
|
34 | أَيْنَ | nerede |
|
35 | مَا |
|
|
36 | كَانُوا | bulunsalar |
|
37 | ثُمَّ | sonra |
|
38 | يُنَبِّئُهُمْ | onlara haber verir |
|
39 | بِمَا | şeyleri |
|
40 | عَمِلُوا | yaptıkları |
|
41 | يَوْمَ | günü |
|
42 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
43 | إِنَّ | çünkü |
|
44 | اللَّهَ | Allah |
|
45 | بِكُلِّ | her |
|
46 | شَيْءٍ | şeyi |
|
47 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Bu ve devamındaki âyetlerde, Resûlullah dönemindeki bazı olaylar ışığında İslâm’ın bir kısım temel inanç ve ahlâk ilkeleri işlenmekte, müslümanların bu ilkelere uygun muaşeret kuralları oluşturmaları için örnek verilmekte; toplumsal huzur, bireyler arası sevgi ve saygının korunup geliştirilmesi açısından önem taşıyan bu kurallara uymanın kişilerin Allah katındaki derecelerini de yükselteceği belirtilmektedir.
Bu âyetlerde işlenen konulardan ilki, birkaç kişinin bir araya gelip gizli görüşmeler yapması ve başkalarının bulunduğu ortamlarda fısıltıyla konuşmalarıdır. Âyetlerde bu tutum ve eylemden necvâ masdar ismi ve aynı kökten türetilen fiiller kullanılarak söz edilmiştir. İnsanların böyle bir yöntem izlemelerinin genellikle başkalarında tecessüs hatta tedirginlik meydana getirmesi tabiidir ve bu yüzden dostlukların zedelendiği yahut husumetlerin doğduğu bilinmektedir. Bu gerçek karşısında Kur’an-ı Kerîm değişik vesilelerle, gizli görüşmeler yapmaktan ve fısıltıyla konuşmaktan olumsuz biçimde söz etmiş, fakat bunu haklı kılan sebepleri istisna etmiş ve bütün durumları kapsayan kesin bir yasak koymamıştır (bk. Nisâ 4/114).
Sûrenin ilk âyetinde Allah Teâlâ’nın, kendisine zıhâr yapılan kadınla Resûlullah arasında geçen konuşmayı işittiği ve 6. âyette inkârcıların yapıp ettiklerini bir bir kendilerine haber vereceği, çünkü O’nun her şeye tanık olduğu belirtilmişti. Sûrenin bu bölümünün mukaddimesi mahiyetindeki 7. âyette de, –gizli konuşanların sayılarıyla ilgili örnekler verilerek somut bir tasavvura da imkân sağlanmak suretiyle– yüce Allah’ın göklerde ve yerde olan her şeyi bildiği, bu şekilde konuşanların sayısı ne olursa olsun, seslerini ne kadar alçaltmış olurlarsa olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, O’nun bunlardan haberdar olduğu ve kıyamet günü kendilerine bunları hatırlatacağı bildirilmekte, böylece İslâm inançlarının esaslarından olan “Allah’ın ilmine sınır bulunmadığına iman etme” ilkesine vurgu yapılmaktadır (âyetteki sayıların özellikle seçilmiş olmasına dair bazı yorumlar da yapılmıştır, bk. Râzî, XXIX, 264-265; Elmalılı, VII, 4786-4788). Zemahşerî, Rebîa b. Amr ve kardeşi Habîb b. Amr ile Safvân b. Ümeyye arasında geçen bir konuşmayı bu âyetin iniş sebebi olarak zikretmektedir (IV, 74); İbn Âşûr ise bunların ashaptan sayıldıklarını, halbuki âyetin münafıklar ve yahudiler veya sadece münafıklar hakkında olduğunu, muhtemelen bu olayı anlatan râvinin Fussılet 41/22. âyetiyle bu âyetin iniş sebeplerini karıştırarak aktardığını belirtir (XXVIII, 26-27).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 268-269Kevene كون :
كانَ geçmiş zamanı bildiren bir fiildir. Yüce Allah'ın vasfedildiği yerlerin çoğunda ezelilik anlamıyla ilgili bilgi verir.
Bir nesnenin cinsi/türü anlatılırken onun bir vasfı hakkında kullanıldığında bu vasfın kendisinin lâzımı olup ondan çok nadir ayrıldığına dair bir dikkat çekme anlamı taşır.
كانَ fiilinin kullanıldığı geçmiş zamanın çok önceleri geçmiş olmasıyla bu fiilinin kullanıldığı zamandan hemen önce meydana gelmiş olması arasında hiçbir fark yoktur.
Son olarak Kur'an-ı Kerim'de de geçen إسْتَكانَ فُلانٌ formunun anlamı 'Falan kişi alçakgönüllülük, tevazu ya da itaatkarlık ve zelillik, horluk, hakirlik izhar etti' demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle türevleriyle 1390 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri mekân, tekvin, tekevvün, kâinat ve yekundur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel تَرَ filinin iki mef’ûlü yerinde olarak mahallen mansubdur. تَرَ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâli أَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. يَعْلَمُ fiili أَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَا müşterek ism-i mevsûl يَعْلَمُ fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. مَا فِي الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوٰى ثَلٰثَةٍ اِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ وَلَا خَمْسَةٍ اِلَّا هُوَ سَادِسُهُمْ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَكُونُ tam fiil olup damme ile merfû muzari filidir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. نَجْوٰى lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur. ثَلٰثَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. نَجْوٰى maksur isimdir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin nekre halinde sonundaki elif-i maksure kelimenin kök harflerinden biriyse bütün îrab halleri takdiren olur ve tenvinli fetha ile yazılır ve okunur. Eğer ki kök harflerinden biri değilse bütün îrab halleri yine takdiren olur, ancak tek fetha ile yazılır ve okunur. Çünkü sondaki illet harfi ilave olunca kelime gayri munsarif olup cer ve tenvini kabul etmez. Buradaki نَجْوٰى kelimesi illet harfi ilave olunan gayri munsarif bir kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ nefî, nehiy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )
اِلَّا hasr edatıdır. هُوَ رَابِعُهُمْ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. رَابِعُهُمْ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. خَمْسَةٍ atıf harfi وَ ‘la نَجْوٰى ‘ya matuftur. اِلَّا hasr edatıdır. هُوَ سَادِسُهُمْ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. سَادِسُهُمْ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَٓا اَدْنٰى مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْثَرَ اِلَّا هُوَ مَعَهُمْ اَيْنَ مَا كَانُواۚ
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اَدْنٰى atıf harfi وَ ‘la نَجْوٰى ‘ya matuftur. مِنْ ذٰلِكَ car mecruru اَدْنٰى ‘ya mütealliktir.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اَكْثَرَ atıf harfi وَ ‘la اَدْنٰى ‘ya matuftur. اِلَّا hasr edatıdır. هُوَ مَعَهُمْ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَعَ mekân zarfı mahzuf habere mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَيْنَ mekân zarfı مَا zaiddir. كَانُوا fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَانُوا tam fiil olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَدْنٰى - اَكْثَرَ kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. يُنَبِّئُهُم atıf harfi ثُمَّ ile مَا كَانُواۚ ‘ya matuftur.
Fiil cümlesidir. يُنَبِّئُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَا masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle يُنَبِّئُهُمْ fiiline mütealliktir.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يَوْمَ zaman zarfı يُنَبِّئُهُمْ fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يُنَبِّئُهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ‘e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede hemze takriri veya inkârî istifham harfidir. Menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ‘nin dahil olduğu اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ cümlesi, masdar teviliyle تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اَنَّ ’nin haberi olan يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَعْلَمُ fiilinin mef’ûlu konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın, sıla cümlesi mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gökyüzü ve yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mekânlardaki herşeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
السَّمٰوَاتِ’ tan sonra الْاَرْضِ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
مَا فِي car mecrurunun tekrarında ıtnâb, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تَرَ - يَعْلَمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَعْلَمُ kelimesinde irsâd sanatı vardır. Ayetin başında zikredilen kelime, ayetin sonunda müştakı ile yeniden zikredilmiştir.
تَرَ (Görme) kelimesi ‘bilme’ manasında kullanılmıştır, çünkü Allah'ın âlim oluşunun delili O'nun muhkem, muntazam, sapasağlam işleridir. İşleri böylesine düzgün ve sağlam olan, şüphesiz âlimdir. (Fahreddin er-Râzî)
تَرَ fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307)
Kur’an'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, و harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir. أولم تر tabirinin hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir. ألم تر tabirinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوٰى ثَلٰثَةٍ اِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ وَلَا خَمْسَةٍ اِلَّا هُوَ سَادِسُهُمْ وَلَٓا اَدْنٰى مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْثَرَ اِلَّا هُوَ مَعَهُمْ اَيْنَ مَا كَانُواۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede يَكُونُ , tam fiildir. Cümle kasr ve zaid harfle tekid edilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf نَجْوٰى ثَلٰثَةٍ izafeti, fiilin faili konumundadır. مِنْ harf-i ceri zaiddir.
هُوَ رَابِعُهُمْ cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr, fiil ile hal arasındadır.
وَلَا خَمْسَةٍ mahallen merfû olarak مِنْ نَجْوٰى ‘ya matuftur. Nefy harfi لَا zaiddir.
اِلَّا هُوَ سَادِسُهُمْ , hasr edatının dahil olduğu hal cümlesi, ayetteki ikinci müstesnadır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ثَلٰثَةٍ - خَمْسَةٍ - سَادِسُهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayetten maksad haber vermek, ayetteki bu haberden maksat inzar ve vaîddir. (Âşûr)
يَكُونُ fiili tam fiil olarak gelmiştir. Nefyin umumu için مِنْ zaid olarak gelmiştir. نَجْوٰى kelimesi de يَكُونُ fiilinin failidir. (Âşûr)
نَجْوٰى hakiki müennes olmadığı için يَكُونُ fiili müzekker olarak gelmiştir. Fiil ve fail arası مِنْ ile ayrılmıştır. نَجْوٰى masdar ismidir. Muzâftır. ثَلٰثَةٍ de muzâfun ileyhdir. (Âşûr)
İstisnalar müferrağdır. مَا يَكُونُ sözünün delalet ettiği أكوان veya hal olarak takdir edilen müstesna minhlerden istisna edilmiştir. Dolayısıyla müstesnalar hal konumundadır. Takdir: ‘’ما يكون في نجوى ثلاثة في حال من علم غيرهم بهم و اطلاعه عليهم إلا حالة الله مطلع عليهم’’ (Fısıldaşan üç kişi yoktur ki halini başkası bilmez ama Allah bilir) şeklindedir. (Âşûr)
Burada beş ve altı sayısının özel olarak zikredilmesi, ayetin inmesine sebep olan olayın özelliğinden dolayıdır. Çünkü gizli bir şeyler konuşmak için bir araya gelen münafıklar, bazen üç, bazen beş kişi olurlardı. (Rûhu-l Beyân)
İbn Cinnî; ekseriyetin kıraatı olan, ya ile (يَكُونُ) şeklindeki kıraat, dil yönünden daha vazıhtır. Çünkü bu okuyuşta daha yaygınlık ve cinsin umumîliği (hem müzekker hem müenneslik durumu) vardır. Bu tıpkı, senin: "Bana hiçbir kadın gelmedi" ve "Bana hiçbir cariye gelmedi" demen gibidir. Bir de, fail ile mef'ûl arasına bir fasıla girmiştir. Bu fasıla harf-i cerdir. Öte yandan, نَجْوٰى kelimesinin müennesliği hakiki müenneslik değildir" demiştir. (Fahreddin er-Râzî ve Âşûr)
مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوٰى ثَلٰثَةٍ cümlesi sonuna kadar bedel-i baz minel kül’dür.(Âşûr)
Burada üç rakamının tercih edilmesi اَدْنٰى denildiğinde ikiyi kapsaması içindir. Dört buyurulsaydı اَدْنٰى ile üç anlaşılırdı bu durumda fısıldaşmanın en azı iki kişi arasında olacağı için sanki iki kişininkini bilmez gibi bir mana anlaşılabilirdi. Beş de üçe münasip olduğu için tercih edilmiştir. Fısıldaşmanın şura için olduğu bunun için de en az üç kişinin olması gerektiği de söylenmiştir. (Âlûsi)
منْ ذوي نجوى şeklinde نجوى ’ya muzâf takdir edilebilir. (Âlûsi)
Ayette geçen نَجْوٰى kelimesi, insanın içinde gizlemiş olduğu sır demektir. Bu kelimenin aslı, insanın çevresine göre yüksekçe bir yerde yalnız kalması demektir. İçinden bir şeyler geçiren kimse, sanki onlara başkası erişemesin ve bilmesin diye insanlardan uzakta yeryüzünün yüksekçe bir tepesinde gibidir. Buna göre ayetin manası şöyle olur: Ve üç kişinin gizli konuştuğu ve birbirlerine sır verdiği yerde onların dördüncüsü mutlaka Allah'tır. Yüce Allah, aralarında konuştukları şeyi bilmesi açısından o üç kişinin arasında dördüncü olmaktadır. Nitekim el-Hüseyin en-Nûrî der ki: ”Allah nefsi ve zatı açısından değil, bilgisi ve hükmü bakımından onların dördüncüsüdür." (Rûhu-l Beyân)
وَلَٓا اَدْنٰى مِنْ ذٰلِكَ ibaresi, hal cümlesinin haberi olan سَادِسُهُمْ ‘e matuftur. Nefy harfi لَٓا zaiddir. مِنْ ذٰلِكَ car mecruru اَدْنٰى ’ya mütealliktir.
لَٓا اَكْثَرَ ifadesi tezat nedeniyle لَٓا اَدْنٰى ’ya atfedilmiştir. Nefy harfi لَٓا yine zaiddir.
اِلَّا هُوَ مَعَهُمْ اَيْنَ مَا كَانُواۚ , hasr edatının dahil olduğu hal cümlesi ve üçüncü istisnadır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mekan zarfı olan مَعَهُمْ , mahzuf habere mütealliktir. Yine habere müteallik olan, şarttan mücerret mekan zarfı اَيْنَ , muzâfdır. مَا zaiddir.
Muzafun ileyh olan كَانُواۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانُواۚ fiili tam fiil olarak gelmiştir.
اَكْثَرَ - اَدْنٰى arasında tıbâkı hafî sanatı, كَانُواۚ - يَكُونُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
هُوَ مَعَهُم ile başlayan cümle mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tekmil ıtnâbı vardır. هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَعَهُمْ haberdir. اَيْنَ مَا mürekkep bir kelimedir. اَيْنَ zaman zarfı, مَا zaiddir. (Âşûr)
ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
ثُمَّ ile … مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوٰى cümlesine atfedilmiş olan ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu يُنَبِّئُهُمْ ’a mütealliktir. Sılası olan عَمِلُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ şeklindeki zaman zarfı يُنَبِّئُهُمْ fiiline mütealliktir.
ثُمَّ rütbede terahi içindir. Ahirette haber verecektir. Bu fısıldaşmaların büyük bir günah olduğunu haber verdiği için vaîd makamındadır. (Âşûr)
َّثُمَّ mühlet ifade etmekle beraber rütbe itibariyle tertip içindir ki buna göre mana: ‘Bir müddet işleri Allah’a kalır ki bu süre zarfında kendilerine zaman tanır, daha sonra onlara azap eder.’ şeklindedir.
Ayette خبر kelimesi yerine نَبَاَ tercih edilmiştir. Çünkü نَبَاَ , büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zannı galib oluşan haberdir. Bu özellikleri taşımayan habere نَبَاَ denmez. (Müfredat)
Bu cümlede Allah’ın onlar hakkındaki hükmünün, onların hallerini kapsamlı olarak bilmesine dayalı olduğuna işaret vardır. Bu idmâc sanatıdır.
اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan عَل۪يمٌ ‘a takdim edilmiştir.
عَل۪يمٌ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
شَيْءٍ ‘deki tenvin, nev ve kesret ifade eder.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
عَل۪يمٌ - يَعْلَمُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُنَبِّئُهُمْ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, عَمِلُوا - عَل۪يمٌ arasında cinas-ı nakıs vardır.اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوٰى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِۘ وَاِذَا جَٓاؤُ۫كَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ وَيَقُولُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ بِمَا نَقُولُۜ حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi? |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
5 | نُهُوا | menedilen(ler) |
|
6 | عَنِ | -tan |
|
7 | النَّجْوَىٰ | gizli gizli konuşmak- |
|
8 | ثُمَّ | sonra yine |
|
9 | يَعُودُونَ | dönüyorlar |
|
10 | لِمَا | şeye |
|
11 | نُهُوا | menedildikleri |
|
12 | عَنْهُ | ondan |
|
13 | وَيَتَنَاجَوْنَ | ve gizli gizli konuşuyorlar |
|
14 | بِالْإِثْمِ | günah hususunda |
|
15 | وَالْعُدْوَانِ | ve düşmanlık |
|
16 | وَمَعْصِيَتِ | ve isyan |
|
17 | الرَّسُولِ | Elçiye |
|
18 | وَإِذَا | ve zaman |
|
19 | جَاءُوكَ | sana geldikleri |
|
20 | حَيَّوْكَ | seni selamlıyorlar |
|
21 | بِمَا | bir tarzda |
|
22 | لَمْ |
|
|
23 | يُحَيِّكَ | selamlamadığı |
|
24 | بِهِ | onu |
|
25 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
26 | وَيَقُولُونَ | ve diyorlar |
|
27 | فِي | içlerinde |
|
28 | أَنْفُسِهِمْ | kendi |
|
29 | لَوْلَا | değil miydi? |
|
30 | يُعَذِّبُنَا | bize azab etmeli |
|
31 | اللَّهُ | Allah |
|
32 | بِمَا | ötürü |
|
33 | نَقُولُ | dediğimizden |
|
34 | حَسْبُهُمْ | onlara yeter |
|
35 | جَهَنَّمُ | cehennem |
|
36 | يَصْلَوْنَهَا | oraya gireceklerdir |
|
37 | فَبِئْسَ | ne kötü |
|
38 | الْمَصِيرُ | gidilecek yerdir |
|
Her an müşriklerden bir saldırı gelmesi ve onlarla sıcak çatışmaya girilmesi ihtimalinin bulunduğu bir dönemde inen bu âyetin öncelikli konusu ve hedefinin, iman etmiş gibi göründükleri için müslüman muamelesi gören münafıkların ve yapılan sözleşme gereği Medine şehir devletinin vatandaşı olan yahudilerin bazı yanlış tavır ve hareketleri olduğu anlaşılmaktadır. Zira tarihî bilgiler, Medine’deki münafıkların o sıralarda yahudilerle gizli bir ittifak içinde olduklarını göstermektedir; 14. âyette de bu hususa özel olarak değinilecektir. Hendek Savaşı’ndan sonra Medine’de yahudi kalmamış olması, bu âyetin belirtilen savaştan önceki bir tarihte yani sûrenin bütününe ait sıralamadaki yerine göre daha önceki bir zamanda inmiş olduğunu düşündürmektedir. Bununla beraber, burada yahudilerin daha önceki tutumlarına bir gönderme yapılmış bulunması yahut söz konusu ifade ve tutumların sadece münafıklara ait olması da muhtemeldir.
Münafıklar ve/veya yahudiler kendi aralarında toplanıp Hz. Peygamber ve müslümanlar aleyhine entrikalar çeviriyor, bu arada yanlarına bir mümin yaklaştığında kaş göz işaretleriyle onu tedirgin ediyorlardı. Resûlullah’a bu durumun intikal ettirilmesi üzerine böyle davranmamaları uyarısı yapıldı. İşte yaygın yoruma göre âyetin ilk cümlesinde onların belirtilen yasağa riayet etmediklerinden söz edilmekte ve bu gayri ahlâkî tutum kınanmaktadır.
Âyetin devamında bu kimselerin Resûl-i Ekrem’i selâmlama biçimleri eleştirilmekte fakat ne dedikleri açıklanmamaktadır. Tefsirlerde âyetin bu kısmını izah sadedinde genellikle, bazı yahudilerin Hz. Peygamber’e “es-selâmü aleyk” yerine “es-sâmü aleyk” diyerek selâm vermeleri olayına değinilir (meselâ bk. Buhârî, “Edeb”, 38; Taberî, XXVIII, 13-15). Allah’ın selâmladığı şekil olan “es-selâmü aleyk”, “Esenlik üzerine olsun” anlamına gelirken, küçük bir telaffuz oyunuyla söylenen “es-sâmü aleyk”, “Başına ölüm gelsin” veya “İçine (dininden) bıkkınlık gelsin” demek oluyordu. Hz. Âişe bunu farkedince onlara lânetleyici ifadelerle karşılık vermiş, Hz. Peygamber ise Hz. Âişe’yi teskin etmiş ve yumuşak söz söylemesini istemişti. O “Ama ey Allah’ın resulü, onların ne dediğini duymadın mı?” deyince Hz. Peygamber, “Benim de onlara ‘ve aleyküm’ dediğimi duymadın mı?” cevabını verdi. Böylece Resûlullah onların selâmını hakîmane bir şekilde “O dediğiniz sizin üzerinize olsun” anlamına gelen bir ifadeyle söylediklerini kendilerine iade etmiş oluyordu (Buhârî, “Edeb”, 38; Müslim, “Selâm”, 6-12). İbn Âşûr ise bir grup yahudi ile Hz. Peygamber arasında geçen mezkûr olayın bu âyetle ilgisi olmadığı, burada münafıkların “es-selâmü aleyk” yerine Câhiliye âdetine göre söylenen selâm ifadelerini sürdürmekte ısrar etmelerine veya yahudilerden öğrendikleri bazı kinayeli sözleri (bk. Bakara 2/104; Nisâ 4/46) söylemelerine işaret edildiği kanaatindedir (XXVIII, 31). İbn Abbas’tan nakledilen bir ifadede bu âyetin tamamının münafıklar hakkında olduğunun ve onların arasında da yahudi karakteri taşıyanlar bulunduğunun belirtilmesi (bk. İbn Atıyye, V, 277) bu kanaati destekleyici niteliktedir.
Aynı âyetin “Üstelik birbirlerine ‘Allah bizi bu söylediklerimizden dolayı cezalandırsa ya!’ diyorlar” diye çevrilen kısmını, “Üstelik içlerinden veya baş başa kaldıklarında ... diyorlar” şeklinde tercüme etmek de mümkündür. İnkârcıların ve sapkın düşünce sahiplerinin Allah’ın cezalandırmasını beşerî düzleme indirgeyerek bu tarz bir argüman geliştirmeleri, örneğine sık rastlanan bir durumdur. Kur’an’da ve hadislerde Allah Teâlâ’nın kendisine ortaklar koşulduğunu gördüğü, duyduğu, bildiği halde, insanlardan farklı olarak hemen cezalandırma cihetine gitmediği, her konuda olduğu üzere bu konuda da kendi hikmetine göre ve dilediği zaman hükmünü icra ettiği ve imtihan sebebiyle genellikle kullarına fırsat tanıyıp nihâî hükmünü âhirete ertelediği belirtilmiş; hemen dünyada cezalandırılmama durumuna aldanarak “Nasıl olsa herkesin yaptığı yanına kalıyor” gibi bir yanılgıya düşmemek gerektiği uyarısı yapılmıştır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 270-271اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوٰى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ
Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِلَى harf-i ceriyle تَرَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası نُهُوا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. تَرَ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُهُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. عَنِ النَّجْوٰى car mecruru نُهُوا fiiline mütealliktir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
يَعُودُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle يَعُودُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası نُهُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
نُهُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. عَنْهُ car mecruru نُهُوا fiiline mütealliktir.
وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِۘ
Cümle atıf harfi وَ ‘la يَعُودُونَ ‘ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يَتَنَاجَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْاِثْمِ car mecruru يَتَنَاجَوْنَ fiiline mütealliktir. الْعُدْوَانِ ve مَعْصِيَتِ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la الْاِثْمِ ‘e matuftur. الرَّسُولِۘ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَتَنَاجَوْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefâ’ul babındandır. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.
Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan mufaale babı ile bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا جَٓاؤُ۫كَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جَٓاؤُ۫كَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذَا): şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاؤُ۫كَ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
حَيَّوْكَ mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle حَيَّوْكَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يُحَيِّكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يُحَيِّكَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِهِ car mecruru يُحَيِّكَ fiiline mütealliktir. اللّٰهُۙ fail olup lafzen merfûdur.
حَيَّوْكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حيي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَيَقُولُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ بِمَا نَقُولُۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. Fiil cümlesidir. يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ car mecruru يَقُولُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, مسرّين (sevinerek) şeklindedir.
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır.(Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Mekulü’l-kavli يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ ‘dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُعَذِّبُنَا damme ile merfû muzari fiildir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle يُعَذِّبُنَا fiiline mütealliktir.
نَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
يُعَذِّبُنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُۚ يَصْلَوْنَهَاۚ
İsim cümlesidir. حَسْبُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَهَنَّمُ haber olup lafzen merfûdur. يَصْلَوْنَهَا hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal müspet fiil cümlesi olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَصْلَوْنَهَاۚ fiili نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَاۚ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
فَ istînâfiyyedir. بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَص۪يرُ fail olup lafzen merfûdur. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, ألنار (ateş) şeklindedir.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi 2. Failinin ال ’lı isme muzaf olarak gelmesi 3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi 4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi. Burada بِئْسَ fiilinin faili ال ‘lı olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوٰى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzari fiile dahil olan لَمْ , muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir. Hemze istifham harfidir. Ayetteki istifham gerçek manada soru olmayıp, takrir ve tevbih amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette mütekellim Allah Teâlâdır. Dolayısıyla istifhamda tecahül-i arif sanatı vardır.
Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki ألذ۪ينَ has ism-i mevsûlü, başındaki الي harf-i ceriyle birlikte تَرَ fiiline mütealliktir. Sılası olan نُهُوا عَنِ النَّجْوٰى cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
İstifham şaşma ifade eder ve murad ise azarlamadır. تَرَ fiili اِلَى harfiyle birlikte olduğunda görmek manasındadır. (Âşûr)
Münafıklar yerine الَّذِينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوَى sözü gelmiştir. Kinaye vardır. Suçu artırmak, hatırlatmak, unutulmaması için olabilir.
ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ cümlesi rütbe ve terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir.
Buradaki ثُمَّ rütbeten (derece, sınıf, kademe, mevki) terahi içindir. Çünkü yasaklandıktan sonra tekrar aynı fiili yapmak ilk yapmaktan daha kötüdür.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle birlikte يَعُودُونَ fiiline mütealliktir. Sılası olan نُهُوا عَنْهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki her iki نُهُوا fiili de meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
لِمَا نُهُوا fiilinin önemi sebebiyle tekrar edilmesinde, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Kur’an'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir. أولم تر tabirinin, hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir. ألم تر tabirinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329)
Buradaki rü'yet (görme) fiili, اِلَى ile kullanılmış olduğu için bakmak manasını ifade etmektedir. (Elmalılı)
Bu hitap, Resulullah içindir, istifham da, onların halinden taaccüp ettirmek içindir. Yani onların yaptıkları haddi zatında günah, müminlere düşmanlık ve Resulullah'a karşı da baş kaldırmak planlarıdır. Burada, Peygamberimize tevcih edilen iki hitap arasında onun peygamber unvanıyla zikredilmesi, onları ziyadesiyle takbih etmek ve suçlarının büyüklüğünü bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ sözü mecazî manada kullanılmıştır. ثُمَّ يَعُودُونَ لِما قالُوا sözündeki gibi lam ile müteaddi olmuştur. (Âşûr)
وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِۘ
Cümle atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
وَالْعُدْوَانِ ve وَمَعْصِيَتِ kelimelerinin tezâyüf nedeniyle atfedildiği بِالْاِثْمِ car mecruru, يَتَنَاجَوْنَ fiiline mütealliktir.
بِالْاِثْمِ ‘deki بِ harf-i ceri mülabese içindir. Yani ‘’onlar günah, düşmanlık ve peygambere karşı gelmeye bürünerek fısıldaşıyorlardı.’’anlamındadır. (Âşûr)
رَّسُولِۘ (sav) sözünde iltifat vardır. كَ zamiri yerine zahir isim gelmiştir. Bunun sebebi onları ziyadesiyle azarlamak ve suçlarının büyüklüğünü bildirmektir. (Ebüssuûd)
مَعْصِيَتِ - الْاِثْمِ - عُدْوَانِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْاِثْمِ ’den başlayan ve artan günahların zikrinde istidrac ve taksim sanatı vardır.
يَتَنَاجَوْنَ - تَرَ kelimeleri arasında muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
يَتَنَاجَوْنَ - نَّجْوَى kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْعُدْوَانِ - يَعُودُونَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ifade, onlara yasak edilen şeyi beyan etmektedir. Çünkü bunlar dine zarar vermektedir. Yani bizatihi günah, müminlere düşmanlık ve peygambere karşı gelmeleri hususunda birbirlerine olan gizlice tavsiye etmelerini görmedin mi? demek olur. Ayette geçen عُدْوَانِ kelimesi, zulüm ve haksız fiil demektir. مَعْصِيَتِ ise, itaatin tersi olan karşı gelmek anlamındadır. (Rûhu-l Beyân)
وَاِذَا جَٓاؤُ۫كَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ
Cümle atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Haberî manada olması, şart cümlesinin haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan جَٓاؤُ۫كَ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu بِ harf-i ceriyle birlikte حَيَّوْكَ fiiline mütealliktir.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُ , tecessüm, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهِ , durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
يُحَيِّكَ - حَيَّوْكَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَمْ يُحَيِّكَ - حَيَّوْكَ kelimeleri arasında tıbak-ı selb sanatı vardır.
جَٓاؤُ۫كَ cümlesiyle لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
التحية kelimesi, dil bilgisi açısından mastardır. Bunun fiili حياك اللّه ‘tır. Manası ise, Allah sana uzun ömür verdi, demektir. Daha sonra bu cümle, dua cümlesi olarak kullanılagelmiştir. Buna göre manası: ”Allah sana uzun ömürler versin" demek olur. Ardından aynı cümle, her türlü dua için kullanılmış ancak selamlamada kullanılması daha yaygındır. Her türlü dua bu bakımdan tahiyyedir, bu dua ister dünya için olsun isterse ahiret için olsun. (Rûhu-l Beyân)
وَيَقُولُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ بِمَا نَقُولُۜ
Cümle atıf harfi وَ ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ , car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ بِمَا نَقُولُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَوْلَٓا tahdid (تحضيض ) harfidir.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte يُعَذِّبُنَا fiiline mütealliktir. Sılası olan نَقُولُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ - نَقُولُۜ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla اَنْفُسِهِمْ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü nefis, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Tahdid anlamındaki لَوْلَٓا Peygamber Efendimizin nübüvvetini inkârdan kinaye olarak kullanılmıştır. Yani, ‘’O peygamber olsaydı Allah bize gazap ederdi ve bu sözlerimizden dolayı bizi azaplandırırdı.’’ anlamındadır. (Âşûr)
لَوْلاَ ‘-meli/-malı, değil mi? ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir’. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُۚ يَصْلَوْنَهَاۚ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حَسْبُهُمْ mübtedadır. جَهَنَّمُۚ haberdir. Cümlede müsnedün ileyhin izafetle marife olması, az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir.
يَصْلَوْنَهَا cümlesi haldir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâbdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
فَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
فَ , istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem anlamı taşıyan camid fiil بِئْس ’nin mahsusu mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri النَّارِ جَهَنَّمُۚ ’dir. Bu hazifle, muhatabın muhayyilesi harekete geçirilerek cehennemin korkunçluğunu kayıtlamadan, serbestçe tahayyül etmesi sağlanmıştır.
Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | تَنَاجَيْتُمْ | aranızda gizli konuştuğunuz |
|
6 | فَلَا |
|
|
7 | تَتَنَاجَوْا | konuşmayın |
|
8 | بِالْإِثْمِ | günah üzerinde |
|
9 | وَالْعُدْوَانِ | ve düşmanlık |
|
10 | وَمَعْصِيَتِ | ve karşı gelme |
|
11 | الرَّسُولِ | Elçiye |
|
12 | وَتَنَاجَوْا | (fakat) konuşun |
|
13 | بِالْبِرِّ | iyilik üzerinde |
|
14 | وَالتَّقْوَىٰ | ve takva |
|
15 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
16 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
17 | الَّذِي |
|
|
18 | إِلَيْهِ | huzuruna |
|
19 | تُحْشَرُونَ | toplanacağınız |
|
Bu âyetten ve konuya ilişkin diğer âyet ve hadislerden, gizli görüşme ve konuşma yapmanın, özündeki kötülük sebebiyle değil, konuşulan konuların kötü olmasına veya bu tür gizliliklerin çevredeki insanlarda kuşku ve tedirginlik uyandırmasına bağlı olarak yasaklanmış bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu âyette ve Nisâ sûresinin 114. âyetinde konuşulan konuların iyi olması veya iyilik amacı taşıması halinde günah teşkil etmediği açıkça ifade edildiği gibi, bir hadiste “Üç kişi olduğunuzda, iki kişi üçüncüden ayrı olarak fısıldaşmasın; çünkü bu onu üzer” (İbn Mâce, “Edeb”, 50) buyurularak gizli konuşmaların yasaklanmasının, başkaları üzerinde olumsuz etkiler meydana getirebileceği gerekçesine bağlı olduğu belirtilmiştir. Hatta bu noktadan hareketle İslâm âlimleri, iki kişinin yanlarındaki üçüncü kişinin bildiği bir dille konuşabilecekleri halde onu bırakıp başka bir dille konuşmalarını da kıyas yoluyla bu yasak kapsamında düşünmüşlerdir. “Günah işleme, düşmanlık etme ve peygambere karşı gelme hususunda fısıldaşmak” zaten müminlere yaraşmayan bir davranış olduğu için âyetteki hitabın bu kısmıyla münafıkların tutumuna işaret edildiği, “iyilik ve takvâ hakkında konuşun” kısmıyla da müminlere doğru davranışın öğretildiği yorumu yapılmıştır. Bu izah, “Ey iman edenler!” hitabının samimi müminlere yönelik olduğu anlayışına göredir. Bazı müfessirler ise bu hitabın iman etmiş göründükleri için mümin statüsünde kabul edilen münafıklara yönelik olduğu kanaatindedir (Zemahşerî, IV, 74-75; İbn Âşûr, XXVIII, 32-33). Öte yandan, 7. âyette vurgulanan “hiçbir şeyin Allah’ın bilgisi dışında kalamayacağına inanma” ilkesi, burada başka bir iman esası olan “bütün insanların öldükten sonra diriltilip yüce Allah’ın huzurunda toplanacaklarına inanma” ilkesiyle pekiştirilmekte ve herkesin o gün verilecek hesabın sorumluluğu içinde hareket etmesi istenmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 271-272يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَنَاجَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَتَنَاجَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla mahzuf elif üzere meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْاِثْمِ car mecruru تَتَنَاجَوْا fiiline mütealliktir.
الْعُدْوَانِ ve مَعْصِيَتِ atıf harfi وَ ‘la الْاِثْمِ ‘ye matuftur. الرَّسُولِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَ atıf harfidir.
تَنَاجَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْبِرِّ car mecruru تَنَاجَوْا fiiline mütealliktir. التَّقْوٰى atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. التَّقْوٰى maksur isimlerdendir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتَنَاجَوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefâ’ul babındandır.Sülâsisi نجو ‘dir. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.
Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve meful aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الَّـذ۪ٓي müfred müzekker has ism-i mevsûl اللّٰهَ lafza-i celâl’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. اِلَيْهِ car mecruru تُحْشَرُونَ fiiline mütealliktir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُحْشَرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi و ق ي’ dir. İftial babının fael fiili و , ي , ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münada, هَا tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nidanın cevabı olan اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vukuu kesin durumlarda kullanılır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan, اِذَا تَنَاجَيْتُمْ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ cümlesi şartın cevabıdır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بِالْاِثْمِ car mecruru تَتَنَاجَوْا fiiline mütealliktir. وَالْعُدْوَانِ ve مَعْصِيَتِ الرَّسُولِ ibareleri الْاِثْمِ ’ye matuftur. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْاِثْمِ ’den başlayan ve artan günahların zikrinde istidrac ve taksim sanatı vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ cümlesiyle, önceki ayetteki وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِۘ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Ayette geçen gizli konuşma ve fısıldama, mutlak olarak yasak edilmiş değildir. Yani tersine bazı durumlarda, o durumun gereği olarak kimi zaman vacip, kimi zaman müstehap, bazen de mübah olmak üzere emrolunmuş bir durumdur. (Rûhu-l Beyân, Âşûr)
فَلَا تَتَنَاجَوْا nehyindeki hitap münafıklara tarizdir. Aslında münafıklar iman ettiklerini söylediği için Allah da onlara dışarı gösterdikleri hal üzere hitap etmiş ‘’ey iman edenler’’ demiştir. Tıpkı من الذين قالوا آمَنّا بأفواههم و لم تُؤْمِن قلوبهم [Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla «inandık» diyen kimselerden] şeklindeki Maide/41 ayetinde olduğu gibi. (Âşûr)
Kur’an’ın adeti olduğu üzere nifak alametlerini temizleyip arkadan terğib ayetlerini getirmek üzere onların halinin devam ettiğine dikkat çeker. (Âşûr)
Münafıklar iman ehlinin yanında onlar gibi davranıyorlardı, kendi arkadaşlarının yanına gittikleri zaman ise küfür hali onlara galip geliyordu. İman ehli ile bir arada yaşadıkları için o zaman da bazı halleri iman ehli gibi oluyordu. İşte bunun için Allah Teâlâ onlar hakkında Bakara/17 de مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراً فَلَمَّا أَضَاءتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لاَّ يُبْصِرُونَ [Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.] ve Bakara/20 de لَّمَا أَضَاء لَهُم مَّشَوْاْ فِيهِ وَإِذَا أَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواْ ] Önlerini her aydınlatışında ışığında yürürler. Karanlık çökünce dikilip kalırlar.] buyurmuştur. Ancak hitap müminlere de olabilir. Bu durumda onları eğitme amaçlı gelmiştir. (Âşûr)
وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Emir üslubunda geldiği halde irşad manası taşıdığı için cümlede mecâz-ı mürsel mürekkeb sanatı vardır.
Birbirine matuf olan بِالْبِرِّ - التَّقْوٰىۜ car mecrurları, تَنَاجَوْا fiiline mütealliktir.
وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۜ cümlesiyle فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Fısıldaşma konularının الْبِرِّ ve التَّقْوٰىۜ olarak sayılması taksim sanatıdır.
بِرِّ kelimesi الْاِثْمِ ve عُدْوَانِ ’ın zıddı olup, dinde emredilen bütün hayırlı amelleri kapsar. (Âşûr)
الْاِثْمِ - بِرِّ kelimeler arasında tıbâk-ı îcab, الْاِثْمِ - التَّقْوٰىۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
تَنَاجَوْا - فَلَا تَتَنَاجَوْا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ cümlesi de atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اللّٰهَ lafza-i celâli için sıfat konumundaki müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur اِلَيْهِ , ihtimam için amili olan تُحْشَرُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
تُحْشَرُونَ fiilli meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
تُحْشَرُونَ fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. Fiil, ‘O'na haşrolunmakla kalmaz, gereken karşılığı görürsünüz’ manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ [O'na haşrolunacaksınız] sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder, bunun yanında söylenmemiş bu sarih delalet başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 4, Zuhruf Suresi 85, s. 370)
Takva; boyun eğmek, itaat etmek demektir. (Âşûr)
اتَّقُوا - التَّقْوٰىۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.اِنَّمَا النَّجْوٰى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيْسَ بِضَٓارِّهِمْ شَيْـٔاً اِلَّا بِـاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
2 | النَّجْوَىٰ | gizli konuşma |
|
3 | مِنَ | -dandır |
|
4 | الشَّيْطَانِ | şeytan- |
|
5 | لِيَحْزُنَ | üzülsünler diye |
|
6 | الَّذِينَ | kimseler |
|
7 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
8 | وَلَيْسَ | ve değildir |
|
9 | بِضَارِّهِمْ | onlara zarar verecek |
|
10 | شَيْئًا | hiçbir |
|
11 | إِلَّا | olmadıkça |
|
12 | بِإِذْنِ | izni |
|
13 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
14 | وَعَلَى | ve |
|
15 | اللَّهِ | Allah’a |
|
16 | فَلْيَتَوَكَّلِ | dayansınlar |
|
17 | الْمُؤْمِنُونَ | mü’minler |
|
Yasaklanan gizli konuşmaların insanı günaha teşvik etme işini üstlenmiş olan şeytandan kaynaklandığı ve müminleri üzme amacı taşıdığı belirtilmekte; ardından da hiçbir şeyin Allah’ın irade ve gücünü aşamayacağı, dolayısıyla yürekten inanmış olanların hep Allah’a güvenip dayanmaları gerektiği hatırlatılarak samimi müminlere moral verilmektedir.
اِنَّمَا النَّجْوٰى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
İsim cümlesidir. النَّجْوٰى mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. مِنَ الشَّيْطَانِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
لِ harfi, يَحْزُنَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle النَّجْوٰى ‘nın mahzuf ikinci haberine mütealliktir.
يَحْزُنَ fetha ile mansub muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَيْسَ بِضَٓارِّهِمْ شَيْـٔاً اِلَّا بِـاِذْنِ اللّٰهِۜ
لَيْسَ بِضَٓارِّهِمْ شَيْـٔاً cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye ‘değildir, yoktur, hayır’ vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَيْسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِضَٓارِّهِمْ lafzen mecrur, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شَيْـٔاً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, شيئا من الضرر (Zarardan bir şey) şeklindedir.
اِلَّا istiisna edatıdır. بِـاِذْنِ car mecruru müstesnanın mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, إلّا ضررا حاصلا بإذن الله (Zararın husule gelmesi ancak Allah’ın izniyledir.) şeklindedir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِضَٓارِّهِمْ kelimesi, sülasi mücerredi ضرر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَى اللّٰهِ car mecruru لْيَتَوَكَّلِ fiiline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن اتّكل الناس على غير الله فليتوكّل المؤمنون على الله (İnsanlar Allah’dan gayrına tevekkül etseler de müminler Allah’a tevekkül etsinler.) şeklindedir
لْ emir lam’ıdır. يَتَوَكَّلِ sükun üzere mebni emir fiildir. الْمُؤْمِنُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
لْيَتَوَكَّلِ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
مُؤْمِنُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا النَّجْوٰى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيْسَ بِضَٓارِّهِمْ شَيْـٔاً اِلَّا بِـاِذْنِ اللّٰهِۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Fısıldaşmanın yasaklanması münasebetiyle, yasaklanmayı tekid için talîl cümlesi olarak gelmiştir. (Âşûr)
Ayetin ilk cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. النَّجْوٰى mübteda, مِنَ الشَّيْطَانِ mahzuf habere mütealliktir.
اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilen cümlede kasr, mübteda ve haber arasındadır. النَّجْوٰى maksûr/mevsuf, مِنَ الشَّيْطَانِ ‘nin müteallakı olan haber maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَحْزُنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle لِ harf-i ceriyle birlikte النَّجْوٰى ’nın mahzuf ikinci haberine mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيَحْزُنَ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اٰمَنُوا kelimesinde irsâd sanatı vardır.
النَّجْوٰى ’nın başındaki elif-lam kesinlikle ahd içindir. Münafıkların resule (sav) kötülük ve düşmanlık yapmak konusundaki fısıldaşmaları kasdedilmiştir. (Âşûr)
النَّجْوٰى kelimesinin başındaki elif lâm'ın istiğrak-şümul için olması mümkün değildir. Çünkü, Allah'tan ve Allah için olanları vardır. Aksine, buradaki النَّجْوٰى 'dan murad, daha önce geçmiş olan muayyen bir fısıldaşmadır. O da, günah ve günah hususunda fısıldaşmadır. Buna göre ayetin anlamı, Şeytan, onları, müminlerin üzüntüsüne yol açacak olan böyle bir fısıldaşmaya yönelmeye sevkeder. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَيْسَ بِضَٓارِّهِمْ شَيْـٔاً اِلَّا بِـاِذْنِ اللّٰهِۜ cümlesi, haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Nakıs fiil لَیۡسَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
لَيْسَ ’nin haberine dahil olan بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
شَيْـٔاً , masdar olan mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri, شيئا من الضرر şeklindedir.
اِلَّا istisna harfidir. بِـاِذْنِ اللّٰهِ car mecruru müstesnanın mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, إلّا ضررا حاصلا بإذن الله ... (Husule gelmesi ancak Allah’ın izniyledir.) şeklindedir.
Veciz ifade kastına matuf بإذن الله izafetinde Allah ismine muzâf olan بإذن , tazim edilmiştir.
لِيَحْزُنَ - بِضَٓارِّهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde ل harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا ‘nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi, 22 yerde لَيْسَ ‘nin, 19 yerde de مَا ‘nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zâidlik)
Arkadan hemen zarar vermeyeceği gelmiştir ki müminleri teselli etsin. Bu cümle mu’terizadır. Bu cümledeki بِضَارِّهِمْ sözündeki هِمْ zamiri şeytana ya da نَّجْوٰى ’ya aittir. Müstesnadaki بِ harfi sebebiyyedir. بِـاِذْنِ ; oluş, emir manasındadır. Hallerden istisna yapılmıştır. Şöyle takdir edilebilir: إلا في حال أن يكون الله قدر شيئا من المضرة من هزيمة (Allah Teâlâ’nın zarar ve hezimet olarak takdir ettiklerinden hariç olan haller.) (Âşûr)
Nefiy siyakında nekire gelen şey kelimesi umum ifade eder. Yani şeytandan gelecek tüm zararları demektir. شَيْئًا kelimesinin umum değil husus ifade etmesi de mümkündür. Allah’ın takdiri olmadıkça onların müminler aleyhinde fısıldaşmaları zarar vermeyecektir demektir. (Âşûr)
وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
وَ , atıf harfidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَى اللّٰهِ , amili olan فَلْيَتَوَكَّلِ fiiline takdim edilmiştir. Bu takdim, kasr ifade etmiştir. Tevekkül edenler sadece Allah’a tevekkül etsinler demektir. Allah lafzı maksûrun aleyhtir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَ , mahzuf şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, إن اتّكل الناس على غير الله الله (İnsanlar Allah’dan gayrına tevekkül etseler de …) olan mahzuf şart cümlesiyle birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الْمُؤْمِنُونَ - اٰمَنُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ [Müminler işlerini sadece Allah’a bıraksın.] cümlesinde kasr ifade etmek için harf-i cerle mecruru fiile takdim edilmiştir. Zamir yerine Allah lafzının getirilmesi ise korku ve heybeti artırmak içindir. (Safvetü't Tefasir, İbrahim/12)
Ayetin son bölümü tezyîldir. Müminler ona hakkıyla tevekkül eder ve şeytanın hilesinden sakınırlar, Allah’tan yardım isterlerse Allah onlara yeter. Bu tezyildeki car mecrurun takdimi ihtimam içindir. (Âşûr)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ وَاِذَا ق۪يلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | قِيلَ | dendiği |
|
6 | لَكُمْ | size |
|
7 | تَفَسَّحُوا | yer açın |
|
8 | فِي |
|
|
9 | الْمَجَالِسِ | meclislerde |
|
10 | فَافْسَحُوا | yer açın ki |
|
11 | يَفْسَحِ | genişlik versin |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | لَكُمْ | size |
|
14 | وَإِذَا | zaman da |
|
15 | قِيلَ | dendiği |
|
16 | انْشُزُوا | kalkın |
|
17 | فَانْشُزُوا | kalkın ki |
|
18 | يَرْفَعِ | yükseltsin |
|
19 | اللَّهُ | Allah |
|
20 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
21 | امَنُوا | inanan(ları) |
|
22 | مِنْكُمْ | sizden |
|
23 | وَالَّذِينَ | ve kendilerine |
|
24 | أُوتُوا | verilenleri |
|
25 | الْعِلْمَ | ilim |
|
26 | دَرَجَاتٍ | derecelerle |
|
27 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
28 | بِمَا | şeyleri |
|
29 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
30 | خَبِيرٌ | haber almaktadır |
|
Bu âyetin inişiyle ilgili olarak tefsirlerde genellikle Resûlullah’ın toplantılarında ona yakın olma arzusuyla ilgili olaylara yer verilir. Bunlardan biri şöyledir: Bir gün Suffe diye bilinen yerde Hz. Peygamber ashabıyla sohbet ederken yeni gelenler ayakta kalmışlardı. Bunlar arasında Resûlullah’ın kendilerine özel değer verdiği Bedir Savaşı’na katılmış müslümanlar da vardı. Resûlullah bilhassa onlara yer açılması için yakınındakilere işaret etti. Yerinden kalkması gerekenlerin yüz ifadelerinden bu durumdan hoşnut olmadıkları belli oldu. Münafıklar da bunu fırsat bilip Hz. Peygamber’in adaletli davranmadığı ve bazı kişileri kayırdığı yolunda şâyia çıkardılar. Konuya açıklık getirmek ve bir uyarıda bulunmak üzere bu âyet nâzil oldu. Âyetin tefsiri sırasında, anılan olayın yanı sıra, toplu halde bulunulan yerlerde uyulması gereken muaşeret kurallarıyla ilgili Resûlullah ve sahâbe dönemi tatbikatından örnekler de verilir. Ayrıca âyette “ilim verilenler”den söz edildiği için İslâm’da ilmin yeri ve önemiyle ilgili geniş açıklamalar yapılır (bk. Râzî, XXIX, 268-269; Elmalılı, VII, 4790-4797; Derveze, X, 106-109). Bu gibi olaylar âyetin anlaşılmasına ışık tutmakla beraber âyetin mesajının bütün müslümanlara yönelik ve bütün zamanları kapsayıcı nitelikte olduğu açıktır. Önceki âyetlerden gerekli çıkarımı yaparak Allah’ın ilminin kuşatıcılığına ve herkesin bir gün O’nun huzuruna çıkarılıp hesap vereceğine yürekten inanan, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in üzerinde önemle durduğu ahlâk ilkelerine riayet eden, dolayısıyla başkalarına zarar verici davranışlardan olabildiğince uzak durmaya çalışan müminler, 11. âyette bu ilkelerden hareketle müslümana yaraşır sosyal davranış kuralları geliştirmeye yönlendirilmekte; gösterilen örnek (gerektiğinde yer açma ve yerini başkasına verme örneği) ışığında, yalnız zarar vermekten kaçınma değil aynı zamanda gönül alma ve toplumsal kaynaşmayı sağlama amaçlı, terbiye ve incelik örneği görgü kurallarına riayet etmeleri özendirilmektedir. Hatta Râzî’nin belirttiği üzere bu âyetin, kullara iyilik ve kolaylık kapılarını olabildiğince açık tutmaya çalışanlara Allah’ın da dünya ve âhiret iyiliklerini bol bol ihsan edeceği anlamı taşıdığı söylenebilir. Zemahşerî’ye göre “Allah da size genişlik versin” ifadesi, –mekân genişliği, bol rızık, gönül ferahlığı, kabir rahatlığı, cennete girme mutluluğu gibi– insanların arzuladıkları her türlü genişliği kapsamaktadır. Aynı görüşü tekrar eden Râzî’nin şu ifadesi de dikkat çekicidir: Mâkul düşünen hiç kimse bu âyeti toplantıda yer açma anlamıyla sınırlamaz; aksine bununla kastedilen, iyiliklerin ve güzelliklerin müslümana ulaşmasına katkı sağlamak ve onun gönlünü sevinçle doldurmaya çalışmaktır. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.) “Kul, müslüman kardeşine yardım etme çabası içinde olduğu sürece Allah da hep onun yardımında olmaya devam eder” (Müsned, II, 274). Taberî de âyetteki “Davranıp kalkın!” ifadesinin “hangi türden olursa olsun iyiliğe yönelik her türlü buyruk ve yönlendirme”yi kapsadığını belirtir (XXVIII, 18).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 272-273يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذَا şşart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لَكُمْ car mecruru ق۪يلَ fiiline mütealliktir. Mekulü’l-kavli تَفَسَّحُوا naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
تَفَسَّحُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْمَجَالِسِ car mecruru تَفَسَّحُوا fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. افْسَحُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen يَفْسَحِ اللّٰهُ cümlesi şartın cevabıdır. يَفْسَحِ sükun ile meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru يَفْسَحِ fiiline mütealliktir.
تَفَسَّحُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فسح ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاِذَا ق۪يلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. ق۪يلَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Mekulü’l-kavli انْشُزُوا naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
انْشُزُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. انْشُزُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen يَرْفَعِ اللّٰهُ cümlesi şartın cevabıdır. يَرْفَعِ sükun ile meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru اٰمَنُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ‘la birinci الَّذ۪ينَ ‘ye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. Naib-i fail aynı zamanda birinci mef’ûlün bihtir.
الْعِلْمَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. دَرَجَاتٍۜ hal olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muzaf mahzuftur. Takdiri, ذوي درجات (Dereceler sahibi) şeklindedir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۫تُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle خَب۪يرٌ ‘e müealliktir.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. خَب۪يرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
خَب۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Nidanın cevabı olan اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vukuu kesin durumlarda kullanılır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ق۪يلَ fiilinin naib-i faili olan تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ şeklindeki mekulü’l-kavl cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. ق۪يلَ fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için naib-i faile takdim edilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَافْسَحُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْ cümlesi, talebin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
افْسَحُوا - يَفْسَحِ - تَفَسَّحُوا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَفَسَّحُوا fiilindeki تفعّل babı, tekellüf (sorumluluk) ifade eder. (Âşûr)
الْمَجَالِسِ ’teki elif-lam; ahd için olup peygamber efendimiz’in meclisini ifade ediyor olabilir. Cins için de olabilir. (Âşûr)
يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْ sözü emrin cevabı olup Allah’ın vaadidir. لَكُمْ ’deki zamir de müminlere aiddir. يَفْسَحِ ’dan maksad; hakiki ve mecazi olabilir. Hakiki mana mekân içindir, mecazî mana ise hem dünyada hem de ahirette mekân, rızık, vs olabilir. (Âşûr)
Göğüs veya kabir de olabilir. (Âlûsi)
ق۪يلَ fiili meçhul gelerek faili hazf edilmiştir. Çok açık olduğu için. Yani; Rasul (s.a.v) demektir. (Âşûr)
Bu emir her ne kadar yer açın denildiği zaman ile kayıtlı olsa da müminlerin meclislerde birbirine yer açması vücuben veye mendub olarak övülen bir şeydir. İkram, sevgi gösterisi ve arkadaşlık babındandır. (Âşûr)
İkinci emir birinciye atfedilmiştir. Bir bakıma hususun umuma atfı kabilindendir. Önemi sebebiyledir. Kalkmak oturmaktan daha önemlidir. Kalkmadan sürekli oturanlar sebebiyle başkalarına yer açılmaz. Meclislerde ilim talebelerinin ve önce gelen kişilerin kalabalığa rağmen kalkmadan oturması evladır. Kişi önceden biriyle mescide seccade, sarık vb bir şey gönderip yer tutabilir. (Âşûr)
فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ [Allah da size genişlik versin] hitabı, insanların, mekân, rızık, göğüs, kabir, cennet gibi genişliğini istedikleri her şey hakkında umumi olan, mutlak bir ifadedir. Bu ayet, kullarına hayır ve rahat kapılarını açan herkese, Allah Teâlâ'nın da, dünya ve ahiretin hayırlarını genişlettiğine delalet eder. Akıllı bir kimsenin, bu ayetin sadece meclislerde yer açma manasında olduğunu söylemesi uygun düşmez. Aksine bundan murad, müslümana hayırları ulaştırmak ve onun kalbine neşe ve sürur vermektir. (Fahreddin er-Râzî)
افْسَحُوا - تَفَسَّحُوا fiilin iki sıygası arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
وَاِذَا ق۪يلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ
وَ , atıf harfidir. Aynı üslupta gelen cümle, hükümde ortaklık nedeniyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Şart manası taşıyan zaman zarfı اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan ق۪يلَ انْشُزُوا şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Aslı mekulü’l-kavl olan ق۪يلَ fiilinin naib-i faili olan انْشُزُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَافْسَحُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ cümlesi, talebin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. مِنْكُمْ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
İlkine matuf olan ikinci ism-i mevsûlün sılası اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اُو۫تُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
دَرَجَاتٍۜ , ikinci mef’ûl olarak mansubdur.
اِذَا - ق۪يلَ - لَكُمْۚ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
انْشُزُوا - فَانْشُزُوا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ cümlesi öncesine atfedilmiştir. Buradaki مِنْكُمْۙ sıfattır, مِنْ teb’iz içindir. Müminlerden iman edenler demektir. Yani bu emri kabul eden münafıklardan değil müminlerden, demektir. دَرَجَاتٍۜ ; ya mekan zarfıdır ya da mef’ûlü mutlak (مرافع) yerine gelmiştir. (Âşûr)
دَرَجَاتٍ ; nekire gelerek dünyadaki ve ahiretteki derece çeşitlerini ifade etmiştir. (Âşûr)
يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ [Allah, sizden inananları yükseltir.] ayetinden sonra, وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ [Kendilerine ilim verilenleri de yükseltir] ayetinin gelmesinde ilmin şerefine dikkat çekmek için hâssın âmm üzerine atfı vardır. Çünkü, الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ [Kendilerine ilim verilenler] önceden müminlere dahildi. Sonra alimlere saygı için, tekrar özel olarak zikredildi. (Safvetü’t Tefâsir- Âşûr - Âlûsi)
Burada kendilerine ilim verilenlerin de ayrıca yüceltileceği belirtilmiştir ki, bunun ifade edilmesinin sebebi, âlimlerin durumlarının yüceliğini ve mertebelerinin büyüklüğünü vurgulamak içindir. Böylece sanki âlimler başka bir cins ve tür imişler gibi anılmışlardır. Âlimler ilim ve ameli birlikte yapmaları sebebi ile yüksek mertebe ve tabakalarla yüceltilmişlerdir. (Rûhu-l Beyân)
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اَللّٰهُ mübteda, خَب۪يرٌ۟ haberidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِمَا , ihtimam için, amili olan خَب۪يرٌ ‘a takdim edilmiştir.
Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan تَعْمَلُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Müsned olan خَب۪يرٌ۟ mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَعْمَلُونَ - الْعِلْمَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin son cümlesi, bu surenin 3. ayetinde ve Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)Sohbet meclislerinin birinden şöyle bir ses yükseliyordu:
İslam’ın ve iman etmenin hareketlerimizi şekillendirdiği gibi zihnimizi yani düşünce tarzımızı da şekillendirmesi gerektiği yeterince konuşulmuyor. Allah’ın sınırları yalnız dış dünyanımızı değil, aynı zamanda iç dünyamızı da müthiş bir düzene sokar. Allah’ın emir ve yasaklarına kalben ve bedenen itaat etmenin anlamı budur: insanın sahip olduğu her boyutuyla Allah’ın huzurundaymışçasına sınırını bilme çabası halidir. İşte o zaman, insan, hakiki kul olma yolunda ilerler. Allah’ın adaletine ve kudretine teslim olur. Bilmediği konularda, yalnış sözler sarfetmekten ve hatta düşünmekten haya eder. Zira; öğrenmek çabası ile edepsizlik arasında çok derin bir çizgi vardır.
Gizli ya da açık; her konuşmasını, Allah’ın işittiğine ve her hareketini, Allah’ın bildiğine iman eder. Sessizliğe sardığı sırlarının Allah katında bilindiğini bilir. Her iyiliğin ya da her kötülüğün karşılığının verileceğine iman eder ancak hepsinin dünya üzerinde gerçekleşmesi gerekmediğini de bilir. Kimisi dünyada, kimisi de sadece ahirette verilir. Yani başkalarının ve kendi halini dünyalık zenginliklerle değerlendirmekten ve ümitsizlikten uzaklaşır. Yeryüzündeki hayatını imtihan penceresinden değerlendirmesi gerektiğini bilir. İsteyip de kavuşamadıklarında ya da kaybettiklerinde bir hikmet olduğuna inanır ve tevekkül ile Allah’tan yardımını ister. Her şeyin hesabının verileceği güne iman eder ve o gün Allah’ın rızasıyla aydınlanmış bir yüze, ferahlamış bir gönle sahip olmak için çalışır.
Ey Allahım!
İslam dini ile iç ve dış dünyamıza çekidüzen gelsin. Rızana uygun bir şekilde yaşamamızı, düşünmemizi ve konuşmamızı kolaylaştırarak nasip eyle.
Emirlerine ve yasaklarına gönülden iman ve itaat edenlerden eyle. Adaletine ve kudretine, teslimiyet ile güvenenlerden ve Sana sığınanlardan eyle.
Her türlü şüpheden arındır kalplerimizi. Her türlü edepsizlikten koru hallerimizi. Faydasız düşünce ve duygulardan kurtar benliklerimizi.
Hayrı konuşan, hayrı düşünen, hayrı hatırlayan ve hatırlatan takva sahiplerinden olmak duasıyla.
Kurban bayramımız mubarek olsun. Allah kurbanlarımızı, ibadetlerimizi ve dualarımızı kabul buyursun. Allah’ın izniyle; takvası Allah’a ulaşan kullardan olmak nasip olsun. Hayırla ve sağlıkla bir dahaki bayramları Mekke ve Medine topraklarında karşılamak nasip olsun.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji