Hadid Sûresi 6. Ayet

يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۜ وَهُوَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  ...

Geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar. O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُولِجُ sokar و ل ج
2 اللَّيْلَ geceyi ل ي ل
3 فِي içine
4 النَّهَارِ gündüzün ن ه ر
5 وَيُولِجُ ve sokar و ل ج
6 النَّهَارَ gündüzü ن ه ر
7 فِي içine
8 اللَّيْلِ gecenin ل ي ل
9 وَهُوَ ve O
10 عَلِيمٌ bilir ع ل م
11 بِذَاتِ özünü
12 الصُّدُورِ göğüslerin ص د ر
 

 

 

 

Hadi Suresinden dersler (Nouman Ali Khan)

https://youtu.be/-y7l907BAl8

 

 

 

Evrendeki bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiklerinin belirtilmesini takiben, O’nun eşsizliğini ve benzersizliğini gösteren niteliklerine dikkat çekilerek bu tesbihin gerekçesi sayılabilecek bir açıklama yapılmaktadır: O, üstün güç ve engin hikmet sahibidir (azîz ve hakîmdir); göklerde ve yerde mutlak egemenlik O’nundur; O, hem hayat verme hem hayatı sona erdirme kudretini haizdir ve gücünün yetmeyeceği iş yoktur; O, evvel ve âhir, zâhir ve bâtındır, ilmi her şeyi kuşatmıştır; belli hikmetlerle gökleri ve yeri yaratmıştır, kendisi ise zamandan ve mekândan münezzehtir, ama her yerde hâzır ve nâzırdır. Yerde ve gökte cereyan eden her şeyi ve yapılanları görmektedir. Göklerin ve yerin egemenliği öylesine O’nundur ki onların ve oralarda bulunanların âkıbetine hükmedecek olan da yalnız O’dur ve bütün işler dönüp dolaşıp O’na varır. Kulların içinde yaşadığı zamanın gece ve gündüz şeklinde dilimlere ayrılması da O’nun kudretinin eseridir, dolayısıyla O’ndan gizlenebilecek hiçbir şey yoktur. O kalplerin derinliklerinde bulunanları dahi bilmektedir. Tesbih, kısaca, bir yandan şuurlu varlıkların iradî olarak Allah Teâlâ’nın her türlü noksanlıktan uzak olduğunu söz ve davranışlarla ortaya koymaları diğer yandan da evrendeki bütün varlıkların ilâhî yasalara zorunlu olarak boyun eğip O’nun hükümranlığını itiraf etmeleri anlamına gelir (ayrıca bk. İsrâ 17/44).

3. âyette zikredilen “evvel, âhir, zâhir, bâtın” isimleri Hz. Peygam­ber’in, Allah’ın doksan dokuz isminin sayıldığı “esmâ-i hüsnâ” ile ilgili hadisin yanı sıra, onun şu şekilde başlayan bir münâcâtında da yer alır: “Allahım! Sen evvelsin, senden önce olan yoktur; sen âhirsin, senden sonra da hiçbir şey yoktur. Sen zâhirsin, senden daha açık ve üstün olan yoktur; Sen bâtınsın, senden daha gizli ve senden öte hiçbir şey yoktur...” (Müslim, “Zikr”, 61; Tirmizî, “Da‘avât”, 19). Bunların anlamları kısaca şöyledir: a) Evvel: Allah Teâlâ kadîmdir, ezelîdir; varlığının başlangıcı yoktur; O, her şeyin başlangıcı ve başlatıcısıdır. b) Âhir: Allah Teâlâ bâkidir, ebedîdir; varlığının sonu yoktur; her şey sonludur ve sonunda O’na ulaşmak üzere vardır. c) Zâhir: Allah Teâlâ’nın varlığı ve varlığının kanıtları, kudretinin eserleri açıktır. O açıkta olanları bilir; üstündür, yücedir, hikmet sahibidir. d) Bâtın: O’nun zâtının mahiyeti gizlidir, yaratılmışlarca bilinemez; gözler O’nu göremez, akıllar O’nu idrak edemez, muhayyileler O’nu kuşatamaz. O ise bütün gizlilikleri bilir, her şeye nüfuz eder (bilgi için bk. Bekir Topaloğlu, “Âhir”, “Bâtın”, “Evvel” maddeleri, DİA, I, 542, V, 187, XI, 545). Âyeti “O evveldir, âhirdir, zâhirdir, bâtındır” veya “O evvel, âhir, zâhir ve bâtındır” şeklinde de çevirmek mümkündür; meâlde, “ve” bağlaçlarının rolüyle ilgili olarak Zemahşerî’nin yaptığı açıklama (IV, 63-64) esas alınıp bu isimlerden ilk ikisiyle son ikisi arasındaki bağı belirginleştiren bir tercüme yapılmıştır. İbn Âşûr ise bu yaklaşımı isabetli bulmaz (bk. XXVII, 363; bu konudaki bazı mâna incelikleri ve kelâm problemleri hakkında bilgi için bk. Râzî, XXIX, 209-214; Allah’ın gökleri ve yeri altı günde yaratması ve arşa istivâ etmesi hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/54; “gökten inen ve ona yükselen” ifadesi için bk. Sebe’ 34/2; Allah’ın geceyi gündüze, gündüzü geceye katması hakkında bk. Âl-i İmrân 3/27).

 

يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يُولِجُ  damme üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الَّيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي النَّهَارِ  car mecruru  يُولِجُ  fiiline mütealliktir. 

يُولِجُ  atıf harfi وَ ‘la birinci  يُولِجُ ‘ya matuftur. 

يُولِجُ  damme üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. النَّهَارَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي الَّيْلِ  car mecruru  يُولِجُ  fiiline mütealliktir. 

يُولِجُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ولج ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

 

 وَهُوَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَل۪يمٌ  haber olup lafzen merfûdur.  بِذَاتِ  car mecruru  عَل۪يمٌ ‘e mütealliktir. الصُّدُورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عَل۪يمٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ   cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

فِي النَّهَارِ  ve  فِي الَّيْلِۜ  ibarelerinde istiare vardır. Ayette zarfiyye olan  ف۪ي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Gece ve gündüz, içine girilmeye müsait bir şeyler değildir. Olayı mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Gece ve gündüz arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.

النَّهَارِ الَّيْلَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

الَّيْلَ - النَّهَارِ يُولِجُ  kelimelerin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Burada tıbâk sanatı akis sanatıyla bir aradadır. Fiillerin müteallıkları arasında akis gerçekleşmiştir. Bunlar; muhatabın zihninde konunun yer etmesine yardımcı olur.

يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ  cümlesiyle  يُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

Bu; Allah'ın kudretine dair deliller ile, nimetini ortaya koymayı kapsayan ve birleştiren ifadeler olup, bunların tekrar tekrar sunulması, kişiyi önce düşünüp tefekkür etmeye, sonra da Allah Teâlâ ile şükürle meşgul olmaya teşvik etmektir. (Fahreddin er-Râzî)

يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۜ [Geceyi gündüze sokar, gündüzü geceye sokar.] Yani zamanın acı tatlı bütün değişiklikleri O'nun hükmü altındadır. Gamları, sevince, sevinçleri gama, kedere tebdil eden ve zulmet içinde nur, nur içinde zulmet yaratan O'dur. Hem O, bütün göğüslerin künhünü (hakikatini) bilir. En gizli fikirleri, niyetleri, acı ve kederleri ve her türlü duyguyu O bilir. (Elmalılı)


وَهُوَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

Ayetin son cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هُوَ  mübteda,  عَل۪يمٌ  haberdir. بِذَاتِ الصُّدُورِ  car mecruru  عَل۪يمٌ ’a mütealliktir. 

عَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

بِذَاتِ الصُّدُورِ  ifadesinde istiare vardır. 

وَهُوَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah sînelerin özünü bilir. Melzûmu; Allah içinizdekilerini bilir ve buna göre sizi hesaba çeker.  

Cümlede tağlîb sanatı vardır. Allah Teâlâ her şeyi bilir. Özellikle ‘sînelerin özünü bilir’ buyurulması, kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Kalp yerine  صُّدُورِ  kelimesinin gelmesi hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 

Bu ayetler, Allah'ın kudretine dair delillerle, nimetini ortaya koymayı kapsayan ve birleştiren ifadelerdir. Bunların tekrar tekrar sunulması, kişiyi önce düşünüp tefekkür etmeye, sonra da Allah Teâlâ’ya şükürle meşgul olmaya teşvik etmektir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. [Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) -Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Denemeler. Gör. Ömer Kara]