لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعاً مُتَصَدِّعاً مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَوْ | şayet |
|
2 | أَنْزَلْنَا | biz indirseydik |
|
3 | هَٰذَا | bu |
|
4 | الْقُرْانَ | Kur’an’ı |
|
5 | عَلَىٰ |
|
|
6 | جَبَلٍ | bir dağa |
|
7 | لَرَأَيْتَهُ | onu görürdün |
|
8 | خَاشِعًا | baş eğmiş |
|
9 | مُتَصَدِّعًا | parçalanmış |
|
10 | مِنْ | -ndan |
|
11 | خَشْيَةِ | korkusu- |
|
12 | اللَّهِ | Allah |
|
13 | وَتِلْكَ | ve bu |
|
14 | الْأَمْثَالُ | misalleri |
|
15 | نَضْرِبُهَا | anlatıyoruz |
|
16 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
17 | لَعَلَّهُمْ | umulur ki |
|
18 | يَتَفَكَّرُونَ | düşünürler |
|
لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعاً مُتَصَدِّعاً مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ
لَوْ , gayr-ı cazim şart harfidir. اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. هٰذَا işaret zamiri mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الْقُرْاٰنَ işaret zamirinden bedel olup fetha ile mansubdur. عَلٰى جَبَلٍ car mecruru اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
رَاَيْتَهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
خَاشِعاً ve مُتَصَدِّعاً kelimeleri رَاَيْتَهُ ‘deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ sebebiyyedir. مِنْ خَشْيَةِ car mecruru مُتَصَدِّعاً ‘ a mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰه lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْزَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُتَصَدِّعاً sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefa’ul babının ism-i failidir. خَاشِعاً kelimesi, sülasi mücerredi خشع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la istînâfiyeye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. İşaret ismi تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْاَمْثَالُ işaret zamirinden bedel olup damme ile merf’ûdur. نَضْرِبُهَا haber olup mahallen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَضْرِبُهَا damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِلنَّاسِ car mecruru نَضْرِبُهَا fiiline mütealliktir.
لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
İsim cümlesidir. لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. هُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَتَفَكَّرُونَ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتَفَكَّرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَتَفَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعاً مُتَصَدِّعاً مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Müspet mazi fiil sıygasındaki اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ cümlesi şarttır.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Ayette yakın için kullanılan işaret zamiri هٰذَا ‘nın gelmesi, Kur’an’ın onlardan uzak olmadığına tariz içindir. (Âşûr)
الْقُرْاٰنَ kelimesi هٰذَا ’dan bedel veya atf-ı beyandır. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَلٰى جَبَلٍ car mecruru, azamet zamirine isnadla tazim edilen اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir.
Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Şartın cevabı لَ karinesiyle gelen لَرَاَيْتَهُ خَاشِعاً مُتَصَدِّعاً مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
خَاشِعاً ve مُتَصَدِّعاً kelimeleri رَاَيْتَهُ ‘deki zamirin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
مِنْ خَشْيَةِ car mecruru مُتَصَدِّعاً ’a mütealliktir. خَشْيَةِ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir. Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.
اَنْزَلْنَا ‘da zikredilen azamet zamirinden خَشْيَةِ اللّٰهِۜ ifadesiyle gaib zamire geçişte iltifat sanatı vardır.
خَشْيَةِ - خَاشِعاً kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kur’an’ın dağ gibi cansız ve akılsız bir şeye indirilmesi, bir faydası olmayacağı için aklen ve âdeten imkansızdır. Çünkü Kur’an’ın hedefi insanoğlunun hayat tarzını ıslah edip düzeltmektir. Bu yüzden bu ifade, Kur’an’ın yüceliğini bildirmek için لَوْ (eğer … olsaydı) şart edatıyla mübalağa ve gulûv olarak gelmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Bu, tıpkı [Şüphesiz, Biz bu emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk [da, onu eda etmemekten şiddetle kaçındılar…] (Ahzâb 33/72) ayetinde geçtiği gibi, bir canlandırma (tahyîl) olup [Biz insanlar için bu tür temsilî anlatımlara başvuruyoruz ki..] ifadesi de bunu ortaya koymaktadır. Amaç, kalbinin katılığı, Kur’an’ın tilaveti esnasında takınması gereken huşû ve Kur’an’ın korkutucu, caydırıcı ayetlerini pek düşünmemesine karşı insanı kınamaktır. (Keşşâf)
وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ
Cümle atıf harfi وَ ‘la istînaf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, en güzel şekilde temyiz içindir.
تِلْكَ mübteda, الْاَمْثَالُ mübtedadan bedeldir.
Misallere işaret edilen, tecessüm ve cem’ ifade eden تِلْكَ de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’ her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
ذَ ٰلِكَ ve تِلْكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, Duhan/57, s. 190)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haber olan نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. نَضْرِبُهَا - خَشْيَةِ اللّٰهِۜ arasında iltifat sanatı vardır.
الْاَمْثَالُ - نَضْرِبُهَا kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
‘’(Bu tür) temsilî anlatımlar’’ ifadesi ile hem bu temsîle hem de Kur’an’daki başka temsillere işaret edilmektedir. (Keşşâf)
Bu, Kur’an’ın şanının yüceliğinin ve içerdiği öğütlerin tesirinin kuvvetinin temsilî anlatımıdır. Nitekim [İşte bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz.] cümlesi de bunu ifade etmektedir. Bu kelam, kalbinin katılığından, tilavetini dinlediğinde haşyet duymamasından ve hakikatlerini az tefekkür etmesinden dolayı insanı kınamaktadır. (Ebüssuûd)
لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Ayetin, beyanî istînâf olarak fasılla gelen son cümlesinin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâî isnad olan cümlede لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
لَعَلَّ ‘nin haberi olan يَتَفَكَّرُونَ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiş, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
‘Umulur ki’ anlamında olan لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sibeveyhî de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar. َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır. لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
يَتَفَكَّرُونَ fiili تفعّل babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf (çaba), ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür.
Kur’an’da, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatımı bu ayette olduğu gibi لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ şeklinde tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir.
Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken, لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
يَتَفَكَّرُونَ "Tefekkür", ya yaratan hakkında veya yaratılanlar hakkında olur. Yaratan yani Allah hakkındaki tefekkür de ya zatı veya sıfatları hakkında olabilir. Allah'ın zatında tefekkür, şeriat tarafından yasak edilmiştir. Çünkü Allah'ın zatını, ancak Allah bilir. Fakat, Allah'ın vacibü'l-vücut oluşu, ezelî ve ebedî oluşu, hiçbir şeye muhtaç olmayan manasında samediyet cihetinden O'nun büyüklüğü, celâl ve yüceliği itibariyle zatında tefekkür caizdir.
Sıfatlarında tefekküre gelince, sıfatlarının yüceliği hakkında tefekkür edilir. Şöyle ki, Cenabı Hakk'ın ilmi bütün malumatı ihtiva eder. Kudreti bütün eşyayı, iradesi bütün kainatı, işitmesi bütün işitilenleri, görmesi bütün görülenleri içerir. Diğer sıfatları da hep kemal mertebesindedir.
Fiilleri hakkında tefekküre gelince; bu, fiillerinin şümulü, çokluğu, sağlamlığı ve en güzel şekilde meydana gelmesi yönünde olur. [O, her an yaratma ve tasarruftadır.] (Rahman 29) Yaratılanlar üzerinde tefekküre gelince, bu, ya gökler ve yerler üzerinde olur veya kıyametin dehşeti ve sonsuza dek ahiret hayatının halleri hakkında olur. (Rûhu’l Beyân)