Haşr Sûresi 7. Ayet

مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ  ...

Allah’ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah’a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir). Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 أَفَاءَ verdikleri (ganimetler) ف ي ا
3 اللَّهُ Allah’ın
4 عَلَىٰ
5 رَسُولِهِ Elçisine ر س ل
6 مِنْ -ndan
7 أَهْلِ halkı- ا ه ل
8 الْقُرَىٰ o kent ق ر ي
9 فَلِلَّهِ Allah’a (aittir)
10 وَلِلرَّسُولِ ve Elçiye ر س ل
11 وَلِذِي ve olanlara
12 الْقُرْبَىٰ akraba ق ر ب
13 وَالْيَتَامَىٰ ve yetimlere ي ت م
14 وَالْمَسَاكِينِ ve yoksullara س ك ن
15 وَابْنِ ve yolcuya ب ن ي
16 السَّبِيلِ ve yolcuya س ب ل
17 كَيْ ta ki
18 لَا
19 يَكُونَ olmasın ك و ن
20 دُولَةً dolaşan bir şey د و ل
21 بَيْنَ arasında ب ي ن
22 الْأَغْنِيَاءِ zenginler غ ن ي
23 مِنْكُمْ içinizden
24 وَمَا ne ki
25 اتَاكُمُ size verdi ا ت ي
26 الرَّسُولُ Elçi ر س ل
27 فَخُذُوهُ onu alın ا خ ذ
28 وَمَا ve ne ki
29 نَهَاكُمْ size yasakladı ن ه ي
30 عَنْهُ ondan
31 فَانْتَهُوا sakının ن ه ي
32 وَاتَّقُوا ve korkun و ق ي
33 اللَّهَ Allah’tan
34 إِنَّ çünkü
35 اللَّهَ Allah’ın
36 شَدِيدُ şiddetlidir ش د د
37 الْعِقَابِ azabı ع ق ب
 
Hasr-7 Hazreti Ömer şöyle demiştir:” Beni Nadir Yahudilerinden kalan mallar, Allah’ın sadece Resule verdiği ganimet mallarından dı; Müslümanlar bu malları elde etmek için at ve deve koşturmamışlardı. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Beni Nadir hurmalığından elde edilen hurmaları satar, böylece ailesinin yıllık geçimini sağlar, geri kalanını ise Allah yolunda yapılacak savaş malzemelerini temin etmek için harcardı. (Buhari ,Megazi 14, Nefakat 3, Feraiz 3, İ’tisâm 5,Cihat 80, Tefsir 59/3 ;Müslim Cihat 15.) Şu olay ,sahabeden tefsir ve fıkıh sahasındaki derin bilgiyle ünlü Abdullah İbni Mes’ud‘un bu ayeti nasıl anladın anlattığını göstermektedir. Bir gün İbni Mes’ûd “Güzel görünmek için dövme yapan ve yaptıran gereksiz yere yüzden kıl aldıran, güzellik için diş törpületen ve böylece Allah’ın yarattığı şekli değiştirenleri Allah rahmetinden uzaklaştırsın “demiştir. Bunu duyan Esedoğulları’ndan Ümmü Yakup adlı bir kadın ona gelerek, bu sözleri neye dayanarak söyledigini sordu.O da Resulullah’ın lanet ettiğinde ben niye lanet etmeyecekmişim. Üstelik bu, Allah’ın kitabında var ,deyince Ümmü yakup itiraz etti.” Vallahi ben bütün Kur’an’ı okudum, ama bu söylediklerini orada görmedim “dedi .Abdullah İbni Mesut Kur’an’ı gerçekten okumuşsan, onu mutlaka görmüşsündür ,diyerek “Peygamber size ne verdiyse onu alın; size neyi yasakladıysa ondan sakının” ayetini okudu. Ümmü Yakup da onu hak verdi. Fakat bu yaygın adetlerden birinin mutlaka İbni Mes’ud’un hanımında da bulunacaginı söyleyerek onun evine gitti ,fakat umduğunu bulamadı. O zaman Abdullah İbni Mes’ud‘un ona şunları söyledi:”Eğer Resulullah’ın yasakladığı şeylerden biri eşimde bulunsaydı ,biz onunla bir arada olamazdık.” ( Buhari ,Tefsir 59/4; Müslim, Libas 120). Resul-i Ekrem Efendimiz bu konudaki bazı emirleri şöyledir: “Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle uzak durunuz ,bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yetiği ölçüde yapınız.” (Buhari, İ’tisâm 2;Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131). “Herhangi birinizi, rahat koltuğuna yaslanıp da kendisine benim emrettiğim veya nehyettiğim bir şey geldiği zaman, ‘ Biz Kur’an‘dan başka bir şey bilmeyiz. Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız’ derken kesinlikle bulmayayım.” ( Ebu Davut , Sünnet 5;Tirmizi, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 2).
 

  Devele دول :

  Devlet دَوْلَةٌ ve dûlet دُولَةٌ kelimeleri aynı anlamdadır.

  Bazılarına göre ise dûlet دُولَةٌ mal, devlet دَوْلَةٌ ise savaş ve makam/nüfuz için kullanılır.

  Bir başka görüşe göre ise دُولَةٌ sözcüğü bizzat elde edilen şeyin ismi, دَوْلَةٌ sözcüğü ise bir mastardır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de biri fiil ve biri isim olarak 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri devlet, düvel ve tedâvüldür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ

 

مَٓا  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup  اَفَٓاءَ  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَفَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  عَلٰى رَسُولِه۪  car mecruru  اَفَٓاءَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ اَهْلِ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْقُرٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir. 

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Mübteda mahzuftur.Takdiri, هو  şeklindedir.  

لِلرَّسُولِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لِذِي  car mecruru  لِلّٰهِ ‘ye matuf olup, harfle irab olan isimlerden olduğu için cer alameti  ي ‘dir.  الْقُرْبٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir.  الْيَتَامٰى  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْمَسَاك۪ينِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup, cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. ابْنِ السَّب۪يلِۙ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  

اَفَٓاءَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  فيأ ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.            


 كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ 

 

كَيْ  masdar harfidir. Muzariyi nasb ederek manasını masdara çevirir. كَيْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, جعل الفيء كذلك لكي لا يكون ..(O feyleri [zengin bir devlet] olmamanız için böyle yaptı.) şeklindedir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَكُونَ  nakıs, fetha ile mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

يَكُونَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir.  دُولَةً  kelimesi  يَكُونَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. 

بَيْنَ  mekân zarfı  دُولَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. الْاَغْنِيَٓاءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْكُمْ  car mecruru  الْاَغْنِيَٓاءِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.


 وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la  مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ  cümlesine matuftur. مَٓا  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup  اٰتٰيكُمُ  fiilinin mukaddem ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

اٰتٰيكُمُ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الرَّسُولُ  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  خُذُوهُ  fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا نَهٰيكُمْ  atıf harfi وَ ‘la  مَٓا اٰتٰيكُمُ ‘e matuftur. 

مَا  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup  نَهٰيكُمْ  fiilinin mukaddem ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

نَهٰيكُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَنْهُ  car mecruru  نَهٰيكُمْ  fiiline mütealliktir.  

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. انْتَهُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اٰتٰيكُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

انْتَهُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  نهي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اتَّقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

اتَّقُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. 

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.

شَد۪يدُ  kelimesi  اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعِقَابِۢ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
 

مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.  مَا  şart ismidir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl mahallindeki  مَا , amili olan  اَفَٓاءَ  fiiline takdim edilmiştir. 

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

عَلٰى رَسُولِه۪  ve  مِنْ اَهْلِ  car mecrurları, اَفَٓاءَ  fiiline mütealliktir.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder. 

Allah Teâlâ’nın  اَهْلِ الْقُرٰى  sözündeki marifelik, ahd içindir. (Âşûr)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هو olan mübteda ve car mecrur  لِلّٰهِ ‘nin müteallakı olan haber mahzuftur. Cümledeki diğer car mecrurlar  لِلّٰهِ ‘ye matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ganimet sahiplerinin Allah, resulü, yoksullar, yolda kalmışlar, miskinler ve yakınlık sahipleri şeklinde sayılmasında taksim sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْمَسَاك۪ينِ - ابْنِ السَّب۪يلِۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Keşşaf sahibi, "Bu cümlenin başına atıf harfi gelmemiştir. Çünkü bu cümle, önceki cümlenin beyanıdır. Dolayısıyla, bu onun bir parçası olup, ondan ayrı bir şey değildir" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Müfessirler, ayetteki,  لِذِي الْقُرْبٰى (akrabalara…) kelimesinden maksadın, Haşimoğulları ve Muttaliboğulları olduğu hususunda icma etmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki  وَابْنِ السَّب۪يلِ , malından uzak kalmış yolcu demektir. Böyle ”yolda kalmış" yolculara  وَابْنِ السَّب۪يلِ  (yol oğlu) denmesinin sebebi, devamlı yolda oluşundandır. (Ruhu’l Beyan)


 كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ 

 

Masdar harfi  كَيْ  ve akabindeki  لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْ  cümlesi, mahzuf harf-i ceriyle birlikte masdar teviliyle, mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, … جعل الفيء كذلك ل .(... feyi böyle yaptı) şeklindedir.

Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar-ı müevvel, menfî  كاَنَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

دُولَةً  kelimesi,  يَكُونَ ’nin haberidir.  بَيْنَ  mekân zarfı,  دُولَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.   

الْاَغْنِيَٓاءِ  muzâfun ileyhtir. Car mecrur  مِنْكُمْ  mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

الْاَغْنِيَٓاءِ - الْمَسَاك۪ينِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.

الْاَغْنِيَٓاءِ  ile kastedilen zengin olduğu düşünülen gazilerdir. Çünkü ganimet ve hayvanları vardır. (Âşûr) 

الْاَغْنِيَٓاءِ  ile kastedilenler, zenginliğin göstergesi olan mal ve evlat bakımından üstün olan güvenilmez kimselerdir.


 وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ

 

Cümle atıf harfi  وَ  ile  مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubunda gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl mahallindeki şart ismi  مَا , amili olan  اٰتٰيكُمُ  fiiline takdim edilmiştir. Şart cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi olan  فَخُذُوهُ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Şart üslubunda gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl mahallindeki şart ismi  مَا , amili olan  نَهٰيكُمْ  fiiline takdim edilmiştir. Şart cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَانْتَهُوا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اٰتٰيكُمُ - فَخُذُوهُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

نَهٰيكُمْ - فَانْتَهُواۚ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ  [Peygamber size ne verdiyse onu alın] ayeti ile  مَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا  [Size neyi yasakladıysa ondan vazgeçin.] ayeti arasında latif mukabele vardır. (Safvetü’t Tefâsir) 


وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.


 اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz ve teberrük içindir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ  izafeti, sözü kısaltmış ve vecîz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmiştir. Bu izafet sıfatın mevsufuna muzâf olması şeklinde lafzî izafettir. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)

شَد۪يدُ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.