فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَنْ | kimi |
|
2 | يُرِدِ | isterse |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يَهْدِيَهُ | doğru yola iletmek |
|
6 | يَشْرَحْ | açar |
|
7 | صَدْرَهُ | onun göğsünü |
|
8 | لِلْإِسْلَامِ | İslam’a |
|
9 | وَمَنْ | kimi de |
|
10 | يُرِدْ | isterse |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يُضِلَّهُ | saptırmak |
|
13 | يَجْعَلْ | yapar |
|
14 | صَدْرَهُ | onun göğsünü |
|
15 | ضَيِّقًا | daralmış |
|
16 | حَرَجًا | tıkanık |
|
17 | كَأَنَّمَا | gibi |
|
18 | يَصَّعَّدُ | yükseliyor |
|
19 | فِي |
|
|
20 | السَّمَاءِ | göğe |
|
21 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
22 | يَجْعَلُ | çökertir |
|
23 | اللَّهُ | Allah |
|
24 | الرِّجْسَ | pislik (sıkıntı) |
|
25 | عَلَى | üstüne |
|
26 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
27 | لَا |
|
|
28 | يُؤْمِنُونَ | inanmayan(ların) |
|
Bir önceki âyette bildirildiğine göre müşrikler, Allah’ın elçilerine verilenlerin benzerleri kendilerine de verilmedikçe asla inanmayacaklarını ilân etmişler, güya zâhirî bazı sebeplere dayanarak kendilerini de peygamberliğe lâyık görmüşlerdi. Bu âyet gösteriyor ki, Allah’ın evrende mutlak geçerli olan küllî kanunları insanların inanç ve amel hayatında da geçerlidir ve bütün zâhirî sebeplerin ötesinde asıl ve gerçek sebeptir. O, küllî kanunları uyarınca, birinin hidayete ulaşmasını dilerse onun gönlünü İslâm’a açar, onu sevdirir ve kabul ettirir; eğer birinin haktan uzak kalmasını istiyorsa onun da kalbine hakkı benimseyip sevmesini engelleyici bir darlık ve sıkıntı verir.
Âyette ikinci konumdaki kimselerin yaşadığı psikolojik durumun göğe doğru yükselenlerin hissettiği fizyolojik sıkıntıya benzetilmesi ilgi çekicidir. Zira bilindiği gibi, yükseğe çıkıldıkça hava basıncı düşer ve irtifaın artması oranında nefes almak da güçleşir. Böyle bir tabiat kanununun henüz bilinmediği bir dönemde Kur’an’ın bu kanunu açıkça ifade etmesi onun kesin bir mûcizesidir. Bunun kadar önemli olan diğer bir husus da menfi duyguların etkisinde kalan insanların yaşadığı psikolojik sıkıntıların ve açmazların bu âyette mükemmel bir şekilde teşhis ve veciz bir benzetmeyle tasvir edilmiş olmasıdır. Buna göre kötü niyet, kıskançlık, inatçılık, gurur ve kibir, zevk ve menfaat tutkusu gibi psikolojik âmillerin etkisine kapılan kâfirler akıllarını duygularına kurban ederler; bu tutumda ısrar ettikçe, tıpkı yükseldikçe nefes alma güçlüğü çekenler gibi, Müslümanlık ve müslümanlar karşısında giderek artan bir sıkıntı ve huzursuzluk hissederler; hak ve hidayet üzerine rahat ve sağlıklı düşünme imkânından gittikçe uzaklaşırlar; İslâm’ın anlatılması canlarını sıkar, inat ve inkârlarını arttırır, haksız davranışlara sevkeder; böylece ebedî hayat ve kurtuluş demek olan hidayete ulaşma imkânını da giderek kaybederler. Bütün bunlar, Allah’ın küllî kanunlarının zorunlu bir sonucu olarak, olumsuz duygu ve tutkularının, kötü niyetlerinin esiri olanlar için kaçınılmaz bir durumdur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 467-468
ضِيق Genişliğin zıddıdır. ضَيْقَةٌ sözcüğü ise fakirlik, cimrilik, üzüntü ve keder gibi şeylerle ilgili konularda da kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri tazyik ve müzâyakadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُرِدِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُرِدِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَهْدِيَهُ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَشْرَحْ şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. صَدْرَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِلْاِسْلَامِ car mecruru يَشْرَحْ fiiline müteallıktır.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُرِدِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ
وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و: Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُرِدِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُرِدِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يُضِلَّهُ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَجْعَلْ şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi üç şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,
2. Bir halden başka bir hale geçmek,
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Grupta olan değiştirme manası ifade eden fiillerle aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller üç şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette يَجْعَلْ fiili değiştirmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûl almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَيِّقاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. حَرَجاً kelimesi ضَيِّقاً’ın sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat,
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mansub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1. İsim cümlesi olan sıfatlar, 2. Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3. Şibhi cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. حَرَجاً kelimesi burada hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اَنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اَنَّ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
يَصَّعَّدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. فِي السَّمَٓاءِ car mecruru يَصَّعَّدُ fiiline müteallıktır.
يَصَّعَّدُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi صعد ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يَجْعَلُ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, جعلًا مثلَ ذلك يجعل (Benzeri bir şekilde yaptık) şeklindedir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
يَجْعَلُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. الرِّجْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, عَلَى harf-i ceriyle يَجْعَلُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُؤْمِنُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi أمن ’dır.
İf’âl babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ
فَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.
…يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ şeklindeki muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesi مَن ’in haberidir.
اَنْ masdar harfini takip eden يَهْدِيَهُ cümlesi, masdar tevilinde, يُرِدِ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayette sadr kelimesinin anlamı göğüstür. Kalbin mahalli göğüs olduğu için mahal söylenerek kalp kastedilmiştir. Göğüse isnad edilen vasıflar da bunu teyit eder. Çünkü ferahlık ve darlık kalbe isnad edilen sıfatlardır. (Süleyman Kablan, Arap Dili Ve Belâgatında Mecâz-I Mürsel Ve Alakaları)
وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ
Önceki şart cümlesine matuftur. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Muzari fiil sıygasındaki يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُضِلَّهُ cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesi مَن ’in haberidir.
اَنْ masdar harfini takip eden يُضِلَّهُ cümlesi, masdar tevilinde, يُرِدِ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı olan …يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Teşbih harfi كَ’nin dahil olduğu اَنَّمَا ’daki مَا, kâffe ve mekfûfedir. اَنَّ ’yi amelden düşürmüştür. يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِ cümlesi de muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ cümlesi ile وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَهْدِيَهُ - يُضِلَّهُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لِلْاِسْلَامِۚ - يُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
صَدْرَ kelimesiyle kalp kastedildiği için mahalliyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. (Beyan İlmi)
Teşbih vardır. Dalalete düşenlerin veya haktan kaçıp uzaklaşanların hali göğe çıkmak gibi kişinin gücünü aşan bir işe benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
فِي السَّمَٓاءِ ifadesindeki في harf-i cerinin إلى manasına gelmesi de zarfiyye manasında olması da caizdir. Yani o temsili olarak sema katlarına yükselmiştir veya sema, hava boşluğu manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
ضَيِّقاً, birbirine sarmaş dolaş olmuş ağaçlık yer, anlamındadır. Kâfirin kalbi de otlayan bir hayvan, ağaçları sık ve birbirine dolaşmış yere nasıl ulaşamıyor ise hikmet ulaşmadığından dolayı böyle nitelendirilmiş gibidir. (Kurtubî)
كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِ Buradaki teşbihin niteliği hususunda iki izah vardır:
1. Nasıl ki insan göğe çıkmakla yükümlü tutulsa bu ona ağır ve zor gelir, bu emir gözünde büyür ve onun buna karşı isteksizliği kuvvetlenirse aynı şekilde kâfire de iman etmesi ağır gelir ve onun buna karşı olan nefreti, gittikçe çoğalır.
2. Ayetin takdiri, “Onun kalbi İslam’dan ve imanı kabul etmekten uzaklaşır.” şeklindedir. Böylece bu uzaklaşma işi, yerden göğe çıkan kimsenin uzaklaşmasına benzetilmiş olur. (Fahreddin er-Razi)
حَرَجًا Nâfi ve Âsım'dan Ebû Bekir kıraatinde “râ”nın kesriyle حَرِجًا şeklinde, diğer kıraatlerde fetha ile حَرَجًا şeklinde okunur. Biri doğrudan doğruya sıfat-ı müşebbehe, biri de mübâlağa olarak masdarla nitelendirmedir ki son derece dar ve ciddi olarak darlık, tıkanmış kalmış ve açılmaz, geçilmez tıkanıklık demektir. (Elmalılı)
كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, fiilin mahzuf mef’ûlü mutlakına müteallıktır. Takdiri … جعلًا مثلَ ذلك يجعل [Benzeri bir şekilde yaptık] şeklindedir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
Ayetteki كَذٰلِكَ tabirindeki كَ bir benzetme olduğunu gösterir. Bu şeyin ne olduğu hususunda da şu iki izah yapılmıştır:
a. Kelamın takdiri, “Allah onların kalplerinde bir göğüs darlığı meydana getirdiği gibi Allah onların üzerine böyle bir rüsvaylık da çökertir.” şeklindedir.
b. Zeccâc, bu sözün takdirinin, “Sana anlattığımız şeyler gibi Allah onların üzerine böyle bir rüsvaylık da çökertir.” şeklinde olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Burada işaret edilenlerin durumunun ne derece kötü olduğunu ifade eder.
…يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl يَجْعَلُ ,الَّذ۪ينَ fiiline müteallıktır. Sılası لَا يُؤْمِنُونَ, menfi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Ayetteki bütün fiillerin muzari olarak gelişi hudûs ve teceddüt bildirir.
يَجْعَلُ - مَنْ - يُرِد - اَنْ - صَدْرَهُ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
رِّجْسَ; tabiat itibarıyla iğrenç, berbat ya da korkunç olan herhangi bir şey demektir. Bu durumda hayatın bir anlamı ve amacı olduğuna inanmayan herkesi er veya geç kuşatacak olan korkunç boşluk, hiçlik duygusunu ifade eder. (Muhsin Demirci, Kur’an Tefsirinde Farklı Yorumlar)
Alimler, ayette geçen الرِّجْسَ kelimesinin ne demek olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbni Abbas, “Bu, Allah'ın onlara musallat ettiği şeytandır.” Mücahid, “Rics, kendisinde hiçbir hayır bulunmayan şey”, Atâ, “Rics, azabtır.”; Zeccâc da: “Rics, dünyada lanet, ahirette de azaptır.” demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
يُؤْمِنُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi öncesi için ıtnabdan tezyîl cümlesidir. الرِّجْسُ Pislik ve fesattır. Nefsin manevi pisliğidir. Burada kastedilen nefsin pisliğidir ki o da şirk pisliğidir. (Âşûr)
Göğsün açılması da, rahat rahat nefes alması da kalbin ferahlamasını gerektirir. Ve bu şekilde göğsün ferahlaması, hem kuvvet ve tahammülden hem de sevinme ve ferahlanmadan kinaye olur. Burada İslam için göğsün açılması da nefse hakkı seve seve kabul etmeye hazır, engel ve zıtlıktan arınmış bir yetenek bahş etmekten kinayedir. (Elmalılı)