بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَنْ | kimi |
|
2 | يُرِدِ | isterse |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يَهْدِيَهُ | doğru yola iletmek |
|
6 | يَشْرَحْ | açar |
|
7 | صَدْرَهُ | onun göğsünü |
|
8 | لِلْإِسْلَامِ | İslam’a |
|
9 | وَمَنْ | kimi de |
|
10 | يُرِدْ | isterse |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يُضِلَّهُ | saptırmak |
|
13 | يَجْعَلْ | yapar |
|
14 | صَدْرَهُ | onun göğsünü |
|
15 | ضَيِّقًا | daralmış |
|
16 | حَرَجًا | tıkanık |
|
17 | كَأَنَّمَا | gibi |
|
18 | يَصَّعَّدُ | yükseliyor |
|
19 | فِي |
|
|
20 | السَّمَاءِ | göğe |
|
21 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
22 | يَجْعَلُ | çökertir |
|
23 | اللَّهُ | Allah |
|
24 | الرِّجْسَ | pislik (sıkıntı) |
|
25 | عَلَى | üstüne |
|
26 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
27 | لَا |
|
|
28 | يُؤْمِنُونَ | inanmayan(ların) |
|
Bir önceki âyette bildirildiğine göre müşrikler, Allah’ın elçilerine verilenlerin benzerleri kendilerine de verilmedikçe asla inanmayacaklarını ilân etmişler, güya zâhirî bazı sebeplere dayanarak kendilerini de peygamberliğe lâyık görmüşlerdi. Bu âyet gösteriyor ki, Allah’ın evrende mutlak geçerli olan küllî kanunları insanların inanç ve amel hayatında da geçerlidir ve bütün zâhirî sebeplerin ötesinde asıl ve gerçek sebeptir. O, küllî kanunları uyarınca, birinin hidayete ulaşmasını dilerse onun gönlünü İslâm’a açar, onu sevdirir ve kabul ettirir; eğer birinin haktan uzak kalmasını istiyorsa onun da kalbine hakkı benimseyip sevmesini engelleyici bir darlık ve sıkıntı verir.
Âyette ikinci konumdaki kimselerin yaşadığı psikolojik durumun göğe doğru yükselenlerin hissettiği fizyolojik sıkıntıya benzetilmesi ilgi çekicidir. Zira bilindiği gibi, yükseğe çıkıldıkça hava basıncı düşer ve irtifaın artması oranında nefes almak da güçleşir. Böyle bir tabiat kanununun henüz bilinmediği bir dönemde Kur’an’ın bu kanunu açıkça ifade etmesi onun kesin bir mûcizesidir. Bunun kadar önemli olan diğer bir husus da menfi duyguların etkisinde kalan insanların yaşadığı psikolojik sıkıntıların ve açmazların bu âyette mükemmel bir şekilde teşhis ve veciz bir benzetmeyle tasvir edilmiş olmasıdır. Buna göre kötü niyet, kıskançlık, inatçılık, gurur ve kibir, zevk ve menfaat tutkusu gibi psikolojik âmillerin etkisine kapılan kâfirler akıllarını duygularına kurban ederler; bu tutumda ısrar ettikçe, tıpkı yükseldikçe nefes alma güçlüğü çekenler gibi, Müslümanlık ve müslümanlar karşısında giderek artan bir sıkıntı ve huzursuzluk hissederler; hak ve hidayet üzerine rahat ve sağlıklı düşünme imkânından gittikçe uzaklaşırlar; İslâm’ın anlatılması canlarını sıkar, inat ve inkârlarını arttırır, haksız davranışlara sevkeder; böylece ebedî hayat ve kurtuluş demek olan hidayete ulaşma imkânını da giderek kaybederler. Bütün bunlar, Allah’ın küllî kanunlarının zorunlu bir sonucu olarak, olumsuz duygu ve tutkularının, kötü niyetlerinin esiri olanlar için kaçınılmaz bir durumdur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 467-468
ضِيق Genişliğin zıddıdır. ضَيْقَةٌ sözcüğü ise fakirlik, cimrilik, üzüntü ve keder gibi şeylerle ilgili konularda da kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri tazyik ve müzâyakadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ
فَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُرِدِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُرِدِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَهْدِيَهُ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَشْرَحْ şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. صَدْرَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِلْاِسْلَامِ car mecruru يَشْرَحْ fiiline müteallıktır.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُرِدِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ
وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و: Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُرِدِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُرِدِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يُضِلَّهُ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَجْعَلْ şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi üç şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,
2. Bir halden başka bir hale geçmek,
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Grupta olan değiştirme manası ifade eden fiillerle aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller üç şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette يَجْعَلْ fiili değiştirmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûl almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَيِّقاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. حَرَجاً kelimesi ضَيِّقاً’ın sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat,
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mansub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1. İsim cümlesi olan sıfatlar, 2. Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3. Şibhi cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. حَرَجاً kelimesi burada hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اَنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اَنَّ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
يَصَّعَّدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. فِي السَّمَٓاءِ car mecruru يَصَّعَّدُ fiiline müteallıktır.
يَصَّعَّدُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi صعد ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يَجْعَلُ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, جعلًا مثلَ ذلك يجعل (Benzeri bir şekilde yaptık) şeklindedir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
يَجْعَلُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. الرِّجْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, عَلَى harf-i ceriyle يَجْعَلُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُؤْمِنُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi أمن ’dır.
İf’âl babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ
فَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.
…يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ şeklindeki muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesi مَن ’in haberidir.
اَنْ masdar harfini takip eden يَهْدِيَهُ cümlesi, masdar tevilinde, يُرِدِ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayette sadr kelimesinin anlamı göğüstür. Kalbin mahalli göğüs olduğu için mahal söylenerek kalp kastedilmiştir. Göğüse isnad edilen vasıflar da bunu teyit eder. Çünkü ferahlık ve darlık kalbe isnad edilen sıfatlardır. (Süleyman Kablan, Arap Dili Ve Belâgatında Mecâz-I Mürsel Ve Alakaları)
وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ
Önceki şart cümlesine matuftur. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Muzari fiil sıygasındaki يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُضِلَّهُ cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesi مَن ’in haberidir.
اَنْ masdar harfini takip eden يُضِلَّهُ cümlesi, masdar tevilinde, يُرِدِ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı olan …يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Teşbih harfi كَ’nin dahil olduğu اَنَّمَا ’daki مَا, kâffe ve mekfûfedir. اَنَّ ’yi amelden düşürmüştür. يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِ cümlesi de muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ cümlesi ile وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَهْدِيَهُ - يُضِلَّهُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لِلْاِسْلَامِۚ - يُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
صَدْرَ kelimesiyle kalp kastedildiği için mahalliyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. (Beyan İlmi)
Teşbih vardır. Dalalete düşenlerin veya haktan kaçıp uzaklaşanların hali göğe çıkmak gibi kişinin gücünü aşan bir işe benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
فِي السَّمَٓاءِ ifadesindeki في harf-i cerinin إلى manasına gelmesi de zarfiyye manasında olması da caizdir. Yani o temsili olarak sema katlarına yükselmiştir veya sema, hava boşluğu manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
ضَيِّقاً, birbirine sarmaş dolaş olmuş ağaçlık yer, anlamındadır. Kâfirin kalbi de otlayan bir hayvan, ağaçları sık ve birbirine dolaşmış yere nasıl ulaşamıyor ise hikmet ulaşmadığından dolayı böyle nitelendirilmiş gibidir. (Kurtubî)
كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِ Buradaki teşbihin niteliği hususunda iki izah vardır:
1. Nasıl ki insan göğe çıkmakla yükümlü tutulsa bu ona ağır ve zor gelir, bu emir gözünde büyür ve onun buna karşı isteksizliği kuvvetlenirse aynı şekilde kâfire de iman etmesi ağır gelir ve onun buna karşı olan nefreti, gittikçe çoğalır.
2. Ayetin takdiri, “Onun kalbi İslam’dan ve imanı kabul etmekten uzaklaşır.” şeklindedir. Böylece bu uzaklaşma işi, yerden göğe çıkan kimsenin uzaklaşmasına benzetilmiş olur. (Fahreddin er-Razi)
حَرَجًا Nâfi ve Âsım'dan Ebû Bekir kıraatinde “râ”nın kesriyle حَرِجًا şeklinde, diğer kıraatlerde fetha ile حَرَجًا şeklinde okunur. Biri doğrudan doğruya sıfat-ı müşebbehe, biri de mübâlağa olarak masdarla nitelendirmedir ki son derece dar ve ciddi olarak darlık, tıkanmış kalmış ve açılmaz, geçilmez tıkanıklık demektir. (Elmalılı)
كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, fiilin mahzuf mef’ûlü mutlakına müteallıktır. Takdiri … جعلًا مثلَ ذلك يجعل [Benzeri bir şekilde yaptık] şeklindedir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
Ayetteki كَذٰلِكَ tabirindeki كَ bir benzetme olduğunu gösterir. Bu şeyin ne olduğu hususunda da şu iki izah yapılmıştır:
a. Kelamın takdiri, “Allah onların kalplerinde bir göğüs darlığı meydana getirdiği gibi Allah onların üzerine böyle bir rüsvaylık da çökertir.” şeklindedir.
b. Zeccâc, bu sözün takdirinin, “Sana anlattığımız şeyler gibi Allah onların üzerine böyle bir rüsvaylık da çökertir.” şeklinde olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Burada işaret edilenlerin durumunun ne derece kötü olduğunu ifade eder.
…يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl يَجْعَلُ ,الَّذ۪ينَ fiiline müteallıktır. Sılası لَا يُؤْمِنُونَ, menfi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Ayetteki bütün fiillerin muzari olarak gelişi hudûs ve teceddüt bildirir.
يَجْعَلُ - مَنْ - يُرِد - اَنْ - صَدْرَهُ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
رِّجْسَ; tabiat itibarıyla iğrenç, berbat ya da korkunç olan herhangi bir şey demektir. Bu durumda hayatın bir anlamı ve amacı olduğuna inanmayan herkesi er veya geç kuşatacak olan korkunç boşluk, hiçlik duygusunu ifade eder. (Muhsin Demirci, Kur’an Tefsirinde Farklı Yorumlar)
Alimler, ayette geçen الرِّجْسَ kelimesinin ne demek olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbni Abbas, “Bu, Allah'ın onlara musallat ettiği şeytandır.” Mücahid, “Rics, kendisinde hiçbir hayır bulunmayan şey”, Atâ, “Rics, azabtır.”; Zeccâc da: “Rics, dünyada lanet, ahirette de azaptır.” demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
يُؤْمِنُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi öncesi için ıtnabdan tezyîl cümlesidir. الرِّجْسُ Pislik ve fesattır. Nefsin manevi pisliğidir. Burada kastedilen nefsin pisliğidir ki o da şirk pisliğidir. (Âşûr)
Göğsün açılması da, rahat rahat nefes alması da kalbin ferahlamasını gerektirir. Ve bu şekilde göğsün ferahlaması, hem kuvvet ve tahammülden hem de sevinme ve ferahlanmadan kinaye olur. Burada İslam için göğsün açılması da nefse hakkı seve seve kabul etmeye hazır, engel ve zıtlıktan arınmış bir yetenek bahş etmekten kinayedir. (Elmalılı)
وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يماًۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
İlk âyet, inkârcıların tuttukları dalâlet yolunun zıddı olan hidayet yolunun özelliğini, 127. âyet de bu yoldan gidenlerin ulaşacakları huzur ve mutluluğu dile getirmektedir. Buna göre Allah’ın, ruhunu ve gönlünü İslâm’a açtığı, bu sayede iyi niyetli olan ve sağlıklı düşünen insanlar tarafından benimsenen İslâm, Hz. Peygamber’in rabbi olan Allah’ın dosdoğru gerçeğe ve mutluluğa götüren yoludur. Böylece Kur’an doğru yolu da eğri yolu da açık seçik bildirmiştir. Fakat bundan ancak öğüt ve ibret almaya niyetli olanlar yararlanırlar; bu sayede onlar rableri nezdinde esenlik yurdunu, bütün güzelliklerin yaşanacağı cenneti; ayrıca hayırlı amelleriyle, bütün nimetlerin en yücesi olmak üzere, Allah’ın dostluğunu kazanırlar.
127. âyetteki “esenlik yurdu” tabirini, müslümanların doğru inançları ve temiz yaşayışları sayesinde gerçekleştirecekleri düzenli, huzurlu, güvenli ve mutlu bir ülke veya dünya hayatı şeklinde anlamak da mümkündür.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 468
وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يماًۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. صِرَاطُ haber olup lafzen merfûdur. رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُسْتَق۪يماً hal olup lafzen mansubtur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal müfred hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْتَق۪يماً sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
قَدْ tahkik içindir yani tekid ifade eder. فَصَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
الْاٰيَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِقَوْمٍ car mecruru فَصَّلْنَا fiiline müteallıktır.
يَذَّكَّرُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mansub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab.
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibhi cümle olan sıfatlar.
Burda sıfat fiil cümlesi olan sıfat şeklinde gelmiştir.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَذَّكَّرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَصَّلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَذَّكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يماًۜ
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini, şerefini ve manevi değerinin çok yüksek olduğunu ifade eder.
Ayette işaret edilen bu yoldan gidenlerin ulaşacakları huzur ve mutluluktur. Bu nedenle işaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur.
هٰذَا ism-i işareti, Kur’an’da zikredilen her şeye bir işarettir. Bu cümleden olarak İbni Abbas, “Allah Teâlâ, ‘Ey Muhammed, üzerinde olduğun bu şey, Rabbinin dosdoğru olan dinidir’ manasını murad etmiştir.” derken İbni Mesud, “Allah Teâlâ bununla Kur’an’ı kastetmiştir.” demiştir. Birinci görüş daha evladır. Çünkü işaret zamirinin, zikredilen hususların en yakınına işaret etmesi daha uygundur.
Bunun böyle olduğu sabit olunca biz deriz ki: Allah Teâlâ, önceki ayette bulunan şeylere uymayı emredince, bu ayetin, müteşabihattan (ayırt edilmesi zor olacak şekilde birbirine benzeyen) değil, muhkemattan (anlam yönünden başka bir ihtimal taşımayan açık manalı nas) olması gerekir. Çünkü Allah bir şeyi zikredip o şeye sarılmayı, ona yönelmeyi ve ona dayanmayı iyice emredince onun muhkemattan olması vacip olur. Böylece önceki ayetin muhkemattan olduğu, o ayeti zahirî manasına göre anlamanın vacip olup onu tevil ederek tasarrufta bulunmanın haram olduğu sabit olur. (Fahreddin er-Râzî)
رَبِّكَ izafetinde, Rabb isminin Hz. Peygambere ait zamire muzâf olması Peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütuf ile muamele etmek içindir.
صِرَاطُ رَبِّكَ, [Rabbinin yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. صِرَاطُ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
“Ayetteki, مُسْتَق۪يماً kelimesi, hal olduğu için halin amili ise هٰذَا kelimesidir. Zira هٰذَا’daki ذَا işaret manasını tazammun (içine alma, kapsama) eder. Bu, “Ayakta olduğu vaziyette Zeyd’e işaret ediyorum.” manasına gelen هَاذَا زَيْدٌ قَائِمًا demen gibidir. Halde amil olan fiil değil, “manay-ı fiil (fiil manasını tazammun eden şey)” olunca halin amiline takdimi caiz olmaz ve mesela, قَائِمًا هَاذَا زَيْدٌ denilemez ama ضَاحِكًا جَاءَ زَيْدٌ “Zeyd, gülerek geldi.” denir. (Fahreddin er-Râzî)
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümle قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki يَذَّكَّرُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
قَوْمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Ayetlerin tafsilatlı olarak açıklanması bütün insanlara müteveccih iken bunun düşünen bir topluma tahsis edilmesi onların bu ayetlerden daha fazla yarar sağlamaları sebebiyledir.
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan teakkul kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (teakkul) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (tezekkür) geleceğe yol bulmaları (tedebbür) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
يَذَّكَّرُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ kavlindeki لِ harfi ta’lîl manasındadır. Ayetleri onlar için açıkladık; Çünkü onun açıklanmasından kazanç sağlayanlar onlardır. Kavimden kastedilenler de Müslümanlardır. Çünkü ayetlerden faydalanan ve onları düşünenler onlardır.لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ
İsim cümlesidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. دَارُ muahhar mübtedadır. السَّلَامِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عِنْدَ mekân zarfı, دَارُ السَّلَامِ’ın mahzuf haline müteallıktır. رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ cümlesi يَذَّكَّرُونَ failinden hal cümlesidir. Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal, harfi cerli şibh-i cümle olan hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. وَلِيُّهُمْ haber olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte وَلِيُّهُمْ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. يَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ
Önceki ayetteki يَذَّكَّرُونَ fiilinin failinden وَ olmadan gelen haldir. وَ olmaması onların bu hal üzere kalıcı olduklarına işaret eder.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesinde, لَّهُمۡ mahzuf mukaddem habere muteallıktır. دَارُ السَّلَامِ ise muahhar mübtedadır. Car ve mecrurun takdim edilmesi tahsis içindir. Yani selamet yurdu, sadece düşünüp ibret alanlar içindir. Başkası için değil. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin izafetle marife oluşu, az sözle çok anlam ifade eder.
عِندَ رَبِّهِمۡ izafetinde, هُمۡ zamirinin رَبِّ ismine muzâfun ileyh olması, zamirin ait olduğu kimseler için ve رَبِّ ismine muzâf olması عِندَ için tazim ve teşrif ifade eder.
دَارُ السَّلَامِ ifadesinde istiare vardır. Kastedilen “Onlar için güven, esenlik, ve korkulardan kurtuluş yeri vardır.” manasıdır. Bunlar cennetin sıfatlarıdır. (Radi)
Bu izafetin عِنْدَ رَبِّهِمْ [Rabblerinin katında] şeklinde kayıtlanması tazim ifade eder.
Arkadan gelen cümle de bu tazimi tekid eder.
دَارُ السَّلَامِ tabiri ile ilgili birkaç görüş vardır:
Ayetteki “Selam yurdu onlarındır.” buyruğunun anlattığı husustur. Bu, hasır manası ifade edip buna göre mana, “Selam yurdu, başkalarının değil, sadece onlarındır.” manasındadır.
السَّلَامِ kelimesi, selametin çoğuludur. İçinde her türlü selamet (kurtuluş) bulunduğu için cennet, selam yurdu diye adlandırılmıştır.
دَارُ ifadesini, “selamet dârı (yurdu)” olarak tavsif etmek, “Allah’ın yurdu” diye tavsif etmeye nazaran, insanları daha çok cezbeder.
b. Allah Teâlâ’yı selam ismi ile tavsif (nitelendirme), aslında mecazî bir tavsiftir. Allah selamet sahibi (yani kurtarıcı) olduğu için bu isimle tavsif edilmiştir. Binaenaleyh bir sözü, hakiki (lügavi) manasına hamletmek mümkün ise böyle yapmak daha uygun olur. (Fahreddin er-Râzî)
Darusselam, barış, sağlık ve esenlik yurdu, Darullah yani Allah’ın yurdu, selam yurdu yani cennet vardır. Allah Teâlâ bu yurdu kendi zatına izafe ederek bunun önem ve azametini, saygınlığını gösterir. Ya da her afetten, tehlikeden korunup arınan, kir ve pastan uzak olan tertemiz yurt, demektir. (Kurtubî)
Ayetteki عِنْدَ رَبِّهِمْ [Rabbleri katında...] tabirinin anlattığı ifadenin tefsiri hususunda da şu izahlar yapılmıştır:
“Rableri katında…” tabiri ileride hazırlanmış olan o mükâfatın, Allah’a yakın olma sıfatı ile olduğunu hissettirir. Bu yakınlık mekân ve cihet bakımından olmaz. O halde bunun şeref, yücelik, rütbe (derece) ile olması gerekir. Bu da o şeyin künhünü (özünü, aslını) ancak Allah Teâlâ’nın bilebileceği bir kemâl ve yüceliğe ulaştığına delalet eder. Bunun bir benzeri de “Kendilerine ne (nimetler) gizlenmiş (hazırlanmış) olduğunu hiç kimse bilemez.” (Secde Suresi, 17) ayetidir.
Diğer husus şereflendirmedir. Ayetteki, “O (Allah), kendilerinin dostudur.” buyruğu veli, “dost, yakın olan” manasındadır. Binaenaleyh ayetteki, “Rableri katında…” tabiri kulların Allah’a, “O, kendilerinin dostudur.” buyruğu da Allah’ın onlara yakın olduğuna delalet eder. Hem sonra Cenab-ı Hakk’ın, “O (Allah) kendilerinin dostudur.” sözü, hasır manası ifade eder. Yani “Onların dostu, sadece Allah’tır.” demektir. Nasıl böyle olmaz ki çünkü bu şereflendirme, “Allah kime hidayet etmeyi isterse onun göğsünü İslam’a açar kimi de saptırmak isterse onun da kalbini son derece daraltır.” (Enam Suresi, 125) ayetinde anlatılan tevhid üzerine bina edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Önceki hal cümlesine matuf isim cümlesidir. Sübut ifade eden cümlede müsnedin izafet formunda gelmesi, veciz anlatım amacına matuftur.
Mecrur mahaldeki مَا masdariye وَلِيُّهُمْ’a müteallıktır. Sılası كَانَ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M. Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı)
بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Yapmakta oldukları (iyi işlerden) dolayı…” buyurmuştur. Allah Teâlâ, insan işi gücü bırakmasın, ibadetten vazgeçmesin diye böyle buyurmuştur. Çünkü insan için amel mutlaka gereklidir. Bu hususta sözün özü şudur: Ruh ile beden arasında çok sıkı bir bağ vardır. Nasıl ki ruhî haller, ruhtan kaynaklanarak bedene inerse -nitekim insan, kendisini kızdıracak bir şey düşündüğünde bedeni ısınıp kızarır, bedeni haller de bedenden ruha doğru çıkar. Binaenaleyh insan iyi ve güzel amellere devam ettiği sürece ruh cevherinde o amellere uygun tesirler-eserler meydana gelir. Bu da sâlikin (dervişin, muridin) mutlaka amel etmesi; amel ve ibadeti bırakmaması gerektiğine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. Rabbimizin yaptıklarımız dolayısıyla bizim velimiz olması, yaptıklarımızı ne kadar dikkatle düşünerek davranmamız gerektiğini gösterir.
يَعْمَلُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاًۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّـنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
2 | يَحْشُرُهُمْ | bir araya toplayacağı |
|
3 | جَمِيعًا | hepsini |
|
4 | يَا مَعْشَرَ | topluluğu |
|
5 | الْجِنِّ | cinler |
|
6 | قَدِ | muhakkak |
|
7 | اسْتَكْثَرْتُمْ | siz çok uğraştınız |
|
8 | مِنَ |
|
|
9 | الْإِنْسِ | insanlarla |
|
10 | وَقَالَ | derler ki |
|
11 | أَوْلِيَاؤُهُمْ | onların dostları |
|
12 | مِنَ | -dan |
|
13 | الْإِنْسِ | insanlar- |
|
14 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
15 | اسْتَمْتَعَ | yararlandık |
|
16 | بَعْضُنَا | kimimiz |
|
17 | بِبَعْضٍ | kimimizden |
|
18 | وَبَلَغْنَا | ve ulaştık |
|
19 | أَجَلَنَا | sonuna |
|
20 | الَّذِي | ki |
|
21 | أَجَّلْتَ | verdiğin sürenin |
|
22 | لَنَا | bize |
|
23 | قَالَ | (Allah da) buyurur ki |
|
24 | النَّارُ | ateştir |
|
25 | مَثْوَاكُمْ | durağınız |
|
26 | خَالِدِينَ | ebedi kalacaksınız |
|
27 | فِيهَا | orada |
|
28 | إِلَّا | hariç |
|
29 | مَا |
|
|
30 | شَاءَ | dilemesi |
|
31 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
32 | إِنَّ | şüphesiz |
|
33 | رَبَّكَ | Rabbin |
|
34 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
35 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Önceki âyetler grubunda Allah’ın doğru yola ilettiği, ayrıntılı olarak açıklanan âyetler üzerinde düşünerek onlardan gerekli ders ve öğütleri alan ve bu sayede “esenlik yurdu”nu (cennet) kazanan müminlerin bu güzel âkıbetinden söz edildikten sonra bu âyette de vukuu kesin olan, kesin olduğu için de sanki gerçekleşmiş gibi geçmiş zaman fiilleriyle söz edilen mahşerden müşrikler ve inkârcılarla ilgili bir tablo sergilenmektedir. “Cinler”den maksat, 112. âyette belirtilen “cinlerin şeytanları”dır. Şeytanlar insanlarla çok uğraşmışlar, onları dalâlete sevketmişler, kendi yandaşları yapmışlar; böylece müşrikler onların dostları olmuşlardır. Yüce Allah mahşerde cinleri (şeytanlar) bu yaptıkları yüzünden suçladığında müşrikler sanki bu dostluğun bir gereği olarak “Yâ rabbi! Biz birbirimizden yararlandık; biz onlardan faydalandık, onlar da bizden faydalandılar” diyecekler. Buna göre şeytanlar müşriklerin kötü arzu ve isteklerini kolaylaştırmışlar, zevklerin ve hazların kapılarını açmışlar; onlara şeytanlara bağlanmak suretiyle onların yandaşlarının sayılarını çoğaltmışlardır. Âyetin bu kısmı kötülük âmilleri olan şeytanlarla inkârcılar arasında her devirde geçerli ve sorumluluğu gönüllü paylaşacak kadar ileri olan derin bir ilişkiyi dile getirmesi bakımından ilgi çekicidir. Ancak onlar, İslâm’ın gerçeklerine karşı şeytanlarla birlik olup mücadele verenler için Allah’ın tanıdığı müddetin sonsuz olmadığını mahşerde anlayacaklardır. “Bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık” şeklindeki ifadeleri, artık mühletlerinin dolduğunu, Allah’a teslim olmaktan başka çıkar yolları bulunmadığını gösteren samimi bir itiraftır. Zira bu, artık kötüler için bütün çarelerin bittiği bir andır. Ne var ki geç kalmış bu itiraf işe yaramayacak ve Allah Teâlâ onlara “İçinde ebedî kalacağınız yer ateştir” buyuracaktır. Hemen bu tehdidin ardından gelen “illâ mâşâallah” şeklindeki istisna ifadesi farklı yorumların yapılmasına sebep olmuştur. Bir görüşe göre bu, “Allah dilerse bu ebedîliği bir müddet sonra sona erdirir”; başka bir görüşe göre de “Allah, dilediği kimseleri orada ebedî kalmaktan kurtarır” anlamına gelir. Bunlardan ilki cehennemin sonlu olacağı, ikincisi ise bazı müşrik ve inkârcıların cehennemde ebediyen kalmaktan kurtulacakları ihtimalini hatıra getirmektedir. Oysa başka birçok âyette her iki ihtimali de ortadan kaldıran açıklamalar mevcuttur. Bu sebeple söz konusu istisnayı, bazı insanları sürekli olarak cehennemde bırakmanın, Allah için bir mecburiyet olmadığı, O’nun hür irade ve isteği ile olduğu şeklinde anlamak daha isabetli görülmüştür. Nitekim Hûd sûresinin 107. âyetindeki benzer bir ifadenin ardından “Rabbin gerçekten istediğini yapar” buyurulması da bunu göstermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 469-470
ثَوَى – يَثْوِي – ثَوَاءٌ Bir yerde yerleşerek ikâmet etmek, orada kalmaktır. مَثْوَى ise bu kökten gelen mekân ismidir ve ikâmetgâh manasına gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 14 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاًۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı يَوْمَ mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, يقول şeklindedir.
يَحْشُرُهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَحْشُرُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. Burada cümleye muzâf olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. جَم۪يعاً kelimesi يَحْشُرُهُمْ’deki mef’ûlun hali olup fetha ile mansubtur.
جَم۪يعاً kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren hal olur. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mahzuf fiilin mekulü’l-kavli, يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ’dur. يَا nida harfidir. مَعْشَرَ, münada olup muzâftır. الْجِنِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدِ tahkik içindir yani tekid ifade eder. اسْتَكْثَرْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الْاِنْسِۚ car mecruru اسْتَكْثَرْتُمْ fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, من إغواء الإنس şeklindedir.
اسْتَكْثَرْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsî fiili كثر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّـنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَ الْاِنْسِ car mecruru اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ’un mahzuf haline müteallıktır.
Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâf ise yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazfedilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا’dur. اسْتَمْتَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بَعْضُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِبَعْضٍ car mecruru اسْتَمْتَعَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. بَلَغْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اَجَلَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّـذ۪ٓي müfret müzekker has ism-i mevsûlu, اَجَلَنَا kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اَجَّلْتَ لَنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mansub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna, cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
NOT: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibhi cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. الَّـذ۪ٓي burada hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَجَّلْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
لَنَا car mecruru اَجَّلْتَ fiiline müteallıktır.
اسْتَمْتَعَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsî fiili متع ’dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir. Mekulü’l-kavli, النَّارُ مَثْوٰيكُمْ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
النَّارُ mübteda olup lafzen merfûdur. مَثْوٰيكُمْ haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdirî olarak (takdiren) îrab edilir. Burada مَثْوٰي maksûr isim olduğu için takdirî îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. خَالِد۪ينَ hal olup mansubtur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada خَالِد۪ينَ müfred olan hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهَٓا car mecruru خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.
خَالِد۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا istisna harfidir. مَا müşterek ism-i mevsûl, muttasıl istisna olarak mahallen mansubtur. Yani إلا زمنا يرده الله مستثنى من الزمن الدائم الخالد demektir.
İsm-i mevsûlun sılası شَٓاءَ اللّٰهُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın üç unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh; a. Ya birden fazla olmalı, b. Ya umumi manalı bir kelime olmalı, (Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c. Ya da kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları üçe ayrılır:
1. Muttasıl istisna,
2. Munkatı’ istisna,
3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَك۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ ise اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاًۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ
وَ atıftır. Zaman zarfı يَوْمَ, takdiri يقول olan mahzuf fiile muteallıktır. Mahzufla birlikte cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. جَم۪يعاًۚ manevi tekiddir.
Cümle bütün müşrikleri, başkanlarını, şeytanlarını ve onlarla ilişkisi olan herkesi umumi olarak kapsamak için جَم۪يعاًۚ ile tekid edilmiştir. (Âşûr)
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاًۚ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. جَم۪يعاً kelimesi هُمْ zamirinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ve tekid eden ıtnâb sanatıdır.
126. ayetteki azamet zamirinden bu ayette gaib zamire iltifat vardır.
يقول fiilinin mekulü’l-kavli olan … يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan, قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ cümlesi قَدِ ’la tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ sözünde muzâf mahzuftur.Takdiri şöyledir: إضْلالِ الإنْسِ (insanları saptırmak) veya إغْوائِهِمْ (baştan çıkarmak)’tır. (Âşûr)
Kelam, cinleri azarlamak ve inkâr içindir. Yani insanların çokluğu size itaat eder. Cinler şeytanları da kapsar. (Âşûr)
Bu kelamda onlara tabi olan, itaat eden ve onları memnun etmekte aşırıya giden insanların azarlanmasına bir işaret vardır. (Âşûr)
مَعْشَرَ - يَحْشُرُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْجِنِّ - الْاِنْسِۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَحْشُرُهُمْ - جَم۪يعاًۚ - مَعْشَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّـنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ
وَ atıftır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Nida harfinin hazfi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nidanın cevabı, haber cümlesi formunda gelmiş olmasına rağmen anlam itibariyle dua manasındadır. Vaz edildiği anlamın dışında anlam ifade ettiği için bu haber cümlesi, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
مِنَ الْاِنْسِ (insanlardan) sözü اَوْلِيَٓاؤُ۬ (dostlar) sözünü açıklar. (Âşûr)
رَبَّـنَا izafeti, münadanın Allah’ın rububiyet sıfatına sığınmak istemesinin işaretidir.
Aynı üsluptaki وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَا cümlesi وَ ’la makabline tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. اَجَلَنَا’nın sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي’nin sılası اَجَّلْتَ لَنَا, müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
اَجَلَنَا - اَجَّلْتَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah Teâlâ onların, وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَا [ve bizim için takdir ettiğin vadeye, (ecele) erdik] dediklerini nakletmiştir. Buna göre mana, “Bu faydalanma işi, belli bir zamana ve muayyen bir vakte kadar oldu. Sonra da fayda vermeyen bir pişmanlık, tahassür ve nedamet dönemi gelir.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ
Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli
sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal olan خَالِد۪ينَ, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
قَالَ sözünün mazi sıygasıyla gelmesi önce geçen نَحْشُرُهُمْ sözü karînesiyle söyleme fiilinin gelecekte vuku bulacağına tenbih içindir. (Âşûr)
مَثْوٰي kelimesi ثْوٰي’dan ism-i mekândır. İkame edilecek, içinden çıkılmayacak yer demektir. Devamlılık ifade eder. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ [Bunun üzerine o ateş, karargâhınızdır] buyurmuştur. مَثْوٰي kelimesi, durulacak, karar kılınacak ve varılacak yer demektir. Fakat dünyada insanın, bir makamı ve karar kılacağı bir yeri bulunup bilahare ölmesi ile o yerinden kurtulma ihtimali vardır. İşte Allah Teâlâ bu (ahirette) meskenin ebedî ve devamlı olduğunu beyan buyurarak bu zannı izale etmiştir. Bu da Hakk Teâlâ’nın خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا [Ebedî kalıcı olacağınız.] buyruğudur. (Fahreddin er-Râzî)
النّارُ مَثْواكُمْ sözündeki muhatap zamiri insanlara yöneliktir. Çünkü ayetten maksat, onlardır. (Âşûr)
اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُ buyurulmayıp da اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُ buyurulmasından anlaşılır ki cehennemde ebedi kalmaktan bu istisna bazı şahıslara değil bazı zamanlara aittir. Allah’ın dilediği bazı zamanlar kâfirler ateşten çıkarılıp soğuğa, çok soğuğa atılacak, sonra yine ateşe döndürülecektir. (Elmalılı)
Zeccâc der ki: İstisna kıyamet gününe racidir. Yani onlar, Allah’ın dilediği, kabirlerinden haşredilmeleri ve hesaplarının görüleceği süre miktarı müstesna olmak üzere cehennemde ebedî kalacaklardır. Buna göre istisna-i munkatıdır. Şöyle de denilmektedir: İstisna, cehennemden yapılmıştır. Yani kimi zamanlarda Allah’ın sizleri cehennem ateşinden başkasıyla azaplandırmayı dilediği vakitler müstesnadır.
İbni Abbas da şöyle demektedir: İstisna iman ehlindendir. Buna göre cansızlar için kullanılan ism-i mevsûl edatı olan “مَا - Şey”, canlılar için kullanılan “مَنْ - Kimse” anlamına kullanılmıştır.
Yine İbni Abbas’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu ayet-i kerime bütün kâfirler hakkında (cennet veya cehennemlik olacakları hususunda) durmayı (hüküm vermemeyi) gerektirmektedir. Yani bu ayet-i kerimeye göre henüz ölmemiş kâfirler hakkında karar vermemeyi gerektirir. Çünkü Müslüman olabilirler. (Kurtubî)
Ayetteki istisna, onlarla alay ve onları manen yıkmak içindir. (Ebüssuûd)
“Allah’ın dilemesi müstesna…” buyruğu ile ilgili olarak şu izah yapılmıştır:
Bundan maksat, mahlûkatın hesaba çekildiği vakitleri istisna etmektir. Çünkü o zaman insanlar henüz ebedi olarak cehenneme girmemişlerdir.
Zeccâc, bu görüş evladır demiştir. Çünkü istisna kıyametle ilgilidir. Zira ayetteki, “O gün (Allah), onların hepsini toplayacaktır.” buyruğu kıyamet günü hakkındadır. Daha sonra Cenab-ı Hakk, “Kabirlerinden diriltilip hesaba çekilmeleri için Allah’ın dilemiş olduğu süre müstesna onlar diriltildiklerinden beri orada ebedidirler.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası شَٓاءَ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
[Hepinizin yeri, temelli kalacağınız ateştir! Allah’ın dilediği hariç.] Yani ateş azabının içinde ebediyen kalacaklardır. Allah’ın dilediği hariç اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُ ifadesi, Allah’ın dilediği vakitler hariç demektir. (Keşşâf)
اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin Rab ismiyle gelmesi Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma kastına matuftur.
رَبَّكَ izafetinde bismine muzâfun ileyh olan Hz. Peygambere ait كَ zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı,
Rabb’in حَك۪يمٌ ve عَل۪يمٌ şeklinde haberlerinin tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etraf sanatıdır.
حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Her ikisi de feîl vezninde mübalağa sıygasındadır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr Fi’t Tefsîr)
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bu cümle itiraz için tezyîl ve azapta ebediyete hak kazanmayı şirk edinme şartına ve bundan kurtuluşu iman şartına bağlama iradesinden kastedilen için tekiddir. (Âşûr)
Allah اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ “Şüphesiz ki senin Rabbin, verdiği sevap, ceza ve diğer karşılık verme hususlarında Hakîm ve Alîm’dir.” buyurmuştur. Allah sanki o kâfirlere, “Onların buna müstehak olduklarını bildiğim için onlara ebedi azap ile hükmettim.” demek istemiştir. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
خَالِد۪ينَ - وَبَلَغْنَٓا kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
رَبَّ - اللّٰهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قَالَ - رَبَّ - بَعْضُ - الْاِنْسِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضاً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟
Şeytanlar insanlara kötülük işletmiş, insanlar da kendi tercihleriyle onlara uyarak kötülük işlemişler ve böylece kendi rızâlarıyla kötülüğe iştirak etmelerinden dolayı Allah onları birbirinin dostları yapmıştır. Şu halde benimsedikleri inançlar, yaptıkları işler, tuttukları yollar aynı olanlar birbirinin dostlarıdırlar ve âkıbetleri de aynıdır. Mümin müminin, münkir münkirin, zalim de zalimin dostudur ve âyetin beyanına göre bu, ilâhî bir yasadır. Buna göre bir mümin bir münkire veya zalime, onunla dostluk kurmak için değil, onu inkâr ve zulmünden vazgeçirmek için yaklaşmalıdır; dostluk ise ancak bu sağlandıktan sonra kurulabilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 470
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضاً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟
وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi’’ demektir. Bu ibare, amili نُوَلّ۪ي olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, توليةً مثلَ ذلك نولي بعض الظالمين بعضًا (Bu şekilde zalimleri birbirine dost yaparız.) şeklindedir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
نُوَلّ۪ي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
بَعْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الظَّالِم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعْضاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte نُوَلّ۪ي fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَكْسِبُونَ۟ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَكْسِبُونَ۟ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. يَكْسِبُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs fiillerdendir. Nakıs fiiller şunlardır:
1. كَانَ
2. لَيْس
3. صَارَ ve benzerleri: اَصْبَحَ – اَضْحَى – اَمْسَى – ظَلَّ – بَاتَ
4. Süreklilik bildirenler: مَا زَالَ – مَا بَرِحَ – مَا فَتِئَ – مَا اِنْفَكَّ
5. مَا دَامَ
Bu fiiller, isim cümlesinin başına gelerek, mübtedayı ref, haberi de nasb eder. Mübteda bunların ismi, haber de haberi olur. Bunlara kendinden sonra gelenin îrabını değiştirdikleri için de “nevasıh” adı verilir.
İsim cümlesindeki mübteda ve haberin özellikleri ve birbirine uyumu nasılsa nakıs fiillerin isim ve haberi arasındaki uyum ve özellikleri de öyledir.
كَانَ ve benzerlerinin isim ve haberlerinin irab durumları şöyledir:
a. Müfred olduklarında; ismi damme (-ُ) ile merfu, haberi fetha (-َ) ile mansub olur.
b. Tesniye olduklarında; ismi elif (ا) ile merfu, haberi cezimli yâ (يْ) ile mansub olur.
c. Cemi müzekker salim olduklarında; ismi (و) ile merfu, haberi sakin yâ (ي) ile mansub olur.
d. Cemi müennes salim olduklarında; ismi damme (اتُ) ile merfu, haberi kesra (اتِ) ile mansub olur.
Nakıs fiillerin haberleri isim cümlesinin haberi gibi müfred, cümle (isim, fiil) veya şibh-i cümle (zarflı, harf-i cerli isim) olarak gelebilir.
Nakıs fiillerin mazi, muzari, masdar, emir gibi bütün kipleri aynı şekilde amel eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُوَلّ۪ي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضاً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟
وَ istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, fiilin mahzuf mef’ûlü mutlakına müteallıktır.
كَذٰلِكَ kelimesi teşbih veya ايضا manasında olabilir, bazen her iki manaya da uygun olabilir. Teşbih olduğunda مثل ذلك (Bunun gibi) manasındadır.
هذا الرجل كذلك الرجل (Bu adam o adam gibidir.)
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي buyruğundaki teşbih كَ, daha önce geçmiş olan bir şeyin bulunmasını iktizâ eder. Buna göre ifadenin takdiri manası: Cenab-ı Hakk, “Daha önce bahisleri geçen cin ve insanlara, kendisinden kurtuluş olmayan ve ebedi ve elim olan bir azabı indirdiğim gibi işte aynı şekilde zalimleri de birbirine musallat ettim.” demek istemiştir şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bazen müşarun ileyh hazfedilir.
قالوا بل وجدنا آباءنا كذلك يفعلون (Hayır, biz babalarımızı böyle ibadet ederken bulduk dediler.) Yani bunlar gibi fiil yapıyorlar demektir. (Şuara Suresi, 74)
ايضا manasına örnek:
أنت ضربت خالدا و سرقت ماله كذلك (Sen Halid’e vurdun ve yine aynı şekilde malını çaldın.)
هو ضربه و كذلك توعده (Ona vurdu ve bu vuruş gibi ona gözdağı verdi manasında anlarsak teşbih manasında olur. Ona vurdu ve bununla yetinmedi, üstüne üstlük gözdağı verdi manasında anlarsak ايضا manasında olur.) (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Meani-n Nahvi)
Buradaki kullanım da her iki manaya da uygundur.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
Bu cümle iki ihtimali tezyîl veya itirazla tamamlar. (Âşûr)
Ayetteki الظَّالِم۪ينَ kelimesinden murad müşriklerdir. (Âşûr)
…نُوَلّ۪ي بَعْضَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdariye olan مَا mecrur mahalde olup وَلِيُّهُمْ’a müteallıktır. Sılası كَانَ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.
بِما كانُوا يَكْسِبُونَ sözündeki بِ harf-i ceri sebep içindir. Yani şirklerine devam etmelerine bir ceza olarak demektir. (Âşûr)
Ayetteki, بِما كانُوا يَكْسِبُونَ “İşlemekte oldukları yüzünden…” buyruğunun manası, “Halktan bazılarının zulmü işlemiş olması sebebiyle zalimleri birbirlerine musallat ederiz.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M. Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı)
يَكْسِبُونَ۟ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
بَعْضاً kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetten maksat zalimlerin dostluğuna aldanmaktan ibret almak, öğüt ve ihtar ve Allah’ın sünnetlerinden birini alemlere açıklamaktır. (Âşûr)
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا مَعْشَرَ | topluluğu |
|
2 | الْجِنِّ | cin |
|
3 | وَالْإِنْسِ | ve insan |
|
4 | أَلَمْ |
|
|
5 | يَأْتِكُمْ | gelmedi mi? |
|
6 | رُسُلٌ | elçiler |
|
7 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
8 | يَقُصُّونَ | anlatan |
|
9 | عَلَيْكُمْ | size |
|
10 | ايَاتِي | ayetlerimi |
|
11 | وَيُنْذِرُونَكُمْ | ve sizi uyaran |
|
12 | لِقَاءَ | karşılaşacağınıza dair |
|
13 | يَوْمِكُمْ | gününüzle |
|
14 | هَٰذَا | bu |
|
15 | قَالُوا | dediler |
|
16 | شَهِدْنَا | şahidiz |
|
17 | عَلَىٰ | aleyhine |
|
18 | أَنْفُسِنَا | nefsimiz |
|
19 | وَغَرَّتْهُمُ | onları aldattı |
|
20 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
21 | الدُّنْيَا | dünya |
|
22 | وَشَهِدُوا | ve şahidlik ettiler |
|
23 | عَلَىٰ | karşı |
|
24 | أَنْفُسِهِمْ | nefislerine |
|
25 | أَنَّهُمْ | şüphesiz |
|
26 | كَانُوا | olduklarına |
|
27 | كَافِرِينَ | kafir |
|
İnsanoğlunun, imanla inkâr arasında nihaî bir tercih yapmakla karşı karşıya bulunduğu, fakat aklının, bilgisinin, bütün beşerî imkânlarının doğruyu bulmakta yetersiz kaldığı kaderinin en kritik anında, Allah’ın engin rahmetinin eseri olarak gönderdiği peygamberler, ebedî kurtuluşlarını düşünen insanlar için nihaî bir fırsattır. Âyette, “İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle (mahşer günüyle) karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” şeklindeki bir soru ifadesiyle bu büyük fırsatı kaçırmış olanların yaptıkları korkunç hataya dikkat çekilmekte, bir bakıma insanlar, böyle bir soru ve suçlamayla karşılaşmadan önce uyarılmaktadır. Zira dünyanın aldatıcı zevklerine, çıkar kaygısı veya benlik davası gibi yıkıcı duygulara kapılarak peygamberlerin tebliğlerini hiçe sayan veya onları etkisiz kılmaya çalışan ve bu suretle hüsranı tercih edenlerin, mahşerde bu kaçınılmaz soruyla karşı karşıya kalınca kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik etmekten başka çareleri kalmayacaktır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 471-472
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ
يَا nida harfidir. مَعْشَرَ münada ve muzâftır. الْجِنِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاِنْسِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْجِنِّ’ye matuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ’dır. Hemze istifhamdır. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَأْتِكُمْ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رُسُلٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru رُسُلٌ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَقُصُّونَ fiili, رُسُلٌ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur. يَقُصُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru يَقُصُّونَ fiiline müteallıktır. اٰيَات۪ي mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا cümlesi atıf harfi وَ ’la يَقُصُّونَ cümlesine atfedilmiştir.
يُنْذِرُونَكُمْ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. لِقَٓاءَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يَوْمِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هٰذَا işaret ismi يَوْمِكُمْ ’den bedel veya atf-ı beyan olup mahallen mecrurdur.
Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi,
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi,
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi,
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
شَهِدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰٓى اَنْفُسِنَا car mecruru شَهِدْنَا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ istînâfiyyedir. غَرَّتْهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْحَيٰوةُ fail olup lafzen merfûdur.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةُ ’nun sıfatı olup mukadder damme ile merfûdur.
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdirî olarak îrab edilir. الدُّنْيَا kelimesi burada maksûr bir isim olduğu için takdirî olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna, cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibhi cümle olan sıfatlar.
الدُّنْيَا kelimesi burada hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. شَهِدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru شَهِدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i ceriyle birlikte شَهِدُوا fiiline müteallıktır.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ zamiri, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اَنَّ ’nin haberi ise كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi olup mahallen merfûdur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. كَافِر۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
كَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ
… يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan, اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp kınama ve azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. (Âşûr)
Allah Teâlâ bu ayet ile kâfirleri azarlayıp susturmuştur. Çünkü O, bütün herkese müjdeleyici ve korkutucu olarak peygamberler göndermekle her türlü mazeret kapısını kapatmıştır. Binaenaleyh işte bu yolla herkese müjde ve inzar (korkutma-ikaz) ulaşınca her türlü mazeret ve bahaneyi kaldırma maksadı gerçekleşmiş olur. Böylece de bizzat maksadın kendisi meydana gelmiş olur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhaldir.
يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي cümlesi, رُسُلٌ ’dan hal veya onun sıfatı olarak ıtnâb sanatıdır.
اٰيَات۪ي izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan mütekellim zamirine muzâf olan اٰيَات۪ şan ve şeref kazanmıştır.
والرُّسُلُ zahiri olarak şer’î ıstılahtaki meşhur mana ile رَسُولٍ kelimesinin çoğuludur. Yani Allah tarafından kullarına inanacakları ve yapacakları şeylere kılavuzluk edecek şekilde gönderilen elçidir. رَسُولٍ kelimesinin lügat manasının çoğulu olması da caizdir. (Âşûr)
مِنكم ifadesindeki مِن hücceti arttırmak içindir. Yani tanıdığınız, sesini işittiğiniz resuller demektir. Bu harfin لَسْتُ مِنكَ ولَسْتَ مِنِّي (Ben senden değilim, sen de benden değilsin.) sözünde olduğu gibi “ittisaliyye” olması da caizdir. Yani bu harfi teb’iz için değildir. هُوَ الَّذِي بَعَثَ في الأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِنهُمْ (Cuma Suresi, 2) ayetindeki manada değildir. Çünkü Allah’ın resulleri sadece insan cinsinden olur. Çünkü makam Allah’ın risaleti makamıdır. Bu makam da resulun melek veya insan cinsinin en şereflisi olmasını gerektirir. Cin cinsi beşerden daha alçaktır. Zira nâr’dan yaratılmıştır. (Âşûr)
Aynı üsluptaki وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا cümlesi de hal cümlesine matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.
İşaret ismi يَوْمِكُمْ ,هٰذَا ’den bedel olup ıtnâb sanatıdır.
لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا ifadesi hesap gününden kinayedir.
قصّ; ibretlik olan şeyleri anlatmak demektir. “Kıssadan hisse almak” tabiri hikayelerden ibret alındığı için kullanılır.
Her ne kadar peygamberler, insanlardan gönderilmiş ise de müzekkerin müennese tağlîb yoluyla (sıyga müzekker) geldiği gibi burada da hitapta insanlar cinlere tağlib edilmişlerdir. (Kurtubî)
قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا
Soruya cevap olan cümle beyanî istinâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا cümlesi mazi fiil sıygasında lâzım-ı faideî haber ibtidaî kelamdır.
وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıgasında faideî haber ibtidaî kelamdır.
Akabindeki aynı üsluptaki شَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ cümlesi, bu cümleye matuftur.
Dünya hayatının غَرَّتْهُمُ fiiline fail olması mecaz-ı isnad sanatıdır. Ya da غَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا ibaresinde aldatmak dünya hayatına isnat edilmesinde istiare vardır. Bayağı arzularının meylettiği şeyler dünya hayatında bulunduğu için bu ifade caiz olmuştur. (Râdî)
Onlarla ilgili bu haberin maksadı durumlarını ortaya koymak ve muhatabı, buna benzer kötü bir duruma düşmemeleri için uyarmaktır. (Âşûr)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedi كَانُوا كَافِر۪ينَ cümlesidir. اَنَّ ve akabindeki cümle masdar tevilinde takdir edilen ب harf-i ceriyle birlikte شَهِدُوا fiiline müteallıktır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ cümlesi ibhamdan sonra izah itnâbıdır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا cümlesiyle شَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
شَهِدْنَا - شَهِدُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır..
اَنْفُسِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu cümle, matufu olan cümle ile beraber onların, dünyada irtikâp ettikleri çirkinlikleri işlemelerine, ahirette de küfürlerini itiraf ve azabı hak etmelerine sebep olan şeyi anlatır ve onları bu şekilde zemmeder. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ
Bu âyetlerde Allah Teâlâ’nın adalet ve rahmeti vurgulanmıştır. O, hem ülke ve milletler hakkında, hem de tek tek insanlar hakkında adaletle muamele eder; bundan dolayı da peygamberler göndererek insanlığa lâyık inanç ve hayat düzeninin ne olduğunu bildirmeden, sapkınlığa düşmüş olan ülke ve milletleri, gerçeklerden habersizken çöküşe mâruz bırakmaz. Ayrıca O, her bir ferdin derecesini yaptıklarına göre belirler. Çünkü Allah onların yaptıklarından habersiz değildir. Hiçbir şey O’nun ilminin dışında kalmadığı için insanları amellerine göre derecelendirmekte de hata etme ihtimali yoktur.
Diyanet Kuran Yolu Tefsiri
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri, أنه şeklindedir.
Hafifletilmiş olan اَنْ aynı اَنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. Fakat ismini hiçbir zaman açıkta göremeyiz. Çünkü ismini gizli bir zamir (zamir-i şan) olarak alır.
Hafifletilmiş olan اِنْ cümle başında gelebileceği gibi, hafifletilmiş olan اَنْ cümle ortasında gelir.
Hafifletilmiş olan اَنْ ’in haberi devamlı cümle olur. Bu cümle isim veya fiil cümlesi olabilir. Edattan sonraki cümle isim veya çekimi yapılamayan (camid) bir fiilden oluşan fiil cümlesi ise edatla arasında yabancı bir kelime bulunmaz.
Haberinin geliş şekilleri şöyledir:
1. İsim cümlesi şeklinde gelirse:
a. Başına herhangi bir edat gelmeyen isim cümlesi.
b. Başına لَا harfi gelen isim cümlesi (Bu لَا cinsi nefy içindir.)
2. Fiil cümlesi şeklinde gelirse:
a. عَسَى ve لَيْسَ gibi camid (çekilemeyen) bir fiil şeklinde gelir.
b. Bu iki fiilin haricinde başka fiillerden gelirse bu fiil cümlesinin başına س – سَوْفَ – قَدْ – لَنْ – لَمْ – لَو gibi harflerden birinin gelmesi zorunludur. Burada haberi يَكُنْ fiili ile geldiği için zorunlu olarak başına لَمْ harfi gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.
Müzekkerine > zamir-i şan (هُوَ – هُ)
Müennesine > zamir-i kıssa (هِيَ – هَا)
Not: Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamir-i şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker.
Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir.
İş zamirleri üçe ayrılır:
- Munfasıl (ayrı iş zamirleri > هُوَ – هِيَ ) mübteda olarak kullanılır.
- Muttasıl (bitişik iş zamirleri > ىهُ – هَا ) huruf-u müşebbehe bil fiil veya efali kulûb ile kullanılır.
- Mahzuf iş zamiri (hazf olmuş iş zamiri) كَأَنَّ ,أَنَّ ,إنَّ’nin muhaffefleri olan كَأَنْ ,أَنْ ,إِنْ’den sonra hazfedilmiş olarak gelir.
İş zamirlerinin özellikleri:
1. İş zamirinin haberi cümle olur. (Müfred olmaz)
2. İş zamiri munfasıl olduğunda mübteda olur.
3. Muttasıl olduğunda ya huruf-u müşebbehe bil fiil’in ismi yahut efali kulûb’un birinci mef’ûlu olur.
4. İş zamirleri kendisinden sonraki kısma dikkat çekmek için kullanılır.
5. Sadece müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs) zamirlerinde kullanılır. Tesniye ve cemi sıygaları kullanılmaz.
6. İş zamirinin haberi isminin önüne geçmez.
7. Haberde iş zamirine ait bir zamir bulunmaz.
8. İş zamirinden sonra gelen cümleye tefsir cümlesi de denir. Bu cümlenin îrabdan mahalli vardır. Halbuki diğer tefsir cümlelerinin îrabdan mahalli yoktur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdarı müevvel, mahzuf harfi ceriyle birlikte ذٰلِكَ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكُنْ sükun üzere meczum muzari fiildir.
رَبُّكَ kelimesi, يَكُنْ ’un ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُهْلِكَ kelimesi يَكُنْ ’un haberi olup lafzen mansubtur. الْقُرٰى muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur.
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdirî olarak irab edilir. الْقُرٰى kelimesi burada maksûr bir isim olduğu için takdirî olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِظُلْمٍ car mecruru مُهْلِكَ ’nin failinin veya ذٰلِكَ’nin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, متلبسا بظلم (zulümle sarılmış olarak) şeklindedir.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. اَهْلُهَا mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ ifadesi hal olup isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَافِلُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
غَافِلُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan غفل fiilinin ism-i failidir.
مُهْلِكَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ
Ayet beyanî istinâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İsm-i işaret mahzuf mübtedanın haberidir. Cümlenin takdiri, الأمر ذلك (Durum budur.) şeklindedir.
İstînafî ibtidaiyye; sapkın insanların, elçilerin çağrısının faydasını göz ardı etmelerine bir tehdit, öğüt ve uyarıdır. Allah Teâlâ’nın ümmetlere resul göndermesi; müşrikleri haşr günü gelmeden önce bu dünyadayken bulundukları halden döndürmek ve resulünün davetine yüz çevirmenin akıbetinin hüsran olduğunu bilmelerini sağlamaktır ki ellerinden kaçıracakları şeyler yüzünden durumlarını düzeltsinler. Böylece azabın yakın olduğu uyarısı yapılmıştır. Müşrikler şirk üzere öldükleri takdirde hallerinin bu bahsedilenler gibi olacağı konusunda uyarılmışlardır. (Âşûr)
ذلك ile daha önce geçen elçi göndermeye ve bu elçilerin kötü bir akıbete karşı kendilerini uyarmalarına ve inzar etme işine işaret etmektedir. (Keşşâf)
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur.
Müsnedün ileyh رَبُّكَ izafetiyle gelerek Rabb isminin peygambere ait zamire muzâf olması, peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütufkar muamele ettiğinin beyanı içindir.
اَنْ muhaffefe اَنَّ’dir ve şan zamiri mahzuftur. Takdiri, اَنَّهُ ’dur. Şan zamirinin hazfi dolayısıyla îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَنَّ ’nin haberi, menfi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
بِظُلْمٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
Ayetteki بِظُلْمٍ [zulüm sebebi ile…] kelimesi hakkında şu izah yapılmıştır:
Bunun manası, “Rabbin, ... onların yöneldikleri zulümler sebebi ile memleketlerini helak edici değildir.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki بِظُلْمٍ [zulüm sebebi ile…] ifadesindeki بِ harf-i ceri sebep içindir. Bu zulüm şirktir. (Âşûr)
Mübteda ve haberden müteşekkil son cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Halkın gafil olması ile kastedilen kendilerine hiç uyarıcı gelmemiş olmasıdır.
غَافِلُ kelimesi yakaza kelimesinin zıddıdır.
وأهْلُها غافِلُونَ cümlesi القُرى’dan haldir. Burada أهْلُها kelimesinin açıkça zikredilmesiyle köylerin helakinin sakinlerinin eylemlerinin sonucu olduğu açıklanmıştır. (Âşûr)
“Hikaye olunuyor ki; Bir kişi küçük bir kuş avladı. Kuş kendisinden sordu:
“Beni ne yapacaksın?”
Avcı: “Seni kesip yiyeceğim!”
Kuş: “Sen koyunlar, sığırlar, develer yedin de doymadın. Yemin olsun, ben bir derdine derman olmadığım gibi açlığını da gideremem. Fakat beni bırakırsan sana üç öğüt vereceğim ki, onlar beni yemekten daha hayırlıdır. Birisini elinde, ikincisini şu damın üstünde, üçüncüsünü ise ağacın dalına konduğumda söyleyeceğim.
Avcı: “O halde birincisini söyle!”
Kuş: “Sakın elinden kaçan bir şey için üzülme.”
Avcı öğüdü beğendi ve kuşu bıraktı. Kuş damın üstüne konunca avcı: “İkincisini söyle.” dedi.
Kuş: “Olmayacak şeyin olacağına, kim söylerse söylesin inanma!”
Ve ağacın dalına kondu ve devam etti: “Ey şakî (haydut)! Eğer beni kesmiş olsaydın, kursağımdan her biri yirmi dirhem ağırlığında iki inci çıkaracaktın.”
Avcı eyvah dedi, üzüldü, dövündü, ah çekti ve:
“Üçüncü öğüdünü söyle.” dedi.
Kuş: “Sen iki tanesini unuttun bile, üçüncüsünü sana nasıl haber vereyim? Ben sana elinden kaçana üzülme ve olmayacak bir şeye sakın inanma demedim mi? Benim etim, kanım ve tüyüm üst üste yirmi dirhem ağırlığında değildir. O halde kursağımda ağırlığı yirmişer olan iki inci nasıl bulunabilir? İlk iki öğüdü tutamadın, üçüncüsünü mü tutacaksın?” dedikten sonra uçup gitti.”
Elinden gidene üzülüp, gidenin hasretini çekmekten ve insanı hakikatı idrak etmekten alıkoyan açgözlülükten ve olmayacak bir şeyin olacağına inanma gafletine düşmekten Allah’a sığınırım. Rabbim; kalp, göz ve mide tokluğu nasip et.
Kalbi İslam’a açılanlardan ve gönül bahçesi genişleyenlerden. Öğütleri işitenlerden ve hayatıyla haline hakikatleri işleyenlerden. Kalbi açgözlülükten arınanlardan. Dünyadan ihtiyacı olanı aldıktan sonra, “daha fazla, daha fazla” diyen nefsinin susturup, “kâfi” diyenlerden olmak duasıyla.
Amin.
***
Övünmekle şükretmek ve başarıyı sahiplenmekle vesile olmak farklı şeylerdir. Biri nankörlüğe ve kibirlenmeye, diğeri ise tevazuya ve teslimiyete götürür. Biri nefsi şımartır ve hedefi şaşırtır, diğeri ise tefekküre daldırır ve Allah’ı andırır.
Bir hoca, öğrencisine dedi ki: Allah’ın seni her an gördüğü bilinciyle kendine ve haline çekidüzen ver. Bulunduğun her anda ve mekanda, Allah’ın rızasını ara ve karşına çıkan fırsatları mümkün olduğunca ve elinden geldiğince değerlendir.
Yaptığın iyiliklerin ve ibadetlerin asıl sahibi olan Allah’a sığın. O’nun emirlerine itaati hafife alma ama asla layık değilim vesvesine kanıp da uzaklaşma. İkisinde de, sen zararlı çıkarsın. Yaptığın bütün ibadet ve iyiliklerin ardından; olası kusurların için af dile ve daima şükret. Zira, ancak şükrettiğini seversin. Sevdiğini anmaya sebep olanların da kıymetini bilirsin.
Ey kalpleri genişleten ve daraltan Allahım!
Kalplerimizi İslam’a açıp, bizi Sana iman ile şereflendirdiğin için,
Yapmamızı nasip ettiğin iyilikler, ibadetler ve başarılar için,
Sana sonsuz hamdu senalar olsun.
Ey hikmet sahibi olan Allahım!
Senin rızan için olan her halimizi ve davranışımızı; çoğaltarak ve niyetlerimizi samimileştirerek daim eyle. Bize Senin yolunda salih kullarınla yarışmayı ve Sana ibadet etmeyi sevenlerden eyle. Yerde ve göklerde sevilenlerden; Senin katındaki cennet evine, Senin sevdiklerine ve Sana kavuşanlardan eyle.
Amin.