10 Eylül 2024
En'âm Sûresi 119-124 (142. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

En'âm Sûresi 119. Ayet

وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ وَاِنَّ كَث۪يراً لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ  ...


Allah, yemek zorunda kaldıklarınız dışında size neleri haram kıldığını tek tek açıklamışken, üzerine adının anıldığı hayvanları yememenizin sebebi nedir. Gerçekten birçokları nefislerinin arzularına uyarak bilmeden (halkı) saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ne oluyor ki?
2 لَكُمْ size
3 أَلَّا
4 تَأْكُلُوا yemiyorsunuz ا ك ل
5 مِمَّا olanlardan
6 ذُكِرَ anılmış ذ ك ر
7 اسْمُ adı س م و
8 اللَّهِ Allah’ın
9 عَلَيْهِ üzerine
10 وَقَدْ ve muhakkak
11 فَصَّلَ açıklamıştır ف ص ل
12 لَكُمْ size
13 مَا şeyleri
14 حَرَّمَ haram kıldığı ح ر م
15 عَلَيْكُمْ size
16 إِلَّا dışında
17 مَا şeyleri
18 اضْطُرِرْتُمْ mecbur kaldıklarınız ض ر ر
19 إِلَيْهِ onlara
20 وَإِنَّ ve doğrusu
21 كَثِيرًا birçokları ك ث ر
22 لَيُضِلُّونَ şaşırtıyorlar ض ل ل
23 بِأَهْوَائِهِمْ keyiflerine uyarak ه و ي
24 بِغَيْرِ olmaksızın غ ي ر
25 عِلْمٍ bir bilgileri ع ل م
26 إِنَّ muhakkak ki
27 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
28 هُوَ O
29 أَعْلَمُ çok iyi bilir ع ل م
30 بِالْمُعْتَدِينَ sınırı aşanları ع د و

Hafâcî’nin kaydettiği bir rivayete göre ilk dönem müslümanlarından bir kısmı, zühd ve takvâ olsun diye bazı önemli gıda maddelerini kendilerine yasaklıyorlardı. Âyette böyle bir tutumun doğru olmadığına işaret edilmiştir (bk. İbn Âşûr, VIII, 33). Ancak Taberî, kendisinin ilk müslümanlar arasında böyle bir anlayış bulunduğunu gösteren bir bilgiye rastlamadığını belirtiyor (VIII, 12). Bu âyetin ifadesi karşısında da, vejeteryen anlayışın kişisel bir tercih olmaktan öte kendisi için dinî bir dayanak bulması mümkün değildir. Zira yüce Allah, açlıktan ölmek gibi bir çaresizlik dışında hangi şeylerin yenilmesinin haram olduğunu açıklamıştır.

 Âyetin “Oysa Allah … haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır” cümlesiyle hangi âyetin kastedildiği hususunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu ifade ile, yenilmesi haram olan şeyleri açıklayan Mâide sûresinin 3. âyetine atıfta bulunulmuştur. Ancak En‘âm sûresi Mekke’de, Mâide sûresi ise Medine’de indiğinden bu görüş isabetli görülmemektedir. Râzî ise söz konusu ifadeyle, bu sûrenin az sonra gelecek olan 145. âyetinin kastedildiği görüşündedir.

 Âyette, zaruret halinde haram kılınan şeylerden yenilmesine izin verilmiştir. Ancak zaruret halinin tesbitiyle ilgili kesin ölçüler belirlenmesi önemli güçlükler taşır; bu durum büyük ölçüde vicdanî bir meseledir. Bu sebeple âyetin sonunda “Muhakkak ki rabbin haddi aşanları çok iyi bilir!” buyurularak bu ruhsatı istismar etmeye kalkışacak olan kötü niyetli kimseler uyarılmıştır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 462-463 

وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ


وَ  atıf harfi,  مَا   istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.   

اَنْ  masdar harfidir.  لاَ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf harfi ceriyle birlikte mahzuf hale müteallıktır. Takdiri,  ما لكم في عدم أكلكم (Size ne oluyor da…. yemiyorsunuz?) şeklindedir.

تَأْكُلُوا  fiili,  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَأْكُلُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

ذُكِرَ  meçhul mazi mebni fiildir.  اسْمُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَلَيْهِ  car mecruru  ذُكِرَ  fiiline müteallıktır. 


 وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ

 

وَ  haliyye, قَدْ  tahkik harfidir.  فَصَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو’dir.

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  وَقَدْ  gelir. Bazen sadece  و  gelir. Nadiren  و’sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَكُمْ  car mecruru  فَصَّلَ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl olan  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  حَرَّمَ عَلَيْكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

حَرَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  حَرَّمَ  fiiline müteallıktır.  اِلَّا  istisna harfidir. İstisna munkatı veya muttasıl olabilir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, müstesna olup mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اضْطُرِرْتُمْ  sükun üzere meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْهِ  car mecruru   اضْطُرِرْتُمْ  fiiline müteallıktır.

اضْطُرِرْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  ضرر ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.


 وَاِنَّ كَث۪يراً لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كَث۪يراً  kelimesi  اِنَّ’nin ismi olup lafzen mansubtur.

لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. يُضِلُّونَ  fiili  اِنَّ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.

يُضِلُّونَ  fiili, نَ ’un  sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاَهْوَٓائِهِمْ  car mecruru  يُضِلُّونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِ  harf-i ceri sebebiyyedir.

بِغَيْرِ  car mecruru يُضِلُّونَ  ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, متلبسين بغير علم şeklindedir.

عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


 اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هُوَ  fasıl zamiridir. Tekid ifade eder.

 اَعْلَمُ  kelimesi اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.

بِالْمُعْتَد۪ينَ  car mecruru  اَعْلَمُ ’ye  müteallıktır. Cer alameti  ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُعْتَد۪ينَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ


وَ  atıf harfidir. Cümle önceki  ayetteki şart cümlesine matuftur. Aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.  

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, istifham üslubunda gelmiş olsa da cümlenin asıl geliş amacı kınama ve tevbih olduğu için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَا  istifham ismi mübtedadır. Cümlede car mecrurun müteallakının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Masdar harfi  اَن ‘i takip eden menfi muzari fiil cümlesi  لَّا تَأْكُلُوا, masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel, takdir edilen  في  harf-i ceriyle birlikte mahzuf hale müteallıktır.(Âşûr) 

Mecrur mahaldeki  مَّا  müşterek ism-i mevsûlu  تَأْكُلُوا’ye müteallıktır. Sılası olan  ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)

Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Bu ilâhî kelam, kesilirken üzerine yalnız Allah’ın adının anıldığı bahire, sâibe vs. gibi hayvanların etini yemekten sakınmayı gerektiren herhangi bir sebep olmadığını açıklar. (Ebüssuûd)

اسْمُ اللّٰهِ  izafeti, muzâfa şan ve şeref kazandırmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ  ibaresi önceki ayettekinin tekrarıdır. Manayı zihne yerleştirme kastı taşıyan bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


 وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ 

 

وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilen müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.

فَصَّلَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki istisna munkatı’ veya muttasıl olabilir.

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası olan اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mevsûllerde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.


 وَاِنَّ كَث۪يراً لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut  ifade eden isim cümlesidir.  إِنَّ  ve  لَ ’la tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin isminin nekre gelmesi kesret ve tahkir ifade eder.  

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Son cümle fasılla gelmiş müstenefedir.  اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

İki kıraata göre  بِاَهْوَٓائِهِمْ  lafzındaki  بِ  sebebiyye,  بِغَيْرِ عِلْمٍ’deki  بِ  ise mülâbese içindir. Yani bilgisizce, hevaya boyun eğerek saptırıyorlar demektir. (Âşûr) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca  رَبَّكَ  izafeti Peygambere şan ve şeref ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَعْلَمُ - عِلْمٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

غَيْرِ عِلْمٍ - اَعْلَمُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

لَيُضِلُّونَ  - الْمُعْتَد۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ين  sözü tezyîldir. Bu cümlede, Allah’ın bu dalalette olanlara tehdidi Resullah’a haber verilmiştir. Allah’ın bu bilgisinin haber verilmesi, Allah’ın onları cezalandırmasından kinayedir. Muhakkak ki onlar cezadan kaçamazlar. Allah onların durumunu bildiği için aslında bu haberi vermesine gerek yoktur. Bu haber onlar için bir vaiddir. Çünkü onlar Kur’an’ı dinliyorlar ve İslama davet edilirken bu ayetler onlara okunuyordu. (Âşûr)

 
En'âm Sûresi 120. Ayet

وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ  ...


Günahın açığını da bırakın, gizlisini de. Çünkü günah kazananlar yaptıkları karşılığında cezalandırılacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَذَرُوا ve bırakın و ذ ر
2 ظَاهِرَ açığını ظ ه ر
3 الْإِثْمِ günahın ا ث م
4 وَبَاطِنَهُ ve gizlisini ب ط ن
5 إِنَّ şüphesiz
6 الَّذِينَ kimseler
7 يَكْسِبُونَ kazananlar ك س ب
8 الْإِثْمَ günah ا ث م
9 سَيُجْزَوْنَ cezasını çekeceklerdir ج ز ي
10 بِمَا
11 كَانُوا olduklarının ك و ن
12 يَقْتَرِفُونَ yapmış ق ر ف

Bir önceki âyetin son cümlesiyle bağlantılı olarak bu âyet “Kötülüğü alenen yapmaktan da gizli yapmaktan da sakının” veya “Zina, hırsızlık gibi açık ve fiilî kötülükleri de; kibir, kıskançlık gibi gizli kötülükleri de bırakın” mânasında anlaşılabilir. Bir görüşe göre bu âyetle zinanın gizli yapılmasını helâl sayan Câhiliye Arapları’nın bu anlayışı reddedilmiştir (Râzî, XIII, 167). Ancak âyette her türlü kötülüğün açıktan yapılmasının da gizlice yapılmasının da haram kılındığını düşünmek daha isabetli olur. Elmalılı M. Hamdi, haklı olarak “Bu âyet, alelumum ahkâm-ı hürmet hakkında bir asl-ı küllî beyan etmektedir” der (III, 2039).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 463 

وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُۜ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ذَرُوا  fiili  ن’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ظَاهِرَ  mefûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْاِثْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  بَاطِنَهُ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  ظَاهِرَ’ya matuftur.

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ظَاهِرَ  kelimesi sülâsî mücerred olan ظهر  fiilinin ism-i failidir.

بَاطِنَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  بطن  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَكْسِبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْاِثْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

سَيُجْزَوْنَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  يُجْزَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. Aynı zamanda  سَيُجْزَوْنَ  cümlesi  اِنَّ’ nin haberi olduğundan mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harfiyle birlikte  سَيُجْزَوْنَ  fiiline müteallıktır. İsm-i  mevsûlun sılası  كَانُوا يَقْتَرِفُونَ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَان  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانُوا ’nun ismi olan  و  cemi müzekker muttasıl zamiri mahallen merfûdur.

يَقْتَرِفُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَقْتَرِفُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَقْتَرِفُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  قرف ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu cümle itiraz cümlesidir.  وَ  itiraziyyedir. Mana; zühd ve Allah’a yaklaşmak isterseniz mübah olanı değil günahı terk ederek yaklaşın şeklindedir. (Âşûr)

ظَاهِرَ-  بَاطِنَهُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُ “Günahın açık olanını da gizlisini de bırakın.” ayetinde, “açık olan”dan kasıt, yüce Allah’ın beden ile ilgili olup yapılmasını yasak kıldığı işlerdir. “Gizli olan”dan kasıt ise kalpte kararlaştırılan ve Allah’ın vermiş olduğu emir ve yasaklara muhalefet etme kararıdır. Bu ise (yani gizli olandan kaçınmak) ancak muttaki ve ihsan derecesine ulaşmış olanların erişebilecekleri bir mertebedir. 

(Kurtubî)

“Günahın açığını da terk edin, gizlisini de...” Yani açıktan yaptığınızı da gizli yaptığınızı da -bir başka yoruma göre- “Bildiğinizi de niyet ettiğinizi de terk edin.” Günahın açık olanının genelevlerde zina etmek, gizlisinin ise gizli dost/metres tutmak olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)

وَذَر  fiili,  ترك  kelimesine göre daha şiddetlidir, tamamen terk edin demektir.


اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ

 

Cümle ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ  cümlesi, günahı terk etme emri  için ta’lîldir. Ve emredilenlere ikaz ve uyarıdır. Bu yüzden benzeri durumlarda olduğu gibi haber  اِنَّ  ile tekid edilmiştir. Yani emri takip etme makamı veya ta’lîl manasındaki haber cümleleri  اِنَّ  ile gelir ve  فَ  harfine gerek kalmaz. (Âşûr)

اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder.

Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası  يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i  haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

إِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir.

Habere dahil olan müstakbel harfi  سَ  tehdit sıyakında tekid ifade eder.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

مَا  müşterek ism-i mevsûl mecrur mahalde olup  سَيُجْزَوْنَ’ye müteallıktır. Sılası  كَان’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Haberi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mutat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

الْاِثْمَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayet-i kerime muhataba emirle başlamışken üçüncü şahısla devam etmiştir, dolayısıyla iltifat sanatı vardır.


En'âm Sûresi 121. Ayet

وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟  ...


Üzerine Allah adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin. Çünkü bu şekilde davranış fasıklıktır. Bir de şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka fısıldarlar. Onlara boyun eğerseniz şüphesiz siz de Allah’a ortak koşmuş olursunuz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 تَأْكُلُوا yemeyiniz ا ك ل
3 مِمَّا şeylerden
4 لَمْ
5 يُذْكَرِ anılmayanlardan ذ ك ر
6 اسْمُ adı س م و
7 اللَّهِ Allah’ın
8 عَلَيْهِ üzerine
9 وَإِنَّهُ çünkü o
10 لَفِسْقٌ yoldan çıkmadır ف س ق
11 وَإِنَّ ve şüphesiz
12 الشَّيَاطِينَ şeytanlar ش ط ن
13 لَيُوحُونَ fısıldarlar و ح ي
14 إِلَىٰ
15 أَوْلِيَائِهِمْ dostlarına و ل ي
16 لِيُجَادِلُوكُمْ sizinle mücadele etmelerini ج د ل
17 وَإِنْ ve eğer
18 أَطَعْتُمُوهُمْ onlara uyarsanız ط و ع
19 إِنَّكُمْ şüphesiz siz de
20 لَمُشْرِكُونَ müşriklerden (olursunuz) ش ر ك

Burada ister kendiliğinden ölmüş olsun, ister kesilerek öldürülmüş olsun, Allah’ın ismi anılmadan kesilen hayvan etinin yenilmesi yasaklanmıştır. İmam Mâlik’e göre, kasten de olsa unutkanlık veya bilgisizlik neticesinde de olsa, Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanın etini yemek haramdır. Hanefîler’e göre sadece kasıtlı olarak Allah’ı anmadan kesilen hayvanın etini yemek haramdır. İmam Şâfiî ise âyetin asıl maksadının Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kılmak olduğunu düşünerek, böyle bir niyet bulunmadığı sürece, bilerek de olsa bilmeden de olsa, Allah’ın ismi zikredilmeden kesilen hayvanın etinin yenilebileceği hükmüne varmıştır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 463   

وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَأْكُلُوا  fiili  نَ ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَأْكُلُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُذْكَرِ  meczum muzari fiildir.

اسْمُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَلَيْهِ car mecruru  يُذْكَرِ  fiiline müteallıktır.

وَ  istînâfiyyedir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُۥ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  فِسْقٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur. 


 وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الشَّيَاط۪ينَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  يُوحُونَ  fiili  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.

يُوحُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ  car mecruru  يُوحُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi,  يُجَادِلُوكُمْ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  يُوحُونَ  fiiline müteallıktır. 

يُجَادِلُوكُمْ  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُجَادِلُوكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

 

 وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  اَطَعْتُمُوهُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Cemi müzekker muhatab mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و  harfi getirilir.   قَتَلْتُمُوهُمْ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  مُشْرِكُونَ۟  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup ref  alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler و  ile ref olurlar.

Şartın cevabı  kasem cümlesinin delaletiyle mahzuftur.

مُشْرِكُونَ۟  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.  

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ 

 

Önceki ayetteki …وَذَرُوا  cümlesine matuf olan ayetin ilk cümlesi nehiy sıygasında talebi inşâî isnaddır. 

مَّا  müşterek ism-i mevsûlu mecrur mahalde olup  لَا تَأْكُلُوا, fiiline müteallıktır. Sılası  لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ  şeklinde menfi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.

Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Bu ayetin zahirine göre gerek kasten terk edilmiş gerek unutulmuş olsun, kesilirken Allah’ın adı zikredilmemiş hayvanın eti haram kılınmıştır. İmam Ebu Hanife, kesim sırasında kasten besmelenin terki ile unutulması arasında önemli bir fark olduğu kanaatindedir. Ona göre kesilirken üzerine kasten besmele çekilmeyen hayvanın, kendiliğinden ölen veya Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvandan farkı yoktur. Çünkü “Fısk, kesilirken üzerine Allah’tan başkasının adının anıldığı hayvan ya da o hayvanın etini yemektir.” (Ebüssuûd)

اسْمُ اللّٰهِ  izafeti, muzâfa şan ve şeref kazandırmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

مِمَّا لَمْ  ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ  ibaresi  لَمْ  hariç önceki ayettekinin tekrarıdır. Manayı zihne yerleştirme kastı taşıyan bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Tekrarlanan kelimeler ya da sıygalar, okuyucuyu kelimenin ilk geçtiği yere gönderir ve kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bu, beyan renklerinden biridir.

Önceki ayet gaib zamirle bitmişken bu ayet muhatap zamiriyle başlamıştır. Bu üslup iltifat sanatıdır.

Hal veya istînaf olan  وَاِنَّهُ لَفِسْقٌ  cümlesi  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i  haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)


 وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam şeklinde bir isim cümlesidir.

İstinafiye وَ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

الشَّيَاط۪ينَden maksadın, gizli şeytanlar, İblis ve askerleri, yani cin şeytanları; bunların dostlarından maksadın da, insan şeytanları ve tâbileri olduğu açıktır. Bir de İkrime’den bir rivayette denilmiştir ki الشَّيَاط۪ينَ’den maksat, inatçı Mecusîler, dostlarından maksat da Kureyş müşrikleridir. (Elmalılı) 

اِنَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

لِيُجَادِلُوكُمْۚ  cümlesine dahil olan  لِ, cümleyi gizli bir  أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde  لَيُوحُونَ  fiiline müteallıktır. 

Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Muzâri fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzâri fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzâri fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اَوْلِيَٓائِهِمْ - لِيُجَادِلُوكُمْۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟

 

وَ ’la …اِنَّ الشَّيَاط۪ينَ  cümlesine atfedilen cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümlede îcaz-ı hazif vardır. Şartın cevabı, akabindeki kasem cümlesinin delaletiyle mahzuftur.

Şart cümlesi  اَطَعْتُمُوهُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mukadder kasemin cevabı  اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟  cümlesi, اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i  haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

اِنَّ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

لَمُشْرِكُونَ۟ - الشَّيَاط۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

En'âm Sûresi 122. Ayet

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَمَنْ kimse gibi midir?
2 كَانَ iken ك و ن
3 مَيْتًا ölü م و ت
4 فَأَحْيَيْنَاهُ kendisini dirilttiğimiz ح ي ي
5 وَجَعَلْنَا ve verdiğimiz ج ع ل
6 لَهُ kendisine
7 نُورًا bir ışık ن و ر
8 يَمْشِي yürüyebileceği م ش ي
9 بِهِ onunla
10 فِي arasında
11 النَّاسِ insanlar ن و س
12 كَمَنْ kimsenin
13 مَثَلُهُ benzeri م ث ل
14 فِي içindeki
15 الظُّلُمَاتِ karanlıklar ظ ل م
16 لَيْسَ olmayan ل ي س
17 بِخَارِجٍ çıkışı خ ر ج
18 مِنْهَا ondan
19 كَذَٰلِكَ işte öyle
20 زُيِّنَ süslü gösterilmiştir ز ي ن
21 لِلْكَافِرِينَ kafirlere ك ف ر
22 مَا (işler)
23 كَانُوا oldukları ك و ن
24 يَعْمَلُونَ yapıyor ع م ل

Bir önceki âyette müşriklerin, şeytanların telkinleri altında müminlere karşı mücadele açmasından söz edildikten sonra bu âyette, belirtilen iki kesimin durumu parlak bir temsille değerlendirilmektedir. Burada müminlerin İslâm’ı kabul etmelerinden önceki durumu, bir ölü gibi bütünüyle hayır ve faydadan yoksun kalmış olanın durumuna benzetilmiştir. Çünkü küfür ve şirk, insanın hakkı bâtıldan ayırarak kurtuluş yolunu bulmasına engel olur. Buna karşılık Allah’ın kendisine İslâm’ı nasip ettiği kişi ise, yeniden hayata kavuşmuş insan gibi, gerçeği gerçek olmayandan, doğru ve yararlı olanı yanlış ve zararlı olandan ayırt etme imkânına kavuşmuştur; böylece iman nuruyla zihni ve kalbi aydınlanan kişinin bu sayede yolu da aydınlık olur. İnkâra saplanmış olan için ise, küfrü devam ettiği sürece karanlıktan kurtuluş ümidi de kalmamıştır. 121. âyette belirtildiği üzere inkârcılar, şeytanların telkin ettiği vesveselerle muhâkeme ve değerlendirme disiplinlerini kaybettikleri için yaptıkları çirkin işler de artık kendilerine güzel gösterilmiştir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 464 

مشي Meşeye : مَشْيٌ sözcüğü, iradeyle (kendi isteği) bir yerden başka bir yere yürüme ve intikal etme demektir. Ayrıca مَشْيٌ kinayeli olarak nemime ve kovuculuk (ara bozuculuk, laf taşıma) anlamında da kullanılır. Kuran-ı Kerim’de her iki manada da kullanımı mevcuttur. (Müfredat) 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 23 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) 

Türkçede kullanılan şekilleri temâşâ ve Meşşâiler (Aristocular) dir.

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ 

 

Hemze istifham, وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i  mevsûlun sılası  كَانَ مَيْتاً ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانَ  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ’nin ismi müstetir olup takdiri هو’dir.

مَيْتاً  kelimesi  كَانَ ‘nin  haberi olup lafzen mansubtur. 

فَ  atıf harfidir.  اَحْيَيْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ  mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûle müteallıktır.  نُوراً  birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يَمْش۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

بِه۪  car mecruru  يَمْش۪ي  fiiline müteallıktır. فِي النَّاسِ  car mecruru  يَمْش۪ي ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.

مَنْ müşterek ism-i mevsûlu,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

مَثَلُهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فِي الظُّلُمَاتِ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.

لَيْسَ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

لَيْسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir.   بِ  zaiddir.  خَارِجٍ  lafzen mecrur, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

مِنْهَا car mecruru  خَارِجٍ ‘e müteallıktır.

خَارِجٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خرج  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  زُيِّنَ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri;  تزيينا كذلك التزيين للمؤمنين (müminler için süslendiği gibi süsleyerek) şeklindedir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

زُيِّنَ  fetha üzere meçhul mebni mazi fiildir.  لِلْكَافِر۪ينَ  car mecruru  زُيِّنَ  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَعْمَلُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانَ  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.  يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. 

يَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

زُيِّنَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.      

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ 

 

Müstenefe olan cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası  كَانَ مَيْتاً  şeklinde  كَانَ’nin  dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.

فَاَحْيَيْنَاهُ  cümlesi sılaya  فَ  ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasındadır. Aynı üsluptaki  وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً  cümlesi, bu cümleye matuftur. 

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade eden  … يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  نُوراً ’dan hal olan cümle anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

يَمْش۪ي بِه۪  sözündeki  بِ  sebebiyyedir. İnsanlar kelimesi müşebbehün bih olarak açıkça zikredilmiştir ki onlar diridir ve insan toplumu onlarsız olmaz. (Âşûr)

Teşbih harfi  كَ  sebebiyle mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl  مَنْ’in sılası  مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ, isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  فِي الظُّلُمَاتِ bu mahzuf habere müteallıktır.

Mevsûllerde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Mevsûlden hal olarak vav’sız gelen müekked hal cümlesi لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَا, menfî isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Zaid  بِ  harfinin dahil olduğu  لَيْسَ ,بِخَارِجٍ’nin haberidir.

Mümin olmayan, kâfir olan kişi ölü olarak niteleniyor. Onu dirilttik yani hidayete erdirdik demektir. Bu ibarelerde istiare vardır.  مَيْتاً  kelimesi müsteardır ve müstearun leh dalalettir. İstiare-i inadiye vardır  فَاَحْيَيْنَاهُ  kelimesi müsteardır. Müstearun leh hidayet ve imandır. İstiare-i vifakiye vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Ayette temsilî teşbih vardır. Mürseldir. 

Allah Teâlâ burada dalalette iken hidayet edip - hak taraftarları ile batıl taraftarlarını, doğru yolda gidenlerle yanlış yolda olanları sayesinde birbirinden ayırdığı- yakîne ermeye muvaffak kıldığı kişinin halini, “ölü iken Allah’ın dirilttiği, kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir nur bahşettiği ve o nurla aydınlanarak insanları birbirinden ayırıp özelliklerini birbirinden ayırt edebilen bir kişi”nin haline benzetmekte; yanlış yolda giden kişiyi de karanlıklar içinde bocalayan ve ondan bir türlü ayrılıp kurtulamayan kimseye benzetmektedir. 

“Karanlıklarda kalıp oradan çıkamayan birinin temsili” yani sıfatı “gibi…” Ki bu sıfat da karanlıklarda kalıp oradan çıkamamaktır. Mana “O, hiç çıkamayacak şekilde karanlıklar içindedir.” şeklindedir. (Keşşâf, Ebüssuûd)

فِي الظُّلُمَاتِ ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla karanlık içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الظُّلُمَاتِ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak karanlığın çok yoğun olduğunu ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

Ayetteki مَيْتاً [ ölü] ile فَاَحْيَيْنَاهُ  [dirilttik] sözcükleri arasında gayr-ı mütecânis tıbâk vardır. Çünkü her iki sözcük birbirinin zıttı olmanın yanı sıra birincisi isim, ikincisi fiildir. (Dr. Mustafa Aydın/Arap Dili Belagatında Bedî İlmi Ve Sanatları )


كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, mahzuf bir mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Takdiri, …تزيينا كذلك التزيين للمؤمنين [Müminler için süslendiği gibi süsleyerek] şeklindedir.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

زُيِّنَ  fiilinin naib-i faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا’nın sılası  كَانَ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir.

Şeytanî vesveselere uyan, onlara fısıldanan yaldızlı sözlere kanan kâfirlere, işledikleri küfür ve günahlar ya şeytanların fısıldamaları sırasında Allah Teâlâ tarafından ya da yaldızlı sözler ve yanıltma yoluyla şeytanlar tarafından tezyin edilmiş, hoş gösterilmiştir. Çünkü eğer bunlar kendilerine süslü gösterilmemiş olsaydı, bunda ısrar etmezler ve hakka karşı onlarla mücadele vermezlerdi.

(Ebüssuûd)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)

كَانَ - كَانُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَيْتاً - اَحْيَيْنَاهُ  ve  نُوراً - الظُّلُمَاتِ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

كَ - مَثَلُ  ve  جَعَلْنَا - يَعْمَلُونَ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَنْ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
En'âm Sûresi 123. Ayet

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِم۪يهَا لِيَمْكُرُوا ف۪يهَاۜ وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ  ...


İşte böyle, her memlekette günahkârları oranın ileri gelenleri kıldık ki oralarda hilekârlık etsinler. Hâlbuki onlar hilekârlığı ancak kendilerine yaparlar. Ama farkında olmuyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ ve böylece
2 جَعَلْنَا yaptık ج ع ل
3 فِي
4 كُلِّ her ك ل ل
5 قَرْيَةٍ kentin ق ر ي
6 أَكَابِرَ büyüklerini ك ب ر
7 مُجْرِمِيهَا (oranın) suçluları ج ر م
8 لِيَمْكُرُوا tuzak kursunlar diye م ك ر
9 فِيهَا orada
10 وَمَا (oysa)
11 يَمْكُرُونَ onlar tuzak kurmazlar م ك ر
12 إِلَّا başkasına
13 بِأَنْفُسِهِمْ kendilerinden ن ف س
14 وَمَا
15 يَشْعُرُونَ ama farkında değillerdir ش ع ر

Sözlükte karye kelimesi “köy, kasaba” demek olup Kur’an’da “belde, şehir, ülke” gibi daha genel mânada da kullanılmaktadır. İyilerin ve kötülerin belli olması için Allah’ın koyduğu kanun uyarınca, henüz müşrik zorbaların hâkim olduğu Mekke’de olduğu gibi, gerek o dönemdeki gerekse geçmişteki nice toplumlarda, şehir veya ülkelerde de insanları hak ve hayırdan alıkoymak maksadıyla hile ve tuzaklar kuran yöneticiler olmuştur. Allah böylece insanları kötüler ve kötülüklerle imtihan eder ki imanda, hak ve hayır yolunda sebat edenler de inanç zafiyetinden ötürü kötülüğe teslim olanlar da belli olsun. Aslında hakka karşı tuzak kurmaya kalkışanlar, farkında olmadan, ancak kendilerine tuzak kurmuş olur, kendi ruhlarını ve ebedî hayatlarını tahrip ederler.

 İbn Âşûr’a göre bu âyet, statik ve bâtıl geleneklerin kökleştiği yerleşik toplumlara göre göçebe ve iptidaî toplulukların daha saf fıtratta, doğruyu kabule daha yatkın durumda olduklarına işaret eder (VIII, 47).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 465 

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِم۪يهَا لِيَمْكُرُوا ف۪يهَاۜ

 

وَ  atıf harfidir.  كَ  harf-i cerdir. مثل  kelimesi “gibi” demektir. Bu ibare, amili  جَعَلْنَا olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, جعلًا مثلَ ذلك جعلنا (Bunun gibi bir yapmakla) şeklindedir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekkellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

ف۪ي كُلِّ  car mecruru  جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır.  قَرْيَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَكَابِرَ  birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

 مُجْرِم۪يهَا  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi,  يَمْكُرُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte  جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır.

يَمْكُرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪يهَا  car mecruru  يَمْكُرُوا  fiiline müteallıktır.  


 وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَمْكُرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  بِاَنْفُسِهِمْ  car mecruru  يَمْكُرُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَشْعُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِم۪يهَا لِيَمْكُرُوا ف۪يهَاۜ

 

Cümle önceki ayetteki …زُيِّنَ  cümlesine matuftur.

Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, amili  جَعَلْنَا  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri,  جعلًا مثلَ ذلك جعلنا (Bunun gibi bir yapmakla) şeklindedir.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

جَعَلْنَا ف۪ي  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَرْيَةٍ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

لِيَمْكُرُوا ف۪يهَا cümlesine dahil olan لِ, cümleyi gizli bir أن’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde  جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır. 

مُجْرِم۪يهَا - لِيَمْكُرُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayet-i kerime Rasulullah (s.a.) için bir teselli, kafirler için ceza vaididir.


 وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, fiil ile car-mecrur arasındadır. يَمْكُرُونَ, maksûr/sıfat,  بِاَنْفُسِهِمْ, maksûrun aleyh/mevsuftur. Yani kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.

Bu cümle, Resulullah için mükâfat, kâfirler için ceza vaididir. Onların yaptıkları hile ve desiselerin kötü sonuçları yalnız kendilerine aittir. Ancak onlar, bu gerçeğin asla farkında değillerdir. Hatta onlar, başkalarını hileleriyle aldattıklarını zannederler.(Ebüssuûd)

İnsanların Nebi’ye (s.a.) tâbi olmaktan yüz çevirmelerinin O’na ne zarar ne de eziyet vereceğini bildirmek için kasr sıygasıyla gelmiştir. Hilekârlara dünyadaki zarar, öldürme ve esaret azabıdır. Eğer iman etmediyse ahiretteki azabı ise ateş azabıdır. Zarar, izafî kasr yoluyla onlara hasredilmiştir. Kasr-ı kalptir. (Âşûr)

يَمْكُرُونَ ’nin failinden hal olan  وَمَا يَشْعُرُونَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hal, anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مَا يَمْكُرُونَ - لِيَمْكُرُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
En'âm Sûresi 124. Ayet

وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ  ...


Onlara bir âyet geldiği zaman, “Allah elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla inanmayacağız” derler. Allah, elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve yapmakta oldukları hilekârlık sebebiyle çetin bir azap erişecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 جَاءَتْهُمْ onlara geldiği ج ي ا
3 ايَةٌ bir ayet ا ي ي
4 قَالُوا dediler ق و ل
5 لَنْ
6 نُؤْمِنَ kat’iyyen inanmayız ا م ن
7 حَتَّىٰ kadar
8 نُؤْتَىٰ bize verilinceye ا ت ي
9 مِثْلَ aynısı م ث ل
10 مَا
11 أُوتِيَ verilenin ا ت ي
12 رُسُلُ elçilerine ر س ل
13 اللَّهِ Allah’ın
14 اللَّهُ Allah
15 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
16 حَيْثُ yeri ح ي ث
17 يَجْعَلُ koyacağı ج ع ل
18 رِسَالَتَهُ mesajını ر س ل
19 سَيُصِيبُ erişecektir ص و ب
20 الَّذِينَ kimselere
21 أَجْرَمُوا suç işleyen(lere) ج ر م
22 صَغَارٌ bir aşağılık ص غ ر
23 عِنْدَ katında ع ن د
24 اللَّهِ Allah
25 وَعَذَابٌ ve bir azab ع ذ ب
26 شَدِيدٌ çetin ش د د
27 بِمَا karşı
28 كَانُوا (yaptıkları) ك و ن
29 يَمْكُرُونَ hilelerine م ك ر

Müfessirlerin çoğunluğuna göre âyet, müşriklerin ileri gelenlerinin Hz. Peygamber’e karşı kıskançlıklarını dile getirmektedir. Fahreddin er-Râzî’ye göre de “Onlar, hüccet ve deliller bekledikleri için değil, aşırı kıskançlıkları yüzünden inkârda daima ısrarlı olmuşlardır” (XIII, 175). Esasen tarihin bütün dönemlerinde ve günümüzde inkârcılık veya bâtıl inançlarda ısrar etmenin temelinde çoğunlukla kıskançlık, gurur ve kibir, yanlış geleneklerin veya telkinlerin etkisini aşamama gibi psikolojik sebepler bulunmaktadır. Hz. Muhammed’in risâletini kıskanan Velîd b. Mug^re, Ebû Cehil gibi Mekke ileri gelenleri de oğullarının çokluğunu, soylu veya zengin olduklarını gerekçe göstererek kendilerinin yahut kendi kabilelerinden birinin peygamberliğe daha lâyık olduğunu ileri sürmüşlerdir (bk. Râzî, XIII, 175). Âyette bu tür iddialara “Allah, elçiliğini kime vereceğini çok iyi bilir” şeklinde cevap verilmiştir. Bu ifade bize peygamberliğin kesbî (insanın istemesi ve gayret göstermesiyle elde edebileceği) bir makam olmadığını, Allah’ın birine peygamberlik vermesinin sadece O’nun bir lutfu olduğunu göstermektedir. Ancak Allah, mutlak irade ve tasarrufuyla, peygamberliği lutfedeceği kişiyi yüksek ahlâkî ve zihnî melekelerle donatır. Buna karşılık kendilerini de peygamberliğe lâyık görenlerin ruhları isyan, kıskançlık, hile ve desisecilik, gurur ve kibir gibi fenalıklarla kirlenmiş olup buna rağmen Peygamber’i tanımamaya, cürümler işlemeye devam ettikleri için, kibirlerine karşılık aşağılık ve zillete, isyanlarına karşılık da azaba mâruz kalacaklardır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 465-466 

صغر Sağara : Kökü  صَغُرَ, mastarı صِغَرٌ olan kelime ile كِبَرٌ kelimesi birbirleriyle değerlendirilen zıd isimlerdendir. Küçük olmak manasında kullanılır. Bu küçüklük  zaman, kadr, itibar, derece, konum ya da cüsse ve yaş itibarıyla olabilir. Kökü صَغِرَ olan صَغَرٌ sözcüğü ise zillet ve hakirlik anlamında kullanılır. Yine Kuran-ı Kerim’de de geçen صاغِرٌ ifadesi alçak bir konum ve mertebeye razı olan kişi demektir. (Müfredat) 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

 Türkçede kullanılan şekli asgarîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli ve kesin olan durumlar için gelir.

جَٓاءَتْهُمُ  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَٓاءَتْهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اٰيَة  fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı  قَالُوا ’dur.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَنْ نُؤْمِنَ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.  نُؤْمِنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  نُؤْتٰى  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَن  harfi altı yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren  لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır.  نُؤْتٰى  elif üzere mukadder fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.

مِثْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اُو۫تِيَ  meçhul mazi fiildir.  رُسُلُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اُو۫تِيَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

    

اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  اَعْلَمُ haber olup lafzen merfûdur.  اَعْلَمُ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin, sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.

يَجْعَلُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَجْعَلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi üç şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,  

2. Bir halden başka bir hale geçmek, 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رِسَالَتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ

 

سَيُص۪يبُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  سَيُص۪يبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir zamir olup takdiri هُو’dir.Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

İsm-i mevsûlun sılası  اَجْرَمُوا صَغَارٌ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَجْرَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

صَغَارٌ  kelimesi  سَيُص۪يبُ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur.  عِنْدَ  mekân zarfı, سَيُص۪يبُ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَذَابٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  صَغَارٌ ‘e matuftur.  شَد۪يدٌ kelimesi  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  سَيُص۪يبُ  fiiline müteallıktır.

كَانُوا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan  وا; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَمْكُرُونَ  fiili  كَانُوا ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

يَمْكُرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi şart üslûbunda haberî isnaddır. Şart fiili olan  جَٓاءَتْهُمُ, müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlenin müsnedün ileyhi olan  اٰيَةٌ’ün tenvinli gelişi kesret, nev ve tazim ifade eder.

جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ [Ayetin gelmesi] tabiri mecaz-ı mürsel veya istiaredir.

اٰيَةٌ kelimesinde tevcih sanatı vardır. Hem vahiy hem mucizevi hem ibret alınacak şey manasına gelir. “Ayetlerin gelmesi” tabirinde tecessüm sanatı vardır. Ayetlere canlılık kazandırmıştır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

Şartın cevabı olan قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا   fiilinin  mekulü’l-kavli menfi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Gaye bildiren masdar ve cer harfi  حَتّٰى  ve akabindeki  نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِ  cümlesi masdar teviliyle  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır.  

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِثْلَ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

نُؤْتٰى - اُو۫تِيَ  ve رُسُلُ - رِسَالَتَهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اُو۫تِيَ - جَٓاءَتْهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رُسُلُ اللّٰهِ  izafetinde  رُسُلُ , şan ve şeref kazanmıştır. 


اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

يَجْعَلُ  cümlesine muzâf olan zarf  حَيْثُ, mef’ûle takdim edilmiştir. Müteallakının mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.

حَيْثُ  zarfı bazılarına göre mef’ûlun bihtir. Amili mukadder bir fiildir. Çünkü Allah Teâlâ bir mekânda başka bir mekândan daha alîm değildir. Ebu Hayyan; bu kelimenin açıkça zikredilmesi mecazen zarfiyyedir ve  أعلم  kelimesine zarfa müteaddi olma manası kazandırmıştır.  الله أنفذ علما حيث يجعل (Allah nerede olursa olsun ilmini uygular) şeklinde takdir edilir. Yani bu konudaki ilmini gerçekleştirendir. (Mahmut Sâfî)

Müsnedün ileyh olan Allah lafzı bu ayette bir çok kez zikredilmiştir. Hiç şüphesiz bu; müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Çünkü nefis O’nun vaadiyle mutmain olur.

رِسَالَتَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya muzâf olan  رِسَالَتَ  şan ve şeref

kazanmıştır.

Müsnedün ileyhin Allah ismi şeklinde alem gelmesi muhatabın zihninde müsemmâyı zatıyla canlandırmak için olabilir.

Allah kelimesi bir kere muzâfun ileyh bir kere de mübteda olarak gelmiştir. Bu  terdîd sanatıdır. Lügat anlamı tekrarlamaktır ve bu anlamıyla tekrar sanatına benzemektedir. Alimler tarafından farklı tarifleri yapılarak farklı örnekler verilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 


سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ

 

Müstenefe olan müspet muzari fiil cümlesinde istikbal ifade eden  سَ  harfi tekid içindir. Tehdit siyakında olan cümle faide-i haber talebî kelamdır.

سَيُص۪يبُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası  …اَجْرَمُوا صَغَارٌ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Mef’ûlün  الَّذ۪ينَ  ile gelmesi, bahsi geçenleri tahkir anlamı taşır.

عِنْدَ اللّٰهِ izafeti muzafun şanı içindir.

Mecrur mahaldeki  مَا  masdariye olup  سَيُص۪يبُ’ya müteallıktır. Sılası  كَانَ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir.

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. 

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)

Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ve zamir makamında zahir isim gelmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

صَغَارٌ - عَذَابٌ - اَجْرَمُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki birinci “Allah” lafzı muzâfun ileyh, ikinci “Allah” lafzı ise mübtedâdır. Terdîd sanatı vardır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî İlmi Ve Sanatları)
Günün Mesajı
Kurân-ı Kerim'de yer yer Allah'ın hükümlerine uymanın önemle vurgulandığı ayetlerin ardından yenilmesi helâl ve haram yiyeceklere atıfta bulunulmakta ve bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyete dikkat çekilmektedir. İnsanların, nefislerine en çok mağlüp olduğu ve dikkatsiz davranabilecekleri sahalardan biri yeme-içmedir. Bunun yanısıra, tarih boyu pek çok millet, yeme-içme konusunda din adına kendilerince bazı kurallar getirmiş, haram-helâl düsturları koymuşlardır. Eğer bu konuda hüküm insanlara bırakılsa, her topluluk veya o toplulukta yetkiyi ellerinde bulunduranlar, kendi keyiflerine ve menfaatlerine göre bazı yiyecekleri helâl veya yasal addederken, bazılarını haram addedebilir veya yasaklayabilirler. Ayrıca, yeme-içmenin insanın şahsi, içtimai ve manevi hayatında da oldukça önemli yeri vardır. Bu yüzden Kur'ân-ı Kerim, helâl-haram mevzuunda yeme-içmeye dikkat edilmesine hususi önem vermekte ve bu konuda önemli ikazlarda bulunmaktadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey haddi aşanları bilen! Ey her halimizden haberdar olan Rabbim!

Boğazından yalnız helal lokma geçenlerden,

Haddi aşanlardan ve onların amellerinden uzak duranlardan,

Emirlerine ve yasaklarına itaat edenlerden,

Günahın açığını da, gizlisini de bırakanlardan,

Tövbe edenlerden,

Karşılaştığımız her şeytan dostuyla gerektiği gibi mücadele edenlerden ve hepsinin şerrinden yalnız Sana sığınanlardan,

Ahiret ve dünya ilimlerinde bilinçlenenlerden,

Elindeki kaynakları değerlendirerek öğrenenlerden,

Karanlıklardan uzak, aydınlıklar içinde kalıp yaşayanlardan,

Herhangi bir durum karşısında, kul olarak gereken tedbirleri alıp, yalnız Sana tevekkül ederek, önüne bakanlardan,

Aldığı her nefesine, bir fırsat gözüyle bakarak, ilerleyenlerden,

Nefsinin ya da şeytanın ektiği tembellik ve miskinlik tohumlarına meydan okuyanlardan,

Kendisine, hakikat ve doğruluğun, süslü gösterilenlerden,

Hile ve tuzaklar karşısında gözü açıklardan,

Her daim, yapması gerekeni yapanlardan ve rızanı kazananlardan olmamızı nasip et. 

 

Allahım, her halimizde yardımcımız ve yol göstericimiz ol. 

Ve bizi koru. Nefsimizden. Dünyalık vesveselerden. Cahilliğimizden. Aceleciliğimizden. Belalardan. Musibetlerden. Hastalıklardan. Bildiğimiz ve bilmediğimiz her türlü şerden, bizi koru. 

Ve bizi affet..

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji