9 Eylül 2024
En'âm Sûresi 111-118 (141. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

En'âm Sûresi 111. Ayet

وَلَوْ اَنَّـنَا نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ  ...


Biz onlara melekleri de indirseydik, kendileriyle ölüler de konuşsaydı ve her şeyi karşılarında (hakikatın şahidleri olarak) toplasaydık, Allah dilemedikçe yine de iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 أَنَّنَا biz
3 نَزَّلْنَا indirseydik ن ز ل
4 إِلَيْهِمُ onlara
5 الْمَلَائِكَةَ melekleri م ل ك
6 وَكَلَّمَهُمُ ve kendilerine konuşsaydı ك ل م
7 الْمَوْتَىٰ ölüler م و ت
8 وَحَشَرْنَا ve toplayıp getirseydik ح ش ر
9 عَلَيْهِمْ onlara
10 كُلَّ her ك ل ل
11 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
12 قُبُلًا karşılarına ق ب ل
13 مَا
14 كَانُوا onlar yine de ك و ن
15 لِيُؤْمِنُوا inanmazlardı ا م ن
16 إِلَّا dışında
17 أَنْ
18 يَشَاءَ dilemesi ش ي ا
19 اللَّهُ Allah’ın
20 وَلَٰكِنَّ ve fakat
21 أَكْثَرَهُمْ çokları ك ث ر
22 يَجْهَلُونَ cahillik ederler ج ه ل

Allah müşriklerin istedikleri şekilde mûcize olarak onlara melekleri indirse, onları ölülerle konuştursa, daha başka türlü mûcizeleri önlerine serse yine de Allah dilemedikçe inanmayacaklardır.

 Bu ve bundan önceki âyetin üslûbuna bakarak bundan cebirci bir sonuç çıkarmak doğru değildir. Kur’an, kendine özgü üslûbu içinde, evrendeki bütün olup bitenler gibi insanların inanç ve amel hayatındaki gelişme ve değişmeleri de ontolojik bakımdan Allah’ın kuşatıcı iradesine bağlar ve bunu doğru bir tanrı akîdesinin gereği sayar. Buna göre müminin imanı da kâfirin inkârı da O’nun mutlak iradesi ve kanunları çerçevesinde oluşmaktadır; bunları Allah’ın kudret ve iradesinin dışında görmek, bazı şeylerin O’nun hâkimiyet ve tasarruf alanı dışında olup bittiği gibi yanlış bir sonuca ve kusurlu bir tanrı anlayışına götürür. Bununla birlikte Allah, yine kendi iradesi ve yaratmasıyla evrende sadece insanı akıl, irade gibi hakkı bâtıldan ayırma yetenekleriyle donatmıştır. Buna rağmen insan, müşrik Araplar gibi, içinde doğup büyüdüğü psikolojik ve sosyal şartların doğal tesirlerini aşamaz, insanî yeteneklerini kullanarak gerçeğin ve iyinin arayışı içinde olmaz, aksine bâtılda ısrar ederse, böylelerinin gözleri ve gönülleri iyice kararır. Allah’ın böylelerini zorla hakikate sevketmesimümkünse de (meselâ bk. En‘âm 6/35, 107, 112, 137) bu durum, O’nun koymuş olduğu görev, sorumluluk ve ceza-mükâfat düzeniyle uyuşmaz. Bu yüzden bir âyette “Gerçek, rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (Kehf 18/29) buyurulur.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 455-456

تمّ Temme : تَمَام الشَّيْءِ bir şeyin kendisinin dışında başka bir nesneye ihtiyaç duymayacağı bir sınıra ulaşmasıdır. Bunun zıddı ise dışarıdan başka bir şeye ihtiyaç duyan manasındaki, Türkçede de kullandığmız نَاقِصٌ nâkıs kelimesidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 22 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tamam, tüm, itmam ve mütemmimdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَوْ اَنَّـنَا نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ

 

وَ  istînafiyyedir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim  zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  نَزَّلْـنَٓا  cümlesi  اِنَّ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri,  ثبت  (Sabit oldu) şeklindedir. 

نَزَّلْـنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْهِمُ  car mecruru  نَزَّلْـنَٓا  fiiline müteallıktır.  الْمَلٰٓئِكَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  كَلَّمَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْمَوْتٰى  fail olup mukadder damme ile merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  حَشَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  حَشَرْنَا  fiiline müteallıktır. 

كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

قُبُلاً  kelimesi  حَشَرْنَا  fiilinin mef’ûlunun hali olup fetha ile mansubtur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُٓوا  fiiline dahil olan  لِ, lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  كَانُوا ’nun mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri, ما كانوا أهلا للإيمان (İman etmeye ehil değillerdi.) şeklindedir.

يُؤْمِنُٓوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّٓا  istisna harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, munkatı’ istisna  olarak mahallen mansubtur.

يَشَٓاءَ  mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh;

a. Ya birden fazla olmalı, b. Ya umumi manalı bir kelime olmalı, (Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c. Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı. (Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:

1. Muttasıl istisna,

2. Munkatı’ istisna,

3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَـٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ’de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  أَكۡثَرَ  lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لٰكِنَّ’nin haberi  يَجْهَلُونَ ’dir.  يَجْهَلُونَ   fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَلَوْ اَنَّـنَا نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ

 

وَ  istînâfiyyedir. لَوْ  şart, اَنَّ  ise masdar harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.

اَنَّ’nin haberi olan  نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ  mazi fiil cümlesi formunda gelerek hükmü takviye, hudus, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

اَنَّ’yi takip eden faide-i haber talebî kelam olan isim cümlesi masdar teviliyle takdiri ثبت  [sabit oldu] olan mahzuf fiilin faili konumundadır. 

وَ’la gelen ve mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  كَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى  ve وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً  cümleleri, نَزَّلْـنَٓا  fiiline matuftur.

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.  قُبُلاً  haldir. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

Şartın cevabı olan  مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ  cümlesi menfi  كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden, isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâzı hazif sanatı vardır.

Lam-ı cuhûdun dahil olduğu  لِيُؤْمِنُٓوا  cümlesi, كَان ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri,  ما كانوا أهلا للإيمان  [İman etmeye ehil değillerdi.] şeklindedir.

مَا كَانُli olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki muzari fiil cümlesi  يَشَٓاءَ اللّٰهُ, masdar tevilinde müstesnadır. Ayetteki istisna munkatıadır. Muttasıl olduğu da söylenmiştir.

Bu istisnadan maksat, Allah Teâlâ her an dileyebilir; binaenaleyh onlar da her an iman edebilirler demek değildir. Aksine Allah Teâlâ’nın dilemesi imkânsız olduğuna göre onların imanı da imkânsızdır, demektir.(Ebüssuûd)

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Bu cümlede, azamet zamirinden gaib zamire dönülülerek iltifat yapılmıştır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Her ikisi de Türkçeye “indirdi” şeklinde tercüme edilse de نَزَّل ve اَنزل fiilleri arasında fark vardır.

نَزَّل  fiilinde fiilin vukuu ve mef’ûlle alakası vurgulanır. اَنزل  fiilinde ise filin failden süduru ve salt indirmek vurgulanır.

 

وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ

 

 

Ayetin son cümlesi  وَ’la istînâfa atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezattır. 

İstidrak harfi  لَـٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

لَـٰكِنَّ, kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474) 

لٰكِنَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ  ibaresi Kur’an’da 20 yerde, üç konuda gelmiştir. İnsanların çoğu bilmezler (11 kez), şükretmezler (3 kez), iman etmezler (6 kez).


En'âm Sûresi 112. Ayet

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُوراًۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ  ...


İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O hâlde, onları iftiralarıyla baş başa bırak.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ ve böylece
2 جَعَلْنَا biz yaptık ج ع ل
3 لِكُلِّ her ك ل ل
4 نَبِيٍّ peygambere ن ب ا
5 عَدُوًّا düşman ع د و
6 شَيَاطِينَ şeytanlarını ش ط ن
7 الْإِنْسِ insan ا ن س
8 وَالْجِنِّ ve cin ج ن ن
9 يُوحِي fısıldarlar و ح ي
10 بَعْضُهُمْ bir kısmı ب ع ض
11 إِلَىٰ
12 بَعْضٍ diğerlerine ب ع ض
13 زُخْرُفَ yaldızlı ز خ ر ف
14 الْقَوْلِ sözler ق و ل
15 غُرُورًا aldatmak için غ ر ر
16 وَلَوْ ve eğer
17 شَاءَ dileseydi ش ي ا
18 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
19 مَا
20 فَعَلُوهُ onu yapamazlardı ف ع ل
21 فَذَرْهُمْ artık onları baş başa bırak و ذ ر
22 وَمَا şeylerle
23 يَفْتَرُونَ uydurdukları ف ر ي

Daha önceki âyetlerde geniş olarak bildirildiği üzere, Allah Teâlâ müşriklerin inat, inkâr ve türlü tecavüzleri karşısında Hz. Muhammed’i imtihan ettiği gibi, eski peygamberlerin hayatlarına dair birçok âyette gösterildiği gibi o peygamberlere de bazı ruhanî ve cismanî güçleri düşman kılıp onların mücadele etmekteki sabır ve sebatlarını denemiş; bu suretle, Allah’ın bu en seçkin kulları, ilâhî hakikatleri tebliğ ve yaşatma uğruna büyük mücadeleler sergilemişlerdir. 

Burada ifade buyurulduğu gibi Allah dileseydi o “insan ve cin şeytanları” düşmanlık yapamaz, aldatıcı ve kandırıcı telkinlerde bulunamazlardı. Allah’ın bunları peygamberlere düşman kılması, bir yandan peygamberlerin güçlükler karşısındaki sabır ve kararlılıklarını ölçmek; bir yandan da her bir ümmete, üstün ideallere ağır meşakkatleri, güçlü direnişleri yenerek ulaşılabileceğini; kişinin değerinin de bu yoldaki azim ve sebatıyla ortaya çıkacağını göstermektir. İlâhî irade dünya hayatını–imanla inkârın, hayırla şerrin– bir çatışma alanı yapmıştır. Hakkı yaşatmak ancak, daima direniş konumunda bulunan bâtılı etkisiz kılmakla mümkün olur. Allah’ın hikmetli yaratışı ve bu yaratmanın bir eseri olan insan aklı ve mantığı uyarınca, peygamberlerle onlara uyanların iman ve amellerinin değer kazanması için böyle bir mücadeleye gerek vardır. Kahramanlık şerefini sadece bir savaştan zaferle çıkanlar hak edebilirler. Dünyada insanın insan olmayandan farkı ve ayrıcalığı da buradadır.

 “İnsanların şeytanları”, bâtılı ve şerri seçmeleri yanında, hakkı temsil eden peygamberlere ve onları izleyenlere karşı düşmanlık bayrağını açanlar; “cinlerin şeytanları” da bu mücadelede insanların şeytanlarına destek olup onlara aldatıcı ve yıkıcı fikirler telkin eden mânevî güçlerdir. Çünkü, İslâm itikadına göre cinlerin de mümini kâfiri vardır (cinler hakkında bilgi için bk. Cin 72/1-3). 

 112. âyette zımnen “Yâ Muhammed! Düşmanı olan tek peygamber sen değilsin. Biz geçmiş peygamberlere insan ve cin şeytanlarını düşman yaparak onları da sıkıntılardan geçirdik” buyurulmak suretiyle bir bakıma Hz. Peygamber teselli edilmiştir. Ayrıca “Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak” ifadesi de, 113. âyetin beyanına göre, kalpleri bu şeytanların yaldızlı sözüne kanıp bu sözlerden hoşlanan, işlemekte oldukları fenalıkları devam ettiren inkârcılar için bir tehdit, Resûlullah için de bir teselli anlamı taşımaktadır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 457-458 

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُوراًۜ

 

وَ  istînâfiyye,  كَ  harf-i cerdir.  مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  جَعَلْنَا  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri,  جعلًا مثلَ ذلك جعلنا  şeklindedir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لِكُلِّ  car mecruru  عَدُواًّ’in mahzuf haline müteallıktır.  نَبِيٍّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَدُواًّ  kelimesi  جَعَلْنَا  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.  شَيَاط۪ينَ  birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْاِنْسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْجِنِّ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْاِنْسِ ’ye matuftur.

يُوح۪ي بَعْضُهُمْ  cümlesi  شَيَاط۪ينَ ’nin hali olarak mahallen mansubtur.  يُوح۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.

بَعْضُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلٰى بَعْضٍ  car mecruru  يُوح۪ي  fiiline müteallıktır.  زُخْرُفَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْقَوْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  غُرُوراً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1 Harfi cersiz kullanımı. 2 Harfi cerli kullanımı

1. Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَوۡ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  شَٓاءَ  şart fiilidir.  رَبُّكَ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  مَا فَعَلُوهُ’dur. Nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  فَعَلُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن صدر الإيحاء من بعضهم فذرهم (Onların bazılarından vahiy ortaya çıkarsa onları terk et.) şeklindedir.  ذَرْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

• Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

• Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; olumlu mazi, olumlu muzari ve umumiyetle لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. Maiyye olması da caizdir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun meah olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَفْتَرُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَفْتَرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُوراًۜ

 

و, atıf veya istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. İsm-i işaret  كَ ,ذٰلِكَ  ile mecrur mahalde, mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Takdiri,  جعلًا  [yapmak]’dir.

و itiraziyyedir. (Âşûr)

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Teceddüt ve tecessüm ifade eden muzari fiil sıygasındaki …يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ  cümlesi, وَ ’la gelmiş haldir.

Vahiy kelimesi, kalbe sür'atli bir şekilde söz veya işaret ilka etmek, yerleştirmek demektir. Yani cin şeytanları, insan şeytanlarına yahut her iki fırka birbirine vesvese ilka ediyorlar.

Zuhruf; yaldızlı söz, görünüşü süslü, içyüzü ise batıl (geçersiz) söz demektir. (Ebüssuûd)

عَدُواًّ  ve  نَبِيٍّ ’deki tenvinler kesret ve tazim ifade eder. 

وَالْجِنِّ - الْاِنْسِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

بَعْضُ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Mef’ûlü lieclih olan غُرُوراً ’daki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder.

Bu ayet Resulullah’ı Kureyş kâfirlerinden gördüğü düşmanlık ve söyledikleri kötü söz ve hareketlerden dolayı teselli eder. Şöyle ki: “Resulüm! Bu sıkıntılar, Sana mahsus değildir; Senden önceki bütün peygamberler de bu sıkıntılara maruz kalmışlardır. Onların da Sana şiddetle karşı çıkan, zarar veren, inanmayan, Senin başına gaileler açmak isteyen ve Seni başarısızlığa uğratmak için planlar yapan düşmanların gibi düşmanları vardı. Senin düşmanlarının Sana yaptıklarını, onların düşmanları da onlara yapıyorlardı. O peygamberlerin başlarına gelenler Seninkinden az değildir.”

Bu ayet, kâfirlerin peygamberlere olan adavetinin, Allah Teâlâ’nın yaratmasıyla olduğuna delildir. Bundan amaç imtihandır.

İnsan ve cin şeytanlarından murad, bu iki fırkanın en inatçı azgınlarıdır. (Ebüssuûd)


وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ

 

Cümle istînâfa matuftur. Şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidai kelamdır.

لَوْ  gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildirir. 

Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre لَوۡ  edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))

لَوۡ, muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir, 5/63)

Şart fiili  شَاۤءَ ’dir. Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle marife olması Allah Teâlâ’nın Hz. Peygambere rahmet ve şefkatinin işaretidir.

رَبُّكَ  şeklinde Rabb isminin peygambere ait zamire muzâf olması peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütuf ile muamele etmek içindir.

Mazi fiil sıygasıyla gelen şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاءُ   fiilinin mef’ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi 

مَا فَعَلُوهُ  şeklindeki menfi mazi fiil sıygasındaki cevap cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidi, Vakafat, s.147)

Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder.  (Vakafat, s. 114)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Ala Tarîqi’t Tefsîri’l Beyânî, c. 2, s. 88)

Bu cümle ile yine Peygamber ile kavmi arasında cereyan eden hadiselerin beyanına dönülüyor: “Resulüm, eğer Rabbin bu kabil şeylerin olmamasını dileseydi, onlar Sana bu düşmanlığı yapamazlar ve birbirlerine Senin hakkında batıl sözler fısıldayamazlardı.”

Bazılarının dediği gibi “Rabbin onların imanını dileseydi…” demek değildir. (Ebüssuûd)


 فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ

 

فَ  rabıtadır. Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif vardır. 

فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ  cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf  şartın takdiri,  إن صدر الإيحاء من بعضهم  [Onların bazılarından vahiy ortaya çıkarsa onları terk et.] şeklindedir. 

فَذَرْهُمْ  fiilindeki mansub zamire matuf olan müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  يَفْتَرُونَ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

وَمَا يَفْتَرُونَ  cümlesindeki  وَ, beraberlik   مع  manasındadır. (Âşûr)

يَفْتَرُونَ - غُرُوراً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
En'âm Sûresi 113. Ayet

وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ  ...


Bir de (şeytanlar), ahirete inanmayanların gönülleri bu yaldızlı sözlere meyletsin, onlardan hoşlansınlar ve işleyecekleri günahları işlesinler diye (bu fısıldamayı yaparlar).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِتَصْغَىٰ ve meyletsin ص غ و
2 إِلَيْهِ ona
3 أَفْئِدَةُ kalbleri ف ا د
4 الَّذِينَ kimselerin
5 لَا
6 يُؤْمِنُونَ inanmayan(ların) ا م ن
7 بِالْاخِرَةِ ahirete ا خ ر
8 وَلِيَرْضَوْهُ ve ondan hoşlansınlar ر ض و
9 وَلِيَقْتَرِفُوا ve işlemeğe devam etsinler ق ر ف
10 مَا
11 هُمْ onların
12 مُقْتَرِفُونَ işledikleri suçları ق ر ف

وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لِ  harfi,  تَصْغٰٓى  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  يُوح۪ي  fiiline müteallıktır.  تَصْغٰٓى  mukadder fetha ile mansub muzari fiildir.

اِلَيْهِ  car mecruru  تَصْغٰٓى  fiiline müteallıktır.  اَفْـِٔدَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْاٰخِرَةِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline müteallıktır.

لِ  harfi,  يَرْضَوْهُ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  يُوح۪ي  fiiline müteallıktır.  يَرْضَوْهُ  fiili,  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لِ  harfi,  يَقْتَرِفُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  يُوح۪ي  fiiline müteallıktır.  يَقْتَرِفُوا  fiili,  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ مُقْتَرِفُونَ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur. Takdiri, هم مقترفوه (Onlar onu uydururlar.) şeklindedir.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُقْتَرِفُونَ  haber olup lafzen merfû olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

يَقْتَرِفُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi  قرف ’dir.

İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

مُقْتَرِفُونَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ

 

وَ  atıftır. Cümleye dahil olan  لِ , cümleyi gizli  أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar-ı müevvel, cer mahallinde, önceki ayetteki  يُوح۪ي  fiiline müteallıktır.

Lâm harfi,  كي (için) manasına gelen lamdır. Binaenaleyh bunun emir lamı olduğunu söylemek uzak bir ihtimal olup bu, Allah'ın kelamını tahrif etmeye yeltenme olur ki bu caiz değildir. (Fahreddin er-Râzî)

اَفْـِٔدَةُ ’nun muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûالَّذ۪ينَ’nin sılası  لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Aynı üslupta gelen masdar tevilindeki müteakip  وَلِيَرْضَوْهُ , وَلِيَقْتَرِفُوا  cümleleri, ayetteki ilk masdar-ı müevvele matuftur.

لِيَقْتَرِفُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  اَشْرَكْتُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

لِيَقْتَرِفُوا - مُقْتَرِفُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَصْغٰٓى  fiili meyletmek demektir ve burada kalpleri ifade eden  اَفْـِٔدَةُ  kelimesine isnad edilmiştir. Bu bir istiaredir. Kalbin itikad edilecek şeylere çevrilmesi, kulağın işitilecek şeylere meyletmesi gibidir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ayette görüldüğü gibi onların ahiret hayatına inanmadıkları açıkça ifade edilmiştir. Ancak onlar sadece ahireti değil bunun dışında kalan ve inanılması gereken diğer şeyleri de inkâr ediyorlardı.

Ahiret lezzetleri bu dünyada sevimsiz şeylerle kuşatılmıştır ve ahiretin acıları da bu dünyada cazip şeylerle süslenmiştir. İşte bundan dolayıdır ki ahirete ve onun ahvaline iman etmeyenler, o sevimsiz şeylerin ötesinde lezzetler ve o cazip şeylerin ötesinde de acılar olduğunu bilmezler. Onlar bu dünyada her şeyin ancak dış görünüşüne bakarlar. Bu yüzden de onlar, bu yaldızlı sözlerin ve süslü batılların dahil olduğu şehvetleri severler.

Ahirete iman edenler ise, gerçek duruma vakıf oldukları ve işlerin akıbetine baktıkları için, o yaldızlı şeylere meyletmekten sakınırlar. Çünkü müminler, onların batıl ve akıbetlerinin vahim olduğunu bilirler. (Ebüssuûd)


En'âm Sûresi 114. Ayet

اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَماً وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاًۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ  ...


“Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indiren O iken ben Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?” (de). Kendilerine kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde, sakın şüphecilerden olma.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَغَيْرَ başka mı? غ ي ر
2 اللَّهِ Allah’tan
3 أَبْتَغِي arayayım ب غ ي
4 حَكَمًا bir hakem ح ك م
5 وَهُوَ ve O
6 الَّذِي
7 أَنْزَلَ indirmiş iken ن ز ل
8 إِلَيْكُمُ size
9 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
10 مُفَصَّلًا açıklanmış olarak ف ص ل
11 وَالَّذِينَ ve kimseler
12 اتَيْنَاهُمُ kendilerine verdiğimiz ا ت ي
13 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
14 يَعْلَمُونَ bilirler ع ل م
15 أَنَّهُ ki O gerçekten
16 مُنَزَّلٌ indirilmiştir ن ز ل
17 مِنْ tarafından
18 رَبِّكَ Rabbin ر ب ب
19 بِالْحَقِّ hak olarak ح ق ق
20 فَلَا
21 تَكُونَنَّ hiç olma ك و ن
22 مِنَ -dan
23 الْمُمْتَرِينَ kuşkulananlar- م ر ي

Fahreddin er-Râzî’ye göre âyet bir bakıma, Hz. Peygamber bir mûcize getirirse buna inanacaklarına dair yemin eden (bk. 109. âyet) müşriklere bir cevap teşkil etmektedir. Buna göre Allah’ın, gerek fesahat ve belâgatı, gerekse açık seçik muhtevasıyla gerçekliği apaçık olan Kur’an’ı indirmesi, başka bir mûcizeye olduğu gibi, Hz. Peygamber’in doğruluğunu kanıtlamak için Allah’tan başka bir hakemin hükmüne de gerek bırakmamıştır (XIII, 159). Üstelik hissî (duyu organlarına hitap eden) mûcizelerin delâleti müphem ve geçici, “mufassal bir kitap” olan Kur’an’ın delâleti ise açık, kesin ve kalıcıdır (Elmalılı, III, 2033).

 Bu sûre Mekke’de inmiştir. Burada kayda değer bir Ehl-i kitap topluluğu yoktu; ancak özellikle yahudiler Mekke’ye ticarî seyahat yaptıkları gibi Araplar da yahudilerin yaşadığı bölgelere gidiyorlardı. Böylece Araplar Tevrat hakkında bilgi sahibi oldukları gibi, Hz. Peygamber’in tebliğlerinden haberdar olan ve henüz onunla herhangi bir nüfuz çatışmaları bulunmayan yahudiler de Kur’an hükümlerinin özü itibariyle Tevrat’la uyuştuğunu biliyorlardı. Âyette onların bu bilgisi de Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu kanıtlayan bir delil olarak gösterilmiştir (İbn Âşûr, VIII, 16). Âyetin son cümlesi her müslümana karşı doğrudan yöneltilmiş bir uyarı sayılabilir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 459

اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَماً وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاًۜ

 

Hemze istifham,  فَ  atıf harfidir.  غَيْرَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَبْتَغ۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  انا ’dir.

حَكَماً  temyiz olup fetha ile mansubtur.

Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: 

a. İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, 

b. Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, 

c. İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, 

d. Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاً ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

اِلَيْكُمُ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

مُفَصَّلاً  kelimesi  الْكِتَابَ ’nin hali olup fetha ile mansubtur.

مُفَصَّلاً  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.

İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal; cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتَيْنَاهُمُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتَيْنَاهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْكِتَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يَعْلَمُونَ  fiili  اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَعْلَمُونَ  fiilinin iki mef’ûlun bihi  yerinde olup mahallen mansubtur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur ve şan zamiridir.

مُنَزَّلٌ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  مُنَزَّلٌ ’e müteallıktır.

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْحَقِّ  car mecruru  مُنَزَّلٌ’deki veya  رَبِّكَ’deki zamirin haline müteallıktır.

مُنَزَّلٌ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.

İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

  فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ

 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن كان أهل الكتاب يعلمون أنه منزل من الله فلا تكونن (Kitap Ehli, onun Allah tarafından indirildiğini bilirlerse sakın … olma.) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَكُونَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ  tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  تَكُونَنَّ ’nin ismi müstetir olup takdiri  أنت’dir.

Tekid  نَ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ  car mecruru  تَكُونَنَّ  fiiline müteallıktır. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُمْتَر۪ينَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

• Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

• Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

• Cevap cümlesi; olumlu mazi, olumlu muzari ve umumiyetle لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَماً وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاًۜ

 

İstifham üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. Takdiri,  قل لهم : أأميل إلى زخارف الشياطين فأبتغي حكما  (Onlara de ki: Ben şeytanların ziynetlerine meyledip hikmet mi arayayım?) şeklindedir. Mahzufla birlikte istînâfiyyedir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  غَيْرَ  amili olan  أبتغي  fiiline takdim edilmiştir.  حَكَماً  haldir. 

İslam alimleri derler ki hakem, hakimden daha anlamlı ve daha derindir. Çünkü hakem, ancak tekrar tekrar hükmetmiş ve adil olan hükmedene denir; hakim ise böyle değildir. (Ebüssuûd)

غَيْرَ اللّٰهِ  izafeti gayrının tahkiri içindir.

İstifham üslubunda gelen bu cümle gerçek soru kastı taşımayıp inkâr ve taaccüp anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. İstifham tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاً  cümlesi mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.

İki taraf da yani mübteda da haber de marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır. 

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak, gelen habere dikkat çekmek ve tazim  içindir. Has ism-i mevsûlün sılası  اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّل, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مُفَصَّلاً  haldir. Cümlede hal konumundaki terkipler anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Burada 111. ayetin aksine  اَنْزَلَ  fiili gelerek fiilin failden süduru ve salt indirmek manası kastedilmiştir.

اَنْزَلَ - اٰتَيْنَاهُمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formundaki terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası  اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonradan gelecek habere dikkat çekmek içindir.

يَعْلَمُونَ  haberdir. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ  isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle masdar teviliyle  يَعْلَمُونَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. 

رَبِّكَ  izafetinde, Rabb isminin Hz. Peygambere ait zamire muzâf olması, Peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütuf ile muamele etmek içindir.

اَنْزَلَ - مُنَزَّلٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْكِتَابَ - الَّـذ۪ٓي - مِنَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


 فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ

 

فَ  mahzuf şarta rabıta içindir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.  نَu sakile ile tekid edilmiştir.  

كَانَ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde car mecrurun müteallakı mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümlenin takdiri,  إن كان أهل الكتاب يعلمون أنه منزل من الله فلا تكونن [Kitap Ehli, onun Allah tarafından indirildiğini bilirlerse sakın … olma.] şeklindedir.

Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir.

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

[Sakın şüphe edenlerden olma] sözü heyecanlandırma ve tahrik yoluyla Resulullah’a (s.a.) yapılan hitaptır. (Ebüssuûd)
En'âm Sûresi 115. Ayet

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقاً وَعَدْلاًۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  ...


Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَمَّتْ ve tamamlanmıştır ت م م
2 كَلِمَتُ sözü ك ل م
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 صِدْقًا doğruluk ص د ق
5 وَعَدْلًا ve adalet bakımından ع د ل
6 لَا yoktur
7 مُبَدِّلَ değiştirebilecek ب د ل
8 لِكَلِمَاتِهِ O’nun sözlerini ك ل م
9 وَهُوَ O
10 السَّمِيعُ işitendir س م ع
11 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م

Sıdk, “sözde ve işte doğruluk, dürüstlük, gerçeğe uygunluk”; adl de “bir sözün veya işin yerli yerince, hak ve nesafet kaidelerine uygun olması; hiçbir zulüm, haksızlık ve aşırılık unsuru taşımaması” demektir. Âyette Allah’ın sözünün yani kelâmının, belirtilen değerleri eksiksiz taşıdığı ve bu niteliklerini değiştirmenin de mümkün olmadığı vurgulanıyor. Nitekim Râzî de, âyeti geniş olarak açıkladıktan sonra okuyucusuna hitaben, “Kur’an bahislerinin bu iki kısma (yani haber bildiren ve yükümlülük getiren âyetler grubuna) ayrıldığını bildiğine göre, biz deriz ki eğer bir âyetin konusu haber grubuna giriyorsa Allah’ın kelâmı sıdk (doğruluk ve gerçeklik) bakımından; eğer yükümlülük grubuna giriyorsa adalet bakımından eksiksiz ve mükemmeldir. Bu, son derece güzel bir tesbittir” (XIII, 161) demektedir. Böylece âyette Allah kelâmının, diğer bütün üstün nitelikleri de kapsayan dört temel niteliğine işaret edilmiştir: Tam ve mükemmel oluşu, doğru ve gerçek oluşu, âdil oluşu, değiştirilemez ve tahrif edilemez oluşu.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 459-460

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقاً وَعَدْلاًۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  تَمَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  كَلِمَتُ  fail olup lafzen merfûdur.

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

صِدْقاً  kelimesi hal olup fetha ile mansubtur.  عَدْلاً  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  صِدْقاً’e matuftur.    

لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  مُبَدِّلَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.

لِكَلِمَاتِ  car mecruru  مُبَدِّلَ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪ۚ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لَا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود  şeklindedir.

مُبَدِّلَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  السَّم۪يعُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْعَل۪يمُ  ise ikinci haberdir. 

السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقاً وَعَدْلاًۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ

 

وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَمَّتْ  mecazdır. (Âşûr)

صِدْقاً وَعَدْلاً  kelimeleri hal olarak mansubtur. 

رَبِّكَ  izafetinde, Rabb isminin Hz. Peygambere ait zamire muzâf olması Peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütuf ile muamele etmek içindir.

وَ  istînâfiyyedir. Cinsini nefyeden nefy harfi  لَا ’nın dahil olduğu cümle, faide-i haber talebî kelam olan isim cümlesidir.

Cümlede  لِكَلِمَاتِه۪ۚ’nin müteallakı olan لَا ’nın hazfi dolayısıyla îcaz-ı hazif vardır.

لِكَلِمَاتِه۪ۚ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  كَلِمَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

كَلِمَتُ رَبِّكَ  [Rabbinin kelimesi] tabirinde zikri cüz irade-i kül kabilinden mecaz-ı mürsel vardır. (Beyan ilmi) Yani  كَلِمَتُ رَبِّكَ  değil, vahyi kastedilmiştir.

صِدْقاً - عَدْل  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لِكَلِمَاتِه۪ۚ - كَلِمَت  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bundan önce Kur’an’ın,

- Allah Teâlâ katından hak olarak indirildiği,

- Bunun Ehl-i Kitap bilgisiyle de tespit edildiği,

- Allah Teâlâ’ya izafeti cihetiyle onun mükemmel bir kitap olduğu beyan edilmişti. Şimdi burada da Kur’an’ın, zatı (kendisi) itibariyle de mükemmel olduğu ifade ediliyor.

Bu cümlede  كَلِمَتُ رَبِّكَ  lafzından murad Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an, kelime olarak ifade edilmiştir. Çünkü doğruluk ve adaletle asıl vasıflandırılan kelimedir ve hikmetlerin sonuçları kelimelerle ifade edilir. (Ebüssuûd)

Kur’an’da bulunan her şey iki çeşittir: Bu, ya haber çeşididir ya da teklif. Kur’an-ı Kerim’de bulunan konuların bu iki kısma hasredildiğini anladığın zaman, biz deriz ki: Allah Teâlâ eğer bu söz haber türünden ise “Rabbinin sözü doğruluk bakımından tam oldu.” eğer bu söz mükellefiyet bildiren türden ise “Rabbinin sözü adalet bakımından tam ve mükemmel oldu.” buyurmuştur. İşte bu son derece güzel bir kaidedir. (Fahreddin er-Râzî)


وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

و  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. السَّم۪يعُ  birinci haber, الْعَل۪يمُ  ikinci haberdir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemal derecededir. Bu iki vasıfta kemal dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.  

Sıfat-ı müşebbehe sübut (devamlılık ve süreklilik) ifade eder. (Fahreddin er- Râzî)

السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  Bu iki kelime mübalağa sıygalarındandır. Manası: Al­lah'ın işitmesi ve bilgisi her şeyi kuşatmıştır, demektir. (Safvetu’t Tefasir)

Ayet, Allah Teâlâ'nın iki sıfatının zikriyle  السَّمِيعُ الْعَلِيمُ  şeklinde bitmiştir. Bunun sebebi, ayet-i kerimede işitilecek ve bilinecek şeylerin zikredilmiş olmasıdır. İnatlaşma ve muhalefet içinde olanlar söz ya da eylemle müdahalede bulunuyorlardı. Dolayısıyla ayet bu iki yüce sıfatla sona ermiştir.

Bu iki sıfatın bir arada zikredilmesi, hem vaat hem vaid içermektedir. (Âşûr)

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Bu cümle, Tevrat tahrif edildiği gibi hiç kimse Kur’an’ı tahrif edemez, demektir.

Aynı zamanda Allah Teâlâ’nın Kur’an’ı koruyacağına dair bir teminattır. Tıpkı “Kur’an’ı şüphesiz Biz indirdik ve hiç şüphesiz onu koruyacak yine Biziz.” ayeti gibi. Yahut Kur’an'dan sonra onu neshedecek (hükmünü ortadan kaldıracak) bir kitap ve peygamber yoktur, demektir. (Ebüssuûd)


En'âm Sûresi 116. Ayet

وَاِنْ تُطِـعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ  ...


Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer
2 تُطِعْ uysan ط و ع
3 أَكْثَرَ çoğuna ك ث ر
4 مَنْ kimselerin
5 فِي
6 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
7 يُضِلُّوكَ seni saptırırlar ض ل ل
8 عَنْ -ndan
9 سَبِيلِ yolu- س ب ل
10 اللَّهِ Allah’ın
11 إِنْ
12 يَتَّبِعُونَ onlar uyuyorlar ت ب ع
13 إِلَّا sadece
14 الظَّنَّ zanna ظ ن ن
15 وَإِنْ ve
16 هُمْ onlar
17 إِلَّا sadece
18 يَخْرُصُونَ saçmalıyorlar خ ر ص

Kur’an dilinde zan, çoğu yerde “delile dayanmadığı, bu yüzden de hatalı olduğu halde sahibinin gerçek ve sahih saydığı inanç” anlamında kullanılır. Müfessirler genellikle âyet metnindeki yahrusûn fiilini “yalan söylerler” mânasında anlamışlarsa da İbn Âşûr kelimenin buradaki mânasının “temelsiz tahminde bulunurlar” anlamına geldiğini savunmuştur.

 

 Kur’an’da arz kelimesi hem bütünüyle “dünya” hem de belli bir “ülke” veya “şehir” (bk. Mâide 5/21; İsrâ 17/104) anlamında kullanılır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre buradaki arz ile bütün dünya kastedilmiştir; ancak bu âyette sadece Mekke’nin ve Mekkeli müşriklerin söz konusu edildiği görüşü de vardır (Şevkânî, II, 179). Asıl vurgulanan husus, dinî ve dünyevî meselelerde insanların çoğunluğunun belli bir görüş, inanç ve yaşayış biçimini seçtiğine bakarak, sadece buradan hareketle bunun doğru olduğunu zannetmenin ve onlara uymanın her zaman isabetli olmayacağıdır. Zira bu çoğunluk, inançlarını ve hayat tarzlarını oluşturup belirlerken aklıselime, gerçek bilgiye ve temiz vicdana dayanmak yerine –Mekke müşriklerinde görüldüğü gibi– kuruntulara, zan ve tahminlere de dayanıyor olabilirler. Bu sebeple Hz. Muhammed’in şahsında müslümanlar, inanç ve yaşayışlarını, nefsânî meyil ve güdüler, zan ve tahminler veya yalanlar üzerine kuran çoğunluğu taklit edip onlara uymaktan sakındırılmıştır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 460

ظَنَّ Zanne : ظَنٌّ bir emâreden hareketle ulaşılan tahmin ya da varsayımın adıdır. Bu emâre güçlendikçe bilgiye götürür, zayıfladıkça ise vehmin ötesine geçemez. Zann güçlü olduğunda beraberinde şeddeli أنَّ edatı veya bu edatın tahfifli hali olan أنْ edatı kullanılır. Zann çoğu işte yerilmiştir. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Necm, 53/28 وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ (Zan ise asla gerçek bilginin yerini tutamaz.) (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 22 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri zan, (sûi) zan, (hüsnü) zan ve maznundur. 

وَاِنْ تُطِـعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تُطِـعْ  meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

اَكْثَرَ  mef’ûlun bihtir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.

Şartın cevabı  يُضِلُّوكَ’dir.  يُضِلُّوكَ  şartın cevabı olduğu için  ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

عَنْ سَب۪يلِ car mecruru  يُضِلُّوكَ   fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

• Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

• Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

• Cevap cümlesi; olumlu mazi, olumlu muzari ve umumiyetle لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُطِـعْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir. 

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَتَّبِعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  الظَّنَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  يَخْرُصُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَخْرُصُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يَتَّبِعُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَاِنْ تُطِـعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ

 

وَ  atıftır. Ayet önceki ayetteki …وَتَمَّتْ  cümlesine matuftur. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  …تُطِـعْ اَكْثَرَ مَنْ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ’in sılası mahzuftur.  فِي الْاَرْضِ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır

Şartın cevabı  يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  سَب۪يلِ  şeref kazanmıştır.

سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir. Burada  kâfirlerin,

- O kemalatın zıtları ile muttasıf bulundukları,

- O zıtların da dalalet, idlal, cehalet ve Allah’a karşı yalan uydurmak ve fasit zanna uymak gibi nakısalar olduğu belirtiliyor. Bundan amaç, o kâfirlerin hallerinin iddialarına tamamen ters düştüğünü ortaya koymak, insanları onlara meyletmekten ve fikirleri ile amel etmekten sakındırmaktır. (Ebüssuûd)

Yeryüzünde olanlardan murad bütün insanlar, çoğundan murad ise kâfirlerdir.  (Ebüssuûd)


 اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede  اِنْ  nefy harfidir. Menfi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. اِنْ  ve  اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. 

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Aynı üsluptaki  اِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ  cümlesi makabline matuftur.

يَتَّبِعُونَ -  تُطِـعْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tâbi olmanın zanna isnadı istiaredir. Ayrıca muzari fiilde  tecessüm sanatı vardır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
En'âm Sûresi 117. Ayet

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ  ...


Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı çok iyi bilir ve yine O, doğru yolu bulanları en iyi bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ elbette
2 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
3 هُوَ O
4 أَعْلَمُ çok iyi bilir ع ل م
5 مَنْ kimseleri
6 يَضِلُّ sapan(lar)ı ض ل ل
7 عَنْ -ndan
8 سَبِيلِهِ yolu- س ب ل
9 وَهُوَ ve O
10 أَعْلَمُ çok iyi bilir ع ل م
11 بِالْمُهْتَدِينَ hidayete erenleri ه د ي

İnsanlar inanç ve yaşayış bakımından genellikle “Allah’ın yolundan sapanlar” ve “doğru yolda gidenler” şeklinde ikiye ayrılmış; kimlerin yoldan saptığını, kimlerin hak yolda olduğunu Allah Teâlâ’nın çok iyi bildiği belirtilerek, dolaylı bir ifadeyle, yalan ve kuruntularla yollarını belirleyen dalâlet ehline güvenmek ve bağlanmak yerine, Allah’a güvenip bağlanmak, hakikati tayinde sadece O’nu ve O’nun bilgi hazinesi olan Kur’an’ı rehber kılmak gerektiğine işaret edilmiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 460-46

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  هُوَ  fasıl zamiridir. Tekid ifade eder.

اَعْلَمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, takdir edilen  ب  harf-i ceriyle birlikte mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَضِلُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  عَنْ سَب۪يلِه۪  car mecruru  يَضِلُّ   fiiline müteallıktır.

 

 وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haberdir.

بِالْمُهْتَد۪ينَ  car mecruru  اَعْلَمُ ’ye  müteallıktır. Cer alameti  ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُهْتَد۪ينَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

 

Fasılla gelmiş müstenefedir.  اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi ) 

اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca  رَبَّكَ  izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Takdir edilen  ب  harf-i ceri nedeniyle mecrur konumundaki müşterek ism-i mevsûl اَعْلَمُ’ya müteallıktır.  مَنْ’in sılası olan  يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ, muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır

سَب۪يلِه۪ۚ [O’nun yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır.  سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.


 وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ 


Ayetin son cümlesi  اِنَّ ’nin haberine matuftur. Mübteda ve haberden oluşmuş bu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

[Muhtedileri bilir] ifadesi, bilmekle kalmaz karşılığını da verir anlamında lâzım-melzûm alakasıyla, mecaz-ı mürseldir.

Yine [Muhtedileri bilir] ifadesinin mefhumu muhalifi “Allah’ın bilmediği hiçbir şey yoktur. Muhtedileri bilir ama ihtida etmeyenleri de bilir.” manasıdır.

الْمُهْتَد۪ينَ - يَضِلُّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

هُوَ- اَعْلَمُ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

هُوَ اَعْلَمُ  ibaresi ihtimam ve mananın zihinde yerleşmesi için tekrar edilmiştir. 

هُوَ fasıl zamiridir, kasr ifade etmiştir. (Âşûr)

Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

İslam’daki üstünlük veya daha iyi bilmek,

- Bilginin çokluğu ile

- Bilgi konularını etraflıca, bütün yönleri bilmekle,

- Bilgiye bilvasıta değil, bilavasıta sahip olmakla mümkündür. (Ebüssuûd)

En'âm Sûresi 118. Ayet

فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ  ...


Artık, âyetlerine inanan kimseler iseniz üzerine Allah’ın ismi anılarak kesilmiş hayvanlardan yiyin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَكُلُوا o halde yeyiniz ا ك ل
2 مِمَّا (hayvan)lardan
3 ذُكِرَ anılan ذ ك ر
4 اسْمُ adı س م و
5 اللَّهِ Allah’ın
6 عَلَيْهِ üzerine
7 إِنْ eğer
8 كُنْتُمْ siz ك و ن
9 بِايَاتِهِ O’nun ayetlerine ا ي ي
10 مُؤْمِنِينَ inanıyorsanız ا م ن

Bir önceki âyetin sonunda yoldan sapmışlarla hidayette olanlardan söz edilmişti. Burada ise hidayet ehli olan müslümanlardan, (“bismillâh…” diyerek veya başka şekillerde) Allah’ın ismi anılmak suretiyle kesilen (yahut avlanan) hayvanlardan yemeleri istenmekte olup bu istek buyruk değil, “yiyebilirsiniz” anlamında izin (ibâha) ifade eder. Müşrikler putların ve cinlerin adını anarak da hayvan kesiyorlardı. Âyette bu uygulama yasaklanmaktadır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 462

فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم أيها المسلمون محقين في الإيمان فكلوا (Ey Müslümanlar, eğer imanda doğru iseniz, …. yiyin.) şeklindedir.

كُلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  كُلُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

ذُكِرَ  meçhul mazi mebni fiildir.  اسْمُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَلَيْهِ  car mecruru  ذُكِرَ  fiiline müteallıktır. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِه۪  car mecruru  مُؤْمِن۪ينَ ‘ye müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi  كُنْتُمْ’un haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

مُؤْمِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. 

 

فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ 

 

فَ  rabıtadır. Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif vardır.   فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ  cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri,  …إن كنتم أيها المسلمون محقين في الإيمان [Ey Müslümanlar, eğer imanda doğru iseniz, …. yiyin.] şeklindedir. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir, ibaha içindir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  فَكُلُوا  ,مَّا’ye müteallıktır. Sılası  ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

عَلَيْهِ harf-i ceri, istila manasında mecazdır. (Âşûr)

(Âşûr, Mümtehine Suresi, 6) Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Meçhul fiil: Kullanılma sebepleri şunlar olabilir:

1: Faili bilinmiyorsa,

2: Faili muhataptan gizlemek isteniyorsa,

3: Faili herkes biliyorsa,

4: Faili zikretmeye gerek yoksa,

5: Bir de mef’ûle vurgu yapılmak isteniyorsa.

Burada Allah’ın ismini kimin andığı önemli değil, önemli olan O’nun isminin anılmasıdır

اسْمُ اللّٰهِ  izafeti, muzâfa şan ve şeref kazandırmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.


اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ

 

Müstenefe olan  cümle şart üslubunda, talebî inşaî isnaddır.

كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş olan  كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ  cümlesi, şarttır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu, gereksiz sözden kaçınmak için yapılan îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bu emir, saptıranlara ve ezcümle haramı helâl ve helâli de haram sayanlara uyma nehyine terettüb eder. O kâfirler diyorlardı ki: “Mademki siz Allah’a ibadet ediyorsunuz o halde Allah’ın öldürdüğü hayvanların etlerini yemeniz, sizin öldürdüğünüz hayvanların etlerini yemenizden evladır.” Bu sebeple inen bu ayette, “Siz ey Müslümanlar yalnız, kesilirken üzerine Allah adının anıldığı hayvanların etlerinden yiyin; Allah adı ile beraber başkasının adının da anıldığı veya yalnız başkasının adının anıldığı ya da kendiliğinden ölen hayvanların etinden yemeyin.” buyrulur. Eğer siz Allah’ın ayetlerine ve ezcümle bu konuda nazil olan ayetlere iman ediyorsanız, bu ilâhî emri uygulayın. Çünkü iman, Allah Teâlâ'nın helal kıldıklarını helal saymayı ve haram kıldıklarından da sakınmayı gerektirir. (Ebüssuûd)

Günün Mesajı
İnsan şeytanları cin şeytanlarından daha güçlüdür. Çünkü bizler cin şeytanlarına “eüzubillahi mineşşeytanirracim" (Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım) diyerek galip gelebiliriz. Böylelikle onların hile ve tuzaklarını çürütmüş, vesveselerini uzaklaştırmış oluruz. İnsan şeytanlarına gelince, onlara karşı pek büyük bir çaba ve gayret ortaya koymaya ve kötü nefislerin içlerinde sakladıklarını bilmeye ihtiyaç vardır. Onların bize verecekleri zararı bizden uzaklaştırabilen ise ancak yüce Allah'ın bize olan lütfu ve merhametidir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Her şey zamanı gelince biter. Yıllar geçtikçe yerinizi başkaları alır, kullandığınız eşyaların yerine yenileri gelir. Paylaşmak istemediğiniz eşyalarınız, tanımadığınız insanların eline düşer, çöp olur, parçalanır veya yeni bir eşyanın yapımında kullanılır, belki.

Dünyalık hiçbir şey sonsuz değildir. Ne sevenler, ne de sevilenler. Önce sadece anlatılanlar kalır, sonra anlatanlar. Daha sonra ise yeryüzünde ne anlatılanların, ne de anlatanların yaşadıklarına dair hiçbir delil kalmaz. Bundan dolayı ne kişiler, ne mekanlar, ne de eşyalar. Hiçbiri vazgeçilmez değildir aslında. Ya elinizden alınır siz vazgeçmek zorunda kalırsınız ya da gün gelir kendiniz sıkılırsınız.

 

İşte bu yüzden istediğini Rabbinden ukala bir tavırla istememeli. Sanki kendisi için en iyisini, kendisi bilirmiş gibi veya elinde kullanabileceği bir kozu varmış gibi davranmamalı insan. Çünkü kavuşmak için her şeyi yaptıktan sonra, istediğiniz şeye kavuştunuz diyelim. Eğer istediğiniz sizin için hayırlı değilse, kavuştuğunuz nimet olmaktan çıkar da kurtulmak isteyip kurtulamadığınız, sizi bunaltan bir sebep ya da imtihan haline dönüşür. Ki bu ağırdır. Ve bundan daha da korkuncu istediğinizin sizi geçici dünya mutluluğuyla sarmalayarak, görmezden gelmeyi seçtiğiniz sonsuz felaketin kıyısına çekmesidir.

Rabbine hakiki manada güvenenlerden, emrettiği gibi geçmişten ibret alanlardan, isterken hayırlısını istemek için Allah’a sığınanlardan, istediğine kavuştuğunda da kavuşmadığında da razı olanlardan olmak duasıyla.

Amin.

***

Kendine güvenmek önemlidir. Sosyal ilişkilerde ve farklı hayat alanlarında net kararlar almaya ve doğru adımlar atmaya yardımcı olur. Ancak, her şey de olduğu gibi özgüvenin aşırısı da zarar verir. Kişi kendisine, yaptıklarına, kararlarına, düşündüklerine, hislerine ve sevdiklerine aşırı derecede güvendiği zaman bir çeşit yanılgıya düşer. Haksızlığını ve yanlışlarını göremeyecek hale gelir. Yıpratır ve yıpranır ama suçlular hep dışarıda arar.

Kimisinin, sevdikleri veya halini beğendikleri hakkında düştüğü yanılgı ise şöyle olabilir: o kişileri göklere çıkarırken, tabiri caizse diğerlerini gömer. Birini sevmenin, onu iyi biri yapmadığı gibi sevmemek de kötüleştirmez. Birine duyulan hayranlığın, o kişiyi cennetlik kılmadığı gibi, nefret de cehenneme layıklığını ispat etmez. Zira kalplerdeki manevi dünyayı, yapılanlardaki asıl niyeti, kişinin son halini ve aslında neyi hakkettiğini; ancak Allah bilir. 

Ey yolundan sapanları ve doğru yolda gidenleri en iyi bilen Allahım! Kendimize ve sevdiğimiz her dünyalığa; düzeltilebilecek kusurları göremeyecek şekilde sorgusuz sualsiz güvenmekten ve bağlanmaktan muhafaza buyur. Düşmanlık etmekten ve düşmanlığa uğramaktan; canlı cansız her varlığın şerrinden muhafaza buyur. Bizi ayetlerine, ahiret gününe ve Senin adaletine şüphesiz inananlardan; Senin yolunda gidenlerden ve hakiki manada Sana teslim olanlardan eyle.
Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji