بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Bu âyetlerde Allah Teâlâ’nın adalet ve rahmeti vurgulanmıştır. O, hem ülke ve milletler hakkında, hem de tek tek insanlar hakkında adaletle muamele eder; bundan dolayı da peygamberler göndererek insanlığa lâyık inanç ve hayat düzeninin ne olduğunu bildirmeden, sapkınlığa düşmüş olan ülke ve milletleri, gerçeklerden habersizken çöküşe mâruz bırakmaz. Ayrıca O, her bir ferdin derecesini yaptıklarına göre belirler. Çünkü Allah onların yaptıklarından habersiz değildir. Hiçbir şey O’nun ilminin dışında kalmadığı için insanları amellerine göre derecelendirmekte de hata etme ihtimali yoktur.
Kuran yolu/ Diyanet Tefsiri
Riyazus Salihin, 1891 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennetlikler, kendilerinden yüksekteki köşklerde oturanları, aralarındaki derece farkı sebebiyle, sizin sabaha karşı doğu veya batı tarafında, gökyüzünün uzak bir noktasında batmak üzere olan parlak ve iri bir yıldızı gördüğünüz gibi göreceklerdir.” Bunun üzerine ashâb-ı kirâm:Yâ Resûlallah! O yerler, peygamberlere ait ve başkalarının ulaşamayacağı köşkler olmalıdır, dediler. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
“Evet, öyledir. Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, o yerler, Allah’a iman edip peygamberlere bütün benlikleriyle inanan kimselerin de yurtlarıdır.”
(Buhârî, Bed’ü’l-halk 8; Müslim, Cennet 11
Riyazus Salihin, 1303 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah yolunda cihad edenler için Allah Taâlâ cennette yüz derece hazırlamıştır. Her derecenin arası yerle gök arası kadardır.”
(Buhârî, Cihâd 4, Tevhîd 22. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 18)
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. لِكُلٍّ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. دَرَجَاتٌ muahhar mübtedadır.
مَا ve masdar-ı müevvel, مِنْ harf-i ceriyle birlikte دَرَجَاتٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel etmiştir. رَبُّكَ lafzı, مَا ’nın ismi olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِغَافِلٍ ’deki بِ harfi zaiddir. غَافِلٍ lafzen mecrur mahallen مَا ’nın haberi olarak mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, عَنْ harf-i ceriyle birlikte يَعْمَلُونَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ ‘dir.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için zaid olarak gelmiştir. Olumlu cümlelerde ل harfinin tekid ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا ’nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, II, 142)
Kur’an-ı Kerim’de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmla Yönüyle Arapçada Zaidlik)
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Mahzuf mukaddem habere müteallık olan وَلِكُلٍّ ’deki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri; ولكل فريق (Her grup için vardır.) şeklindedir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl دَرَجَاتٌ ,مَا’ün mahzuf sıfatına müteallıktır. Sılası olan عَمِلُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6) Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
و, istînâfiyyedir. Nefy harfi مَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. مَا harfi ليس gibi amel etmiştir.
Haberine dahil olan بِ harfi tekid ifade eden zaid harftir. Müşterek ism-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Cümlede iki farklı görevdeki مَا ’lar arasında tam cinas vardır. Bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin müsnedün ileyh olarak gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Allah isminde tecrîd sanatı vardır.
غَـٰفِلٍ - يَعْلَمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
يَعْمَلُونَ - عَمِلُوا kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
“Allah gafil değildir.” sözü “Allah onların yaptıklarını bilir.” ifadesinden daha güçlüdür. Olumsuz cümlelerde daha fazla vurgu vardır. Olumsuz isim cümlesi ve zaid بِ tekid unsurlarıdır.
[Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.] cümlesinin mefhumu muhalifi yapmadıklarından da haberdardır şeklindedir. Lâzım zikredilmiş, melzûm olan “cezanızı verecektir” manası kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُوالرَّحْمَةِۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَرَبُّكَ | ve Rabbin |
|
2 | الْغَنِيُّ | zengindir |
|
3 | ذُو | sahibidir |
|
4 | الرَّحْمَةِ | rahmet |
|
5 | إِنْ | eğer |
|
6 | يَشَأْ | dilerse |
|
7 | يُذْهِبْكُمْ | sizi uzaklaştırır |
|
8 | وَيَسْتَخْلِفْ | ve yerinize getirir |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | بَعْدِكُمْ | sizden sonra |
|
11 | مَا |
|
|
12 | يَشَاءُ | dilediğini |
|
13 | كَمَا | gibi |
|
14 | أَنْشَأَكُمْ | sizi yarattığı |
|
15 | مِنْ | -ndan |
|
16 | ذُرِّيَّةِ | soyu- |
|
17 | قَوْمٍ | bir topluluğun |
|
18 | اخَرِينَ | başka |
|
Allah ganîdir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, insanlardan yapmalarını istediği işleri bunlara muhtaç olduğu için istememektedir; O, merhametli olduğu için muradı insanları sıkıntıya sokmak da değildir. Fahreddin er-Râzî, Allah’ın kullarını mükellef kılmasını O’nun ihsan ve rahmetine bağlar (XIII, 201). Zira bütün mükellefiyetlerin temelinde doğruyu, hakkı bilip ona inanma ve iyi olanı yapma ödevi vardır; insanı öteki canlılardan ayıran ve onu gerçekten insan yapan, bu ödev bilinci ve uygulamasıdır. Tarih boyunca yüce Allah, haktan ve iyilikten uzaklaşan, bu suretle insanlık değerini de yitirmiş olan nice kavimlere, merhametinin eseri olarak hallerini ıslah etmeleri için mühlet vermiş; en sonunda da kendilerini ıslah etmeyenleri ortadan kaldırarak yerlerine başka nesiller getirmiştir. İnsanlığın bu sürekli yenilenişi ve gelişmesi 133. âyette hem Allah’ın zenginliğinin hem de rahmetinin neticesi ve delili olarak gösterilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 473
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُوالرَّحْمَةِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. رَبُّكَ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْغَنِيُّ kelimesi رَبُّكَ ‘nin sıfatı olup lafzen merfûdur. ذُو kelimesi ikinci sıfatı olup ref alameti و ’dır. Harfle îrab olan beş isimden biridir. الرَّحْمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَشَأْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
يُذْهِبْكُمْ şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. يَسْتَخْلِفْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مِنْ بَعْدِكُمْ car mecruru يَسْتَخْلِفْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
كَ harf-i cerdir. مَا ve masdar-ı müevvel, كَ harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef'ûlu mutlaka mütallıktır. Takdiri; يستخلف من بعدكم ما يشاء إنشاء كإنشائكم من ذرية قوم آخرين (O, sizi başka bir kavmin zürriyetinden yarattığı gibi, sizin ardınızdan da isterse dilediğini yaratır.) şeklindedir.
اَنْشَاَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْ ذُرِّيَّةِ car mecruru اَنْشَاَكُمْ fiiline müteallıktır. قَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰخَر۪ينَ kelimesi قَوْمٍ ’in sıfatı olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
يُذْهِبْكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi ذهب ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَسْتَخْلِفْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُوالرَّحْمَةِۜ
Cümle önceki ayetteki وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir.
Bu iki cümle vaat ve vaîddir. Bu ikinci cümle Allah Teâlâ’nın müşriklerin imanına ve dostluğuna ihtiyacı olmadığından ve rahmetinden kinayedir. إنْ تَكْفُرُوا فَإنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ
(Zümer Suresi, 7) ayetine benzer. Allah müşrikler mühlet vermiş ve azap konusunda acele etmemiştir. (Âşûr)
Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin ve müsnedün ileyhin marife oluşu kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf, hakiki kasrdır.
Müsnedün ileyh رَبُّكَ izafetiyle gelerek Rabb isminin peygambere ait zamire muzâf olması, peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütufkâr muamele ettiğinin beyanı içindir.
ذُوالرَّحْمَةِ ikinci haberdir.
Müsnedin izafetle gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir.
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir. Marife gelişleri, bu vasıfların mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
الْغَنِيُّ - ذُوالرَّحْمَةِ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.
الغَنِيُّ ; kendinden başkasına ihtiyacı yok demektir. Hakiki Ganî Allah Teâlâdır. Çünkü hiçbir durumda başkasına ihtiyacı yoktur. Burada الرَّحِيمِ yerine ذُو الرَّحْمَةِ buyurulmuştur. Çünkü الغَنِيُّ Allah tealanın zati sıfatıdır. Mahlukat bu vasfın sadece levazımından faydalanır. Bu da Allah’ın onlara olan âlicenaplığıdır. Bu; O’nun Ganî oluşundan bir şey eksiltmez. Bu durum rahmet sıfatından farklıdır. Zira mahlukat rahmet sıfatından faydalanır. Burada ذُو kelimesinin zikredilmesi bu kelimenin vasıflarla cinsleri birleştirmesi dolayısıyladır. (Âşûr)
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Bu cümlenin رَبُّكَ’nin haberi olduğu da söylenmiştir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. يَشَأْ şart, يَسْتَخْلِفْ cevap fiilidir. Her ikisi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
يَسْتَخْلِفْ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası يَشَٓاءُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَٓا’nın sılası اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6) Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَوْمٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
يَسْتَخْلِفْ - يُذْهِبْكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
يَشَأْ - يَشَٓاءُ - اَنْشَاَكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ما umumi ism-i mevsûllerdendir. Yani hikmeti gereği mümin kâfir dilediğine demektir. Bu aynı zamanda köklerinin kesileceğine bir tarizdir. Çünkü zamir, zahiren umum ifade eder. Böylece kelam; müşriklerin helakinden ve müminlerin azaptan kurtuluşundan tariz olur. Teşbih harfi olan ك mef’ûlu mutlaktan naib olarak nasb mahallindedir. Takdiri; اسْتِخْلافًا كَما أنْشَأكم (Sizi yarattığı gibi ardınızdan başkalarını getirerek) şeklindedir. Çünkü inşânın; ardından başkalarını getirmek keyfiyeti şeklinde bir vasfı vardır. مِن ibtidaiyyedir, zürriyet ve türevlerini ifade eder. (Âşûr)
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası تُوعَدُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تُوعَدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰتٍ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup mahzuf ی üzere mukadder damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. مَٓا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. اَنْتُمْ munfasıl zamiri مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
بِ harfi zaiddir. مُعْجِز۪ينَ lafzen mecrur mahallen مَا ’nın haberi olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
اٰتٍ kelimesi sülâsî mücerred olan أتي fiilinin ism-i failidir.
مُعْجِز۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
Fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası olan تُوعَدُونَ, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Zuhaylî’nin ifadesiyle burada cümle, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenleri reddetmek için iki tekid edatı (اِنَّ ve ل) ile pekiştirilmiştir. Böylece kendilerine va’dedilen uhrevî cezanın mutlak olarak gerçekleşeceği, kaçarak veya karşı durarak Allah’ın iradesine engel olamayacakları ve O’nu aciz bırakamayacakları bildirilmiştir. Nitekim Ebüssuûd Efendi de “Burada istikbal üslubunun kullanılması ‘istimrâr-ı teceddüdîye/yenilenerek devam etmeye’ delalet etmekte, لَاٰتٍ ifadesi ise va’dedilenin mutlaka vuku bulacağını göstermektedir.” der.
Tahir b. Âşûr ise şunları söyler: Kelamın öncesindeki suale cevap olarak gelen bu ayetin اِنَّ ile tahkik manasıyla gelmesi müşriklere va’dedilen şeyin -gecikse bile- mutlaka vaki olacağını ifade etmektedir. اِنَّ ile tekid yapılması tereddütlü sorucunun durumuna uygundur. Ayrıca tekidin ibtidâ lâmı ile ziyadeleştirilmesi de makama uygun olmuştur. Zira onlar kendilerine vadedilenin gerçekten meydana geleceğini inkâr etmeye son derece dalmışlardı.(Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin et-Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
Bu cümle; 133. ayetteki إنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ cümlesinden bedeli işti’maldir. Çünkü meşiet iki hali kapsar: Helaki terk etmek ve cezalandırmak.
Bu cümle Allah’ın meşietinin onları yok etmek şeklindeki tehdidini yerine getirmekle alakalı olduğunu ifade eder. Ama bu cümle beyanî istînaf da olabilir. Müşriklerin durumu hakkındaki bir soruya cevap olarak gelmiştir.
Mütereddit olan talip makamına uygun olarak إنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. (Âşûr)
مَا تُوعَدُونَ [va’dolunduğunuz şey] muzari fiil olarak geldiği için teceddüt (yenilenme) ve istimrar (süreklilik) ifade eder.
Bu mana Mürselat Suresi, 7 de şöyle ifade edilmiştir: اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌۜ . Burada ise bunun süratle gerçekleşeceğini beyan etmek için مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ ifadesi kullanılmıştır. Bu olaylardan kaçıp kurtulmak asla mümkün değildir. (Ebüssuûd)
Ayetin makabline matuf ikinci cümlesi وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ menfi isim cümlesi formunda gelmiştir. Nefy harfi ليس ,مَا gibi amel etmiştir. Haberi olan بِمُعْجِز۪ينَ ’ye dahil olan بِ harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Allah Teâlâ, vaadinden bahsedince onun mutlaka olacağını bildirmiş ama vaidinden (tehdid-i ilâhisinden) bahsedince sadece “Siz, aciz bırakabilecek kimseler değilsiniz.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Müşriklerin ve müminlerin haline uygun olarak bedi’ bir fesahetle meçhul bina tercih edilmiştir. Malum sıyga gelseydi de iki durum açıklığa kavuşurdu: إنَّ ما نَعِدُكم (Size va’dettiğimiz) veya إنَّ ما نُوعِدُكم (Sizi tehdit ettiğimiz). Burada kastedilmiş eşsiz bir tevcih vardır. Bunu işiten iki gruptan her biri haline yakışanı anlar. Malumdur ki müşriklere olan tehdit; müminler için vaattir. Bu sözün zikredilmesinde en önemli maksat müşriklerin tehdididir. Bunun için kelam وما أنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ şeklinde devam etmiştir. Bu; kelamın muhtemel iki manasından birinin seçilmesi gibidir. (Âşûr)قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
3 | اعْمَلُوا | yapacağınızı yapın |
|
4 | عَلَىٰ |
|
|
5 | مَكَانَتِكُمْ | imkanınıza göre |
|
6 | إِنِّي | şüphesiz ben de |
|
7 | عَامِلٌ | yapıyorum |
|
8 | فَسَوْفَ | yakında |
|
9 | تَعْلَمُونَ | bileceksiniz |
|
10 | مَنْ | kimin |
|
11 | تَكُونُ | olacağını |
|
12 | لَهُ |
|
|
13 | عَاقِبَةُ | sonunun |
|
14 | الدَّارِ | bu yurdun |
|
15 | إِنَّهُ | şüphesiz |
|
16 | لَا |
|
|
17 | يُفْلِحُ | iflah olmazlar |
|
18 | الظَّالِمُونَ | Zalimler |
|
Burada, bütün uyarılara rağmen Hakk’ın yolunu tanımayanlara bir ihtar ve ikaz vardır; ayrıca Hz. Peygamber’e de kendi görevini azim ve ümitle devam ettirmesi telkin edilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 473
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَا nida harfi, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim ي ’sı mahzuftur.
Nidanın cevabı اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ ‘dur. Îrabtan mahali yoktur.
اعْمَلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلٰى مَكَانَتِكُمْ car mecruru اعْمَلُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
عَامِلٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ
فَ ta’lîliyyedir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
تَعْلَمُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası تَكُونُ لَهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlunun mübteda olarak ref mahallinde olması da caizdir. Bu durumda تَكُونُ ile başlayan cümle de haberi olur. (Âşûr)
تَكُونُ nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَهُ car mecruru تَكُونُ ’nun mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
عَاقِبَةُ kelimesi تَكُونُ ’nun ismi olup lafzen merfûdur. الدَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَا يُفْلِحُ cümlesi إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُفْلِحُ merfû muzari fiildir.
الظَّالِمُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الظَّالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ
Müstenefe olan cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan cümle nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevap cümlesi اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Keşşaf sahibi şöyle der: مكانة kelimesi masdardır. Bir şey veya bir kimse bir yere iyice yerleştiğinde, مكُن ve مكانة denilir.. Bu kelime, “mekân (yer)” manasına da gelir. مَكَانٌ - مَكَانَةٌ ve مَقَامٌ - مَقَامَةٌ denir. Buna göre, bu ayet “Elinizden geldiği ve gücünüzün yettiği nispette yapacağınızı yapın.” manasına gelebileceği gibi “Bulunduğunuz hal üzere yapacağınızı yapın.” manasına da gelebilir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada المَكانَةُ kelimesi kişinin büründüğü hal için müsteardır. Hal; onu kuşatan bir şeye benzetilmiştir. Adeta bir şeyi içeren mekânla sahibi birbirine karışmıştır. Veya المَكانَةُ; hale benzetilmiştir. Çünkü kişinin halleri, kişinin mekânını ve yerleştiği, karar bulduğu yeri gösterir. عَلى harfi de istiare-i tebeiyye yoluyla temekkün için kullanılmıştır. Bu da المَكانَةُ kelimesinin hal için müstear oluşuyla ilişkilidir. Çünkü العِلاوَةَ mekânla ilişkilidir. Bu istiare muraşşah olmuştur. Müşebbehün bih ile alakalı olan bir kelime müstear olmuştur. Mana şöyledir: Olduğunuz gibi kalın, çünkü sizi takip etmek gibi bir isteğim yok. Hitabın nida ile başlaması söylenecek olan şeyin önemi dolayısıyladır. Çünkü nida, nida edilenleri dinlemeye çağırır. İnatçı bir kavme yapılan nida, makamın karînesiyle tehdide delalet eder. (Âşûr)
Tehdidin emir kipi ile yapılması, ceza vaidini daha kuvvetli ifade içindir. (Ebüssûud)
اِنّ۪ي عَامِلٌۚ
اِنّ۪ي عَامِلٌۚ cümlesi beyanî istinâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldır. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müteallakın hazfi; veciz ifade yanında umum ifadesi içindir. (Âşûr)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ
فَ ta’lîliyyedir. Cümle, beyanî istînaf veya ta’lîliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müstakbel harfi سَوْفَ, vaid sıyakında tekid ifade eder.
Tenfîs harfi سَوْفَ ‘den murad; tekiddir. Çünkü iki tenfis harfi de قَدْ harfinin mazi fiili tekidi gibi müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr)
Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
تَعْلَمُونَۙ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ’in sılası olan تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ ifadesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ car mecruru كان ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. عَاقِبَةُ الدَّارِ, muahhar mübtedadır.
Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
مَنْ (kim) kelimesinin îrab durumu hususunda Ferra şu iki izahı yapmıştır:
- تَعْلَمُونَۙ fiilinin mef’ûlüdür.
- “Güzel akıbetin hangimize ait olacağını bileceksiniz.” manasında mahallen merfûdur. (Fahreddin er-Râzî)
Burada عاقِبُ الأمْرِ değil de müennes olarak عاقِبَةُ kelimesi gelmiştir. Bu kelime ahirete mahsus olarak güzel manada kullanılır. Müennes oluşu hal tevili dolayısıyladır. Bu manada عاقِبُ الأمْرِ denmez. الدّارِ kelimesinin mutlak manada olması da caizdir. İzafet, hakiki manadadır. (Âşûr)
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Fasılla gelen cümle beyanî istînaftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. .
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi menfi muzari fiil sıygasında gelen لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ, faide-i haber ibtidaî kelam olan cümledir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayetin bu son cümlesi ta’lîliyyedir. Ta’lîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اعْمَلُوا - عَامِلٌۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, عَامِلٌۚ - تَعْلَمُونَۙ kelimeleri arasında ise cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Son cümlede اِنَّهُ daki هُ zamiri şan zamiridir. Olayı tazim manası taşır.
Son cümlede küfür yerine zulüm kelimesinin gelmesi dikkat çeker. Bunun manası şudur: Felaha erememek her türlü zulme terettüb eden bir sonuçtur. En büyük zulüm olan küfürde ısrar edenlerin sonu da kurtuluşa erememektir.
Tehdidin emir kipiyle yapılması, ceza vaadini daha kuvvetli ifade etmek içindir. (Ebüssuûd, Âşûr, Fahreddin er-Râzî)وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يباً فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَعَلُوا | ve kıldılar |
|
2 | لِلَّهِ | Allah’ın |
|
3 | مِمَّا | şeylerden |
|
4 | ذَرَأَ | yarattığı |
|
5 | مِنَ | -den |
|
6 | الْحَرْثِ | ekin(ler)- |
|
7 | وَالْأَنْعَامِ | ve hayvanlar(dan) |
|
8 | نَصِيبًا | bir pay |
|
9 | فَقَالُوا | dediler ki |
|
10 | هَٰذَا | bu |
|
11 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
12 | بِزَعْمِهِمْ | zanlarınca |
|
13 | وَهَٰذَا | bu da |
|
14 | لِشُرَكَائِنَا | ortaklarımızındır |
|
15 | فَمَا | (halbuki) |
|
16 | كَانَ | olan |
|
17 | لِشُرَكَائِهِمْ | ortaklarına ait |
|
18 | فَلَا |
|
|
19 | يَصِلُ | ulaşmaz |
|
20 | إِلَى |
|
|
21 | اللَّهِ | Allah’a |
|
22 | وَمَا |
|
|
23 | كَانَ | olan (ise) |
|
24 | لِلَّهِ | Allah’a ait |
|
25 | فَهُوَ | o |
|
26 | يَصِلُ | ulaşır |
|
27 | إِلَىٰ |
|
|
28 | شُرَكَائِهِمْ | ortaklarına |
|
29 | سَاءَ | ne kötü |
|
30 | مَا |
|
|
31 | يَحْكُمُونَ | hüküm veriyorlar |
|
Hem Allah’ın varlığına inanan hem de cinlerin, meleklerin ve ölmüş atalarının sembolleri olarak düşündükleri, bu sebeple de kendilerine şefaatçi olacaklarına inandıkları putları Allah’a ortak koşan Câhiliye Arapları ziraî ürünleriyle hayvanlarından bir pay Allah’a, bir pay da ilgi ve şefaatlerini umdukları aile veya kabile putlarına adarlar, Allah’a adadıklarını misafirlere, yoksullara, yetimlere vb. muhtaçlara harcarlar, putlara ayırdıklarını da onların önünde icra edilen âyinlerde ve putların bakımı gibi hizmetlerde kullanırlardı. Bu bâtıl geleneğe göre, Allah’ın bu mallara ihtiyacı olmadığı düşünülerek, Allah için ayrılandan putların payına aktarma yapılabilir, fakat putların payından Allah’a ayrılana aktarma yapılmazdı. Yıl sonu geldiğinde müşrikler Allah için adadıklarından artakalanı kendilerine harcar, fakat putların payından artana dokunmazlardı. Câhiliye döneminin bazı bâtıl yasalarının,hüküm ve uygulamalarının eleştirildiği bölümün ilki olan bu âyette asıl üzerinde durulan husus, Câhiliye Arapları’nın, yalnız inançta değil, harcamalarında, hayır ve hasenatlarında da putları Allah’a ortak koşmaları, hatta O’ndan daha üstün tutmalarıdır. Burada ayrıca, daha genel bir yaklaşımla, Allah’tan başkası uğruna harcama yapmayı Allah rızâsı uğruna harcama yapmaktan daha önemli gören anlayışlara da dolaylı bir tenkit bulunduğu düşünülebilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 475-476
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يباً فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. جَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru جَعَلُو fiiline müteallıktır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte نَص۪يباً’in mahzuf haline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
ذَرَاَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنَ الْحَرْثِ car mecruru ذَرَاَ fiiline müteallıktır.
الْاَنْعَامِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْحَرْثِ’ye matuftur. نَص۪يباً kelimesi جَعَلُوا fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi üç şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,
2. Bir halden başka bir hale geçmek,
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, هٰذَا لِلّٰهِ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
İşaret ismi olan هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
بِزَعْمِهِمْ car mecruru قَالُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. İşaret ismi olan هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. لِشُرَكَٓائِنَا car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ
فَ atıf harfidir. مَا şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. لِشُرَكَٓائِهِمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا يَصِلُ cümlesi mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو şeklindedir. Yani فهو لا يصل demektir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَصِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اِلَى اللّٰهِ car mecruru يَصِلُ fiiline müteallıktır.
وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ
وَ atıf harfidir. مَا şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiili olarak gelmiştir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. لِلّٰهِ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَصِلُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَصِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْ car mecruru يَصِلُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid fildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. سَٓاءَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; ساء ما يحكمون حكمهم هذا (Verdikleri bu hüküm ne kötüdür.) şeklindedir.
مَا harfi, سَٓاءَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir.
يَحْكُمُونَ fiili, مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur. يَحْكُمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
سَٓاءَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi,
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi,
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi,
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يباً
و, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mecrur mahaldeki مَّا müşterek ism-i mevsûlu جَعَلُوا fiiline müteallıktır. Sılası ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6) Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. الْاَنْعَامِ kelimesi temâsül nedeniyle الْحَرْثِ ‘ye atfedilmiştir. Bu kelimeler ve ذَرَاَ - الْحَرْثِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
نَص۪يباً’deki tenvin, nev ve tahkir ifade eder.
فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ
Cümle جَعَلُوا cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli ise sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ mahzuf habere müteallıktır. İşaret isminin mübteda olduğu cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ cümlesi makabline matuftur.
هٰذَا لِلّٰهِ cümlesi ile هٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
بِزَعْمِهِمْ [kendi zanlarınca] kaydı, onların bu yaptıklarının, Allah Teâlâ'nın rızası gözetilerek yapılan ibadetler gibi sevabı mucip olmadığına dikkat çekmek içindir. (Ebüssûud)
فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ
قَالُوا cümlesine فَ ile atfedilen bu cümle şart üslubunda haberî isnaddır. مَا, şart ismi mübteda, haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, aynı zamanda şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. شُرَكَٓائِهِمْ izafeti كَانَ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi, menfi muzari fiil cümlesidir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ
Makabline atfedilen cümlede atıf sebebi tezattır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. مَا, şart ismi mübteda, haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, aynı zamanda şart cümlesidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَانَ ,لِلّٰهِ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen cevap, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ cümlesi ile وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
شُرَكَٓائِهِمْ - يَصِلُ - كَانَ - لِلّٰهِ - هٰذَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
Zem fiili سَاۤءَ ’nin dahil olduğu cümle, gayrı talebî inşâî isnaddır. سَاۤءَتۡ fiilinin, takdiri حكمهم هذا olan mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Nekre-i mevsûfe olan سَٓاءَ ,مَا fiilinin faili konumundadır.
سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid fildir. مَا harfi, سَٓاءَ fiilinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir. يَزِرُونَ fiili, مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur.
سَٓاءَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bu kelamda şiddetli bir tehdit vardır.
Buradan itibaren on ayet cahiliye devrindeki Arapların yaptıkları ile alakalı konulardır.
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَذَٰلِكَ | ve yine |
|
2 | زَيَّنَ | süslü gösterdiler |
|
3 | لِكَثِيرٍ | çoğuna |
|
4 | مِنَ | -den |
|
5 | الْمُشْرِكِينَ | müşrikler- |
|
6 | قَتْلَ | öldürmeyi |
|
7 | أَوْلَادِهِمْ | evladlarını |
|
8 | شُرَكَاؤُهُمْ | ortakları |
|
9 | لِيُرْدُوهُمْ | onları mahvetsinler diye |
|
10 | وَلِيَلْبِسُوا | ve karıştırsınlar diye |
|
11 | عَلَيْهِمْ | kendi |
|
12 | دِينَهُمْ | dinlerini |
|
13 | وَلَوْ | eğer |
|
14 | شَاءَ | dileseydi |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | مَا |
|
|
17 | فَعَلُوهُ | bunu yapamazlardı |
|
18 | فَذَرْهُمْ | öyleyse onları baş başa bırak |
|
19 | وَمَا | şeylerle |
|
20 | يَفْتَرُونَ | uydurdukları |
|
Câhiliye Arapları’nın sapkınlıklarından biri de çocuklarını öldürme şeklindeki uygulamalarıdır; ortakları bunu onlara iyi bir şey gibi göstermiştir. Klasik tefsirlerde bu âyet açıklanırken, bazı Araplar’ın geçim sıkıntısı veya özellikle kabile savaşları yüzünden ileride esir düşerek câriye haline getirilip fuhşa sevkedilebilir kaygısıyla kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürdükleri hatırlatılarak âyette bu acımasız geleneğe işaret edildiği belirtilmektedir (bk. Cevâd Ali, IV, 651-652)
Âyette Câhiliye Arapları’na evlâtlarını öldürmeyi iyi gibi gösterdikleri belirtilen ortaklardan maksadın insan ve cin şeytanları veya özellikle put bakıcıları olduğuna dair görüşler vardır (bk. Râzî, XIII, 206). Bu son anlayışa göre bir tür din adamları olan put bakıcıları, ataları olan İbrâhim ve İsmâil’in dinine uyduklarını zanneden müşrik Araplar’a, Allah’a kurban etmek maksadıyla çocuk öldürmenin, ataları İbrâhim ve İsmâil’in dininden kalma, kendilerini Allah’a yaklaştıran güzel bir gelenek olduğunu telkin etmişler ve bu şekilde dinlerini bozmak, karıştırmak suretiyle böylesine büyük bir cinayeti onlara bir ibadet gibi benimsetmiş, sevdirmişlerdi (Mevdûdî, I, 523-524).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 476-477
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili زَيَّنَ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, تزيينًا مثلَ ذلك زَيَّن (Bunun benzeri bir süslemekle süsleyerek) şeklindedir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
زَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لِكَث۪يرٍ car mecruru زَيَّنَ fiiline müteallıktır.
مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ car mecruru كَث۪يرٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. Cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُشْرِك۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَتْلَ kelimesi زَيَّنَ fiilinin mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اَوْلَادِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يُرْدُوهُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte زَيَّنَ fiiline müteallıktır.
يُرْدُوهُمْ fiili نْ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. لِ harfi, يَلْبِسُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte önceki masdar-ı müevvele matuftur.
عَلَيْهِمْ car mecruru يَلْبِسُوا fiiline müteallıktır. د۪ينَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ harfi altı yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زَيَّنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
وَ atıf harfidir. لَوۡ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. شَٓاءَ şart fiilidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı مَا فَعَلُوهُ’dur. Nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. فَعَلُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن صدر الإيحاء من بعضهم فذرهم (Onların bazılarından vahiy ortaya çıkarsa onları terk et.) şeklindedir. ذَرْهُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri, أنت’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
• Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
• Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
• Cevap cümlesi; olumlu mazi, olumlu muzari ve umumiyetle لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. Maiyye olması da caizdir. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlu meah olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَفْتَرُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَفْتَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakına müteallıktır. كَ teşbih ifade eden cer harfi, ذٰلِكَ işaret ismidir.
كَذٰلِكَ kelimesi teşbih veya ايضا manasında olabilir, bazen her iki manaya da uygun olabilir. Teşbih olduğunda مثل ذلك manasındadır. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Meani’n Nahvi)
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
…زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. زَيَّنَ fiilinin mef’ûlü اَوْلَادِهِمْ, fail olan شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ ’a takdim edilmiştir.
Sebep bildiren masdar harfi lam-ı ta’lîlin dahil olduğu لِيُرْدُوهُمْ cümlesi masdar teviliyle زَيَّنَ fiiline müteallıktır.
Aynı üsluptaki وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْ cümlesi de masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur. Car-mecrur عَلَيْهِمْ, mef’ûl olan د۪ينَهُمْ ’a önemine binaen takdim edilmiştir.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ
وَ istînâfiyye, لَوۡ şartiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidai kelamdır.
لَوۡ gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildirir.
Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ edatını “Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır.” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))
لَوۡ, muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir, 5/63)
Şart fiili شَاۤءَ ’dir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.
Mazi fiil sıygasıyla gelen şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا فَعَلُوهُ şeklindeki menfi mazi fiil sıygasındaki cevap cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
فَ rabıtadır. Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif vardır.
فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf şartın takdiri, إن صدر الإيحاء من بعضهم [Onların bazılarından vahiy ortaya çıkarsa.] şeklindedir.
فَذَرْهُمْ fiilindeki mansub zamire matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası يَفْتَرُونَ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
الْمُشْرِك۪ينَ - شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وذَرْ; bu fiilde ilişkiyi kesmek manası vardır. ذَرْهُمْ tabiri, şiddetle terketmeyi ifade eder.Anılarıyla karşılaştığında, ne kadar çok şey hatırlayabildiğine şaşırır insan. Vazgeçemem deyip vazgeçtiklerine. Alışamam deyip alıştıklarına. Sıkıca tutmaktan dolayı elinde ve gönlünde yaralar açan, bıraktıklarına. Hiç bitmeyecek sandığı gelip geçen anlarına, tek tek bakar. Anılarının kokusunu içine çeker. Biraz mutluluk, hüzün ve hasret sarar gönlünü. Buruk bir tebessüm yerleşir dudaklarına. Azarlanırken ağlamamak için parmak uçlarından uzaklara dalmaya çalışan bir çocuk gibidir.
Şimdi’den geçmiş’e kaydığını hissettiğinde silkelenir. Suyun altından çıkar gibi nefes alır. Hatıralarının peşinden ayrılmadığını farkeder ve onlara yönelecek gibiyken ters yöne doğru koşmaya başlar. Bacaklarını hissetmeyecek hale geldiğinde durmak zorunda kalır. Dışarıdan bakan olsa verdiği savaşı anlamaz. Oyun oynamaktan saçları dağılmış küçük bir kız çocuğu gibidir.
Bedenini cansız gibi yere atar. Dualarla kalbinin etrafına bir duvar örer. Ki kalbinin sesini duyup içeri girmeye çalışmasınlar. Vahşi hayvanın avını kokladığı gibi etrafında dört döndüklerini hisseder.
“İlmi her şeyi kuşatan Rabbim, Sana sığındım. Yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımda bilmediğim bir hayır olduğuna inanarak Sana teslim oldum. Hakkımda şer olanı, hakkımda hayır olanı istediğim gibi acele istemekten. Dirildikten sonra keşke dünyaya dönseydik de iman edenlerden olsaydık diyenlerin boş “keşke”sinden. Yeryüzünde ise geçmişe ve geleceğe dair boş keşke ve acabalarımla şimdimi heba etmekten koru beni.”
Yalnız kaldığını hissettiğinde ayağa kalkıp üstünü başını düzeltti. Kalbinin etrafına çektiği duvarın kaybolduğunu hissettiğinde hasretle yanar gönlü:
“Allahım! Yalnız korktuğunda ya da hastalandığında değil, nefes aldığı her an Sana teslim olanlardan eyle beni! Rabbim beni affet ve benden razı ol. Hz. Adem (Araf 23) ve Hz. Nuh’un (Hud 47) dualarında dedikleri gibi beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen hüsrana düşenlerden olurum.”
İki cihanda da kurtuluşa erenlerden olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji