بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | dediler ki |
|
2 | هَٰذِهِ | bunlar |
|
3 | أَنْعَامٌ | hayvanlardır |
|
4 | وَحَرْثٌ | ve ekinlerdir |
|
5 | حِجْرٌ | dokunulmaz |
|
6 | لَا |
|
|
7 | يَطْعَمُهَا | yiyemez |
|
8 | إِلَّا | başkası |
|
9 | مَنْ | kimseden |
|
10 | نَشَاءُ | bizim dilediğimiz |
|
11 | بِزَعْمِهِمْ | zanlarınca |
|
12 | وَأَنْعَامٌ | ve hayvanlar |
|
13 | حُرِّمَتْ | yasaklanmış |
|
14 | ظُهُورُهَا | sırtı(na binilmesi) |
|
15 | وَأَنْعَامٌ | ve hayvanlar |
|
16 | لَا |
|
|
17 | يَذْكُرُونَ | anılmayan |
|
18 | اسْمَ | adı |
|
19 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
20 | عَلَيْهَا | üzerlerine |
|
21 | افْتِرَاءً | iftira ederek |
|
22 | عَلَيْهِ | O’na (Allah’a) |
|
23 | سَيَجْزِيهِمْ | onları cezalandıracaktır |
|
24 | بِمَا | nedeniyle |
|
25 | كَانُوا |
|
|
26 | يَفْتَرُونَ | iftira etmeleri |
|
Burada Câhiliye Arapları’nın bazı hayvanlar ve ziraî ürünlerle ilgili geleneksel uygulamalarına işaret edilmektedir. Buna göre Araplar söz konusu varlıkları üç kısma ayırırlardı: Bunlardan tanrıları için adadıklarından sahipleri yiyemez; ancak put bakıcıları, kutsal mekânların hizmetçileri veya buraları ziyarete gelenler gibi mal sahiplerinin uygun gördüğü kimseler yararlanabilirdi. Bahîre, sâibe, vasîle ve hâm isimleriyle andıkları bir kısım hayvanlara binmeyi yasaklar (bk. Mâide 5/103), bir kısmını keserken de Allah’ın adını özellikle anmazlar, bir rivayete göre bunları putlarının adını anarak keserlerdi (Râzî, XIII, 207). Âyette dolaylı olarak bu tür uygulamalar şirk dininin kalıntıları sayılmakta ve ilga edilmekte; müşriklerin, icat ettikleri bu tür bâtıl uygulamalar yüzünden cezalandırılacakları bildirilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 477
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
İşaret ismi olan هٰذِه۪ٓ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنْعَامٌ haber olup lafzen merfûdur.
حَرْثٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la اَنْعَامٌ’e matuftur. حِجْرٌۘ kelimesi حَرْثٌ’un sıfatıdır.
لَا يَطْعَمُهَٓا cümlesi اَنْعَامٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَطْعَمُهَٓا merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
اِلَّا hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
نَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن’dur.
بِزَعْمِهِمْ car mecruru قَالُوا ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; متلبسين بزعمهم (iddialarına bürünmüş olarak) şeklindedir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِزَعْمِهِمْ’deki بِ harf-i ceri عَنْ manasında veya mülâbeset içindir. Bunu batıl inançları sebebiyle söylüyorlar demektir. (Âşûr)
وَ atıf harfidir. اَنْعَامٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هي şeklindedir.
حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا cümlesi اَنْعَامٌ kelimesinin ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. حُرِّمَتْ meçhul mazi mebni fiildir. تْ te’nis alametidir.
ظُهُورُهَا naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حُرِّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ
وَ atıf harfidir . اَنْعَامٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هي şeklindedir.
لَا يَذْكُرُونَ cümlesi اَنْعَامٌ kelimesinin üçüncü sıfatı olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَذْكُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اسْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَيْهَا car mecruru يَذْكُرُونَ fiiline müteallıktır. افْتِرَٓاءً sebebiyet bildiren mefulün lieclihtir. عَلَيْهِ car mecruru افْتِرَٓاءً’e müteallıktır.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
İki tür kullanımı vardır: 1. Harfi cersiz kullanımı, 2. Harfi cerli kullanımı.
1. Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Fiil cümlesidir. سَيَجْز۪يهِمْ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَيَجْز۪يهِمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harfiyle birlikte سَيَجْز۪يهِمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَفْتَرُونَ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
بِ harfi عَنْ manasında veya bedeliye ve avz içindir. (Âşûr)
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَان isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi olan و cemi müzekker muttasıl zamiri mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
يَفْتَرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi فري ’dir.
İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا
وَ istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. حِجْرٌۘ , habere matuf olan حَرْثٌ kelimesi için sıfattır.
حَرْثٌ kelimesi için ikinci sıfat olan …لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. لَا يَطْعَمُهَٓا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘nın sılası olan مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Cümle لَا ve اِلَّا ile oluşan kasrla tekid edilmiştir. Fiil ve fail arasında kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
وَ ’la هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ ‘a atfedilen وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَنْعَامٌ, takdiri هٰذِه۪ٓ olan mahzuf mübteda için haberdir. Mazi fiil sıygasındaki حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا cümlesi اَنْعَامٌ için sıfattır. Sıfat anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Sırtların haram olmasından maksat, hayvanlara binilmesinin veya yük vurulmasının yasak olmasıdır.
بِزَعْمِهِمْ sözü لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ ve اَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا sözü arasında mu’terize cümlesidir. (Âşûr)
وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ
Yine mekulü’l-kavle matuf olan bu cümlede de îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَنْعَامٌ, takdiri هٰذِه۪ٓ olan mahzuf mübteda için haberdir.
Mazi fiil sıygasındaki ...لَا يَذْكُرُونَ cümlesi اَنْعَامٌ için sıfattır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
افْتِرَٓاءً mef’ûlü lieclihtir. Kelimedeki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.
Bu cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Cümle istînâfi beyaniyyedir. (Âşûr)
Fasılla gelmiş müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye eklenen istikbal harfi سَ, tehdit siyakında olması sebebiyle tekid ifade eder.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki sübuta işaret eden isim cümlesi كَانُوا يَفْتَرُونَ, masdar teviliyle سَيَجْز۪يهِمْ fiiline müteallıktır.
كَانُ ‘nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır
Masdar harfine dahil olan بِ, sebebiyet ifade eder.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, 103)
Cezanın ne olduğunun belirtilmeden müphem kalması, açıkça görüldüğü gibi bir dehşet ifadesidir. (Ebüssuûd)
الْاَنْعَامِ - حَرْثٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَنْعَامٌ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
افْتِرَٓاءً - يَفْتَرُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Önceki ayetin de son kelimesi de يَفْتَرُونَ olduğu için reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ [O, bunları, yapmakta oldukları iftira yüzünden cezalandıracaktır.] buyurulmuştur ki bununla ilahî tehdit kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | ve dediler ki |
|
2 | مَا | olanlar |
|
3 | فِي |
|
|
4 | بُطُونِ | karınlarında |
|
5 | هَٰذِهِ | bu |
|
6 | الْأَنْعَامِ | hayvanların |
|
7 | خَالِصَةٌ | yalnız |
|
8 | لِذُكُورِنَا | erkeklerimize aittir |
|
9 | وَمُحَرَّمٌ | ve haramdır |
|
10 | عَلَىٰ | üzerine |
|
11 | أَزْوَاجِنَا | kadınlarımız |
|
12 | وَإِنْ | ve eğer |
|
13 | يَكُنْ | olursa |
|
14 | مَيْتَةً | ölü |
|
15 | فَهُمْ | o zaman hepsi |
|
16 | فِيهِ | onda |
|
17 | شُرَكَاءُ | ortaktır |
|
18 | سَيَجْزِيهِمْ | cezalarını verecektir |
|
19 | وَصْفَهُمْ | bu nitelendirmelerinin |
|
20 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
21 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
22 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Ayette câhiliye döneminde hayvanlarla ilgili hükümlerin dördüncüsüne işaret edilmektedir. Buna göre bahîre ve sâibe diye adlandırdıkları adak hayvanlarının sağ olarak doğan yavrularını sadece erkekler yiyebilir, ölü doğan veya doğum esnasında ölen yavruyu ise hem erkekler hem de kadınlar yiyebilirdi. Buradan, Câhiliye Arapları’nın kadınları bazı haklardan yoksun bıraktıkları, ayrıca ölü hayvanın etini yedikleri anlaşılmaktadır. İbn Âşûr, âyette ezvâc kelimesinin kullanılmış olmasını dikkate alarak, canlı yavrunun yenilmesinin sadece evli kadınlara yasaklanmış olduğunu belirtir. İbn Âşûr’a göre muhtemelen onlar, eğer eşleri bu yavruların etlerinden yerlerse kısırlık, aile geçimsizliği, boşanma gibi bazı uğursuz sonuçların doğacağına inanıyorlardı (başka yorumlarla birlikte bk. VIII, 110-111).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 477
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي بُطُونِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
İşaret ismi olan هٰذِه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْعَامِ kelimesi, ism-i işaretten bedel veya atf-ı beyandır. خَالِصَةٌ kelimesi, mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi,
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atfı beyan olarak gelmesi,
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi,
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِذُكُورِنَا car mecruru خَالِصَةٌ’e müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُحَرَّمٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la خَالِصَةٌ ‘e matuftur. عَلٰٓى اَزْوَاجِنَا car mecruru مُحَرَّمٌ ‘e müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَالِصَةٌ kelimesi sülâsî mücerred olan خلص fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُحَرَّمٌ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَكُنْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. يَكُنْ şart fiili olup nakıs, meczum muzari fiildir.
كان, isim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder. يَكُنْ ’un ismi, müstetir هو zamiridir. مَيْتَةً kelimesi يَكُنْ ’un haberi olup lafzen mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهِ car mecruru شُرَكَٓاءُ’ye müteallıktır. شُرَكَٓاءُ kelimesi mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
شُرَكَٓاءُ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfatı müşebbehe, “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. سَيَجْز۪يهِمْ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَيَجْز۪يهِمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. وَصْفَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; جزاء وصفهم şeklindedir.
اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
حَك۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ ise اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ
Bu ayette de müşriklerin çeşitli küfürlerinden biri daha anlatılmıştır. Burada hayvanların karınlarındaki yavrulardan murad, bahire ve sâibe develerinin karınlarındaki yavrulardır. (Ebüssuûd, Âşûr)
Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki …قَالُوا cümlesine matuftur. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası mahzuftur. ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ bu mahzuf sılaya müteallıktır. هٰذِهِ muzafun ileyh, الْاَنْعَامِ ise bedeldir. Bedel ıtnâb sanatıdır.
Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
مُحَرَّمٌ kelimesi, haber olan خَالِصَةٌ’e matuftur.
خَالِصَةٌ Kelimesinin İzahı:
İbnu’l Enbarî, ayette geçen خَالِصَةٌ kelimesinin müennes olması hakkında üç görüş zikretmiştir ki bunlardan ikisi Ferrâ’ya, diğeri de Kisaî’ye aittir.
a. Bu kelimenin sonundaki, durulduğunda hâ okunan (tâ harfi), müenneslik için değildir. Bu, sıfatta mübalağa manası ifade eden tâ harfidir. Nitekim Araplar, raviye (çok anlatan, nakleden); allâme (çok bilen..); nessâbe (iyi neseb alimi, nesebci); dâhiye (müthiş bir belâ) ve tâğiye (azgın bir bela, musibet) dedikleri gibi yine onlar “Bu, hassaten bana özgedir. O bana aittir.” de derler. Bu, Kisaî'nin görüşüdür.
b. مَا ف۪ي بُطُونِ buyruğundaki مَا edatı”cenin” manasındadır. Bu lafız, müennes olan cenin manasından ibaret olunca bu, ayette de olduğu gibi manaya göre müennes, lafza göre de müzekker yapılması caizdir. Çünkü مَا ‘daki manadan dolayı haber olan خَالِصَةٌ kelimesi müennes; lafzından dolayı da مُحَرَّمٌ kelimesi müzekker getirilmiştir.
c. Bu kelimenin masdar olmasıdır. Buna göre ifadenin takdiri, ذو خالصة şeklindedir. Bu, Arapların, عطاؤك عافية [Senin bağışın, afiyetlidir.]; المطر رحمة [Yağmur, rahmetlidir.] ve الرخص نعمة [Ruhsat ve kolaylıklar, nimetli ve faydalıdır.] demeleri gibidir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ
Mekulü’l-kavle matuf olan cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
يَكُنْ مَيْتَةً, şart cümlesi olup كَٓان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen şartın cevabı فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ şeklindeki isim cümlesidir. İsim cümleleri sübut ifade eder.
ف۪يهِ ‘deki zamirin müzekker olması, ölünün erkeğe de dişiye şamil olmasındandır; o sebeple erkek galip sayılmıştır. (Beyzâvî)
سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ
İstînâfi beyani olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. (Âşûr) Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye eklenen istikbal harfi سَ, tehdit siyakı olması sebebiyle tekid ifade eder.
اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.
Rabbin حَك۪يمٌ ve عَل۪يمٌ şeklindeki haberlerinin tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır
حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Her ikisi de faîl vezninde mübalağa sıygasıdır.
Başlangıçları aynı olduğu için önceki ayetle bu ayet arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
خَالِصَةٌ - مُحَرَّمٌ ve لِذُكُورِنَا - اَزْوَاجِنَاۚ kelime grupları arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme )
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَدْ | muhakkak |
|
2 | خَسِرَ | ziyana uğrarlar |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | قَتَلُوا | öldüren(ler) |
|
5 | أَوْلَادَهُمْ | çocuklarını |
|
6 | سَفَهًا | beyinsizce |
|
7 | بِغَيْرِ |
|
|
8 | عِلْمٍ | bilgisizlik yüzünden |
|
9 | وَحَرَّمُوا | ve haram kılanlar |
|
10 | مَا |
|
|
11 | رَزَقَهُمُ | kendilerine verdiği rızkı |
|
12 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
13 | افْتِرَاءً | iftira ederek |
|
14 | عَلَى | karşı |
|
15 | اللَّهِ | Allah’a |
|
16 | قَدْ | muhakkak |
|
17 | ضَلُّوا | sapmışlardır |
|
18 | وَمَا | ve değillerdir |
|
19 | كَانُوا | onlar |
|
20 | مُهْتَدِينَ | yola gelici |
|
Müşrik Araplar’ın, ailenin geçimi hususunda bir yük saydıkları veya ileride savaşlarda esir düşerek ailenin onurunun zedelenmesine sebep olacaklarından kaygılandıkları için kız çocuklarını öldürmeleri, Allah’ın rızık olarak verdiği ve helâl kıldığı hayvanların etlerinden yemeyi kendilerine yasaklamaları ve üstelik Allah’ın hükmünün böyle olduğunu ileri sürerek Allah hakkında hükümler uydurmaları kendilerini hüsrana ve sapkınlığa götüren bir beyinsizlik ve bilgisizlik şeklinde değerlendirilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 477-478
سَفَهٌ Bedenen hafiflik demektir. سَفِهَ fiili, akıl noksanlığı sebebiyle kişinin hafifliği hakkında ve hem dünyevi hem uhrevi işlerle ilgili kullanılmıştır. Türkçede de aynı şekilde kullandığımız سَفِيهٌ kelimesinin çoğulu سُفَهاء (sefihler) şeklinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri sefih ve sefahattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik içindir yani tekid ifade eder. خَسِرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası قَتَلُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
قَتَلُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَوْلَادَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سَفَهاً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.
سَفَهاً sözü öldürmenin çeşidini açıklayan mef’ûlu mutlak olup mansubtur. (Âşûr)
“Mef’ûlün lieclihi” fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün min eclihi” ve “Mef’ûlun leh” de denir. Mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
İki tür kullanımı vardır: 1. Harfi cersiz kullanımı, 2. Harfi cerli kullanımı.
1. Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِغَيْرِ car mecruru قَتَلُٓوا ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, جاهلين أن الله هو الرازق لهم ولأولادهم (Kendilerine ve çocuklarına rızık verenin Allah olduğunu bilmeyenler) şeklindedir.
عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِغَيْرِ عِلْمٍ ‘deki بِ harf-i ceri mülabeset içindir. (Âşûr)
وَ atıf harfidir. حَرَّمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقَهُمُ اللّٰهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
رَزَقَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
افْتِرَٓاءً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru افْتِرَٓاءً’e müteallıktır.
قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik içindir yani tekid ifade eder. ضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. مُهْتَد۪ينَ۟ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُهْتَد۪ينَ۟ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ
Çocuklarını öldürmekle düştükleri dalaleti açıklayarak önceki kelamın özeti olarak gelmiş tezyîl cümlesidir. (Âşûr)
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
Fiilin قَدْ ile tekid edilmesi, hüsranlarının sabit bir durum olduğunu tenbih içindir. (Âşûr)
Fiilin faili konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası da mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sübut ve temekkün ifade etmiştir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sözü geçenleri tahkir amacına matuftur. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Mef’ûlün lieclih olan سَفَهاً ‘daki tenvin, kesret ve tahkir içindir.
Ayetteki بِغَيْرِ عِلْمٍ [ilimsizlik yüzünden] ifadesinden murad, bu sefahetin bilgisizlikten kaynaklandığını ve cehaletin en büyük kötülüklerden biri olduğunu ortaya koymaktır. (Fahreddin er-Râzî)
Sılaya matuf olan …وَحَرَّمُوا مَا cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حَرَّمُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası رَزَقَهُمُ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
افْتِرَٓاءً ’deki tenvin kesret ve tahkir içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Zamir makamında zahir isim gelerek tekrarlanmasında, kalplerde haşyet duygularını artırma kastı yanında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِ [Allah’a iftira ederek Allah’ın rızıklandırdığı şeyi haram kıldılar.] cümlesinde aşırı derecede dalalete düştüklerini ve haddi aştıklarını göstermek için zamir yerine Allah lafzı ve عَلَىهْ yerine عَلَى اللّٰهِ ibaresi gelmiştir. (Sâbûnî)
Cem' ma’at-taksim vardır.
قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟
İstînâfiyye ve tekid olarak fasılla gelen son cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Cümleye eklenen tahkik harfi قَدْ , tekid ifade eder.
Nefy harfi مَا ve akabindeki sübuta işaret eden isim cümlesi كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟,
ضَلُّوا fiiline matuftur .
مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
مُهْتَد۪ينَ۟ - ضَلُّوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟ cümlesinin قَدْ ضَلُّوا ‘ye atfedilmesi ضَلُّوا cümlesinin içeriğini tekid içindir. Çünkü bu cümlenin içeriği ilk cümlenin zıttını olumsuzlar. Böylece anlamını yerleştirir. Burada كانَ zaid hükmündedir. Çünkü mana olarak zaiddir. Eğer amil ise mana onların hidayette olmadıklarıdır. Burada كانَ ’nin ziyade edilmesi lam-ı cuhûd ile gelişinde olduğu gibi olumsuzluğu tekid içindir. Yani onların çocuklarını öldürmeden ve Allah’ın rızık olarak verdiklerini haram saymadan önce de hidayette olmadıklarını ifade eder. (Âşûr)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفاً اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي | ki |
|
3 | أَنْشَأَ | yaratan |
|
4 | جَنَّاتٍ | bahçeleri |
|
5 | مَعْرُوشَاتٍ | çardaklı |
|
6 | وَغَيْرَ | ve |
|
7 | مَعْرُوشَاتٍ | çardaksız |
|
8 | وَالنَّخْلَ | hurma(ları) |
|
9 | وَالزَّرْعَ | ve ekin(ler)i |
|
10 | مُخْتَلِفًا | çeşit çeşit |
|
11 | أُكُلُهُ | ürünleri |
|
12 | وَالزَّيْتُونَ | ve zeytinleri |
|
13 | وَالرُّمَّانَ | ve narları |
|
14 | مُتَشَابِهًا | birbirine benzer |
|
15 | وَغَيْرَ |
|
|
16 | مُتَشَابِهٍ | ve benzemez |
|
17 | كُلُوا | yeyin |
|
18 | مِنْ | -ndan |
|
19 | ثَمَرِهِ | meyvası- |
|
20 | إِذَا | zaman |
|
21 | أَثْمَرَ | meyva verdiği |
|
22 | وَاتُوا | ve verin |
|
23 | حَقَّهُ | hakkını (sadakasını) |
|
24 | يَوْمَ | günü |
|
25 | حَصَادِهِ | hasat |
|
26 | وَلَا | ve asla |
|
27 | تُسْرِفُوا | israf etmeyin |
|
28 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
29 | لَا |
|
|
30 | يُحِبُّ | sevmez |
|
31 | الْمُسْرِفِينَ | israf edenleri |
|
Arapça’da cennet (çoğulu cennât) kelimesi “bahçe” anlamına gelirse de, âyetin devamındaki “ma‘rûşe” (çardak) kelimesi dikkate alındığında cennât kelimesini “bağlar” şeklinde tercüme etmek daha isabetli olur. Zemahşerî, “muhtelifen ükülühû” ifadesini “rengi, tadı, hacmi ve kokusu değişik” şeklinde açıklamıştır (II, 44). Yukarıdaki âyetlerde bazı Câhiliye uygulamalarının hükümsüz olduğu belirtildikten sonra burada tekrar sûrenin asıl konusu olan itikadî meselelere dönülerek yeryüzünü türlü nimetlerle bezeyen yüce Allah’ın kudretinin sınırsızlığına ve buna işaret eden delillerin zenginliğine dikkat çekilmesi yanında; müşriklerin, yukarıda değinilen telakkilerinin aksine, sahiplerinin bu tür meyve, ekin ve hayvanların ürünlerinden ve genel olarak Allah’ın insanlar için yarattığı rızıklardan istifade etmenin temelde mubah olduğu, bu sebeple onlardan öncelikle kendilerinin yemeleri veya kullanmalarında bir sakınca bulunmadığı; bunun yanında, başkalarının da bu ürünlerde zekât, sadaka, nafaka, komşu hakkı gibi hakları olduğu belirtilmekte ve bu hakkın ödenmesi emredilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 479
زيت: Zeytin ağaçları veya meyveleri anlamına gelen زَيْتُونٌ kelimesinin tekili زَيْتُونَةٌ şeklinde gelir. زَيْتٌ ise zeytinyağı demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 7 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri zeytin, zeytinyağı ve zeytûnidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
حَصْدٌ sözcüğü aslen ekini kesip biçmek anlamına gelir. Yine kelimenin anlamından müstear olarak حَصَدَ fiili kökünü kazıma manasında da kullanılır. حَصِيدٌ ise biçilen demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli hasattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفاً اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْشَاَ جَنَّاتٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْشَاَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
جَنَّاتٍ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. مَعْرُوشَاتٍ kelimesi جَنَّاتٍ kelimesinin sıfatıdır.
غَيْرَ kelimesi atıf harfi وَ’la مَعْرُوشَاتٍ ‘e atfedilmiştir. مَعْرُوشَاتٍ muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
النَّخْلَ وَالزَّرْعَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la جَنَّاتٍ’e matuftur. مُخْتَلِفاً kelimesi النَّخْلَ وَالزَّرْعَ’nın hali olup fetha ile mansubtur.
اُكُلُهُ ism-i fail olan مُخْتَلِفاً’in faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la جَنَّاتٍ’e matuftur. مُتَشَابِهاً kelimesi الزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ’nin hali olup fetha ile mansubtur.
غَيْرَ kelimesi atıf harfi وَ ’la مُتَشَابِهاً ’e matuftur. مُتَشَابِهٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مُخْتَلِفاً ve مُتَشَابِهاً kelimeleri sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ
Fiil cümlesidir. كُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ ثَمَرِه۪ٓ car mecruru كُلُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
اَثْمَرَ şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَثْمَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
وَ atıf harfidir. اٰتُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
حَقَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ zaman zarfı, اٰتُوا fiiline müteallıktır. حَصَادِه۪ۘ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ۘ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُسْرِفُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إذا أثمر فكلوا من ثمره (Meyvelenirse meyvelerinden yiyin!) şeklindedir.
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَا يُحِبُّ cümlesi إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الْمُسْرِف۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُسْرِف۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
يُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْمُسْرِف۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفاً اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ
وَ istînâfiyedir.
Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasırla tekid edilmiştir.
İki taraf da yani mübteda da haber de marife olduğu için kasır ifade eder. Kasrı sıfat alel mevsuf babında hakiki kasırdır. Müsnedin tarifi ihtisas ifade eder. (Âşûr)
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası …اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
جَنَّاتٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder. غَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ sıfat olan مَعْرُوشَاتٍ kelimesine tezat nedeniyle atfedilmiştir. Bu lafızlar arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَالنَّخْلَ ,الزَّرْعَ ,الزَّيْتُونَ ,الرُّمَّانَ isimleri جَنَّاتٍ kelimesine matuftur. Atıf sebebi temasüldür.
مُتَشَابِهاً ,غَيْرَ مُتَشَابِهٍ ve مُخْتَلِفاً haldir. Hal ve sıfatlardan dolayı cümlede ıtnâb sanatı vardır.
كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ
Cümle beyanî istînaf veya ta’liliyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِذَٓا اَثْمَرَ cümlesi cevabı mahzuf şart cümlesidir. Cevabın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Zaman zarfı اَثْمَرَ , اِذَٓا fiiline muzaf olmuştur. Cümlenin mazmunundaki cevaba müteallıktır. Takdiri, إذا أثمر فكلوا من ثمره [Meyvelenirse meyvesinden yiyin.] şeklindedir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ
كُلُوا cümlesine وَ ’la atfedilen bu cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Yine talebî inşaî isnad olan nehiy üslubundaki وَلَا تُسْرِفُوا cümlesi mâkabline matuftur.
تُسْرِفُوا fiilinde irsad sanatı vardır.
وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ [Hasat edildiği gün de hakkını verin…] Bu ayet Mekkî’dir, zekât ise ancak Medine’de farz kılınmıştır. Dolayısıyla burada bahsedilen hak ile mahsullerin hasat edildiği günde fakir ve miskinlere tasadduk edilen kısım murat edilmiştir. Yerine göre öşrün ve yerine göre de öşrün yarısının farz kılınmasıyla neshedilinceye kadar bu hakkı ödemek mükelleflere vaciptir. Bu ayetin Medenî, haktan muradın da farz olan zekât olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
حَقَّ kelimesine müzekker zamirin izafe edilmesi mülabesetin yakınlığı içindir. Yani الحَقُّ الكائِنُ فِيهِ (Hak, onda vardır) demektir. (Âşûr)
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ
Ta’liliye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, haberi olumsuz fiil cümlesi olan faide-i haber inkâri kelamdır.
Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması, hükmü takviye eder.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مَعْرُوشَاتٍ - غَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ ,مُتَشَابِهاً - غَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ ,لَا تُسْرِفُو - الْمُسْرِف۪ينَۙ kelime grupları arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
جَنَّاتٍ - النَّخْلَ - الزَّرْعَ - الزَّيْتُونَ- الرُّمَّانَ - ثَمَرِه۪ٓ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
ثَمَرِه۪ٓ - اَثْمَرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشاًۜ كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنَ | -dan |
|
2 | الْأَنْعَامِ | hayvanlar- |
|
3 | حَمُولَةً | (kimi) yük taşır |
|
4 | وَفَرْشًا | (kiminin) tüyünden sergi yapılır |
|
5 | كُلُوا | yeyin |
|
6 | مِمَّا |
|
|
7 | رَزَقَكُمُ | size verdiği rızıktan |
|
8 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
9 | وَلَا |
|
|
10 | تَتَّبِعُوا | izlemeyin |
|
11 | خُطُوَاتِ | adımlarını |
|
12 | الشَّيْطَانِ | şeytanın |
|
13 | إِنَّهُ | zira o |
|
14 | لَكُمْ | sizin için |
|
15 | عَدُوٌّ | bir düşmandır |
|
16 | مُبِينٌ | apaçık |
|
فَرْشٌ elbiseleri yaymak, döşemektir. Yayılıp döşenen şeye de فَرْشٌ ve فِراشٌ denir. فِراشٌ sözcüğünün çoğulu فُرُشٌ şeklinde gelir. فَراشٌ ise kelebek demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri faraş ve mefrûşattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشاًۜ
وَ atıf harfidir. مِنَ الْاَنْعَامِ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, أنشأ (yarattı) şeklindedir.
حَمُولَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَرْشاً kelimesi atıf harfi وَ ’la حَمُولَةً ‘e matuftur.
مِنَ الْاَنْعَامِ sözündeki مِنَ ibtidaiyyedir. Çünkü ferş ve hamule için ibtidaiyye manası daha uygun olur. (Âşûr)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ
Fiil cümlesidir. كُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte كُلُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقَكُمُ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
رَزَقَكُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعُوا۟ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olarak mahallen merfûdur.
خُطُوَ ٰتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradir. ٱلشَّیۡطَـٰنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَتَّبِعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ه muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. لَكُمۡ car mecruru عَدُوࣱّ’e müteallıktır.
عَدُوࣱّ kelimesi إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ ise عَدُوٌّ kelimesinin sıfatıdır.
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشاًۜ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki اَنْشَاَ cümlesine atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْاَنْعَامِ takdiri اَنْشَاَ (yarattı) olan mahzuf fiile müteallıktır.
Bu ayette, hayvanların insanlara faydaları vurgulanıyor ve müşriklerin, bazı hayvanlara ilişkin haram veya helal telâkkileri çürütülüyor. (Ebüssuûd)
Mahzufla birlikte cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mahzuf fiilin iki mef’ûlü olan حَمُولَةً ve فَرْشاً ‘deki tenvin nev ifade eder.
Bu kelimeler arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır. Atıf sebebi temasüldür.
Hamule hayvanlar, yük taşımaya elverişli büyük hayvanlar; ferş hayvanlar da yere yakın küçük hayvanlardır. (Ebüssuûd)
كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ
Cümle ta’liliyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsul مَا ’nın sılası رَزَقَكُمُ اللّٰهُ, mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve emre itaati teşvik içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle كُلُوا cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâi isnad olma bakımından ittifak vardır.
خُطُوَ ٰتِ ٱلشَّیۡطَـٰنِۚ izafetiyle az söz ile çok şey ifade edilmiştir. Bu sebepledir ki belâgat ilminde izafet terkibi îcâz bağlamında ele alınmış az söz ile çok şey anlatma yollarından biri olarak değerlendirilmiştir.
خُطُواتُ الشَّيْطانِ [Şeytanın izleri] terkibi şeytana uyma ve onun izlerine tabi olmaktan istiaredir. Telhîsü'l-beyân yazarı şöyle der: Bu ifade şeytanın emirlerine itaatten ve bir şey yapmaya davet ettiği sözünü kabul etmekten sakındırma konusunda en beliğ ifadedir. (Safvetu’t Tefasir, Bakara Suresi, 168)
اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ
Cümle fasılla gelmiş, ta’liliyedir. (Âşûr) Fasıl nedeni şibh-i kemâl-i ittisâldir. İsim cümlesi formunda إِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.
Car mecrurun amiline takdimi, takdim-tehir sanatıdır.
Cümle ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Cümlede sıfat nedeniyle ıtnâb vardır.
Anlatılmak istenen şeytanın “bize” olan düşmanlığı olduğu için لَكُمۡ takdim edilmiştir.
مُّبِینٌ [apaçık] hiç gizlisi saklısı olmayacak şekilde düşmanlığı açık olan demektir. (Keşşâf)
Ayetin bu bölümü, yasaklama nedenini açıklamaktadır. Yani şeytanın adımlarına tabi olmamanın sebebi onun apaçık bir düşman olmasıdır.
الشَّيْطَانِ - عَدُوٌّ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.Rabbim! Cehaletinden doğan güvenle konuşanların ve hareket edenlerin, sözlerinden ve fiillerinden, Sana sığınırız. Halimizi; cahillere, israf edenlere, haksızlık yapanlara ve nankörlere benzemekten koru. Bizi; kendini geliştirmeye çalışanlardan, eli açıklardan, adil olanlardan, bilmediği zaman bilmediğini itiraf edenlerden, hatasını farkedince af dileyenlerden, ilmin peşinden koşanlardan, ibadetleri huşuyla gerçekleştirenlerden, sahip olduğu her nimet için şükredenlerden ve her anını değerlendirmeye çalışanlardan eyle.
Amin.
***
İnsanın, kaliteli yaşamaya devam etmek için belli bir düzene ve bir kural sistemine ihtiyacı vardır. Bu yüzden de kuralsız yaşanabildiğini iddia edenlerin bile uymayı tercih ettikleri belli kuralları vardır.
Allah’ın sınırlarından uzaklaşanların uydurdukları düzenler, çeşitli çelişkilerle ve haksızlıklarla doludur. Zira kendisinin daha üstün olduğunu iddia edenlerin kuralları, her zaman zayıfları ezmektedir.
Nice çarpık sistemler, adeta toplumların zihniyetlerine ve genlerine işlemiştir. Irkçılık ve kadınları aşağılama gibi hastalıklı fikirlerle mücadele devam etmektedir. Köklerini ise ancak Allah’a itaat kurutur.
Zira insanın nefsani hevesleriyle doğurduğu haksız kuralların, yine insanın uydurduğu kurallarla çözülmesi mümkün değildir. Kendi başına, bu düşüncelerle yola çıkan toplulukların hepsi amacından sapmıştır.
Bu sebeplerden de dolayı, Allah’ın dinini tebliğ eden peygamberlerin çağrısına, başlarda genellikle toplumun zayıfları icabet etmiştir. Allah’a teslim olan her kul bilir ki; insanın fıtratını ve haklarını hakiki manada koruyan Allah’ın sınırlarıdır.
Ey Allahım! Kibrinden ve cehaletinden dolayı, yolundan sapanlardan ve onların yollarından uzaklaştır. Bizi cahillikten ve kibirden arındır. Senin kudretine, ilmine ve rahmetine; şeksiz ve şüphesiz bir şekilde iman edenlerden ve Sana tam bir teslimiyet ile güvenenlerden eyle. Anladığımız veya anlamadığımız; keyfimize uyan veya uymayan her emrine - birbirinden ayırmadan veya nefsimize göre bazısına üstünlükler biçmeden - itaat edenlerden ve yaşadığı her anında en güzel şekilde uygulayanlardan eyle. Gönüllerimize Sana itaati, sınırlarına uymayı, emrettiğin ibadetleri ve salih kullarını sevdir. Bizi de takva sahibi salih kulların arasına kat ve canımızı müslüman olarak al.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji