En'âm Sûresi 124. Ayet

وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ  ...

Onlara bir âyet geldiği zaman, “Allah elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla inanmayacağız” derler. Allah, elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve yapmakta oldukları hilekârlık sebebiyle çetin bir azap erişecektir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 جَاءَتْهُمْ onlara geldiği ج ي ا
3 ايَةٌ bir ayet ا ي ي
4 قَالُوا dediler ق و ل
5 لَنْ
6 نُؤْمِنَ kat’iyyen inanmayız ا م ن
7 حَتَّىٰ kadar
8 نُؤْتَىٰ bize verilinceye ا ت ي
9 مِثْلَ aynısı م ث ل
10 مَا
11 أُوتِيَ verilenin ا ت ي
12 رُسُلُ elçilerine ر س ل
13 اللَّهِ Allah’ın
14 اللَّهُ Allah
15 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
16 حَيْثُ yeri ح ي ث
17 يَجْعَلُ koyacağı ج ع ل
18 رِسَالَتَهُ mesajını ر س ل
19 سَيُصِيبُ erişecektir ص و ب
20 الَّذِينَ kimselere
21 أَجْرَمُوا suç işleyen(lere) ج ر م
22 صَغَارٌ bir aşağılık ص غ ر
23 عِنْدَ katında ع ن د
24 اللَّهِ Allah
25 وَعَذَابٌ ve bir azab ع ذ ب
26 شَدِيدٌ çetin ش د د
27 بِمَا karşı
28 كَانُوا (yaptıkları) ك و ن
29 يَمْكُرُونَ hilelerine م ك ر
 

Müfessirlerin çoğunluğuna göre âyet, müşriklerin ileri gelenlerinin Hz. Peygamber’e karşı kıskançlıklarını dile getirmektedir. Fahreddin er-Râzî’ye göre de “Onlar, hüccet ve deliller bekledikleri için değil, aşırı kıskançlıkları yüzünden inkârda daima ısrarlı olmuşlardır” (XIII, 175). Esasen tarihin bütün dönemlerinde ve günümüzde inkârcılık veya bâtıl inançlarda ısrar etmenin temelinde çoğunlukla kıskançlık, gurur ve kibir, yanlış geleneklerin veya telkinlerin etkisini aşamama gibi psikolojik sebepler bulunmaktadır. Hz. Muhammed’in risâletini kıskanan Velîd b. Mug^re, Ebû Cehil gibi Mekke ileri gelenleri de oğullarının çokluğunu, soylu veya zengin olduklarını gerekçe göstererek kendilerinin yahut kendi kabilelerinden birinin peygamberliğe daha lâyık olduğunu ileri sürmüşlerdir (bk. Râzî, XIII, 175). Âyette bu tür iddialara “Allah, elçiliğini kime vereceğini çok iyi bilir” şeklinde cevap verilmiştir. Bu ifade bize peygamberliğin kesbî (insanın istemesi ve gayret göstermesiyle elde edebileceği) bir makam olmadığını, Allah’ın birine peygamberlik vermesinin sadece O’nun bir lutfu olduğunu göstermektedir. Ancak Allah, mutlak irade ve tasarrufuyla, peygamberliği lutfedeceği kişiyi yüksek ahlâkî ve zihnî melekelerle donatır. Buna karşılık kendilerini de peygamberliğe lâyık görenlerin ruhları isyan, kıskançlık, hile ve desisecilik, gurur ve kibir gibi fenalıklarla kirlenmiş olup buna rağmen Peygamber’i tanımamaya, cürümler işlemeye devam ettikleri için, kibirlerine karşılık aşağılık ve zillete, isyanlarına karşılık da azaba mâruz kalacaklardır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 465-466 

 

صغر Sağara : Kökü  صَغُرَ, mastarı صِغَرٌ olan kelime ile كِبَرٌ kelimesi birbirleriyle değerlendirilen zıd isimlerdendir. Küçük olmak manasında kullanılır. Bu küçüklük  zaman, kadr, itibar, derece, konum ya da cüsse ve yaş itibarıyla olabilir. Kökü صَغِرَ olan صَغَرٌ sözcüğü ise zillet ve hakirlik anlamında kullanılır. Yine Kuran-ı Kerim’de de geçen صاغِرٌ ifadesi alçak bir konum ve mertebeye razı olan kişi demektir. (Müfredat) 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

 Türkçede kullanılan şekli asgarîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli ve kesin olan durumlar için gelir.

جَٓاءَتْهُمُ  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَٓاءَتْهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اٰيَة  fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı  قَالُوا ’dur.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَنْ نُؤْمِنَ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.  نُؤْمِنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  نُؤْتٰى  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَن  harfi altı yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren  لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır.  نُؤْتٰى  elif üzere mukadder fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.

مِثْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اُو۫تِيَ  meçhul mazi fiildir.  رُسُلُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اُو۫تِيَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

    

اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  اَعْلَمُ haber olup lafzen merfûdur.  اَعْلَمُ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin, sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.

يَجْعَلُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَجْعَلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi üç şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,  

2. Bir halden başka bir hale geçmek, 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رِسَالَتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ

 

سَيُص۪يبُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  سَيُص۪يبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir zamir olup takdiri هُو’dir.Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

İsm-i mevsûlun sılası  اَجْرَمُوا صَغَارٌ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَجْرَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

صَغَارٌ  kelimesi  سَيُص۪يبُ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur.  عِنْدَ  mekân zarfı, سَيُص۪يبُ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَذَابٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  صَغَارٌ ‘e matuftur.  شَد۪يدٌ kelimesi  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  سَيُص۪يبُ  fiiline müteallıktır.

كَانُوا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan  وا; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَمْكُرُونَ  fiili  كَانُوا ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

يَمْكُرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi şart üslûbunda haberî isnaddır. Şart fiili olan  جَٓاءَتْهُمُ, müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlenin müsnedün ileyhi olan  اٰيَةٌ’ün tenvinli gelişi kesret, nev ve tazim ifade eder.

جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ [Ayetin gelmesi] tabiri mecaz-ı mürsel veya istiaredir.

اٰيَةٌ kelimesinde tevcih sanatı vardır. Hem vahiy hem mucizevi hem ibret alınacak şey manasına gelir. “Ayetlerin gelmesi” tabirinde tecessüm sanatı vardır. Ayetlere canlılık kazandırmıştır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

Şartın cevabı olan قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا   fiilinin  mekulü’l-kavli menfi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Gaye bildiren masdar ve cer harfi  حَتّٰى  ve akabindeki  نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِ  cümlesi masdar teviliyle  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır.  

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِثْلَ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

نُؤْتٰى - اُو۫تِيَ  ve رُسُلُ - رِسَالَتَهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اُو۫تِيَ - جَٓاءَتْهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رُسُلُ اللّٰهِ  izafetinde  رُسُلُ , şan ve şeref kazanmıştır. 


اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

يَجْعَلُ  cümlesine muzâf olan zarf  حَيْثُ, mef’ûle takdim edilmiştir. Müteallakının mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.

حَيْثُ  zarfı bazılarına göre mef’ûlun bihtir. Amili mukadder bir fiildir. Çünkü Allah Teâlâ bir mekânda başka bir mekândan daha alîm değildir. Ebu Hayyan; bu kelimenin açıkça zikredilmesi mecazen zarfiyyedir ve  أعلم  kelimesine zarfa müteaddi olma manası kazandırmıştır.  الله أنفذ علما حيث يجعل (Allah nerede olursa olsun ilmini uygular) şeklinde takdir edilir. Yani bu konudaki ilmini gerçekleştirendir. (Mahmut Sâfî)

Müsnedün ileyh olan Allah lafzı bu ayette bir çok kez zikredilmiştir. Hiç şüphesiz bu; müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Çünkü nefis O’nun vaadiyle mutmain olur.

رِسَالَتَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya muzâf olan  رِسَالَتَ  şan ve şeref

kazanmıştır.

Müsnedün ileyhin Allah ismi şeklinde alem gelmesi muhatabın zihninde müsemmâyı zatıyla canlandırmak için olabilir.

Allah kelimesi bir kere muzâfun ileyh bir kere de mübteda olarak gelmiştir. Bu  terdîd sanatıdır. Lügat anlamı tekrarlamaktır ve bu anlamıyla tekrar sanatına benzemektedir. Alimler tarafından farklı tarifleri yapılarak farklı örnekler verilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 


سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ

 

Müstenefe olan müspet muzari fiil cümlesinde istikbal ifade eden  سَ  harfi tekid içindir. Tehdit siyakında olan cümle faide-i haber talebî kelamdır.

سَيُص۪يبُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası  …اَجْرَمُوا صَغَارٌ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Mef’ûlün  الَّذ۪ينَ  ile gelmesi, bahsi geçenleri tahkir anlamı taşır.

عِنْدَ اللّٰهِ izafeti muzafun şanı içindir.

Mecrur mahaldeki  مَا  masdariye olup  سَيُص۪يبُ’ya müteallıktır. Sılası  كَانَ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir.

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. 

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)

Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ve zamir makamında zahir isim gelmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

صَغَارٌ - عَذَابٌ - اَجْرَمُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki birinci “Allah” lafzı muzâfun ileyh, ikinci “Allah” lafzı ise mübtedâdır. Terdîd sanatı vardır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî İlmi Ve Sanatları)