En'âm Sûresi 127. Ayet

لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...

Rableri katında selâm yurdu (cennet) onlarındır. Allah, yapmakta oldukları şeylerden dolayı onların dostudur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهُمْ onlarındır
2 دَارُ yurdu د و ر
3 السَّلَامِ esenlik س ل م
4 عِنْدَ katında ع ن د
5 رَبِّهِمْ Rableri ر ب ب
6 وَهُوَ ve O
7 وَلِيُّهُمْ onların dostudur و ل ي
8 بِمَا dolayı
9 كَانُوا olduklarından ك و ن
10 يَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل
 

İlk âyet, inkârcıların tuttukları dalâlet yolunun zıddı olan hidayet yolunun özelliğini, 127. âyet de bu yoldan gidenlerin ulaşacakları huzur ve mutluluğu dile getirmektedir. Buna göre Allah’ın, ruhunu ve gönlünü İslâm’a açtığı, bu sayede iyi niyetli olan ve sağlıklı düşünen insanlar tarafından benimsenen İslâm, Hz. Peygamber’in rabbi olan Allah’ın dosdoğru gerçeğe ve mutluluğa götüren yoludur. Böylece Kur’an doğru yolu da eğri yolu da açık seçik bildirmiştir. Fakat bundan ancak öğüt ve ibret almaya niyetli olanlar yararlanırlar; bu sayede onlar rableri nezdinde esenlik yurdunu, bütün güzelliklerin yaşanacağı cenneti; ayrıca hayırlı amelleriyle, bütün nimetlerin en yücesi olmak üzere, Allah’ın dostluğunu kazanırlar. 

 127. âyetteki “esenlik yurdu” tabirini, müslümanların doğru inançları ve temiz yaşayışları sayesinde gerçekleştirecekleri düzenli, huzurlu, güvenli ve mutlu bir ülke veya dünya hayatı şeklinde anlamak da mümkündür.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 468  

 

لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ

 

İsim cümlesidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  دَارُ  muahhar mübtedadır.  السَّلَامِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عِنْدَ mekân zarfı,  دَارُ السَّلَامِ’ın mahzuf haline müteallıktır.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ  cümlesi  يَذَّكَّرُونَ  failinden hal cümlesidir. Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal, harfi cerli  şibh-i cümle olan hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir. Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “و  ve zamir” veya yalnız  “و”  gelir. Bazen  “و”  gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  وَلِيُّهُمْ  haber olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  وَلِيُّهُمْ’e  müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.

يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.  يَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ

 

Önceki ayetteki  يَذَّكَّرُونَ  fiilinin failinden  وَ  olmadan gelen haldir. وَ  olmaması onların bu hal üzere kalıcı olduklarına işaret eder.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesinde,  لَّهُمۡ  mahzuf mukaddem habere muteallıktır.  دَارُ السَّلَامِ  ise muahhar mübtedadır. Car ve mecrurun takdim edilmesi tahsis içindir. Yani selamet yurdu, sadece düşünüp ibret alanlar içindir. Başkası için değil. (Âşûr) 

Müsnedün ileyhin izafetle marife oluşu, az sözle çok anlam ifade eder.

عِندَ رَبِّهِمۡ  izafetinde,  هُمۡ  zamirinin  رَبِّ  ismine muzâfun ileyh olması, zamirin ait olduğu kimseler için ve  رَبِّ  ismine muzâf olması  عِندَ  için tazim ve teşrif ifade eder.

دَارُ السَّلَامِ  ifadesinde istiare vardır. Kastedilen “Onlar için güven, esenlik, ve korkulardan kurtuluş yeri vardır.” manasıdır. Bunlar cennetin sıfatlarıdır. (Radi)

Bu izafetin  عِنْدَ رَبِّهِمْ  [Rabblerinin katında] şeklinde kayıtlanması tazim ifade eder.

Arkadan gelen cümle de bu tazimi tekid eder.

دَارُ السَّلَامِ  tabiri ile ilgili birkaç görüş vardır:

Ayetteki “Selam yurdu onlarındır.” buyruğunun anlattığı husustur. Bu, hasır manası ifade edip buna göre mana, “Selam yurdu, başkalarının değil, sadece onlarındır.” manasındadır.

السَّلَامِ  kelimesi, selametin çoğuludur. İçinde her türlü selamet (kurtuluş) bulunduğu için cennet, selam yurdu diye adlandırılmıştır.

دَارُ  ifadesini, “selamet dârı (yurdu)” olarak tavsif etmek, “Allah’ın yurdu” diye tavsif etmeye nazaran, insanları daha çok cezbeder.

b. Allah Teâlâ’yı selam ismi ile tavsif (nitelendirme), aslında mecazî bir tavsiftir. Allah selamet sahibi (yani kurtarıcı) olduğu için bu isimle tavsif edilmiştir. Binaenaleyh bir sözü, hakiki (lügavi) manasına hamletmek mümkün ise böyle yapmak daha uygun olur. (Fahreddin er-Râzî)

Darusselam, barış, sağlık ve esenlik yurdu, Darullah yani Allah’ın yurdu, selam yurdu yani cennet vardır. Allah Teâlâ bu yurdu kendi zatına izafe ederek bunun önem ve azametini, saygınlığını gösterir. Ya da her afetten, tehlikeden korunup arınan, kir ve pastan uzak olan tertemiz yurt, demektir. (Kurtubî)

Ayetteki  عِنْدَ رَبِّهِمْ  [Rabbleri katında...] tabirinin anlattığı ifadenin tefsiri hususunda da şu izahlar yapılmıştır:

“Rableri katında…” tabiri ileride hazırlanmış olan o mükâfatın, Allah’a yakın olma sıfatı ile olduğunu hissettirir. Bu yakınlık mekân ve cihet bakımından olmaz. O halde bunun şeref, yücelik, rütbe (derece) ile olması gerekir. Bu da o şeyin künhünü (özünü, aslını) ancak Allah Teâlâ’nın bilebileceği bir kemâl ve yüceliğe ulaştığına delalet eder. Bunun bir benzeri de “Kendilerine ne (nimetler) gizlenmiş (hazırlanmış) olduğunu hiç kimse bilemez.” (Secde Suresi, 17) ayetidir.

Diğer husus şereflendirmedir. Ayetteki, “O (Allah), kendilerinin dostudur.” buyruğu veli, “dost, yakın olan” manasındadır. Binaenaleyh ayetteki, “Rableri katında…” tabiri kulların Allah’a, “O, kendilerinin dostudur.” buyruğu da Allah’ın onlara yakın olduğuna delalet eder. Hem sonra Cenab-ı Hakk’ın, “O (Allah) kendilerinin dostudur.” sözü, hasır manası ifade eder. Yani “Onların dostu, sadece Allah’tır.” demektir. Nasıl böyle olmaz ki çünkü bu şereflendirme, “Allah kime hidayet etmeyi isterse onun göğsünü İslam’a açar kimi de saptırmak isterse onun da kalbini son derece daraltır.” (Enam Suresi, 125) ayetinde anlatılan tevhid üzerine bina edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 

 وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Önceki hal cümlesine matuf isim cümlesidir. Sübut ifade eden cümlede müsnedin izafet formunda gelmesi, veciz anlatım amacına matuftur. 

Mecrur mahaldeki  مَا  masdariye  وَلِيُّهُمْ’a müteallıktır. Sılası  كَانَ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. 

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M. Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı)

 بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  “Yapmakta oldukları (iyi işlerden) dolayı…” buyurmuştur. Allah Teâlâ, insan işi gücü bırakmasın, ibadetten vazgeçmesin diye böyle buyurmuştur. Çünkü insan için amel mutlaka gereklidir. Bu hususta sözün özü şudur: Ruh ile beden arasında çok sıkı bir bağ vardır. Nasıl ki ruhî haller, ruhtan kaynaklanarak bedene inerse -nitekim insan, kendisini kızdıracak bir şey düşündüğünde bedeni ısınıp kızarır, bedeni haller de bedenden ruha doğru çıkar. Binaenaleyh insan iyi ve güzel amellere devam ettiği sürece ruh cevherinde o amellere uygun tesirler-eserler meydana gelir. Bu da sâlikin (dervişin, muridin) mutlaka amel etmesi; amel ve ibadeti bırakmaması gerektiğine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. Rabbimizin yaptıklarımız dolayısıyla bizim velimiz olması, yaptıklarımızı ne kadar  dikkatle düşünerek davranmamız gerektiğini gösterir.

يَعْمَلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)