En'âm Sûresi 128. Ayet

وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاًۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّـنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ  ...

Onların hepsini bir araya toplayacağı gün şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp aranıza kattınız.” Onların insanlardan olan dostları, “Ey Rabbimiz! Bizler birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık” diyecekler. Allah da diyecek ki: “Allah’ın diledikleri (affettikleri) hariç, içinde ebedî kalmak üzere duracağınız yer ateştir.” Ey Muhammed! Şüphesiz senin Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve gün ي و م
2 يَحْشُرُهُمْ bir araya toplayacağı ح ش ر
3 جَمِيعًا hepsini ج م ع
4 يَا مَعْشَرَ topluluğu ع ش ر
5 الْجِنِّ cinler ج ن ن
6 قَدِ muhakkak
7 اسْتَكْثَرْتُمْ siz çok uğraştınız ك ث ر
8 مِنَ
9 الْإِنْسِ insanlarla ا ن س
10 وَقَالَ derler ki ق و ل
11 أَوْلِيَاؤُهُمْ onların dostları و ل ي
12 مِنَ -dan
13 الْإِنْسِ insanlar- ا ن س
14 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
15 اسْتَمْتَعَ yararlandık م ت ع
16 بَعْضُنَا kimimiz ب ع ض
17 بِبَعْضٍ kimimizden ب ع ض
18 وَبَلَغْنَا ve ulaştık ب ل غ
19 أَجَلَنَا sonuna ا ج ل
20 الَّذِي ki
21 أَجَّلْتَ verdiğin sürenin ا ج ل
22 لَنَا bize
23 قَالَ (Allah da) buyurur ki ق و ل
24 النَّارُ ateştir ن و ر
25 مَثْوَاكُمْ durağınız ث و ي
26 خَالِدِينَ ebedi kalacaksınız خ ل د
27 فِيهَا orada
28 إِلَّا hariç
29 مَا
30 شَاءَ dilemesi ش ي ا
31 اللَّهُ Allah’ın
32 إِنَّ şüphesiz
33 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
34 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
35 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
 

Önceki âyetler grubunda Allah’ın doğru yola ilettiği, ayrıntılı olarak açıklanan âyetler üzerinde düşünerek onlardan gerekli ders ve öğütleri alan ve bu sayede “esenlik yurdu”nu (cennet) kazanan müminlerin bu güzel âkıbetinden söz edildikten sonra bu âyette de vukuu kesin olan, kesin olduğu için de sanki gerçekleşmiş gibi geçmiş zaman fiilleriyle söz edilen mahşerden müşrikler ve inkârcılarla ilgili bir tablo sergilenmektedir. “Cinler”den maksat, 112. âyette belirtilen “cinlerin şeytanları”dır. Şeytanlar insanlarla çok uğraşmışlar, onları dalâlete sevketmişler, kendi yandaşları yapmışlar; böylece müşrikler onların dostları olmuşlardır. Yüce Allah mahşerde cinleri (şeytanlar) bu yaptıkları yüzünden suçladığında müşrikler sanki bu dostluğun bir gereği olarak “Yâ rabbi! Biz birbirimizden yararlandık; biz onlardan faydalandık, onlar da bizden faydalandılar” diyecekler. Buna göre şeytanlar müşriklerin kötü arzu ve isteklerini kolaylaştırmışlar, zevklerin ve hazların kapılarını açmışlar; onlara şeytanlara bağlanmak suretiyle onların yandaşlarının sayılarını çoğaltmışlardır. Âyetin bu kısmı kötülük âmilleri olan şeytanlarla inkârcılar arasında her devirde geçerli ve sorumluluğu gönüllü paylaşacak kadar ileri olan derin bir ilişkiyi dile getirmesi bakımından ilgi çekicidir. Ancak onlar, İslâm’ın gerçeklerine karşı şeytanlarla birlik olup mücadele verenler için Allah’ın tanıdığı müddetin sonsuz olmadığını mahşerde anlayacaklardır. “Bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık” şeklindeki ifadeleri, artık mühletlerinin dolduğunu, Allah’a teslim olmaktan başka çıkar yolları bulunmadığını gösteren samimi bir itiraftır. Zira bu, artık kötüler için bütün çarelerin bittiği bir andır. Ne var ki geç kalmış bu itiraf işe yaramayacak ve Allah Teâlâ onlara “İçinde ebedî kalacağınız yer ateştir” buyuracaktır. Hemen bu tehdidin ardından gelen “illâ mâşâallah” şeklindeki istisna ifadesi farklı yorumların yapılmasına sebep olmuştur. Bir görüşe göre bu, “Allah dilerse bu ebedîliği bir müddet sonra sona erdirir”; başka bir görüşe göre de “Allah, dilediği kimseleri orada ebedî kalmaktan kurtarır” anlamına gelir. Bunlardan ilki cehennemin sonlu olacağı, ikincisi ise bazı müşrik ve inkârcıların cehennemde ebediyen kalmaktan kurtulacakları ihtimalini hatıra getirmektedir. Oysa başka birçok âyette her iki ihtimali de ortadan kaldıran açıklamalar mevcuttur. Bu sebeple söz konusu istisnayı, bazı insanları sürekli olarak cehennemde bırakmanın, Allah için bir mecburiyet olmadığı, O’nun hür irade ve isteği ile olduğu şeklinde anlamak daha isabetli görülmüştür. Nitekim Hûd sûresinin 107. âyetindeki benzer bir ifadenin ardından “Rabbin gerçekten istediğini yapar” buyurulması da bunu göstermektedir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 469-470 

 

ثَوَى – يَثْوِي – ثَوَاءٌ  Bir yerde yerleşerek ikâmet etmek, orada kalmaktır. مَثْوَى ise bu kökten gelen mekân ismidir ve ikâmetgâh manasına gelir. (Müfredat)

 Kuran’ı Kerim’de 14 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) 

Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاًۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ

 

 وَ  istînâfiyyedir. Zaman zarfı  يَوْمَ  mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  يقول şeklindedir.

يَحْشُرُهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَحْشُرُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. Burada cümleye muzâf olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  جَم۪يعاً  kelimesi  يَحْشُرُهُمْ’deki mef’ûlun hali olup fetha ile mansubtur.

جَم۪يعاً  kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren hal olur. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mahzuf fiilin mekulü’l-kavli,  يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ’dur.  يَا  nida harfidir.  مَعْشَرَ, münada olup muzâftır.  الْجِنِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَدِ  tahkik içindir yani tekid ifade eder.  اسْتَكْثَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الْاِنْسِۚ  car mecruru   اسْتَكْثَرْتُمْ  fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, من إغواء الإنس  şeklindedir.

اسْتَكْثَرْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsî fiili  كثر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.


 وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّـنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ  fail olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنَ الْاِنْسِ  car mecruru اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ’un mahzuf haline müteallıktır.

Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâf ise yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazfedilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا’dur.  اسْتَمْتَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  بَعْضُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِبَعْضٍ  car mecruru  اسْتَمْتَعَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  بَلَغْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اَجَلَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّـذ۪ٓي müfret müzekker has ism-i mevsûlu,  اَجَلَنَا  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اَجَّلْتَ لَنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat,

2. Sebebi sıfat.

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar,

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mansub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna, cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

NOT: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 

1. İsim cümlesi olan sıfatlar, 

2. Fiil cümlesi olan sıfatlar, 

3. Şibhi cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.  الَّـذ۪ٓي  burada hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَجَّلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

لَنَا  car mecruru  اَجَّلْتَ  fiiline müteallıktır.

اسْتَمْتَعَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsî fiili  متع ’dir.

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


 قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ‘dir. Mekulü’l-kavli,  النَّارُ مَثْوٰيكُمْ’dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

النَّارُ mübteda olup lafzen merfûdur.  مَثْوٰيكُمْ  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdirî olarak (takdiren) îrab edilir. Burada  مَثْوٰي  maksûr isim olduğu için takdirî îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  خَالِد۪ينَ  hal olup mansubtur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي  ile nasb olurlar.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada  خَالِد۪ينَ  müfred olan hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهَٓا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّا  istisna harfidir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl,  muttasıl istisna olarak mahallen mansubtur. Yani  إلا زمنا يرده الله مستثنى من الزمن الدائم الخالد  demektir.

İsm-i mevsûlun sılası   شَٓاءَ اللّٰهُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın üç unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh; a. Ya birden fazla olmalı, b. Ya umumi manalı bir kelime olmalı, (Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c. Ya da kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır:

1. Muttasıl istisna,

2. Munkatı’ istisna,

3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ

 

  

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَك۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  عَل۪يمٌ  ise  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاًۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ

 

وَ  atıftır. Zaman zarfı  يَوْمَ, takdiri  يقول  olan mahzuf fiile muteallıktır. Mahzufla birlikte cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  جَم۪يعاًۚ  manevi tekiddir.

Cümle bütün müşrikleri, başkanlarını, şeytanlarını ve onlarla ilişkisi olan herkesi umumi olarak kapsamak için  جَم۪يعاًۚ  ile tekid edilmiştir. (Âşûr)

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاًۚ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  جَم۪يعاً  kelimesi  هُمْ  zamirinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ve tekid eden ıtnâb sanatıdır. 

126. ayetteki azamet zamirinden bu ayette gaib zamire iltifat vardır. 

يقول  fiilinin mekulü’l-kavli olan … يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ  cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan,  قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ  cümlesi  قَدِ ’la tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ  sözünde muzâf mahzuftur.Takdiri şöyledir: إضْلالِ الإنْسِ  (insanları saptırmak) veya  إغْوائِهِمْ  (baştan çıkarmak)’tır. (Âşûr)

Kelam, cinleri azarlamak ve inkâr içindir. Yani insanların çokluğu size itaat eder. Cinler şeytanları da kapsar. (Âşûr)

Bu kelamda onlara tabi olan, itaat eden ve onları memnun etmekte aşırıya giden insanların azarlanmasına bir işaret vardır. (Âşûr)

مَعْشَرَ - يَحْشُرُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 الْجِنِّ - الْاِنْسِۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يَحْشُرُهُمْ - جَم۪يعاًۚ - مَعْشَرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّـنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ

 

وَ  atıftır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Nida harfinin hazfi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nidanın cevabı, haber cümlesi formunda gelmiş olmasına rağmen anlam itibariyle dua manasındadır. Vaz edildiği anlamın dışında anlam ifade ettiği için bu haber cümlesi, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

مِنَ الْاِنْسِ  (insanlardan) sözü  اَوْلِيَٓاؤُ۬  (dostlar) sözünü açıklar. (Âşûr)

رَبَّـنَا  izafeti, münadanın Allah’ın rububiyet sıfatına sığınmak istemesinin işaretidir.

Aynı üsluptaki  وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَا  cümlesi  وَ ’la makabline tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.  اَجَلَنَا’nın  sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي’nin sılası اَجَّلْتَ لَنَا, müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

اَجَلَنَا - اَجَّلْتَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah Teâlâ onların,  وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّـذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَا  [ve bizim için takdir ettiğin vadeye, (ecele) erdik] dediklerini nakletmiştir. Buna göre mana, “Bu faydalanma işi, belli bir zamana ve muayyen bir vakte kadar oldu. Sonra da fayda vermeyen bir pişmanlık, tahassür ve nedamet dönemi gelir.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)


 قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ

 

Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli 

sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal olan خَالِد۪ينَ, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

قَالَ  sözünün mazi sıygasıyla gelmesi önce geçen  نَحْشُرُهُمْ  sözü karînesiyle söyleme fiilinin gelecekte vuku bulacağına tenbih içindir. (Âşûr)

مَثْوٰي  kelimesi  ثْوٰي’dan ism-i mekândır. İkame edilecek, içinden çıkılmayacak yer demektir. Devamlılık ifade eder. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ  [Bunun üzerine o ateş, karargâhınızdır] buyurmuştur.  مَثْوٰي  kelimesi, durulacak, karar kılınacak ve varılacak yer demektir. Fakat dünyada insanın, bir makamı ve karar kılacağı bir yeri bulunup bilahare ölmesi ile o yerinden kurtulma ihtimali vardır. İşte Allah Teâlâ bu (ahirette) meskenin ebedî ve devamlı olduğunu beyan buyurarak bu zannı izale etmiştir. Bu da Hakk Teâlâ’nın  خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا [Ebedî kalıcı olacağınız.] buyruğudur. (Fahreddin er-Râzî)

النّارُ مَثْواكُمْ  sözündeki muhatap zamiri insanlara yöneliktir. Çünkü ayetten maksat, onlardır. (Âşûr)

اِلَّا  مَنْ  شَٓاءَ اللّٰهُ  buyurulmayıp da اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُ  buyurulmasından anlaşılır ki cehennemde ebedi kalmaktan bu istisna bazı şahıslara değil bazı zamanlara aittir. Allah’ın dilediği bazı zamanlar kâfirler ateşten çıkarılıp soğuğa, çok soğuğa atılacak, sonra yine ateşe döndürülecektir. (Elmalılı)

Zeccâc der ki: İstisna kıyamet gününe racidir. Yani onlar, Allah’ın dilediği, kabirlerinden haşredilmeleri ve hesaplarının görüleceği süre miktarı müstesna olmak üzere cehennemde ebedî kalacaklardır. Buna göre istisna-i munkatıdır. Şöyle de denilmektedir: İstisna, cehennemden yapılmıştır. Yani kimi zamanlarda Allah’ın sizleri cehennem ateşinden başkasıyla azaplandırmayı dilediği vakitler müstesnadır.

İbni Abbas da şöyle demektedir: İstisna iman ehlindendir. Buna göre cansızlar için kullanılan ism-i mevsûl edatı olan “مَا - Şey”, canlılar için kullanılan “مَنْ - Kimse” anlamına kullanılmıştır.

Yine İbni Abbas’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu ayet-i kerime bütün kâfirler hakkında (cennet veya cehennemlik olacakları hususunda) durmayı (hüküm vermemeyi) gerektirmektedir. Yani bu ayet-i kerimeye göre henüz ölmemiş kâfirler hakkında karar vermemeyi gerektirir. Çünkü Müslüman olabilirler. (Kurtubî)  

Ayetteki istisna, onlarla alay ve onları manen yıkmak içindir. (Ebüssuûd) 

“Allah’ın dilemesi müstesna…” buyruğu ile ilgili olarak şu izah yapılmıştır:

Bundan maksat, mahlûkatın hesaba çekildiği vakitleri istisna etmektir. Çünkü o zaman insanlar henüz ebedi olarak cehenneme girmemişlerdir.

Zeccâc, bu görüş evladır demiştir. Çünkü istisna kıyametle ilgilidir. Zira ayetteki, “O gün (Allah), onların hepsini toplayacaktır.” buyruğu kıyamet günü hakkındadır. Daha sonra Cenab-ı Hakk, “Kabirlerinden diriltilip hesaba çekilmeleri için Allah’ın dilemiş olduğu süre müstesna onlar diriltildiklerinden beri orada ebedidirler.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  شَٓاءَ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

[Hepinizin yeri, temelli kalacağınız ateştir! Allah’ın dilediği hariç.] Yani ateş azabının içinde ebediyen kalacaklardır. Allah’ın dilediği hariç   اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُ  ifadesi, Allah’ın dilediği vakitler hariç demektir. (Keşşâf)


اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ

 

 

Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin Rab ismiyle gelmesi Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma  kastına matuftur.

رَبَّكَ izafetinde bismine muzâfun ileyh olan Hz. Peygambere ait كَ zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı, 

Rabb’in  حَك۪يمٌ  ve  عَل۪يمٌ  şeklinde haberlerinin tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu  sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etraf sanatıdır.

حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Her ikisi de feîl vezninde mübalağa sıygasındadır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr Fi’t Tefsîr)

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Bu cümle itiraz için tezyîl ve azapta ebediyete hak kazanmayı şirk edinme şartına ve bundan kurtuluşu iman şartına bağlama iradesinden kastedilen için tekiddir. (Âşûr)

Allah  اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ  “Şüphesiz ki senin Rabbin, verdiği sevap, ceza ve diğer karşılık verme hususlarında Hakîm ve Alîm’dir.” buyurmuştur. Allah sanki o kâfirlere, “Onların buna müstehak olduklarını bildiğim için onlara ebedi azap ile hükmettim.” demek istemiştir. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)

خَالِد۪ينَ - وَبَلَغْنَٓا  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.

رَبَّ - اللّٰهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَالَ -  رَبَّ - بَعْضُ - الْاِنْسِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.