وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | جَعَلَكُمْ | sizi yapan |
|
4 | خَلَائِفَ | halifeleri |
|
5 | الْأَرْضِ | yeryüzünün |
|
6 | وَرَفَعَ | ve üstün kılan |
|
7 | بَعْضَكُمْ | kiminizi |
|
8 | فَوْقَ | üzerine |
|
9 | بَعْضٍ | kiminiz |
|
10 | دَرَجَاتٍ | derecelerle |
|
11 | لِيَبْلُوَكُمْ | sizi denemek için |
|
12 | فِي |
|
|
13 | مَا | şeylerde |
|
14 | اتَاكُمْ | size verdiği |
|
15 | إِنَّ | doğrusu |
|
16 | رَبَّكَ | Rabbin |
|
17 | سَرِيعُ | çabuk olandır |
|
18 | الْعِقَابِ | cezası |
|
19 | وَإِنَّهُ | ve O |
|
20 | لَغَفُورٌ | bağışlayandır |
|
21 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
Millet-i İbrâhîm” ifadesi, başta tevhid inancı olmak üzere bütün peygamberlerin benimseyip tebliğ ettikleri ilâhî ve değişmez ilkeleri, mesajları kapsar ve genellikle Hz. Muhammed’in yeni bir din uydurmadığı, aksine bütün hak dinlerde var olduğu halde unutulmuş veya tahrif edilmiş bulunan evrensel ilkeleri benimseyip tebliğ ettiği ve bu bakımdan geçmiş peygamberlerin bir devamı olduğu fikrini vurgular. Nüsük kelimesi hem genel olarak “tapınma” hem de özellikle “kurban” anlamına gelir. Burada müfessirlerce her iki mâna da verilmiştir. Halîfe ise “birinin ardından gelen, onun yerini alan” demektir (halîfe teriminin anlamları konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Bakara 2/30).
Sûrenin başından itibaren Allah’ın varlığı, birliği, ilim, irade ve kudretinin genişliği ve her yönden mükemmelliği ile İslâm’ın hak din, Hz. Muhammed’in de hak peygamber olduğu; ayrıca İslâm’a aykırı bütün yolların bâtıl olduğu ve bunların insanlara dünyaları için de âhiretleri için de asla hayır getirmeyeceği hususunda, peşin yargılı olmayanlar için en doyurucu ve en ikna edici açıklamalar yapıldıktan, deliller verildikten sonra, bu son âyetlerde de sonuç mahiyetindeki ifadeler yer almaktadır. Bu ifadelerde Hz. Peygamber’e hitaben, insanlar ister inansınlar ister inanmasınlar, kendisinin Allah’ın lutfettiği hidayet sayesinde, belli başlı ilkelerine bu sûrede de yer verilen dosdoğru yolda bulunduğunu, itikadî ve amelî hükümleriyle gerçek, düzgün ve sapasağlam bir dine bağlandığını; bunun, hem Araplar’ın hem de yahudiler ve hıristiyanların sözde inandıkları İbrâhim’in, bâtıl inanç ve uygulamalardan münezzeh olan tevhid dini olduğunu; müşriklerin putlara tapmalarına karşılık kendisinin namazıyla, niyazıyla, kurbanıyla ölümüne kadar bütün varlığıyla hayatını Allah’a adadığını ve bu inançları taşıyan ilk müslüman olduğunu, bu sebeple de Allah’tan başka birini asla tanrı tanımayacağını tam bir inanç ve güvenle açıklaması emrolunmaktadır. Kuşkusuz bu, esas itibariyle bütün müslümanlara yönelik bir buyruktur. Herkes kendi ettiklerinin karşılığını görecek, kimse kimsenin vebalini yüklenmeyecektir. Hz. Peygamber tebliğini yapmış, görevini eksiksiz yerine getirmiştir; bu sebeple inkâr ve kötülüklerde direnenler sonunda Allah’ın huzuruna varacak ve müslümanlarla tartışmaya kalkışıp inkâr ettikleri gerçeği o zaman Allah kendilerine apaçık bildirecektir.
Son âyette Allah, gerek bütün insanlara gerekse insanların bir kısmına bahşettiği üstünlüğü ve seçkin nimetleri hatırlatmaktadır. Buna göre yeryüzünde birçok canlının nesli kesildiği halde yüce Allah, peş peşe yarattığı nesillerle insanları birbirine halef kılmış; dünyayı insanla şenlendirmiş, onları yeryüzünün seçkin varlıkları yapmıştır; ayrıca kimi insanlara, diğerlerine nisbetle dünyevî bakımdan üstün dereceler de vermiştir. Ama bunların hepsi bir imtihan içindir; hepsinin hesabı, sorumluluğu vardır.
Bu son âyetle dolaylı olarak, nesilleri birbiri peşine getirerek insan soyunu kıyamete kadar devam ettiren Allah’ın onları âhiret hayatı için yeniden yaratmaya ve hesaba çekmeye de kadir olduğu hatırlatılmakta ve nihayet Allah’ın cezalandırmasının çok çabuk olduğu uyarısıyla inkârda ısrar edenler bir defa daha uyarılırken, O’nun bağışlayıcı ve esirgeyici olduğu müjdesiyle de müminler sevindirilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 496-497
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
جَعَلَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
خَلَٓائِفَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْاَرْضِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi üç şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,
2. Bir halden başka bir hale geçmek,
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. رَفَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بَعۡضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَوْقَ mekân zarfı, رَفَعَ fiiline müteallıktır. بَعْضٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. دَرَجَاتٍ kelimesi فَوْقَ mekân zarfından bedel olup kesra ile mansubtur. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِ harfi, يَبْلُوَكُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte رَفَعَ fiiline müteallıktır. يَبْلُوَكُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, ف۪ي harf-i ceriyle birlikte يَبْلُوَكُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰتٰيكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰتٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَر۪يعُ kelimesi إِنَّ ’nin haberidir. الْعِقَابِۘ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ise اِنَّ ’nin ikinci haberidir. Lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ isimleri, mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ
وَ istînâfiyye veya atıftır. Ayetin ilk cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi herkes tarafından biliniyor olmasının yanında sonradan gelen habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca müsnedin tarifi kasr ifade etmiştir.
Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani yeryüzünde halife kılmak, derecelendirmek vasıfları Allah Teâlâ’dan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ cümlesi, mevsûlün sılasıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki …وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ cümlesi sılaya وَ ’la atfedilmiştir.
لِيَبْلُوَكُمْ cümlesine dahil olan لِ, cümleyi gizli أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde رَفَعَ fiiline müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl لِيَبْلُوَكُمْ ,مَٓا ‘a müteallıktır. Sılası اٰتٰيكُمْ, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ ifadesi fazilet, zenginlik ve güç manasında kinayedir.
Cümlede, yeryüzünde halife (vekili) yapmak, verdiği şeylerde imtihana çekmek, kimini derecelerle kiminin üstüne çıkarmak vasıflarının sıralanması taksim sanatıdır.
بَعْضٍ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ buyruğu hakkında şu izahlar yapılmıştır:
a. Allah, onları yeryüzünün halifeleri yapmıştır. Zira Hz. Muhammed (s.a.), peygamberlerin sonuncusudur. O halde O’nun ümmeti, diğer ümmetlerin halefidir.
b. Allah onları, birbirine halef yapmıştır.
c. Onlar, Allah’ın yeryüzünde oraya sahip olan ve orada tasarrufta bulunan halifeleridir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ
Ayetin bu cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma kastına matuftur.
رَبَّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan, Hz. Peygambere ait كَ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
اِنَّ ’nin haberi az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir..
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ ibaresinde, sıfat mevsufuna muzâf olarak gelmiştir. Bu ifadede vurgu vardır.
Burada hitabın yalnız Resulullah’a (s.a.) tevcihi, Rabb kelimesinin, Resulullah’ın (s.a.) yerini tutan zamire izafesi, Allah Teâlâ’nın, Resulullah hakkında ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ayetin son cümlesi makabline وَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaid gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî’ İlmi)
En’am Suresi burada bitti. Şimdi bu ayetin içine aldığı halife kılma ve imtihanın, geçmişten beri oluş şeklini canlandırıp açıklayacak olan A’raf Suresi’ni okuyalım. (Elmalılı Hamdi Yazır)