قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباًّ وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَغَيْرَ | başka mı? |
|
3 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
4 | أَبْغِي | arayayım |
|
5 | رَبًّا | Rab |
|
6 | وَهُوَ | (halbuki) O |
|
7 | رَبُّ | Rabbi iken |
|
8 | كُلِّ | her |
|
9 | شَيْءٍ | şeyin |
|
10 | وَلَا |
|
|
11 | تَكْسِبُ | kazanmaz |
|
12 | كُلُّ | hiç |
|
13 | نَفْسٍ | kimse |
|
14 | إِلَّا | başkasını |
|
15 | عَلَيْهَا | kendisine ait olandan |
|
16 | وَلَا | ve |
|
17 | تَزِرُ | taşımaz |
|
18 | وَازِرَةٌ | taşıyan (hiç kimse) |
|
19 | وِزْرَ | yükünü |
|
20 | أُخْرَىٰ | bir başkasının |
|
21 | ثُمَّ | sonra |
|
22 | إِلَىٰ |
|
|
23 | رَبِّكُمْ | Rabbinizedir |
|
24 | مَرْجِعُكُمْ | dönüşünüz |
|
25 | فَيُنَبِّئُكُمْ | size haber verecektir |
|
26 | بِمَا | şeyleri |
|
27 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
28 | فِيهِ | onda |
|
29 | تَخْتَلِفُونَ | ayrılığa düşüyor |
|
Millet-i İbrâhîm” ifadesi, başta tevhid inancı olmak üzere bütün peygamberlerin benimseyip tebliğ ettikleri ilâhî ve değişmez ilkeleri, mesajları kapsar ve genellikle Hz. Muhammed’in yeni bir din uydurmadığı, aksine bütün hak dinlerde var olduğu halde unutulmuş veya tahrif edilmiş bulunan evrensel ilkeleri benimseyip tebliğ ettiği ve bu bakımdan geçmiş peygamberlerin bir devamı olduğu fikrini vurgular. Nüsük kelimesi hem genel olarak “tapınma” hem de özellikle “kurban” anlamına gelir. Burada müfessirlerce her iki mâna da verilmiştir. Halîfe ise “birinin ardından gelen, onun yerini alan” demektir (halîfe teriminin anlamları konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Bakara 2/30).
Sûrenin başından itibaren Allah’ın varlığı, birliği, ilim, irade ve kudretinin genişliği ve her yönden mükemmelliği ile İslâm’ın hak din, Hz. Muhammed’in de hak peygamber olduğu; ayrıca İslâm’a aykırı bütün yolların bâtıl olduğu ve bunların insanlara dünyaları için de âhiretleri için de asla hayır getirmeyeceği hususunda, peşin yargılı olmayanlar için en doyurucu ve en ikna edici açıklamalar yapıldıktan, deliller verildikten sonra, bu son âyetlerde de sonuç mahiyetindeki ifadeler yer almaktadır. Bu ifadelerde Hz. Peygamber’e hitaben, insanlar ister inansınlar ister inanmasınlar, kendisinin Allah’ın lutfettiği hidayet sayesinde, belli başlı ilkelerine bu sûrede de yer verilen dosdoğru yolda bulunduğunu, itikadî ve amelî hükümleriyle gerçek, düzgün ve sapasağlam bir dine bağlandığını; bunun, hem Araplar’ın hem de yahudiler ve hıristiyanların sözde inandıkları İbrâhim’in, bâtıl inanç ve uygulamalardan münezzeh olan tevhid dini olduğunu; müşriklerin putlara tapmalarına karşılık kendisinin namazıyla, niyazıyla, kurbanıyla ölümüne kadar bütün varlığıyla hayatını Allah’a adadığını ve bu inançları taşıyan ilk müslüman olduğunu, bu sebeple de Allah’tan başka birini asla tanrı tanımayacağını tam bir inanç ve güvenle açıklaması emrolunmaktadır. Kuşkusuz bu, esas itibariyle bütün müslümanlara yönelik bir buyruktur. Herkes kendi ettiklerinin karşılığını görecek, kimse kimsenin vebalini yüklenmeyecektir. Hz. Peygamber tebliğini yapmış, görevini eksiksiz yerine getirmiştir; bu sebeple inkâr ve kötülüklerde direnenler sonunda Allah’ın huzuruna varacak ve müslümanlarla tartışmaya kalkışıp inkâr ettikleri gerçeği o zaman Allah kendilerine apaçık bildirecektir.
Son âyette Allah, gerek bütün insanlara gerekse insanların bir kısmına bahşettiği üstünlüğü ve seçkin nimetleri hatırlatmaktadır. Buna göre yeryüzünde birçok canlının nesli kesildiği halde yüce Allah, peş peşe yarattığı nesillerle insanları birbirine halef kılmış; dünyayı insanla şenlendirmiş, onları yeryüzünün seçkin varlıkları yapmıştır; ayrıca kimi insanlara, diğerlerine nisbetle dünyevî bakımdan üstün dereceler de vermiştir. Ama bunların hepsi bir imtihan içindir; hepsinin hesabı, sorumluluğu vardır.
Bu son âyetle dolaylı olarak, nesilleri birbiri peşine getirerek insan soyunu kıyamete kadar devam ettiren Allah’ın onları âhiret hayatı için yeniden yaratmaya ve hesaba çekmeye de kadir olduğu hatırlatılmakta ve nihayet Allah’ın cezalandırmasının çok çabuk olduğu uyarısıyla inkârda ısrar edenler bir defa daha uyarılırken, O’nun bağışlayıcı ve esirgeyici olduğu müjdesiyle de müminler sevindirilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 496-497
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباًّ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir. Mekulü’l-kavli, اَغَيْرَ اللّٰهِ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Hemze istifham harfidir. غَيْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda istisna harfidir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın üç unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh;
a. Ya birden fazla olmalı,
b. Ya umumi manalı bir kelime olmalı, (Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.)
c. Ya da kısımları bulunan müfret bir lafız olmalı. (Kısımları bulunan müfret: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları üçe ayrılır:
1. Muttasıl istisna,
2. Munkatı’ istisna,
3. Müferrağ istisna.
غَيْرَ nahiv alimlerinin çoğunluğuna göre اِلَّا gibi istisna olarak kullanılmaktadır. Ancak غَيْرَ ’nın اِلَّا ’dan farkı, cümledeki konumuna göre îrab almasıdır. Burada mef’ûlun bih olduğu için mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَبْغ۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdir انا ’dir.
رَباًّ kelimesi temyiz olup fetha ile mansubtur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz, harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubtur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye, “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren كَمْ) ile kurulan cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. رَبُّ haber olup lafzen merfûdur. كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَكْسِبُ merfû muzari fiildir.
كُلُّ fail olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. عَلَيْهَا car mecruru mahzuf mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, لا تكسب كل نفس ذنبا إلا مردودا عليها بالمضمرة والعقاب (Herkesin kazandığı günaha ceza verilir.) şeklindedir.
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَزِرُ merfû muzari fiildir.
وَازِرَةٌ fail olup lafzen merfûdur. وِزْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اُخْرٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Mevsuf hazfedilmiştir. Takdiri, وزر نفس أخرى (Başkasının günahı) şeklindedir.
وَازِرَةٌ kelimesi sülâsî mücerred olan وزر fiilinin ism-i failidir.
ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
اِلٰى رَبِّكُمْ car mecruru car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مَرْجِعُكُمْ muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. يُنَبِّئُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte يُنَبِّئُكُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَخْتَلِفُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur.
يُنَبِّئُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تَخْتَلِفُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباًّ وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ
Cümle fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباًّ ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle asıl olarak soru manası taşımamaktadır. Kınama, taaccüp ve tenkit ifade eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bu mananın olumsuzluk harfi yerine istifham harfi ile ifade edilmesinde, dinleyen kişinin vicdanına dönmesini ve düşünmesini sağlama kastı vardır. Çünkü insan kendi kendine yalan söylemez.
Bu ayetteki inkârî istifham “Allah dışında Rabb edinilebilecek şey var mıdır? Akıllı bir kişi böyle yapar mı? Bundan daha büyük bir körlük ve cahillik olabilir mi? anlamlarındadır. Eğer ayet قُلْ اَتَّخِذُ اَغَيْرَ اللّٰهِ رَباًّ şeklinde gelseydi inkâr sadece fiilin gerçekleşmesine yönelik olurdu ve bu manaları ifade etmezdi. Hemze; inkâri istifham içindir ve ondan sonra gelen kelime de inkâr mahallindedir yani inkâr edilen şeydir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Zemde mübalağa, mantık yollu kelam olduğu söylenebilir.
غَيْرَ اللّٰهِ ibaresi inkâr makamında olduğu için takdim edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meani İlmi)
غَيْرَ istisna harfidir. Mana: ‘’Allah’ın dışında’’ şeklindedir.
غَيْرَ اللّٰهِ izafeti غَيْرَ’nın tahkiri içindir
Mef’ûl olan رَباًّ ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.
Hal وَ ’ıyla gelen هُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ cümlesi, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle isim cümlesi formunda gelmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ
Cümle mekulü’l-kavle وَ ’la atfedilmiştir veya istînâfiyyedir.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelamdır. Nefy harfi لَا ve istisnâ harfi اِلَّٓا ile oluşan kasrla tekid edilmiştir. Kasr, faille car-mecrur arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
[Herkes ne kazanırsa tamamen kendi aleyhine kazanmış olur] ifadesi de müşriklerin, اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْۜ [Siz bizim yolumuza uyun, biz sizin günahlarınızı yükleniriz.] (Ankebut Suresi, 12) sözlerine cevaptır. (Keşşâf)
Bu cümledeki عَلى harfi mef’ûlün mahzuf olduğuna delalet eder ki bu mef'ûl شَرًّا ,إثْمًا vb. şekilde takdir edilir. Çünkü muhatapların kazandığı tek şey budur. (Âşûr)
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ
Makabline matuf cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûlu mutlakla cümle tekid edilmiştir.
لَا تَزِرُ - وِزْرَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
تَزِرُ- وَازِرَةٌ - وِزْرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
“Kimse başkasının herhangi bir günahını taşımaz.” ibaresinde istiare vardır. Burada gerçek anlamda sırtlarda taşınan yükler yoktur. Sadece kötülük ve günahların ağırlığı vardır. (Şerîf er-Radî)
Bu kelam da kâfirlerin anılan sözlerinin, ikinci manaya göre reddidir. Yani kıyamet günü hiçbir taşıyıcı nefis, başka bir nefsin yükünü taşımaz. (Ebüssuûd)
ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ
Cümle, terahi ifade eden ثُمَّ harfi ile لَا تَزِرُ ’ya atfedilmiştir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
اِلٰى رَبِّكُمْ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَرْجِعُكُمْ muahhar mübtedadır. Bu takdim kasr ifade eder. Müsnedün ileyh yani geri dönüş sadece müsnede tahsis edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
رَبِّ - كُلُّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
Ayetin son cümlesi makabline فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. كاَن ’nin haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Car mecrur ف۪يهِ önemine binaen amili olan تَخْتَلِفُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu, takdim-tehir sanatıdır.
Cümledeki “İhtilaf etmekte olduğunuz şeyleri haber verecektir.” sözleri tehdit manası taşımaktadır. İbarede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. (Âşûr)
Mükâfat vaadi ile ceza vaidinin tekidi ve ağırlaştırılması için burada hitap şekli değiştirilip insanların hepsine tevcih edilmiştir. (Ebüssuûd)