وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
Hayır ve şerrin Allah’tan olduğu şeklindeki Ehl-i sünnet itikadını destekleyen bu âyetlere göre hastalık, yoksulluk gibi insanlara elem veren ve istenmeyen durumlar da sağlık ve zenginlik gibi arzu edilen durumlar da Allah’ın kudret elinde olup Allah bir kimseye bunlardan birini veya ötekini takdir ederse bunu önleyecek, takdire karşı koyabilecek hiçbir güç yoktur. Allah’tan gelebilecek zararı da faydayı da ancak dilerse yine kendisi önler. İnsanlar ne dilerse dilesin, sonunda yine O’nun dilediği olur. O’nun her şeye gücü yeter ve O kulları üzerinde tam bir hâkimiyete, karşı konulamaz bir kudrete sahiptir. Ayrıca O, tam bir hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olduğu için kimlerin fayda veya zarara müstahak olduğunu bilir; herkesin her halinden haberi olur ve hakîm olmasının bir sonucu olarak herkese, haline münasip ne ise onu verir, dolayısıyla hiç kimseye haksızlık etmez.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 384-385
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
الْقَاهِرُ haber olup lafzen merfûdur. فَوْقَ mekân zarfı, الْقَاهِرُ ’ye müteallıktır. عِبَادِهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْقَاهِرُ kelimesi ism-i faildir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَكِيمُ haber olup lafzen merfûdur. الْخَبِيرُ kelimesi mübtedanın ikinci haberidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْحَكِيمُ - الْخَبِيرُ kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formundaki cümle faide-i haber talebî kelamdır.
الْقَاهِرُ mübtedanın haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karînesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
قَاهِرُ ; hem galip gelme hem de boyun eğdirmek demektir.
فَوْقَ zarfı القاهِرُ kelimesine müteallıktır. Burada müstear olarak gelmiştir. Kahredenin hali; mağlubu yukarıdan alıp da çare bulamayan ve hareket edemeyen zalime benzetilmiştir. Eşsiz bir temsildir. Araf/127 de وإنّا فَوْقَهم قاهِرُونَ şeklindeki Firavun’un sözü de bunun gibidir. (Âşûr)
"الْقَاهِرُ " lafzı kudret ve kuvvetin tam ve mükemmel olduğunu, örtülü bir şekilde ifade etmektedir. Bu lafızdan sonra gelen lafız da Allah'ın عِبَادِهِ (kullarının) lafzıdır. İşte bu lafız da başkasının mülkü olmayı ve kudreti altında bulunmayı örtülü bir şekilde ifade eder. Binaenaleyh, ayette bahsedilen "üstünde bulunma" ifadesini, cihet bakımından olan, üstünde bulunmaya değil de kudret bakımından üstünde bulunma manasına hamletmek gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
فَوْقَ عِبَادِهِ "kullarının üstünde.." lafzı, bu kahr ve kuvvetin herkes hakkında umum ifade ettiğine delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
Kemâl sıfatları, kudret ve ilme tahsis edilmiştir. Kemâl ifade eden sıfatların hakikatinin kudret ve ilim sıfatları olduğu sabittir. Buna göre, ayetteki, "O, Kulların üstünde kahirdir" ifadesi, Allah'ın kudretinin kemâline; "...ve O, Hakîmdir, Habîrdir" ifadesi de, Allah'ın ilminin kemâline işarettir. هُوَ الْقَاهِرُ ifadesi "hasr" ifade eder ve manası da şu şekildedir: "Kudretin ve ilmin kemâliyle mevsuf olan, ancak Hak Subhanehu ve Teâlâ'dır." Buna göre, O'ndan başka kâmil varlık yoktur ve O'nun dışındaki her şey eksiktir. (Fahreddin er-Râzî)
Akıllı olarak yaratılanlara العِبادُ denir. Dolayısıyla hayvanlar için عِبادُ اللَّهِ denmez. Aslında العِبادُ kelimesi عَبْدٍ kelimesinin çoğuludur ve kullanım mahlukata mahsustur. العَبِيدَ kelimesi ise yine عَبْدٍ kelimesinin çoğuludur ama memluk(sahip olunan, köle) manasına tahsis edilmiştir. (Âşûr)
وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
Cümle makabline وَ ’la atfedilmiştir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karînesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.
الْحَكِيمُ , الْخَبِيرُ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.
Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır ve aralarında muvazene sanatı vardır.
Bu iki sıfat, medih içindir.
Müsnedin marife olmasıyla tekid edilen cümle faide-i haber inkarî kelamdır.
وَهُوَ ‘lerde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
'’Ben kahirim'’ buyurmayıp zatından َهو ile bahsetmesi tecrîddir.
الخَبِيرُ kelimesi bilmek manasındaki müteaddi olan خَبَرَ fiilinden mübalağalı ism-i faildir. Bildiği ve denediği zaman, bu konuyu bildi manasında خَبَرَ الأمْرَ denir. Ona الخَبَرِ kelimesinden müştak denmesi, bir şey biliniyorsa ondan bahsetmek mümkün olduğu içindir. (Âşûr)