En'âm Sûresi 61. Ayet

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ  ...

O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ ve O
2 الْقَاهِرُ tek hakimdir ق ه ر
3 فَوْقَ üstünde ف و ق
4 عِبَادِهِ kulların ع ب د
5 وَيُرْسِلُ ve gönderir ر س ل
6 عَلَيْكُمْ size
7 حَفَظَةً koruyucu(melek)ler ح ف ظ
8 حَتَّىٰ nihayet
9 إِذَا zaman
10 جَاءَ geldiği ج ي ا
11 أَحَدَكُمُ birinize ا ح د
12 الْمَوْتُ ölüm م و ت
13 تَوَفَّتْهُ onun canını alırlar و ف ي
14 رُسُلُنَا elçilerimiz ر س ل
15 وَهُمْ onlar
16 لَا
17 يُفَرِّطُونَ hiç geri kalmazlar ف ر ط
 

“Koruyucular” diye tercüme edilen hafaza kelimesi, eski tefsirlerde genellikle “Kirâmen Kâtibîn” (değerli yazıcılar) adı verilen ve insanların bütün amellerini kaydetmekle görevlendirilen melekler şeklinde yorumlanmıştır. Şevkânî, daha ihtiyatlı bir ifade ile, hafazayı “sizi koruyan melekler” şeklinde açıklamıştır. Ayrıca “Oysa sizi gözetleyen muhafızlar, değerli yazıcılar var” (İnfitâr 82/10) meâlindeki âyeti de zikrederek, bunların insanları “âfetlerden koruyan” ve “amelleri tesbit eden kimseler” (melekler) olduklarını belirtir (Şevkânî, II, 144). Bazı yeni tefsirlerde hafaza kelimesinin yukarıdaki anlamı yanında, canlıların bedenî ve ruhî varlığını koruyan çeşitli psikolojik güçler, yetenekler ve organlar olabileceği yönünde görüşler de yer alır (bk. Elmalılı, II, 1951; Ateş, III, 160).

 Şüphesiz –59. âyette açık olarak belirtildiği üzere– yüce Allah’ın ilmi, böyle yazıcı meleklerin tuttukları amel defterlerine gerek kalmayacak şekilde, insanların bütün yaptıklarını kuşatmaktadır. Bu durumda meleklerin amelleri yazmalarının hikmeti, “insanların, yapmakta oldukları işlerin anında yazıldığını ve âhirette yazıcı meleklerin şahitliğiyle amel defterlerine kaydedilmiş olan işlerinin kendilerine tek tek okunacağını düşünerek daha dikkatli davranmalarını sağlama” gibi mânalarla açıklanmıştır (Zemahşerî, II, 19). 

 Yine 61. âyette geçen “elçiler”den maksat, müfessirlerin çoğunluğuna göre, Azrâil ismiyle bilinen “ölüm meleği” ile onun yardımcıları olan başka meleklerdir. Bu melekler insanların amellerini kaydetmekte veya ömrü bitenlerin ruhunu kabzetmekte asla kusur etmezler (ayrıca bk. Bakara 2/30; Secde 32/11). Sonunda insanlar “gerçek mevlâlarına döndürüleceklerdir”. Hüküm yalnız O’na aittir ve O insanların hesabını çok çabuk görecektir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 417

 

Resul-i Ekrem Allah’a iman eden ve etmeyen kimselerin canlarının nasıl alınacağını uzun bir hadiste anlatmış, 

bir mu’min öleceği zaman , yüzleri Güneş gibi parlayan meleklerin ellerindeki Cennet kefeni ve Cennet kokularıyla onun yanına geleceğini , ölüm meleği ona;

 

 “ Ey güzel can ! Allah’ın affına ve rızasına kavuşmak üzere artık çık! deyince canının bir damla su gibi akiverecegini, meleklerin o canı Cennet kefenine sarıp güzel kokular sürdükten sonra , 62. ayette belirtildiği üzere, Allah Teale’nın huzuruna çıkarılacaklarını, Cenab-ı Hakk’ın “Kulumun amel defterini İlliyyun’a kaydedin”buyurduktan sonra onu tekrar yeryüzüne götürmelerini emredeceğini, sonrada onu alıp Cennet’e bakan , içine Cennet kokuları dolan ve ufuklar boyunca genişleyen kabrine götüreceklerini, iyilik ve ibadetlerinin de güzel yüzlü bir insan şeklinde yanına gelip kıyamete kadar ona arkadaşlık edeceğini söylemiş; 

Buna karşılık Allah’ı inkar eden kimsenin canını çirkin yüzlü meleklerin “ Ey pis can! Allah’ın öfke ve gazabına uğramak üzere çık!” diyerek azapla alacaklarını, ruhunun göklere çıkamayacağını , Cenab-ı Hakk’ın onun amel defterinin ise Siccin’e kaydedilmesini emredeceğini ve kabrinde ona kıyamete kadar azap edileceğini haber vermiştir. 

(Ahmed b. Hanbel ,Müsned ,IV ,287-288;İbni Mâce ,Zühd  31;ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned ,II ,364-365;Nesai ,Cenaiz 9).

 

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْقَاهِرُ  haber olup lafzen merfûdur.

فَوْقَ  mekân zarfı,  الْقَاهِرُ ’nun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri,  مستعليا (üstün gelecek) şeklindedir.  عِبَادِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  يُرْسِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  يُرْسِلُ  fiiline müteallıktır.  حَفَظَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

الْقَاهِرُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  قهر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)



 حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ

 

 حَتّٰٓى  ibtida harfidir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

  • Harf-i cer olarak, 
  • Başlangıç edatı olarak,
  • Atıf edatı olarak.

Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  

جَٓاءَ اَحَدَكُمُ  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَحَدَكُمُ  kelimesi  جَٓاءَ  fiilinin mukaddem mef'ûludur. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ٱلۡمَوۡتُ  muahhar faildir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri,  دواعي الموت (Ölüm emareleri) şeklindedir.

Şartın cevabı  تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا ’dir.  تَوَفَّتْهُ  mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  رُسُلُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا يُفَرِّطُونَ  haber olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُفَرِّطُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَوَفَّتْهُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  وفي ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

يُفَرِّطُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  فرط ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
 

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ 

 

Ayet önceki ayetteki …وَهُوَ الَّذ۪ي  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedin tarifi kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani kullarının üzerinde kahir olma vasfı Allah Teâlâ’dan başkasında bulunmaz.

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsuftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsufta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

عِبَادِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  عِبَادِ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

الْقَاهِرُ ‘ya matuf olan وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةً  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl olan حَفَظَةً’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder.

عَلَيْكم’deki  عَلَيْ  mecazi istila manasındadır. Kuvvet ve zorlama demektir. (Âşur)

“Kahr” sıfatını ifade eden “fevkiyet (üstünlük)” ise cihet bakımından değil, kudret bakımından olan üstünlüktür. Zira mekân bakımından yüksek olan şeyin bazan makhûr (yönetilen, hükmedilen) olduğu malum bir keyfiyettir. (Fahreddin er-Razi)

حَفَظَةً  ile Kiramen Kâtibin’in kastedildiği söylenmiştir.

حَفَظَةً  kelimesi (süper çoğul) diyebileceğimiz çokluk çoğuludur.

قهر  kelimesinin izahı: Şüphesiz bu beden, dört asıl mizaçtan (hararet,bürudet, nütubet ve yübuset) meydana gelmiştir. Halbuki bunlar birbirine zıt, birbirini sevmeyen ve tabiatları itibariyle birbirinden uzak şeylerdir. Binaenaleyh bunların bir araya gelmeleri, mutlaka bunları buna zorlayan bir zorlayıcının zorlaması ile olmuştur. Bu zorlayıcının, bizzat insanın kendisi olduğunu söyleyenler hatadadır. Bunu, İbn Sina “el-İşarat” adlı eserinde zikretmiştir. Bu hatadır, çünkü ruhun bedenle ilgisi, ancak bu karışımın ve birleşimin hasıl olmasından sonra olmuştur. Bu elementleri bir araya gelmeye zorlayan, bu birleşmeden önce mevcuttur. Bu birleşmeden önce bulunan ise birleşmeden sonra ortaya çıkan şeyden başkadır. Binaenaleyh bu dört asıl elementi bir araya gelmeye zorlayanın ancak Allah Teâlâ olduğu sabit olur. Nitekim O, [O, kullarının üzerine kahru galebe sahibidir.] buyurmuştur.

Hem beden kesif, süflî, zulmânî (karanlık) ve kokuşabilen bir varlıktır. Ruh ise latif, ulvî, nuranî, aydın, bakî ve temiz bir varlıktır. Binaenaleyh bu ikisi arasında da alabildiğine bir uzaklık ve zıtlık vardır. Sonra Cenab-ı Hakk, bu ikisini zorla bir araya getirip her birini diğeri ile tamamlanan ve diğerinden faydalanan bir varlık kılmıştır. Mesela ruh, bedeni kokuşmaktan, bozulmaktan ve dağılıp parçalanmaktan korur. Beden ise ruhun ebedî saadetleri ve ilâhi bilgileri elde etme vesilesi olur. Bundan dolayı işte bu birleşme ve birbirinden faydalanma işi, ancak Hak4k Teâlâ’nın bu dört asıl tabiatı kahren bir araya getirmesiyle mümkün olmuştur.

Keza ruh bedene girdiğinde ruha iki zıt şeyi yapma ve iki zıttan birini elde edebilme gücü verilir. Fakat bazen yapma tarafının, yapmama tarafına bazen de yapmama tarafının yapma tarafına üstün gelmesi imkânsız olur. Ancak ne var ki bu üstünlük (tercih), muarızdan uzak kesin bir sebebin bulunmasıyla olur. Eğer böyle bir sebep bulunmaz ise bir şeyi yapmak veya yapmamak imkansızlaşır. Binaenaleyh kulun kalbinde Allah tarafından yaratılan bu sebep vasıtasıyla failin (kulun) bazen yapmaya bazen de yapmamaya yönelmesi, bir kahr (zorlama) yerine geçer. Böylece de Allah, kulu bu bakımdan zorlamış olur. Bu hususları iyice düşündüğünde, mümkinatın, mahlukatın, adi ve yüce şeylerin, zatların ve sıfatların hepsinin, Allah’ın kahr-u galebesi altında olduklarını, Allah’ın âmâde kılması ile musahhar olduklarını görürsün. (Fahreddin er-Razi)


 حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ

 

حَتّٰٓى  ibtida harfi olarak cümleye dahil olmuştur. Akabindeki cümle, şart üslûbunda haberî isnaddır.

Şart fiili olan  جَٓاءَ, müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şartın cevabı  تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl olan  اَحَدَكُمُ  önemine binaen faile takdim edilmiştir.

اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ [Sizden birine ölüm geldiği zaman] ifadesinde istiare vardır. Ölümün vuku bulması gelmek fiiliyle ifade edilmiştir.

وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ  cümlesi  رُسُلُنَا ’dan haldir. İsim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin takdim edildiği bu cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi kasr ifade etmiştir. Yani onlar görevlerinde asla kusur etmezler.

Müsnedin muzari fiil sıygasında faide-i haber iptidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır. 

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

جَٓاءَ - يُرْسِلُ  ve  الْمَوْتُ - تَوَفَّتْهُ  kelime grupları arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.

يُرْسِلُ - رُسُلُنَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Önceki cümledeki gaib zamirden,  رُسُلُنَا’da mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.