En'âm Sûresi 90. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟  ...

İşte, o peygamberler, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. (Ey Muhammed!) Sen de onların tuttuğu yola uy. De ki: “Bu tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’an), bütün âlemler için ancak bir uyarıdır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ İşte onlar
2 الَّذِينَ kimselerdir
3 هَدَى hidayet ettikleridir ه د ي
4 اللَّهُ Allah’ın
5 فَبِهُدَاهُمُ onların yoluna ه د ي
6 اقْتَدِهْ uy ق د و
7 قُلْ de ki ق و ل
8 لَا
9 أَسْأَلُكُمْ sizden istemiyorum س ا ل
10 عَلَيْهِ ona karşılık
11 أَجْرًا bir ücret ا ج ر
12 إِنْ değildir
13 هُوَ O
14 إِلَّا ancak
15 ذِكْرَىٰ bir öğüttür ذ ك ر
16 لِلْعَالَمِينَ alemlere ع ل م
 

Allah’ın bu kişileri hidayete erdirdiği, tarihî bir hakikati kesin olarak ortaya koymak bakımından, bir defa daha vurgulandıktan sonra Hz. Muhammed’e, son peygamber olarak onların hidayetine uyup aynı evrensel hakikati devam ettirmesi emredilmiştir. Burada Araplar’a ve Kur’an’ın muhatabı olan herkese, Hz. Muhammed’in görülmemiş duyulmamış bir din icat etmediğine, aksine, geçmiş peygamberlerin sünnetini devam ettirdiğine ilişkin dolaylı bir hatırlatma da vardır. Ayrıca Resûlullah’a, seleflerinden birini veya bir kısmını örnek almak yerine, hepsinin hidayetine uyması, meziyetlerini kendisinde toplaması emredilmiştir. Bu buyruk hangi devir, ülke, millet ve kültüre ait olursa olsun, evrensel gerçekliğin, doğruluk ve iyiliğin benimsenmesi ve yaşatılması gerektiğine işaret etmekte; Hz. Peygamber’den de bu değerlere sahip çıkmasını istemektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 437

 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ

 

İsim cümlesidir. İsaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl   الَّذ۪ينَ, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  هَدَى اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

هَدَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن صرت إلى مثل حالهم فاقتد بهواهم (Onların hali gibiysen onların hevasına uy) şeklindedir.

بِهُدٰيهُمُ  car mecruru  اقْتَدِهْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اقْتَدِهْ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. 

اقْتَدِهْ  fiilinin sonundaki he harfi vakıf içindir. Aslında yazıda olmaması gerekir, ancak vakıf işareti kabul edilerek ve resmi mushafa uyularak bu harfin yazıda da tespiti güzel kabul edilmiştir. (Ebüssuûd)

Hâ-i sekt: Kelimenin aslından olmayan, müstakil bir anlam da taşımayan, yalnız bulunduğu kelimenin son harfinin harekesini korumak için bazı kelime sonlarında görülen He ( ـه ) harflerine denir.

Kıraat imamları, Kur’an-ı Kerim’de yedi kelimenin sonlarında bulunan Hâ-i sekt’lerin;

a. Vakıf halinde sakin olarak okunması konusunda ittifak etmişlerdir. O halde bu örneklerin bulunduğu yerlerde, diğer kelime sonlarındaki sakin harfler gibi vakıf yapılmalıdır.

b. Vasıl halinde ise bu harflerin okunup okunmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Kıraat imamımız İmam Asım, bu yedi kelimenin tamamında, vakf ve vasl halinde Hâ-i sekt’leri, sakin olarak okumuştur.

Bu yedi kelime şunlardır:

  1. Bakara, 259. ayette: ( لمْ يَتسَنّهْ ),
  2. En’am, 90. ayette: ( إقْتدِهْ ),
  3. Hâkkah; 19, 25 . ayetlerde كِتابيَهْ ),
  4. Hâkkah; 20, 26. ayetlerde: ( حسابيَهْ ),
  5. Hâkkah, 28. ayette: ( ماليَهْ ),
  6. Hâkkah, 29. ayette: ( سلْطانِيَهْ ),
  7. Kâria, 10. ayette: ( ما هِيَهْ ).

قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

لَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَسْـَٔلُكُمْ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  انا ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

عَلَيْهِ  car mecruru  اَجْراً ’in mahzuf haline müteallıktır.  اَجْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

 

اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟


 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamiri  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  ذِكْرٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

لِلْعَالَم۪ينَ۟  car mecruru  ذِكْرٰى ’nın mahzuf sıfatına müteallıktır.  لِلْعَالَم۪ينَ۟  kelimesinde cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ



Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir.

İsm-i işaret ve ism-i mevsûl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem de müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. 

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ [işte onlar] işaret isminin kullanılması, onların mertebelerinin yüksekliğini bildirmek içindir. Yani o peygamberler, Allah’ın hakka ve sırat-ı müstakime hidayet ettiği kimselerdir. Bu kelamda ism-i celilin (Allah) zahir olarak zikredilmesi, hidayetin illetini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)


اُو۬لٰٓئِكَ İsm-i işaretin tekrarı işaret edilen temyizi tekid ve haberin öneminden dolayıdır. (Âşûr)

Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede bilinen kişileri belirten has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin müsned olması, o kişilere tazim ifade eder. Mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih ihtiva ederler.

Mevsûlün sılası  هَدَى اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِهُدٰيهُمُ - هَدَى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَ  şartın cevabına gelen rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri,  إن صرت إلى مثل حالهم فاقتد بهواهم  [Onların hali gibiysen onların hevasına uy] olan cümle şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Müspet mazi fiil sıygasında gelen cevap cümlesinde  بِهُدٰيهُمُ , amili olan اقْتَدِهْ ’ya, önemine binaen ve kasır manası için takdim edilmiştir. (Kur'anın Beyan Üslubu, Fadıl Salih Sâmerrâî, s. 151)

[Öyleyse sadece bunların hidayetine uy] yani uymak için sadece bunların hidayetlerini tercih et ve başkasına değil sadece bunlara uy. Zira mef‘ûlün takdim edilmiş olması böyle bir manayı ifade etmektedir. “Bunların hidayeti”nden murad, onların Allah’a inanmaları, O’nu birlemeleri ve dinin temelleri / esasları hususunda takip ettikleri yoldur, şeriatler bunun dışındadır çünkü bunlarda peygamberden peygambere farklılık söz konusudur. Dolayısıyla şeriatler neshedilmedikleri takdirde hidayettirler neshedildikleri takdirde artık hidayet olma özellikleri kalmaz. Fakat dinin temelleri / esasları böyle değildir bunlar ebedi olarak hidayettir. (Keşşâf)

اقْتَدِهْۜ  kelimesinin sonundaki هُ sekte içindir. (Yani ha sesi üzere durulsun diye) Bu harflerin hakkı, durulduğunda var olup geçildiğinde düşmesidir; ancak bu harfler Mushaf hattında var olduğu için durmanın tercih edilmesi güzel görülmüştür. Bununla birlikte, geçerek okuyup bu harflerin düşürülmesinde bir sakınca olmadığı da söylenmiştir. İbn Muhaysın bu kelimeleri hâ olmaksızın ya harfinin iskanıyla okumuştur. Bir grup kurra ise bu kelimeleri Mushaf hattına uyarak geçerken de dururken de ha’yı ispatla okumuştur. (Keşşaf, Hakka/19)

 قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ

 

Fasılla gelen cümle müstenefedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli  لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَجْراً ’deki tenvin kıllet ifade eder. “Hiçbir” manasındadır. Nefy siyakında nekre, umum ifade eder.

 

  اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟

 

Kasrla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  اِنْ  mevsuf/maksûr,  ذِكْرٰى  sıfat/maksûrun aleyhtir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)