3 Eylül 2024
En'âm Sûresi 82-90 (137. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

En'âm Sûresi 82. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟  ...


İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
3 وَلَمْ ve
4 يَلْبِسُوا bulamayanlar ل ب س
5 إِيمَانَهُمْ imanlarını ا م ن
6 بِظُلْمٍ bir haksızlıkla ظ ل م
7 أُولَٰئِكَ işte
8 لَهُمُ onlarındır
9 الْأَمْنُ güven ا م ن
10 وَهُمْ ve onlardır
11 مُهْتَدُونَ doğru yolu bulanlar da ه د ي

Ağırlıklı görüşe göre bu âyetteki ifade de Hz. İbrâhim’e aittir ve onun “İki taraftan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?” şeklindeki sorusuna yine kendisi tarafından verilen cevaptır. Sorunun soran tarafından cevaplandırılması, başka bir cevabın bulunmamasından dolayıdır. “(Allah’a) inanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar” ifadesi, söz konusu kavmin Allah’a inanmakla birlikte, Tanrı saydıkları başka şeyleri O’na ortak koştuklarını göstermektedir. Âyetteki zulümden maksat, Allah’a şirk koşmaktır. Çünkü zulmün asıl anlamı, “hak sahibinin hakkını tanımamak, vermemektir.” Ulûhiyyet ve rubûbiyyet yalnızca Allah’a ait olduğu halde, başka varlık ve nesneleri de Tanrı yerine koymak, Allah’ın mahlûkatı üzerindeki hakkını tanımamaktır. Nitekim Hz. Peygamber de “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı O’na kulluk edip hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamaktır” (Buhârî, “Tevhîd”, 1; Müslim, “Îmân”, 48-51) buyurmuştur. Sahih kaynaklarda nakledilen bir rivayete göre bu âyet geldiğinde müslümanlar, hayat boyunca zulümden uzak durmanın kendileri için mümkün olmadığını düşünerek telâşa kapılmışlar; bunun üzerine Resûlullah âyete şu şekilde açıklık getirmiştir: “Bu sizin düşündüğünüz zulüm değildir. Burada Lokmân’ın oğluna hitaben söylediği “Sevgili oğlum! Allah’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır” (Lokmân 31/13) meâlindeki âyette geçen zulüm kastedilmiştir” (Buhârî, “Enbiyâ”, 41).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 433-434

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَلْبِسُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

ا۪يمَانَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِظُلْمٍ  car mecruru  يَلْبِسُٓوا  fiiline müteallıktır.

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ  cümlesi  اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ,   mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَهُمُ الْاَمْنُ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَهُمُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْاَمْنُ  muahhar mübtedadır.

هُمْ مُهْتَدُونَ۟ cümlesi atıf harfi  وَ ’la  لَهُمُ الْاَمْنُ ’ye matuftur. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُهْتَدُونَ۟  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُهْتَدُونَ۟  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ

 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut  ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber inkarî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması onların bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında tazim ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Sılası  اٰمَنُوا  cümlesi, müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ  cümlesi sılaya matuftur.

يَلْبِسُٓوا  hakikatte  يَخْلِطُوا  karıştırmak anlamındadır. Burada benzer iki şeyin aynı vakitte yapılması konusunda mecazdır.  ولا تَلْبِسُوا الحَقَّ بِالباطِلِ  ayetindeki gibi cisimleri karıştırmaya benzetilmiştir. (Âşûr)

Faide-i haber talebî kelam olan  اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ  cümlesi, haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilen kişilere tazim ifade etmiştir. Onların derecelerinin yüksekliğini ve şeref mertebelerinin yüceliğini bildirmek içindir. Yani şirk şaibesinden tamamen uzak, halis iman vasfını taşıyanlar var ya, güven ancak onlarındır ve Hakka hidayet edilmiş olanlar da ancak onlardır başkaları ise apaçık bir dalalettedir demektir. Peygamber Efendimiz (s.a.) zulüm kelimesine “şirk” manası vermiş, yorum olarak ve buna delil olarak Lokman Suresi 13. ayeti göstermiştir. Kur’an’da bir çok yerde zulüm şirk olarak geçmiştir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi  لَهُمُ الْاَمْنُ  şeklinde isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمُ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْاَمْنُ  muahhar mübtedadır.   

الْاَمْنُ’in marifeliği cins içindir.(Âşûr)


 وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟

 

لَهُمُ الْاَمْنُ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

هُم zamiri, müsnedin müsnedün ileyhe kasrını ifade etmek için gelmiş fasıl zamiridir. İhtida, başkalarına değil sadece iman edip imanlarına zulmü karıştırmayanlara kasredilmiştir yani diğerleri hidayete eremezler. (Âşûr)

اٰمَنُوا - ا۪يمَانَهُمْ - الْاَمْنُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اٰمَنُوا  - مُهْتَدُونَ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
En'âm Sûresi 83. Ayet

وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ  ...


İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz.. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتِلْكَ işte bunlar
2 حُجَّتُنَا hüccetlerimizdir ح ج ج
3 اتَيْنَاهَا verdiğimiz ا ت ي
4 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’e
5 عَلَىٰ karşı
6 قَوْمِهِ kavmine ق و م
7 نَرْفَعُ yükseltiriz ر ف ع
8 دَرَجَاتٍ derecelerle د ر ج
9 مَنْ kimseyi
10 نَشَاءُ dilediğimiz ش ي ا
11 إِنَّ şüphesiz
12 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
13 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
14 عَلِيمٌ bilendir ع ل م

“Hüccet”ten maksat, Hz. İbrâhim’in gözlemleri ve aklî istidlâlleriyle ulaştığı kesin sonuçlarla ortaya koyduğu delillerdir. Âyetteki “alâ” edatı bu delillerin hasmı susturacak doğruluk ve sağlamlıkta olduğuna işaret eder. Bu delillerin ilâhî bir lutuf olarak gösterilmesinden sonra “Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz” buyurulması, bu tür gözlemler yapmanın sadece İbrâhim’e mahsus olmadığını, başkalarının da buna benzer metotlarla doğru sonuçlara ulaşabileceklerini; ayrıca, eşya ve olaylar üzerinde düşünerek bunlardan aklî ve ilmî bakımdan doğru sonuçlar çıkaran insanların Allah nezdindeki derece ve itibarlarını gösterir. Nitekim âyetin sonunda Allah Teâlâ kendi zatının ululuğunu da ilim ve hikmetteki kemali ile ifade buyurmuştur. 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 434

وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir.

حُجَّتُنَٓا  haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰتَيْنَاهَٓا  cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.  اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اِبْرٰه۪يمَ  ikinci mef ‘ûlun bih olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

عَلٰى قَوْمِه۪  car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri, حجّة على قومه (Kavmine hüccettir.) şeklindedir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰتَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي’dir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

 نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ

 

Fiil cümlesidir.  نَرْفَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. 

دَرَجَاتٍ  mef’ûlun fihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsmi mevsûlun sılası  نَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

نَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَك۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  عَل۪يمٌ  ise  اِنَّ ’nin  ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sübut ifade eden bu isim cümlesinde müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek  içindir.

İşaret isminde istiare vardır. Ayette Allah’ın Hz. İbrahim’e verdiği delillere işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur.

تِلْكَ [işte bunlar], Enam Suresi’nin 76, 77, 78. ayetlerinde zikredilen ve İbrahim’e verilen hüccetleri ifade eder. Diğer bir görüşe göre ise söz konusu  تِلْكَ, “Beni hidayete erdirdiği halde siz, Allah hakkında benimle tartışmaya mı giriyorsunuz?” (EnamSuresi, 80) mealindeki ayete işaret eder. (Ebüssuûd)

حُجَّتُ’in ism-i celâle izafeti delillerin sıhhatini ve şanını yüceltmek içindir. (Âşûr)

تِلْكَ ,حُجَّتُنَٓا’den bedel veya atfı beyan olarak ıtnâb sanatıdır. 

اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪  cümlesi müsneddir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hudûs, sübut ve temekkün ifade eder. 


نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نَرْفَعُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَنْ’in sılası نَشَٓاءُ, teceddüt ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

نَرْفَعُ - دَرَجَاتٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu cümlede istikbal kipinin kullanılması bu terfiin sadece İbrahim’e mahsus değil bütün seçkin hayırlılar arasında câri ilâhi bir sünnet olduğuna delalet eder. (Ebüssuûd)

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ cümlesi istînafî beyaniyye olan müste’nef bir cümledir. Çünkü  نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُ  sözü bir suali harekete geçirir. (Âşûr)

اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi, Allah’ın rububiyet sıfatını ön plana çıkarma  kastına matuftur.

رَبَّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan, Hz. İbrahim’e ait  كَ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın, rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

رَبَّ kelimesinin, azamet zamiri yerine Hz. İbrahim’e ait bir zamire izafe edilmesi (senin Rabbin, demesi), Allah’ın İbrahim’e ziyadesiyle lütuf ve inayet buyurduğunu gösterir. (Ebüssuûd)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı, 

Rabbin  حَك۪يمٌ  ve  عَل۪يمٌ  şeklindeki haberlerinin tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri faîl vezninde mübalağa sıygasıdır, aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır.

Ayetin başında İbrahim (a.s.) şeklinde söz edilirken bu cümlede muhatap zamirine iltifat edilmiştir

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
En'âm Sûresi 84. Ayet

وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلاًّ هَدَيْنَاۚ وَنُوحاً هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ  ...


Biz ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nûh’u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَوَهَبْنَا ve biz hediye ettik و ه ب
2 لَهُ ona
3 إِسْحَاقَ İshak’ı
4 وَيَعْقُوبَ ve Ya’kub’u da
5 كُلًّا hepsine de ك ل ل
6 هَدَيْنَا doğru yolu gösterdik ه د ي
7 وَنُوحًا Nuh’a
8 هَدَيْنَا yol göstermiştik ه د ي
9 مِنْ
10 قَبْلُ daha önce ق ب ل
11 وَمِنْ ve
12 ذُرِّيَّتِهِ onun soyundan ذ ر ر
13 دَاوُودَ Davud’a
14 وَسُلَيْمَانَ ve Süleyman’a
15 وَأَيُّوبَ ve Eyyub’a
16 وَيُوسُفَ ve Yusuf’a
17 وَمُوسَىٰ ve Musa’ya
18 وَهَارُونَ ve Harun’a
19 وَكَذَٰلِكَ ve böylece
20 نَجْزِي biz ödüllendiririz ج ز ي
21 الْمُحْسِنِينَ güzel davrananları ح س ن

Önceki âyetlerde Hz. İbrâhim’in gözlem ve istidlâl metoduyla ortaya koyduğu tevhid akîdesinden söz edildikten sonra bu âyetlerde İbrâhim’in sahip olduğu akîdenin bütün peygamberlerce benimsenen mutlak hakikat olduğu anlatılmaktadır. 84. âyette, Hz. İbrâhim’in imanda hakikate ulaşma ve tevhid akîdesini hâkim kılma çabasının bir ödülü olmak üzere kendisine İshak adlı bir oğul ve Ya‘kub adlı bir torun armağan edildiği belirtiliyor.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 436

وهب:  Bu fiilin mastarı kişinin herhangi bir karşılık ya da bedel beklemeden malını başkasına vermesi anlamında Türkçede de kullanılan “hibe” الْهِبَة kelimesidir. Yüce Allah’ın الْوَهَّاب esmâsı, O’nun herkese hak ettiği kadar hibe ettiğini bildirmektedir. (Müfredat)

 Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 25 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) 

Türkçede kullanılan şekilleri hîbe etmek, mevhîbe ve vehbîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلاًّ هَدَيْنَاۚ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  وَهَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَهُٓ  car mecruru  وَهَبْنَا  fiiline müteallıktır.  اِسْحٰقَ  kelimesi mef’ûlun bih olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler; kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif isme “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif isimlerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْقُوبَ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  اِسْحٰقَ’a matuftur. كُلاًّ  mukaddem mef’ûlun bihtir. هَدَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir.  Mütekellim zamiri  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.


وَنُوحاً هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  نُوحاً  mukaddem mef’ûlun bihtir.  هَدَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir.  Mütekellim zamiri  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  هَدَيْنَا  fiiline mütellıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazfedilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (Müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  مِنْ ذُرِّيَّتِه۪  car mecruru  دَاوُ۫دَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  دَاوُ۫دَ ’ye matuftur.

 

 وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ

 

وَ  itiraziyyedir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  kelimesi “gibi” demektir. Bu ibare, amili  نَجْزِي olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri,  نجزي المحسنين جزاء كذلك (Muhsinleri böyle bir cezayla cezalandırırız, yani mükâfatlandırırız.) şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نَجْزِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الْمُحْسِن۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلاًّ هَدَيْنَاۚ


وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الوَهْبُ والهِبَةُ: Karşılıksız bir şey vermektir. Burada lütfetme ve kolaylıkla verme anlamında mecazdır. (Âşûr)

Car-mecrur  لَهُٓ  önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

Amili  هَدَيْنَاۚ  olan  كُلاًّ, mukaddem mef’ûldür. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كُلاًّ هَدَيْنَاۚ  ُitiraziyyedir. Yani hepsini; İbrahim, İshak ve Yakub’u hidayet ettik. Zahir olduğundan muzâfun ileyh hazf olmuştur.  كُلاًّ’deki ُtenvin muzâfun ileyhten bedeldir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


 وَنُوحاً هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ 

 

İstînâfa matuf olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  نُوحاً, amili olan  هَدَيْنَا’ya takdim edilmiştir.  قَبْلُ ’nun muzâfun ileyhi mahzuftur. Kelimedeki ötre mahzufa işarettir. Takdiri,  قبل إبراهيم  [İbrahim’den önce]’dir. Mef’ûl olan diğer isimler de  نُوحاً ’e matuftur.

وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪  [onun zürriyetinden] ifadesindeki  ه۪ [o] zamiri İbrahim’e (a.s.) racidir. Çünkü burada, hem nazm-ı kerimin siyakı hem de İbrahim’e hüccet verilmesi, derecesinin yükseltilmesi, kendisine peygamber evlat bahsedilmesi, kıyamet gününe kadar bu şerefin kendi neslinde bırakılması gibi özellikler buna delalet eder. Bütün bunlar, İbrahim dinine mensup olduklarını iddia eden müşrikleri ve Yahudileri ilzam etmek içindir. Bu zamirin Hz.Nuh’a ait olduğu görüşünde olanlar da vardır. (Ebüssuûd)

هَدَيْنَا  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 


وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ

 

وَ  itiraziyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ, mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakına müteallıktır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimal, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette cem’ ma’at-taksim sanatı vardır.

Burada zamir makamında zahir ismini zikredilmesi onları ihsan ile methetmek içindir. Çünkü ihsan güzel amelleri layıkı veçhile ifade etmekten ibarettir ki bu o amellerin zati güzelliğine vasfi güzellik katmak demektir. Peygamber Efendimiz ihsanı şöyle tefsir buyurmuştur: “Allah’ı görüyormuş gibi O’na ibadet etmendir. Sen O’nu göremiyorsan da O şüphesiz seni görüyor.” (Ebüssuûd)
En'âm Sûresi 85. Ayet

وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ  ...


Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih kimselerden idi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَزَكَرِيَّا ve Zekeriyya’ya
2 وَيَحْيَىٰ ve Yahya’ya
3 وَعِيسَىٰ ve Îsa
4 وَإِلْيَاسَ ve İlyas’a
5 كُلٌّ hepsi ك ل ل
6 مِنَ -den (idi)
7 الصَّالِحِينَ salihler- ص ل ح

وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ

 

زَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki  دَاوُ۫دَ ’ye matuftur.

كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ  cümlesi öncesinde geçen isimlerin hali olarak mahallen mansubtur.

كُلٌّ  mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنَ الصَّالِح۪ينَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

الصَّالِح۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الصَّالِح۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ

 

Bu ayette sayılan dört peygamber de önceki ayette mef’ûl konumunda sayılanlara matuftur. 

Fasılla gelen  كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ  cümlesi haldir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Sübut ifade eder.  كُلٌّ  mübtedadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الصَّالِح۪ينَ  mahzuf habere müteallıktır.

Tertibe riayet etmek vâciptir. Tertip ise ya fazilet ve derece itibariyle; yahut da zaman itibariyle yapılır. Halbuki ayet-i kerimede, bu iki itibare göre de tertiplenme nazar-ı itibara alınmamıştır. Bunun sebebi وَ  harfi tertibi gerektirmez. Bunun böyle olduğunun delillerinden biri de tefsirini yaptığımız bu ayettir. Çünkü وَ  harfi bu ayetlerde de mevcuttur. Ancak ne var ki bu harf, ne şeref ne de zaman bakımından kesinlikle bir tertip ifade etmemiştir. Burada bir çeşit tertip vardır. Çünkü Cenab-ı Hakk, her bir kısım peygambere, ayrı ayrı fazilet ve ikramlar vermiş, tahsis etmiştir. (Ebüssuûd)

Ayette cem’ ma’at-taksim sanatı vardır. Sayılan peygamberler salih olmakta cem’ edilmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Önceki ayette 10 peygamber ismi sayılmıştır. İyileri mükâfatlandırırız derken bu peygamberlerin iyilerden olduğu zımnen ifade edilmiştir. 4 peygamber ismi daha sayılmış ve bunların da salihlerden olduğu ifade edilmiştir.


En'âm Sûresi 86. Ayet

وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطاًۜ وَكُلاًّ فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ  ...


İsmail’i, Elyasa’ı, Yûnus’u ve Lût’u da doğru yola erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün kılmıştık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِسْمَاعِيلَ ve İsma’il’e
2 وَالْيَسَعَ ve el-Yesa’a
3 وَيُونُسَ ve Yunus’a
4 وَلُوطًا ve Lut’a da
5 وَكُلًّا hepsini ك ل ل
6 فَضَّلْنَا üstün kıldık ف ض ل
7 عَلَى üzerine
8 الْعَالَمِينَ alemler ع ل م

وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطاًۜ وَكُلاًّ فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ

 

اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطاً  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki  دَاوُ۫دَ  veya  زَكَرِيَّا  isimlerine matuftur.

كُلاًّ  mukaddem mef’ûlun bihtir.  فَضَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir.  Mütekellim zamiri  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur. 

عَلَى الْعَالَم۪ينَ  car mecruru  فَضَّلْنَا ’ya müteallıktır.  الْعَالَم۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

فَضَّلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فضل ‘dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطاًۜ وَكُلاًّ فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ

 

Bu ayette sayılan dört peygamber de önceki ayette mef’ûl konumunda, sayılanlara matuftur. 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

وَكُلاًّ فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ  cümlesi önceki isimlerden haldir. Müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كُلاًّ, amili olan  فَضَّلْنَا ‘ya takdim edilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu ayetteki dört peygamberle birlikte bu ayetlerde sayılan peygamber sayısı 18 olmuştur.

Her peygamber ve onlara inananlar yaşadıkları çağda alemlere üstün kılınmıştır.

 
En'âm Sûresi 87. Ayet

وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...


Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bir kısmını da. Bütün bunları seçtik ve bunları dosdoğru bir yola ilettik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْ ve
2 ابَائِهِمْ babalarından ا ب و
3 وَذُرِّيَّاتِهِمْ ve çocuklarından ذ ر ر
4 وَإِخْوَانِهِمْ ve kardeşlerinden ا خ و
5 وَاجْتَبَيْنَاهُمْ onları seçtik ج ب ي
6 وَهَدَيْنَاهُمْ ve onları ilettik ه د ي
7 إِلَىٰ
8 صِرَاطٍ yola ص ر ط
9 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

Araplar’ın ataları olarak bildikleri (Hac 22/78) ve saygı duydukları İbrâhim’le birlikte on sekiz peygamberin ismi zikredilerek hepsinin de hidayet üzere yaşadıkları, iyi ve sâlih kimselerden oldukları, bunların atalarından ve zürriyetlerinden de, Allah’ın fazlu keremiyle, âlemlere üstün kılınmış kimselerin bulunduğu; bütün bu sayılanların doğru yoldan giderek hidayete kavuşturulmuş seçkin insanlar olduğu ifade edildikten sonra “İşte bu, Allah’ın hidayetidir; O, bununla kullarından dilediğini doğru yola ulaştırır. Eğer onlar (siz Kureyş müşrikleri gibi) Allah’a ortak koşsalardı, yapageldikleri iyi şeyler elbette boşa giderdi” buyurularak, Câhiliye Arapları’nın, ataları İbrâhim’in de içinde bulunduğu bu üstün insanların gittikleri doğru yoldan saptıklarına zımnen işaret edilmektedir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 436-437
()

جَبَى toplamak/tahsil etmek demektir. جَبَيْتُ الْمَاءَ فِي الْحَوْضِ suyu havuzda topladım denir. جَابِيَة suyu toplayan havuza  denir. Çoğulu جَوَاب şeklinde gelir ve Sebe sûresinde bir ayette de bu şekilde geçmektedir. إجْتِبَاءٌ en hâlisini, safını seçme şeklinde toplama demektir ve Kuran-ı Kerim’de bu kalıpta da geçmektedir. (Müfredat) 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

 Türkçede kullanılan şekilleri Müctebâ ve çabadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

 

وَ  atıf harfidir.  مِنْ اٰبَٓائِهِمْ  car mecruru  فَضَّلْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذُرِّيَّاتِهِمْ  izafeti atıf harfi  وَ ’la  مِنْ اٰبَٓائِهِمْ ’e matuftur.  اِخْوَانِهِمْۚ  de aynı şekilde  مِنْ اٰبَٓائِهِمْ ’e matuftur.

وَ  atıf harfidir.  اجْتَبَيْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  هَدَيْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اِلٰى صِرَاطٍ  car mecruru  هَدَيْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır.  مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi ise  صِرَاطٍ ’in sıfatıdır.

مُسْتَق۪يمٍ  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istifâl babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اجْتَبَيْنَاهُمْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi جبي’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İftiâl kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

وَ  atıftır. Car-mecrur önceki ayetteki  فَضَّلْنَا ’ya veya 84. ayetteki  هَدَيْنَا ’ya müteallıktır.

ذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ  kelimeleri  اٰبَٓائِهِمْ ‘e matuftur. Atıf sebebi temâsüldür. Bu kelimelere dahil olan  مِنْ  harfi ba’diyet bildirir.

وَاجْتَبَيْنَاهُمْ  cümlesi  فَضَّلْنَا ’ya matuftur. Müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  cümlesi, makabline matuftur.

Hidayet kelimesinin üç kullanımı vardır: Harfsiz, اِلٰى  harfiyle ve ل  harfiyle gelebilir. Harfsiz kullanım, daha genel bir ifadedir, her iki türü de kapsar.  اِلٰى  harfiyle kullanım tamamen dalalette olanı hidayete erdirmek manasındadır.  ل  harfiyle kullanım, doğru yolda iken biraz sapanı yolun sonuna, hedefe varana kadar hidayete erdirmek manasındadır. 

صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  sıfat tamlamasının nekre gelişi tazim ifade eder. Sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıratı müstakimden kasıt hak dindir. Bu ibarede istiare vardır. Sırat, hak manasında müsteardır. (Âşûr)

اٰبَٓائِهِمْ - ذُرِّيَّاتِهِمْ - اِخْوَانِهِمْۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
En'âm Sûresi 88. Ayet

ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


İşte bu, Allah’ın hidayetidir ki, kullarından dilediğini buna iletip yöneltir. Eğer onlar da Allah’a ortak koşsalardı, bütün yaptıkları boşa gitmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ İşte bu
2 هُدَى hidayetidir ه د ي
3 اللَّهِ Allah’ın
4 يَهْدِي doğru yola iletir ه د ي
5 بِهِ bununla
6 مَنْ
7 يَشَاءُ dilediğini ش ي ا
8 مِنْ -ndan
9 عِبَادِهِ kulları- ع ب د
10 وَلَوْ eğer
11 أَشْرَكُوا ortak koşsalardı ش ر ك
12 لَحَبِطَ boşa giderdi ح ب ط
13 عَنْهُمْ onlar
14 مَا şeyler
15 كَانُوا oldukları ك و ن
16 يَعْمَلُونَ yaptıkları ع م ل

ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ

 

İsim cümlesidir. İsaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

هُدَى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَهْد۪ي بِه۪  cümlesi  هُدَى اللّٰهِ ‘nin hali olarak mahallen mansubtur.

Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَهْد۪ي  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

بِه۪  car mecruru  يَهْد۪ي  fiiline müteallıktır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası,  يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مِنْ عِبَادِه۪  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf haline müteallıktır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

  

وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

اَشْرَكُوا  şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  حَبِطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. عَنْهُمْ cer mecruru   حَبِطَ  fiiline müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  حَبِطَ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.

كَانُوا; isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. Damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَشْرَكُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  شرك’dır. İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ 

 

Ayetin müstenefe olan ilk cümlesi sübut ifade eden isim cümlesidir. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve tazim ifade eder.  ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

ذٰلِكَ  [işte o] aslında uzak işareti olduğu halde burada kullanılması, bu rütbenin yükseldiğini ve şerefteki mertebesinin yüceliğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)

Bu ayetteki  ذَ ٰ⁠لِكَ  kelimesi mübteda olarak ref mahallindedir, Allah’ın hidayetine işaret etmektedir.

İsaret ismi ذٰلِكَ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪  cümlesi,  هُدَى اللّٰهِ’den haldir. Hal ıtnâb sanatıdır.

Müsnedin izafet formunda gelmesi az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.

هُدَى اللّٰهِ  izafeti muzafa şan ve şeref kazandımıştır. Müsnedin şeref kazanmasıyla müsnedün ileyh de şereflenmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

يَهْد۪ي  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَنْ ‘nın sılası يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

يَهْد۪  - هُدَى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Genel olarak  شَٓاءُ   fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Ayeti kerimeyi doğru anlaşılması için şöyle tercüme etmek doğru olur: İşte bu Allah’ın hidayetidir, onunla kullarından dileyeni (hidayete ermek isteyeni) hidayete erdirir.

Hidayet kelimesinin Allah’a izafesi teşrif içindir. Bu işaret gösterir ki hidayet Allah’ın bir lütfudur. (Ebüssuûd)


وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Cümle  وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi   اَشْرَكُوا mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  لَ  karinesiyle gelen …لَحَبِطَ عَنْهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا’nın sılası, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 
En'âm Sûresi 89. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْماً لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ  ...


Onlar kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer şunlar (inanmayanlar) bunları tanımayıp inkâr ederlerse, biz onları inkâr etmeyecek olan bir kavmi, onlara vekil kılmışızdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ İşte onlar
2 الَّذِينَ kimselerdir
3 اتَيْنَاهُمُ verdiğimiz ا ت ي
4 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
5 وَالْحُكْمَ ve hüküm ح ك م
6 وَالنُّبُوَّةَ ve peygamberlik ن ب ا
7 فَإِنْ eğer
8 يَكْفُرْ inkar ederse ك ف ر
9 بِهَا bunları
10 هَٰؤُلَاءِ şimdi şunlar
11 فَقَدْ mukakkak
12 وَكَّلْنَا biz vekil bırakmışızdır و ك ل
13 بِهَا bunlara
14 قَوْمًا bir toplumu ق و م
15 لَيْسُوا bunları etmeyecek ل ي س
16 بِهَا
17 بِكَافِرِينَ inkar ك ف ر

Yüce Allah’ın, anılan peygamberlere verdiği kitaptan maksat, peygamberlere gönderilen ilâhî mesajlar bütünü veya genel olarak ilim ve mârifettir. Âyet metnindeki hüküm, bizim tercih ettiğimiz şekilde hikmet, yani doğrular ve yanlışlar, iyilik ve kötülükler hakkındaki gerçek ve kuşatıcı bilgi şeklinde yorumlandığı gibi hükümdarlık olarak da anlaşılmıştır. “Nübüvvet”ten maksat ise peygamberliktir. Bu yüce şahsiyetlerden bazılarına bu lutufların tamamı, bazılarına da biri veya ikisi verilmiştir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 437

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ

 

İsim cümlesidir. İsaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتَيْنَاهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْكِتَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

الْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  الْكِتَابَ ’ye müteallıktır.

 

فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْماً لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ

 

فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَكْفُرْ; şart fiili olup meczum muzari fiildir.

بِهَا  car mecruru  يَكْفُرْ  fiiline müteallıktır.  İşaret ismi  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

وَكَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نا  fail olarak mahallen merfûdur.

بِهَا  car mecruru  وَكَّلْنَا  fiiline müteallıktır.  قَوْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

لَيْسُوا بِهَا  cümlesi  قَوْماً’in sıfatı olarak mahallen mansubtur. 

لَيْسُوا  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  

لَيْسُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  merfû muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

بِهَا  car mecruru  كَافِر۪ينَ ’ye müteallıktır.  بِ  harfi ceri zaiddir.  كَافِر۪ينَ  lafzen mecrur, لَيْسُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. Cer alameti  ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

كَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكَّلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  وكل’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ

 

Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir.

İsm-i işaret ve ism-i mevsûl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem de müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. 

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)

Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede  bilinen kişileri belirten has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin müsned olması, o kişilere tazim ifade eder. Mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih ihtiva ederler.

Mevsûlün sılası  اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ  temâsül sebebiyle  الْكِتَابَ ’ye atfedilmiştir.

الْحُكْمَ - النُّبُوَّةَۚ - الْكِتَابَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اُو۬لٰٓئِكَ; zikredilen 18 peygamberle onlara atfedilenleri yani onların hidayetini ve taşıdıkları üstün sıfatları gösterir. Uzaklık manası da onların yüksek derecesini, fazilet ve şeref mertebelerini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

الْكِتَابَ  kelimesindeki tarif istiğrak manası içindir yani bütün semavi kitap cinsini ifade eder. (Ebüssuûd)

 

فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْماً لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ

 

Cümle  فَ  ile istînâfa atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi   يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ   karinesiyle gelen  فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْماً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber talebî kelamdır.

İsaret ismi  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ, küfredenlere tahkir için gelmiştir. 

وَكَّلْنَا بِهَا  [Onlara vekil kılmışızdır]’ın manası, biz O’na inanmayı, onu gözlemlemeyi ve gereğini yapmayı başardık demektir. Buradaki tevkîl kelimesinde istiare vardır. Çünkü tevkîl hakikatte bir şeyin sahibini; onu idare edene, idaresini üstlenene, muhafaza etmeye gücü yetene, içindekini yaşatma, ıslah etme ve geliştirme külfetini yürütmeye kâfi olana isnad etmek demektir. (Âşûr)

لَيْسُ’nin dahil olduğu isim cümlesi  قَوْماً ,لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ  için sıfat konumundadır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

لَيْسُ ,بِكَافِر۪ينَ ’nin haberidir. Kelimeye dahil olan  بِ  harfi zaiddir.

Faide-i haber inkârî kelam olan bu sıfat cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. بِهَا amili olan  بِكَافِر۪ينَ’ye takdim edilmiştir. 

يَكْفُرْ - بِكَافِر۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
En'âm Sûresi 90. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟  ...


İşte, o peygamberler, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. (Ey Muhammed!) Sen de onların tuttuğu yola uy. De ki: “Bu tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’an), bütün âlemler için ancak bir uyarıdır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ İşte onlar
2 الَّذِينَ kimselerdir
3 هَدَى hidayet ettikleridir ه د ي
4 اللَّهُ Allah’ın
5 فَبِهُدَاهُمُ onların yoluna ه د ي
6 اقْتَدِهْ uy ق د و
7 قُلْ de ki ق و ل
8 لَا
9 أَسْأَلُكُمْ sizden istemiyorum س ا ل
10 عَلَيْهِ ona karşılık
11 أَجْرًا bir ücret ا ج ر
12 إِنْ değildir
13 هُوَ O
14 إِلَّا ancak
15 ذِكْرَىٰ bir öğüttür ذ ك ر
16 لِلْعَالَمِينَ alemlere ع ل م

Allah’ın bu kişileri hidayete erdirdiği, tarihî bir hakikati kesin olarak ortaya koymak bakımından, bir defa daha vurgulandıktan sonra Hz. Muhammed’e, son peygamber olarak onların hidayetine uyup aynı evrensel hakikati devam ettirmesi emredilmiştir. Burada Araplar’a ve Kur’an’ın muhatabı olan herkese, Hz. Muhammed’in görülmemiş duyulmamış bir din icat etmediğine, aksine, geçmiş peygamberlerin sünnetini devam ettirdiğine ilişkin dolaylı bir hatırlatma da vardır. Ayrıca Resûlullah’a, seleflerinden birini veya bir kısmını örnek almak yerine, hepsinin hidayetine uyması, meziyetlerini kendisinde toplaması emredilmiştir. Bu buyruk hangi devir, ülke, millet ve kültüre ait olursa olsun, evrensel gerçekliğin, doğruluk ve iyiliğin benimsenmesi ve yaşatılması gerektiğine işaret etmekte; Hz. Peygamber’den de bu değerlere sahip çıkmasını istemektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 437

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ

 

İsim cümlesidir. İsaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl   الَّذ۪ينَ, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  هَدَى اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

هَدَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن صرت إلى مثل حالهم فاقتد بهواهم (Onların hali gibiysen onların hevasına uy) şeklindedir.

بِهُدٰيهُمُ  car mecruru  اقْتَدِهْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اقْتَدِهْ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. 

اقْتَدِهْ  fiilinin sonundaki he harfi vakıf içindir. Aslında yazıda olmaması gerekir, ancak vakıf işareti kabul edilerek ve resmi mushafa uyularak bu harfin yazıda da tespiti güzel kabul edilmiştir. (Ebüssuûd)

Hâ-i sekt: Kelimenin aslından olmayan, müstakil bir anlam da taşımayan, yalnız bulunduğu kelimenin son harfinin harekesini korumak için bazı kelime sonlarında görülen He ( ـه ) harflerine denir.

Kıraat imamları, Kur’an-ı Kerim’de yedi kelimenin sonlarında bulunan Hâ-i sekt’lerin;

a. Vakıf halinde sakin olarak okunması konusunda ittifak etmişlerdir. O halde bu örneklerin bulunduğu yerlerde, diğer kelime sonlarındaki sakin harfler gibi vakıf yapılmalıdır.

b. Vasıl halinde ise bu harflerin okunup okunmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Kıraat imamımız İmam Asım, bu yedi kelimenin tamamında, vakf ve vasl halinde Hâ-i sekt’leri, sakin olarak okumuştur.

Bu yedi kelime şunlardır:

  1. Bakara, 259. ayette: ( لمْ يَتسَنّهْ ),
  2. En’am, 90. ayette: ( إقْتدِهْ ),
  3. Hâkkah; 19, 25 . ayetlerde كِتابيَهْ ),
  4. Hâkkah; 20, 26. ayetlerde: ( حسابيَهْ ),
  5. Hâkkah, 28. ayette: ( ماليَهْ ),
  6. Hâkkah, 29. ayette: ( سلْطانِيَهْ ),
  7. Kâria, 10. ayette: ( ما هِيَهْ ).

قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

لَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَسْـَٔلُكُمْ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  انا ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

عَلَيْهِ  car mecruru  اَجْراً ’in mahzuf haline müteallıktır.  اَجْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

 

اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟


 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamiri  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  ذِكْرٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

لِلْعَالَم۪ينَ۟  car mecruru  ذِكْرٰى ’nın mahzuf sıfatına müteallıktır.  لِلْعَالَم۪ينَ۟  kelimesinde cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ



Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir.

İsm-i işaret ve ism-i mevsûl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem de müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. 

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ [işte onlar] işaret isminin kullanılması, onların mertebelerinin yüksekliğini bildirmek içindir. Yani o peygamberler, Allah’ın hakka ve sırat-ı müstakime hidayet ettiği kimselerdir. Bu kelamda ism-i celilin (Allah) zahir olarak zikredilmesi, hidayetin illetini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)


اُو۬لٰٓئِكَ İsm-i işaretin tekrarı işaret edilen temyizi tekid ve haberin öneminden dolayıdır. (Âşûr)

Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede bilinen kişileri belirten has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin müsned olması, o kişilere tazim ifade eder. Mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih ihtiva ederler.

Mevsûlün sılası  هَدَى اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِهُدٰيهُمُ - هَدَى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَ  şartın cevabına gelen rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri,  إن صرت إلى مثل حالهم فاقتد بهواهم  [Onların hali gibiysen onların hevasına uy] olan cümle şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Müspet mazi fiil sıygasında gelen cevap cümlesinde  بِهُدٰيهُمُ , amili olan اقْتَدِهْ ’ya, önemine binaen ve kasır manası için takdim edilmiştir. (Kur'anın Beyan Üslubu, Fadıl Salih Sâmerrâî, s. 151)

[Öyleyse sadece bunların hidayetine uy] yani uymak için sadece bunların hidayetlerini tercih et ve başkasına değil sadece bunlara uy. Zira mef‘ûlün takdim edilmiş olması böyle bir manayı ifade etmektedir. “Bunların hidayeti”nden murad, onların Allah’a inanmaları, O’nu birlemeleri ve dinin temelleri / esasları hususunda takip ettikleri yoldur, şeriatler bunun dışındadır çünkü bunlarda peygamberden peygambere farklılık söz konusudur. Dolayısıyla şeriatler neshedilmedikleri takdirde hidayettirler neshedildikleri takdirde artık hidayet olma özellikleri kalmaz. Fakat dinin temelleri / esasları böyle değildir bunlar ebedi olarak hidayettir. (Keşşâf)

اقْتَدِهْۜ  kelimesinin sonundaki هُ sekte içindir. (Yani ha sesi üzere durulsun diye) Bu harflerin hakkı, durulduğunda var olup geçildiğinde düşmesidir; ancak bu harfler Mushaf hattında var olduğu için durmanın tercih edilmesi güzel görülmüştür. Bununla birlikte, geçerek okuyup bu harflerin düşürülmesinde bir sakınca olmadığı da söylenmiştir. İbn Muhaysın bu kelimeleri hâ olmaksızın ya harfinin iskanıyla okumuştur. Bir grup kurra ise bu kelimeleri Mushaf hattına uyarak geçerken de dururken de ha’yı ispatla okumuştur. (Keşşaf, Hakka/19)

 قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ

 

Fasılla gelen cümle müstenefedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli  لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَجْراً ’deki tenvin kıllet ifade eder. “Hiçbir” manasındadır. Nefy siyakında nekre, umum ifade eder.

 

  اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟

 

Kasrla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  اِنْ  mevsuf/maksûr,  ذِكْرٰى  sıfat/maksûrun aleyhtir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

 
Günün Mesajı
82. ayette bahsedilen imana zulüm bulaştırmayanlar sözüyle kastedilen zulmün şirk olduğu rivayet edilmiştir. Zulüm bir şeyi yerli yerine koymamaktır. Bunun dereceleri çoktur. En büyüğü şirktir, küfürdür.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Belki nefsimizin, belki şeytanın vesveselerinin. Belki zamanın, belki de hepsinin yardımlaşarak oynadığı oyunla, insan evladının bir parçası devamlı geçmişte yaşar. Olmuşlara, olmamışlara üzülür. Veremediği cevaplar, gösteremediği tepkiler, engel olamadığı hadiseler. Bu öyle bir oyundur ki bitmek bilmez. ‘İbret almayı’ öğrenene dek kendini bu kısır döngüden kurtaramazsın. Dinimizde ibret al ve yoluna devam et, anını değerlendir olgusu vardır çünkü geçmişini silemezsin ama ondan kalan etkileri, şimdini nasıl değerlendirdiğine göre değiştirebilirsin. Geçmiş ümmetler geldi ve geçtiler. Senin yürüdüğün yollarda yürüdüler, yaşadılar ancak şimdi ne kendileri, ne de saplanıp kaldıkları keşkeleri kaldı. Ve bir çoğunun yaşadığına dair hiçbir işaret kalmadı. Kimisinin sadece ismi veya eseri kaldı. Üzüntüleri, hayal kırıklıkları yok olup gitti.

 

‘Şöyle olsaydı’ daha mutlu olurdum’un garantisi yok. Nasıl hissedersen hisset her şey bitecek ve bitiş noktasında, şu an üzüldüğün bir çok şey değerini yitirecek. Özellikle sosyal medyada görüp özendiğin ve mutluluk tabloları sandıklarının hepsi geçmişe ait yani yaşanmış bitmiş anlar yığını ve hiçbir şey gördüklerinden ibaret olmadığı gibi gördüklerin de paylaşanın sadece görülmesini istedikleri kadarı.

Müslümanın tövbesi ve şükrü durduğu yerde değil, o an içinde hareketle ifade edilendir.

‘Keşke’leri dilinden ve kalbinden söküp atanlardan,

Tövbesini ve şükrünü yaşadığı hayata, attığı adımlara, aldığı kararlara yansıtanlardan,

Gelene, gidene, yaşanana, yaşanamayana rıza gösterenlerden,

Dünyadaki azıcık zamanının değerini bilenlerden, hakkıyla yaşayanlardan,

Allah yolundan şaşmadan, Rabbine adım adım yaklaşanlardan,

Dünyasından çok ahiretini hatırlayıp, ahireti için endişelenenlerden,

Bulunduğumuz hayırlı ayların her hayrından nimetlenenlerden olma duasıyla.

Amin.

***

Yaşlı bir dede, uzaktan da olsa torunlarının konuşmalarını takip ediyordu. Arada birkaç yerde ‘evren’ kelimesini işittiğinde, bunun bir dil sürçmesinden öte bir şey olduğunu anladı ve onları uyardı:

“Estağfirullah. Aman ha! Dilinizi böyle şirk kokan ifadelere alıştırarak, kalplerinizi çürütmeyin. 

Ömür boyunca hiçbir haksızlığa bulaşmamak oldukça zordur. Nefsani sebeplerden dolayı karşılaştıklarına, tanıdıklarına, akrabalarına, sevdiklerine ve hatta kendine; bilerek veya bilmeyerek haksızlık yapılabilir. Gereksiz kavgalarla gönül kırmaktan hırsızlığa, rüku ve secdeleri kısa tutmaktan yalana kadar ciddiyette daha hafif ya da ağır birçok örnek verilebilir. Ne güzel ki Allah, merhametiyle kullarını kuşatmış ve hataların ardından, gaflette ısrar etmeden tevbe kapısına varmalarını emretmiştir. Dünya hayatının çeşitli alanlarında yapılan haksızlıklardan dönüş ve Allah’ın affına kavuşma kapısı açık bırakılmıştır. 

Ancak, imana bulaştırılan haksızlık böyle değildir. Hz. Lokman’ın oğluna buyurduğu gibi şüphesiz ki Allah’a ortak koşmak çok büyük bir haksızlıktır. Mü’min, kendi bedenini korumaya ve süslemeye özen gösterdiğinden çok daha fazlasını kalbindeki imanı için göstermelidir. Şirkin kendisinden değil, şirk tehlikelerinden kaçmalıdır. Zira, şirke bulaşan mü’min artık güvende değildir ve doğru yoldan sapmış yanlış yolun yolcusudur. Her anında rabbim Allah demelidir. Korktuğunda O’na kaçmalıdır, üzüldüğünde O’na arzetmelidir, iyileştiğinde O’na şükretmelidir ve istediğinde O’na yalvarmalıdır.”

Torunlarının yüz ifadelerini kontrol etmeye korkarcasına kalktı ve odasına gitti. Secdeye vardığında ise ağlamaya başladı:

Ey Allahım! Çocuklarımın küçüklüğünde, Senin dinini anlatma ve onları eğitme konusunda nefsani heveslerden dolayı yetersiz kaldıysam ve haksızlığa düştüysem eğer, beni affet.

Ey Allahım! Bizi şirkten ve her türlü şirk tehlikesinden uzaklaşanlardan eyle. Kalplerimizdeki imanı muhafaza buyur ve sağlamlaştır. İmanlarımıza haksızlık bulaştırmadan huzuruna gelenlerden eyle. Senin yolunda, Senin adınla; iman ile yaşayanlardan, yarışanlardan, ölenlerden ve dirilenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji