4 Eylül 2024
En'âm Sûresi 91-94 (138. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

En'âm Sûresi 91. Ayet

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ  ...


Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Çünkü, “Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi” dediler. De ki: “Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği, parça parça kâğıtlar hâline koyup ortaya çıkardığınız, pek çoğunu ise gizlediğiniz; (kendisiyle) sizin de, babalarınızın da bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitab’ı kim indirdi?” (Ey Muhammed!) “Allah” (indirdi) de, sonra bırak onları, içine daldıkları batakta oynayadursunlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 قَدَرُوا tanıyamadılar ق د ر
3 اللَّهَ Allah’ı
4 حَقَّ hakkıyla ح ق ق
5 قَدْرِهِ O’nun kadrini ق د ر
6 إِذْ zira
7 قَالُوا dediler ق و ل
8 مَا
9 أَنْزَلَ indirmedi ن ز ل
10 اللَّهُ Allah
11 عَلَىٰ üzerine
12 بَشَرٍ insan ب ش ر
13 مِنْ
14 شَيْءٍ bir şey ش ي ا
15 قُلْ de ki ق و ل
16 مَنْ kim
17 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
18 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
19 الَّذِي o ki
20 جَاءَ getirdi ج ي ا
21 بِهِ onu
22 مُوسَىٰ Musa
23 نُورًا nur olarak ن و ر
24 وَهُدًى ve yol gösterici olarak ه د ي
25 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
26 تَجْعَلُونَهُ siz onu haline getirip ج ع ل
27 قَرَاطِيسَ parça parça kağıtlar ق ر ط س
28 تُبْدُونَهَا gösteriyorsunuz ب د و
29 وَتُخْفُونَ ve gizliyorsunuz خ ف ي
30 كَثِيرًا çoğunu da ك ث ر
31 وَعُلِّمْتُمْ ve size öğretildiği ع ل م
32 مَا şeylerin
33 لَمْ
34 تَعْلَمُوا bilmediği ع ل م
35 أَنْتُمْ ne sizin
36 وَلَا
37 ابَاؤُكُمْ ne de babalarınızın ا ب و
38 قُلِ de ki ق و ل
39 اللَّهُ Alah
40 ثُمَّ sonra
41 ذَرْهُمْ bırak onları و ذ ر
42 فِي
43 خَوْضِهِمْ daldıkları bataklıkta خ و ض
44 يَلْعَبُونَ oynayadursunlar ل ع ب

Bu âyet, peygamberler ve onların gösterdikleri hidayet yolu, getirdikleri dinler ve kitaplarla ilgili önceki âyetlerin bir sonucu olarak görülmektedir.

 “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” diyerek bütün peygamberleri ve ilâhî kitapları inkâr edenlerin kim veya kimler olduğu hususunda tefsirlerde değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre bu sözü söyleyen kişi bir yahudi hahamıdır. İbn Abbas’a isnad edilen bir rivayete göre Hz. Peygamber kendisiyle tartışmaya kalkışan bu hahama “Tevrat’ı Mûsâ’ya indiren Allah için doğru söyle, Tevrat’ta Allah’ın şişman hahamı sevmeyeceği yazılmış mıdır?” diye sormuş; kendisi de şişman olan haham, bu söze öfkelenerek “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” demiştir (Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, s. 164). Bu rivayetin doğruluğunu kabul eden müfessirlere göre En‘âm sûresi Mekkî olmakla beraber 91. âyet Medine’de inmiştir. Çünkü Mekke’de yahudi cemaati bulunmadığından böyle bir tartışmadan da söz edilemez.

 Ancak söz konusu rivayetin sıhhati tartışmalıdır. Öncelikle Resûlullah’ın bir insanı şişmanlığından dolayı küçük düşürmesi onun üstün ahlâkıyla bağdaşmaz. Çünkü o, insanların dinî ve ahlâkî kusurlarını bile yüzlerine vurmaz; “İçinizde şöyle şöyle yapanları görüyorum” gibi sözlerle uyarılarını isim vermeden yapardı. Ayrıca, bir yahudi din adamının bütün peygamberleri ve kitapları inkâr etmesi inanılır gibi görünmüyor. Söz konusu rivayette hahamın bu inkârı üzerine, yahudilerin kendisini görevinden uzaklaştırarak yerine Kâ‘b b. Eşref’i getirdikleri belirtiliyor. Ancak Kâ‘b’ın Arap asıllı ve bir Arap kabilesinin lideri olması göz önüne alınırsa, bu rivayetin asılsız olma ihtimali daha da artar.

 

 Bu durum karşısında, âyette peygamberleri ve kitapları inkâr ettikleri bildirilenlerin müşrik Araplar olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Onlar bu gibi inkârcı ifadeleriyle, önceki âyetlerde bir kısmı isimleriyle anılan peygamberleri, aynı âyetlerde üzerinde durulan Allah’ın hidayetini, tebliğlerini ve dolayısıyla insanlara yönelik rahmetini inkâr etmiş; bu suretle Allah’ı gerektiği şekilde tanımadıklarını, hakkıyla takdir etmediklerini göstermişlerdir.

 Onların bu tutumlarına karşı yüce Allah, peygamberine şu soruyu sormasını öğütlemiştir: “Öyleyse Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı (Tevrat’ı) kim indirdi?” Çünkü Araplar yahudi olmamakla birlikte, daha çok ticarî seyahatler esnasında az çok bilgi edindikleri Yahudiliğe, onun peygamberlerine ve kutsal kitabına bir ölçüde saygı duyuyorlardı. Âyette bu duruma da işaret edilerek, buna rağmen “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” demelerinin bir çelişki olduğu ortaya konmuştur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 438-439

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  قَدَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup lafzen mansubdur.

حَقَّ  mef’ûlu mutlaktan naibtir. Aynı zamanda muzâftır.

قَدْرِه۪ٓ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذْ  zaman zarfı  قَدَرُوا  fiiline müteallıktır. 

إِذ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûu üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olarak mahallen merfûdur.

عَلٰى بَشَرٍ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.  

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki  عَلَى  harf-i ceri istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 مِنْ  zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur olup  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

مَنْ  istifham harfi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اَنْزَلَ الْكِتَابَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

الَّذ۪ي  müfret müzekker has ism-i mevsûlu,  الْكِتَابَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاءَ بِه۪ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  بِه۪  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır.  مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir.  مُوسٰى  burada maksur isim olduğu için takdiri olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُوراً  kelimesi  بِه۪ ’deki zamirin hali olup fetha ile mansubtur.  هُدًى  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  نُوراً ‘e matuftur.

لِلنَّاسِ  car mecruru  هُدًى ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

تَجْعَلُونَهُ  cümlesi  الْكِتَابَ ’nin veya  بِه۪ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubtur.Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  و  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَجْعَلُونَهُ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette ‘bir halden başka bir hale geçmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  قَرَاط۪يسَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

تُبْدُونَهَا  fiiliقَرَاط۪يسَ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur.  تُبْدُونَهَا  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

تُخْفُونَ كَث۪يراً  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  تُبْدُونَهَا  fiiline matuftur.  تُخْفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

كَث۪يراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

   

وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ

 

وَ  haliyyedir. Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  “و”  gelir. Nadiren  و  sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 عُلِّمْتُمْ  sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  عُلِّمْتُمْ kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. 

Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ تَعْلَمُٓوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَعْلَمُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْتُمْ  munfasıl zamiri  تَعْلَمُٓوا ’deki faili tekid etmek içindir.

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَٓا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ  kelimesi  تَعْلَمُٓوا ’deki faile matuf olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir.  Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.  Mekulü’l-kavli,  اللّٰهُ ’dur. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri; أنزل الكتاب şeklindedir.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

Sümme  (ثُمَّ) : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ   ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذَرْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ف۪ي خَوْضِهِمْ  car mecruru  ذَرْهُمْ  fiiline müteallıktır. ف۪ي   harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır – mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mecazî mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَلْعَبُونَ  fiili  ذَرْهُمْ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubtur.  يَلْعَبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Masdara muzâf olan  قَدَر , حَقَّ ’den naib, mef’ûlü mutlaktır. 

Zaman zarfı  اِذْ , müspet mazi fiil sıygasındaki  قَالُوا  fiiline muzâf olmuştur.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede fiiller mazi sıygada gelerek sübuta, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, muhatabın zihninde müsemmayı zatıyla canlandırmak içindir. Lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَيْءٍۜ  ve  بَشَرٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade ederek kelimeye ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder. Zaid  مِنْ  harfi de bu manada tekid ifade eder.

قَدَرُوا - قَدْرِه۪ٓ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Nefy cümlesinde gelen nekre isim, umumi mana ifade eder. Bunun delili, bu ayettir. Çünkü Allah Teâlâ'nın,  مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ  "Allah hiçbir beşere, hiçbir şey indirmemiştir" buyruğundaki ‘beşer’ ve ‘şey’ kelimeleri, olumsuz cümledeki nekre kelimelerdir. Binaenaleyh bu kelimeler umumi mana ifade etmemiş olsaydı,  قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى  "De ki: Musa'nın getirdiği kitabı kim indirdi?" ayeti, o ifadeyi iptal etmez ve tenakuzunu (çelişki) göstermiş olmazdı. Eğer böyle olmasaydı, bu istidlal (çıkarım) yanlış olurdu. Bu yanlış olunca, nefy cümlesinde gelen nekre kelimenin, umumi mana ifade ettiği sabit olur. (Fahreddin er-Râzî)


 قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ 

 

Müstenefe olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mübteda olan istifham ismi  مَنْ , inkârî manadadır. Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda gelen cümle mecâz-ı mürsel mürekkebtir. 

İstifham takrir manasında gelmiştir. (Âşûr)

Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı sanatı vardır.

الْكِتَابَ ‘nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası  جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Açıklık ve gerçek manasında gelen نُوراً  kelimesinde istiare vardır. Batılın  karanlığa benzetilmesi gibi hak da aydınlığa benzetilmiştir.  (Âşûr)

O kitabın insanlar için bir nur ve hidayet olması; bil ki Allah Teâlâ o kitabı, yolu aydınlatan ışığa benzeterek, "nur" diye nitelendirmiştir. Eğer bazıları, "Bu tefsire göre, Tevrat'ın bir nur olması ile, insanlar için bir hidayet rehberi olması arasında bir fark kalmaz. Halbuki bu iki kelimenin birbirine atfedilmiş olması, başka başka şeyler olmalarını gerektirir" derlerse, biz deriz ki: "Nur"un iki özelliği vardır. Birincisi: Bizzat kendisinin açık ve aşikâr olması; ikincisi ise başka varlıkların görünmesine vesile olabilecek bir durumda olmasıdır. İşte Tevrat'ın bir nur ve hidayet olmasından murad, bu iki durumdur. Bil ki Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'i de bir başka ayette bu iki sıfat ile tavsif ederek  وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ [Fakat biz o (Kur'an'ı) bir nur yaptık. Bununla, kullarımızdan dilediğimize hidayet ederiz] (Şûra, 52) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

القَراطِيسُ  kelimesi  قِرْطاسٍ  kelimesinin cemisidir. Aynı surenin 7. ayetinde de müfredi gelmişti. Paçavra, kağıt veya varak olsun, herhangi bir şey yaprağıdır. Yani; ‘’Musa'ya indirilen kitabı, bir kısmını açığa vurup, bir kısmını gizlemek niyetiyle ayrı sayfalar haline getiriyorsunuz’’, demektir. (Âşûr)  

تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ  cümlesi  بِه۪ ’deki zamirden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  تُبْدُونَهَا  ve  تُخْفُونَ كَث۪يراًۚ  cümleleri  قَرَاط۪يسَ  kelimesi için sıfattır. Sıfat ve hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

نُوراً  ve  هُدًى  kelimelerindeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. Ayrıca bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

تُبْدُونَهَا - تُخْفُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  اَنْزَلَ - مَٓا اَنْزَلَ  tıbâk-ı selb sanatı vardır.

قَرَاط۪يسَ - الْكِتَابَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قُلْ - قَالُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

”O kitabı alelade bir kitap haline getirdiler (kâğıt yerine koydular). Onu açık ediyorlar, gösteriyorlar ve çoğunu da gizliyorlar” ifadesinde kötü fiillerinden dolayı ciddi bir uyarı vardır. Sanki onlar kitabı kitap olmaktan çıkarmış boş kâğıtlar haline getirmişlerdir.


وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ 

 

Başına tahkik harfi  قد  takdir edilmiş müspet fiil cümlesi, haldir. Fiil meçhul mazi sıygada gelerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. 

عُلِّمْتُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfi  لَٓا  tekid içindir. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

عُلِّمْتُمْ - لَمْ تَعْلَمُٓوا  kelimeleri arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve tıbâk-ı selb sanatları vardır. 

Ayette mezheb-i kelâmî sanatı vardır.

Öğretilenlerin “size ve babalarınıza” şeklinde açıklanması taksim sanatıdır.

مَا [şeyler], Yahudilerin Tevrat'tan aldıkları ilimler ve hükümler demektir. Bu kelâm, onlara yapılan uyarı ve kınamayı daha da ağırlaştırır. Çünkü onlar, istediklerini almak ve çoğunu gizlemek suretiyle Tevrat'ın bütünlüğünü bozmuş, onu parçalara bölmüşlerdir. Bu, büyük bir alçaklıktır. Tevrat'ın, onların ilim ve irfanlarının kaynağı olması onların bu yaptıklarını daha da vahimleştirir. (Ebüssuûd)


 قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ

 

Müstenefe olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli sübut ifade eden isim cümlesidir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  اَنْزَلَ الْكِتَابَ  (Kitabı indirdi) olan haber mahzuftur.

ثُمَّ  terahi (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  içindir. Yani onlara deliller işlemez demektir. Bu yüzden tebliğ yaptıktan sonra onları daldıkları şeyde bırakmak en iyisidir. Onlara delil getirmek; azarlamak ve onlara mazeret bırakmamak içindir. (Âşûr)

Resulullah'a onların yerine cevap vermesinin emredilmesi, kaçınılmaz cevabın belli olduğunu ve onların tamamen susturulup konuşmaya kudretleri kalmadığını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Makabline  ثُمَّ  ile atfedilen  ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Cümleler mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sübut, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

En'âm Sûresi 92. Ayet

وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ  ...


İşte bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır. Ahirete iman edenler, ona da inanırlar. Onlar namazlarını vaktinde kılarlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهَٰذَا bu da
2 كِتَابٌ bir Kitaptır ك ت ب
3 أَنْزَلْنَاهُ indirdiğimiz ن ز ل
4 مُبَارَكٌ mubarek ب ر ك
5 مُصَدِّقُ doğrulayıcı ص د ق
6 الَّذِي
7 بَيْنَ arasındakini ب ي ن
8 يَدَيْهِ elleri ي د ي
9 وَلِتُنْذِرَ ve uyarman için ن ذ ر
10 أُمَّ anası ا م م
11 الْقُرَىٰ şehirlerin ق ر ي
12 وَمَنْ kimseleri
13 حَوْلَهَا çevresindeki ح و ل
14 وَالَّذِينَ ve kimseler
15 يُؤْمِنُونَ inananU(lar) ا م ن
16 بِالْاخِرَةِ ahirete ا خ ر
17 يُؤْمِنُونَ inanırlar ا م ن
18 بِهِ buna
19 وَهُمْ ve onlar
20 عَلَىٰ
21 صَلَاتِهِمْ namazlarına ص ل و
22 يُحَافِظُونَ devam ederler ح ف ظ

“Allah hiçbir insana (peygambere) hiçbir şey indirmedi” diyenlere âyet şu cevabı veriyor: “İşte bu Kur’an, Ümmülkurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz, kendisinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır.” Böylece âyette Kur’an, vahyin ve nübüvvetin gerçek olduğunu belgeleyen canlı ve güncel bir kanıt olarak gösterilmiştir. 

 Kur’ân-ı Kerîm’in mübarek diye nitelendirilmesi, ona inanıp gereğince yaşayanların dünya ve âhiret hayatları için feyiz, bereket, mutluluk ve huzur kaynağı olmasından dolayıdır.

 Kur’an’ın kendisinden önceki kitapları tasdik etmesi iki noktada toplanır: Öncelikle bazı eski kitaplarda yer alan Hz. Muhammed’in risâletine ilişkin müjde, Kur’an’ın inzâli ile fiilen gerçekleşmiş; bu suretle Kur’an eski kitaplardaki müjdeyi tasdik etmiş, yani doğruluğunu kanıtlamıştır. İkinci olarak Kur’an başta Allah’ın birliği, nübüvvet ve âhiret gibi itikadî konular olmak üzere birçok esasta ve hükümde eski kitaplarla tam bir uyum içinde olmuştur. Bu da Kur’an’ın onlar hakkındaki bir tasdikidir. Kur’an’ın, geçmiş dinlerdeki bazı amelî hükümleri değiştirmesi veya kaldırması ve onlarda bulunmayan yeni hükümler getirmesi tamamen değişen ve gelişen şartlarla ilgili olup o dinlerin kutsal kitaplarını tasdik edici özelliğini bozmaz. 

 Mekke’nin “Ümmülkurâ” diye anılması bölgenin din ve ticaret merkezi, bilhassa hac mahalli olması, ayrıca Arabistan’ın en eski mâbedi sayılan Kâbe’nin orada bulunmasından (Âl-i İmrân 3/96-97) dolayıdır. Kur’an evrensel bir kitap olmakla birlikte vahyin ilk muhatapları Mekke ve çevresinde yaşayan Araplar olduğu için Mekke’de inen En‘âm sûresinin bu âyetinde de, tabii olarak, öncelikle buralardaki insanların uyarılması üzerinde durulmuştur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 440

وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ


İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  كِتَابٌ  haber olup lafzen merfûdur.

اَنْزَلْنَاهُ  fiili  كِتَابٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.  اَنْزَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مُبَارَكٌ  kelimesi  كِتَابٌ ‘un sıfatıdır.

مُصَدِّقُ  kelimesi ise  كِتَابٌ ‘un  diğer bir sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَتُ) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar:

Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab.

NOT: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır.1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar:

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.  مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ  kelimeleri burda hakiki ve müfred şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i  mevsûlun sılası mahzuftur.

Mekân zarfı  بَيْنَ  ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır.  يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 لِ  harfi, تُنْذِرَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ) ’den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline müteallıktır.  تُنْذِرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

اُمَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْقُرٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir.  الْقُرٰى  burada maksur isim olduğu için takdiri olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  اُمَّ  kelimesine matuf olup mahallen mansubtur. Mekân zarfı  حَوْلَهَا , mahzuf sılaya  müteallıktır.

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

        

وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِه۪  car  mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline müteallıktır.

وَ  haliyyedir. Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir   هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَلٰى صَلَاتِهِمْ  car mecruru  يُحَافِظُونَ  fiiline müteallıktır. يُحَافِظُونَ   fiili mufâale babından müşareket manasında gelmiştir. Sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi  حفظ dir. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Ayette kullanılan mufâale kipi, mübalağa ifade eder. (Ebüssuûd) 

Bu bab: müşareket (işteşlik - ortaklık), bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır.) Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur.

حَافِظُو  emri,  الْمُخَاصَمَةُ  ve  الْمُقَاتَلَة  lafızları gibi müşa­reket ifade eden bir babtan getirilmiştir. Bu; karşılıklı koruma işinin, namaz kılan kimseyle namaz arasında ol­masıdır. Buna göre sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Namazının seni koru­ması için, sen de namazına devam et!" Bil ki namazın, namaz kılan kimseyi koruması şu üç şekilde olur:

1) Namaz, insanı günahlardan korur. Nitekim Hak Teâlâ, إِنَّ ٱلصَّلَوٰةَ تَنْهَىٰ عَنِ ٱلْفَحْشَآءِ وَٱلْمُنكَرِ  [Muhakkak ki namaz, edepsizlikten ve çirkin olan her şeyden alıkoyar] (Ankebut, 45). Binaenaleyh, kim namaz kılmaya de­vam ederse, namaz onu fuhşiyattan korur.

2) Namaz insanı, bela ve sıkıntılardan korur. Nitekim Hak Teâlâ, وَٱسْتَعِينُوا۟ بِٱلصَّبْرِ وَٱلصَّلَوٰةِ  [Sabır ve namaz ile yardım isteyiniz] (Bakara, 45) ve  وَقَالَ ٱللَّهُ إِنِّى مَعَكُمْ ۖ لَئِنْ أَقَمْتُمُ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتَيْتُمُ ٱلزَّكَوٰةَ (Maide, 12) buyurmuştur ki, bunun manası, [Eğer namazınızı kılar, zekatınızı da verirseniz ben yardımım ve korumamla sizin yanınızdayım] şeklindedir.

3) Namaz, namaz kılan kimseyi korur ve ona şefaat eder. Nitekim Hak Teâlâ, وَأَقِيمُوا۟ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتُوا۟ ٱلزَّكَوٰةَ وَمَا تُقَدِّمُوا۟ لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ ٱللَّهِ  [Namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin. Kendiniz için önden ne hayır yollar­sanız, Allah katında onu bulacaksınız] (Bakara, 110) buyurmuştur. Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, Cilt:5, Sayfa: 293)

NOT:  حَفَظَ  fiili mufâale babı olarak Kur’an’da sadece dört yerde geçmekte ve bu dört yerde de mef’ûlü,  صَلَاة  (namaz) kelimesidir. Bunlar:

Bakara 238, Enam 92, Müminun 9, Meâric 34 ayetleridir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

يُحَافِظُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يُحَافِظُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ

 

İstînafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismi  هٰذَا  ile marife olması işaret edilene tazim ifade ederek önemini vurgular. İşaret ismi en güzel temyiz yollarından biridir.

اَنْزَلْنَاهُ  mazi fiil cümlesi,  كِتَابٌ  için sıfat konumundadır.  اَنْزَلْنَاهُ  fiilindeki   نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2)

Kur’an-ı Kerîm’in mübarek diye nitelendirilmesi, ona inanıp gereğince yaşayanların dünya ve ahiret hayatları için feyiz, bereket, mutluluk ve huzur kaynağı olmasından dolayıdır. (Kur’an Yolu Tefsiri)

 كِتَابٌ , مُبَارَكٌ  için ikinci,  مُصَدِّقُ , üçüncü sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren, açıklayan ıtnâb sanatıdır. 

İlk sıfat fiil cümlesi şeklinde gelerek inzalin an be an yenilendiğine, diğer sıfatlar isim formunda gelerek Allah’tan gelen feyzin devamındaki istimrara ve sübuta delalet etmiştir. (Mahmut Sâfî)

مُصَدِّقُ  kelimesi için muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan … بَيْنَ يَدَيْهِ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

 وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ  cümlesine dahil olan  لِ , muzariyi gizli  اُنْ ’le nasb ederek sebep bildiren masdara çeviren, cer harfi, lam-ı ta’lildir.  اُنْ  ve akabindeki masdar-ı müevvel cümlesi masdar teviliyle mahzufa matuftur. Takdiri; …أنزلناه ليؤمنوا ولتنذر [uyarmaları ve inanmaları için onu indirdi ] şeklindedir.   

Ta’lîl lamının müteallakı, mukadder  اَنْزَلْنَاهُ  fiilidir.

Mef’ûl olan  اُمَّ ’ye matuf müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası mahzuftur. Mekân zarfı حَوْلَهَاۜ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

بَيْنَ يَدَيْهِ  ifadesinde kinaye vardır.

اُمَّ  kelimesinde istiare vardır. Mekke şehirlerin aslıdır. (Beyan İlmi, Sâbûnî) 

Mekke’nin bütün şehirlerin en şereflisi ve bütün Müslümanların kıblesi anlamına gelen  اُمَّ الْقُرٰى  ile vasıflanması Mekke sakinlerini uyarmanın asıl olup, yeryüzünün diğer bütün sakinlerini uyarmanın da bu asla bağlı olduğunu bildirmek içindir. Müminlerin yerine getirmesi gereken ibadetlerden özellikle namazları muhafazanın zikre değer görülmesi, onun bütün ibadetleri içindeki yerinin pek yüksek ve imandan sonra ibadetlerin en şereflisi olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Bütün şehirlerin anası, merkezi demek olan  اُمُّ الْقُرٰي  (Ümmü’l-kura) Mekke’nin bir ismidir ki cihanın merkezi, bütün yaratılmışların kıblesi demek gibidir. Uyarma, Mekke’nin kendisine değil, halkına olacağı bilindiğinden mana, mecaz veya mecaz isnadı suretiyle  اَهْلُ اُمِّ الْقُرٰي  “Ümmü’l-kura halkı” demektir,  وَمَنْ حَوْلَهَا  “ve çevresindeki kimseleri” ifadesi de buna karinedir. Şüphe yok ki "Mekke" denilmeyip de "Ümmü'l-kurâ" denilmesi, Mekke'yi âlemdeki bütün şehirlerin bir mutlak merkezi gibi düşündürmek içindir. Ve bundan dolayı da,  وَمَنْ حَوْلَهَاۜ  “ve çevresindeki kimseler” merkez ve çevre karşılığıyla bütün yer çevresinde bulunanların hepsi demek olur. Bununla beraber "Ümmü'l-kurâ" merkezlik manası dikkat nazarına alınmaksızın "Mekke" demek gibi düşünülürse, وَمَنْ حَوْلَهَاۜ  “çevresindeki kimseler” den Mekke çevresi, Mekke civarı, bundan da nihayet Arap Yarımadası düşünülür. Bu ihtimale göre Kur'ân'ın nüzul hikmeti yalnızca Mekke ve Arap Yarımadası halkının uyarılmasına mahsusmuş gibi bir kuruntu akla gelebileceğinden  لِتُنْذِرَ مَكَّةَ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ  "Mekke ve etrafını uyarman için" buyurulmadığı gibi, لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ  "Ümmü'l-kurâ ve etrafını uyarman için" de buyurulmayıp atıf vâvı ile  وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ  "ve Ümmü'l-kurâ ve etrafını uyarman için" buyurulmuş ve bununla Kur'an'ın nüzulünün, Muhammed aleyhisselâm'ın peygamberliğinin yalnız Arap milletini uyarma hikmetine mahsus olmadığı ve bir ayet yukarısındaki "O Kur'an, âlemler için ancak bir uyarıcıdır" manasıyla, bereketlerinin kapsamının genişliğinden gaflet etmemek gerektiği ve özellikle "Ey Resulüm Muhammed! Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik" (Sebe', 34/28) ayetinin kapsamı anlatılmıştır. (Elmalılı)

Hak Teala Kur’an’ı, bu ayette birçok sıfatla nitelendirmiştir:

Birinci sıfat: Ayetteki, "indirdiğimiz" ifadesidir. Bundan maksat, Kur'an'ın Hazret-i Peygamber tarafından değil, Allah Teâlâ tarafından olan bir kitap olduğunu bildirmektir. Çünkü Hak Teâlâ'nın, Hazret-i Peygamber (sav)'e, sayesinde bu şekilde fesahat özelliğine sahip bir Kur'an meydana getirebileceği birçok ilimler vermiş olması uzak bir ihtimal değildir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Allah, durumun böyle olmadığını ve Cebrail (as)'in dili ile Kur'an vahyini indirme işini bizzat üzerine aldığını beyan etmiştir.

İkinci Sıfat: Ayetteki "Mübarek olarak" (bir feyz kaynağı olarak) tabiridir. Me'ânî alimleri "Mübarek bir kitap", bereketi ve menfaati devamlı olan, hayrı çok, sevap ve mağfiretle müjdeleyip, kötü fiillerden ve günahlardan insanı alıkoyan bir kitaptır" demişlerdir.

Üçüncü Sıfat: Ayette, "Kendinden önceki (Tevrat ve İncil'i) tasdik edici olarak" sıfatıdır. Bu ifadeden murad, O'nun, kendisinden önce indirilmiş olan kitapları tasdik edici olmasıdır. Bu kitaplarda mevcut olan mükellefiyetlerin, Hazreti Muhammed (sav)'in ortaya çıkış zamanına kadar devam edip geçerli olması; ama, O'nun şeriatının ortaya çıkışından sonra mensuh (kaldırılıp, hükmü geçersiz) olması gerektiği sonucu ortaya çıkar. Binaenaleyh bu kitaplar, o hükümlerin, bu vecihle sübûtuna delalet edip, Kur'an'ın da bu manaya muvafık ve mutabık olduğu; böylece  Kur'an'ın, bütün semavi kitapları tasdik edici olduğu, sabit olmuştur.

Dördüncü Sıfat: Ayetteki, "bir de başkent (Mekke) ile bütün çevresindeki yerleri uyarman için..." ifadesidir. (Fahreddin er-Râzî)


وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ

 

Cümle  وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûıl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişilerin biliniyor olmasının yanında onlara tazim ifade eder.

Müspet muzari fiil sıygasında gelen  يُؤْمِنُونَ بِه۪  cümlesi müsneddir. Müsnedin  muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

يُؤْمِنُونَ - يُحَافِظُونَ   kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

يُؤْمِنُونَ  fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Hal  وَ ‘ıyla gelen  وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ , sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلٰى صَلَاتِهِمْ  önemine binaen haber olan amili  يُحَافِظُونَ ’ye takdim edilmiştir. 

Demek ki, kitaba inanmamanın sebebi ahirete inanmamaktır.

Ve onlar namazlarını koruyucudurlar. (Namazı vaktinde kılmak, rükunlarını tam olarak yerine getirmek vs)

حَافِظُ  fiilinde karşılıklı yapma anlamı vardır. Biz namazı korursak, namaz da bizi korur. Bu ifade Müminun/9 ve Meâric/34 te aynen, Bakara/238 de emir şeklinde gelmiştir.

Cenab-ı Hak, وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ  "ve onlar namazlarına devam ederler" buyurmuştur ki bundan maksat, "Ahirete iman, insanı nübüvveti tasdike sevk ettiği gibi, beş vakit namaza devam etmeye de sevk eder..." şeklindedir. Hiç kimse, "Ahirete iman, bütün taatlere teşvik eder... O halde, namazın özellikle zikredilmesinin bir anlamı yoktur" diyemez. Çünkü biz diyoruz ki bundan maksat, Allah'a imandan sonra namazın, ibadetlerin en şereflisi ve en kıymetlisi olduğuna dikkat çekmektir... Namaz hariç, zahirî ibadetlerden hiçbirisi hakkında "îman" ismi kullanılmamıştır. Nitekim Cenab-ı Hak,  وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ  "Allah imanınızı, yani namazınızı zayi edecek değildir..." (Bakara, 143) buyurmuştur.  (Fahreddin er-Râzî)

En'âm Sûresi 93. Ayet

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ  ...


Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden kimseden daha zalim kimdir? Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ kim olabilir?
2 أَظْلَمُ daha zalim ظ ل م
3 مِمَّنِ kimseden
4 افْتَرَىٰ uyduran ف ر ي
5 عَلَى karşı
6 اللَّهِ Allah’a
7 كَذِبًا yalan ك ذ ب
8 أَوْ ya da
9 قَالَ diyenden ق و ل
10 أُوحِيَ vahyolundu و ح ي
11 إِلَيَّ bana
12 وَلَمْ
13 يُوحَ vahyedilmemiş iken و ح ي
14 إِلَيْهِ kendisine
15 شَيْءٌ bir şey ش ي ا
16 وَمَنْ ve kimseden
17 قَالَ diyen ق و ل
18 سَأُنْزِلُ ben de indireceğim ن ز ل
19 مِثْلَ gibi م ث ل
20 مَا şey
21 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
22 اللَّهُ Allah’ın
23 وَلَوْ eğer
24 تَرَىٰ bir görsen ر ا ي
25 إِذِ
26 الظَّالِمُونَ zalimleri ظ ل م
27 فِي içinde
28 غَمَرَاتِ dalgaları غ م ر
29 الْمَوْتِ ölüm م و ت
30 وَالْمَلَائِكَةُ ve melekler م ل ك
31 بَاسِطُو uzatmış ب س ط
32 أَيْدِيهِمْ ellerini ي د ي
33 أَخْرِجُوا haydi çıkarın خ ر ج
34 أَنْفُسَكُمُ canlarınızı ن ف س
35 الْيَوْمَ bugün ي و م
36 تُجْزَوْنَ cezalandırılacaksınız ج ز ي
37 عَذَابَ azabıyla ع ذ ب
38 الْهُونِ alçaklık ه و ن
39 بِمَا dolayı
40 كُنْتُمْ olmanızdan ك و ن
41 تَقُولُونَ söylüyor ق و ل
42 عَلَى karşı
43 اللَّهِ Allah’a
44 غَيْرَ olmayanı غ ي ر
45 الْحَقِّ gerçek ح ق ق
46 وَكُنْتُمْ ve ك و ن
47 عَنْ
48 ايَاتِهِ O’nun ayetlerine karşı ا ي ي
49 تَسْتَكْبِرُونَ büyüklük taslamanızdan ك ب ر

“Allah’a karşı yalan uyduran”dan maksat, Allah’ın hiçbir insana hiçbir şey indirmediğini ileri sürenlerdir veya bu âyet, müşriklerin “Kur’an Muhammed’in uydurmasıdır” şeklindeki iftiralarına (bk. Furkan 25/4; Hâkka 69/44-46) karşı bir cevaptır. Zira Allah’a ait olmayan sözleri O’na isnat etmek, Allah’a karşı bir iftira ve büyük bir haksızlık olup Hz. Muhammed böyle bir davranışta bulunmaktan münezzehtir. 

 

 Bazı müfessirlere göre bu âyetteki, bir kısım inkârcıların, kendilerine de vahiy geldiğini yahut kendilerinin de Kur’an’dakine benzer âyetler ortaya koyabileceklerini ileri sürdüklerini belirten açıklamalar bu âyetin Medine’de indiğini göstermektedir. Çünkü Medine döneminde Müseylemetülkezzâb ve Esved el-Ansî isimli yalancı peygamberler bu tür iddialarda bulunmuşlar; ayrıca söylendiğine göre yine Medine’de, eski bir vahiy kâtibi iken irtidad eden Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh, Allah’ın indirdiklerine benzer âyetleri kendisinin de ortaya koyabileceğini söylemeye kalkışmıştır. Ancak bu gerekçeler âyetin Medine’de indiğini kanıtlamak için yeterli görülmemiştir. Zira Mekke müşrikleri arasında da istihza maksadıyla benzer iddialarda bulunanlar olmuştur. Ayrıca 93. âyetle, Mekke’de indiği kesin olan 94. âyet arasındaki güçlü alâka da 93. âyetin Mekkî olduğunu göstermektedir (İbn Âşûr, VII, 375-376; Ateş, III, 201-202).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 442

بسط Beseta: بَسْطُ الشَّيْء  bir şeyi yaymak ve genişletmektir. بَسْطُ الْيَدِ  ise eli uzatmaktır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)  Türkçede kullanılan şekilleri Bâsit (Esmâul Husnâ), basit ve pusattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَظْلَمُ  haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada  ال ’sız  مِنْ ’li gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  اَظْلَمُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

افْتَرٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  افْتَرٰى  fiiline müteallıktır.  

كَذِباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. (اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  اُو۫حِيَ اِلَيَّ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اُو۫حِيَ  meçhul mazi fiildir.  اِلَيَّ  car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

وَ  haliyyedir.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يُوحَ  illet harfinin hazfıyla meçhul meczum muzari fiildir.  اِلَيْهِ  car mecruru  يُوحَ  fiiline müteallıktır.

شَيْءٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  وَ  atıf harfidir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

(و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu cer mahallindedir. Takdiri;  ممّن افترى  şeklindedir.

İsm-i mevsûlun sılası   قَالَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

قَالَ  fetha  üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  سَاُنْزِلُ مِثْلَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

سَاُنْزِلُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  اُنْزِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

مِثْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

افْتَرٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

   

 وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ 

 

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

تَرٰٓى  şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mef’ûlu hazfedilmiştir. Takdiri;  الكفار أو الظالمين (Kâfirler veya zalimler) şeklindedir.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri;  لرأيت أمرا عظيما (Büyük bir şey görürdün.) Yani, çok büyük, müthiş bir şey görmüş olurdun." şeklindedir.  (Fahreddin er-Râzî)

اِذْ  zaman zarfı  تَرٰٓى  fiiline müteallıktır.  الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ  ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الظَّالِمُونَ  mübteda olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

ف۪ي غَمَرَاتِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  الْمَوْتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  haliyyedir.  الْمَلٰٓئِكَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  بَاسِطُٓوا  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَيْد۪يهِمْ  muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الظَّالِمُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

بَاسِطُٓوا  kelimesi sülâsî mücerred olan  بسط  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ

 

Cümle mahzuf bir sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubtur. Takdiri; يقولون أخرجوا (Çıkarın, teslim edin derler.) şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  اَخْرِجُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْفُسَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

اَلْيَوْمَ  zaman zarfı,  تُجْزَوْنَ  fiiline müteallıktır.  تُجْزَوْنَ  meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

عَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْهُونِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تُجْزَوْنَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنْتُمْ  ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَقُولُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur. 

تَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَقُولُونَ  fiiline müteallıktır.  غَيْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

NOT: Müstesna minh;

a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

NOT: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna

غَيْرَ  nahiv alimlerinin çoğunluğuna göre  اِلَّا  gibi istisna olarak kullanılmaktadır. Ancak غَيْرَ ’nın اِلَّا ’dan farkı, cümledeki konumuna göre îrab almasıdır. Burada  غَيْرَ  istisnadır ve mef’ûlun bih olduğu için mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  كُنْتُمْ  ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  عَنْ اٰيَاتِه۪  car mecruru  تَسْتَكْبِرُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَسْتَكْبِرُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur. 

اَخْرِجُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرجdir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

تَسْتَكْبِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

 

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesidir. 

İstifham ismi  مَنْ  mübteda konumundadır. İnkârî  manadadır.

İstifham inkârîdir. Nefy manasındadır. Yani hiç kimse bu sıla cümlelerinde bahsedilen insanlardan daha zalim değildir. (Âşûr)

Müsnedi olan  اَظْلَمُ  ism-i tafdil kalıbındadır. Mübalağa ifade eder. Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda gelen cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebtir. 

Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

كَذِباً ‘deki tenvin taklîl ve tahkir ifade eder.

مَنْ  ism-i mevsûlünden murad cinstir. Yani iftira atan ve yalan söyleyen herkes kastedilmiştir. Belli bir kişi kastedilmemiştir. (Âşûr)

اَوْ  atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilen  قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezâyüftür.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اُو۫حِيَ اِلَيَّ , müspet mazi fiil sıgasındadır.

وَ ’la gelen hal cümlesi  وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ  cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَيْءٌ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade ederek kelimeye ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.

İstifham ismi olan  مَنْ  ile ism-i mevsûl olan  مَنْ  arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً  ibaresi Kur’an’da 8 kere geçer. Bunların üçü bu surededir. Diğer ikisi 93 ve 144. ayetlerdedir.

كَذَّبَ  fiili umumi olarak yalanlamak demektir, ancak Kur’an-ı Kerim’de sadece Allah’ı, ahireti, dini yalanlamak konularında kullanılmıştır.

وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ  cümlesi önceki mecrur mahaldeki ism-i mevsûle matuftur. Sılası mazi fiil  قَالَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  سَاُنْزِلُ مِثْلَ , müspet muzari fiil sıgasındadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.  سَاُنْزِلُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  اَنْزَلَ اللّٰهُۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Onların  مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ  [Allah’ın indirdiği şey] sözü ya Hicr suresi 6. ayette geçen “Ey kendisine zikir indirilen kişi şüphesiz sen delisin.” demeleri gibi alaya alarak söyledikleridir. Ya da “Bu sözün benzerini indireceğim” diyen kişinin Yüce Allah’tan hikâye edilmesidir. (Âşûr)

قَالَ - مَنْ - اللّٰهِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

افْتَرٰى - كَذِباً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اُو۫حِيَ - لَمْ يُوحَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَاُنْزِلُ - اَنْزَلَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ

 

İstînâf veya istînafa matuf cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ  cümlesi  ومَن أظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرى عَلى اللَّهِ كَذِبًا  cümlesine atfedilmiştir. Çünkü bu Allah’a iftira edenlere, “Bize vahyolundu” diyenlere ve “Allah’ın indirdiğinin benzerini indireceğim” diyen zalimlere bir ceza tehdididir. (Âşûr)

"Allah'a karşı iftira atandan daha zalim kim olabilir?" sözü, genel bir biçimde büyük bir tehdit ve korkutma ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)

Şart cümlesi  تَرٰٓى , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiiller hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder ve tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler.

Şartın cevabının mahzuf olması îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; لرأيت أمرًا عظيمًا  (Büyük bir şey görürdün.) şeklindedir.

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ  cümlesi, zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Bu cümlede haberin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır. Zamir makamı olmasına rağmen zalimlerin zahir isimle anılmaları onları tahkir ve kınama için yapılan ıtnâbtır.

وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ  sözündeki zalimler bütün müşrik zalimleri kapsar. Bunun için  الظَّالِمُونَ  kelimesindeki tarif istiğrak ifade eden cins içindir. (Âşûr)

ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Ölüm hali; içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir.  غَمَرَاتِ ’ın böyle bir özelliği olmadığı halde, durumun korkunçluğunu mübalağalı bir dille ifade etmek için zarfiyet manası bulunan  ف۪ي  harfi kullanılmıştır. Câmî’ her ikisindeki mutlak irtibattır. Âşûr da bu görüştedir. 

الغَمْرَةُ  suyla örtülmek, kaplanmak demektir. Buradan kurtulmak mümkün değildir. Bu istiareler yaygın olarak sıkıntı; bir vadiyi sular veya sel kapladığı zaman meydana gelen hakiki manadaki sıkıntı ve zorluğa benzetilerek kullanılır. (Âşûr)

Elleri uzatmak; dokunma ve acıdan kinaye olabilir. Maide suresi 28. ayetteki  لَئِنْ بَسَطْتَ إلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي  [Beni öldürmek için elini bana uzatırsan] sözünde geçtiği gibidir. (Âşûr)

Bu ayet-i kerimede  لَوْ  harfi; fiilin mazide zaman zaman devam etmesi sebebiyle, yani istimrar ifade ettiği için muzariye dahil olmuştur. Çünkü istimrar

ifadesi, mazi değil, muzari fiilde mevcuttur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Henüz gerçekleşmemiş olayların zikrinde muzari yerine mazi fiil gelmesi; mazi menzilesine konması (yani, kesinlik ifadesi) içindir. Zira Allah’ın sözünde asla değişiklik olmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Emir fiil sıygasında talebi inşa olan  اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ  cümlesi, mukadder يقولون  fiilinin mekulü’l-kavldir. Meleklerin sözleridir.

اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ  cümlesindeki emir taciz (aciz bırakmak) içindir. Yani eğer gücünüz yetiyorsa bu azaptan kendinizi kurtarın demektir.  الإخْراجُ  (çıkarmak) ise kurtarma ve hayatta kalma anlamında mecazdır. (Âşûr)

Cenab-ı Hak,  اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ  "Canlarınızı kurtarın!.." buyurmuştur. Burada bir hazf söz konusu olup ifadenin takdiri, "Canlarınızı kurtarın, derler..." şeklindedir. Bu ifadeyle ilgili bir kaç mesele vardır:

1) Bu lafız, onların çok şiddetli bir sıkıntı içinde olup, bela ve sıkıntı hususunda, kendi kendilerinin canlarını çıkarıp teslim edecekleri bir raddeye varmış olmalarından kinayedir.

2) Cenab-ı Hakk'ın, "Canlarınızı kurtarın" sözü, bir emir değil, aksine bir tehdit olup yürekleri yerinden hoplatmak için getirilmiştir... Bu, tıpkı bir kimsenin, "Şu anda git bakalım, başına gelenleri göreceksin!.." demesi gibidir. (Fahreddin er-Râzî)

غَمَرَ kelimesinin manaları şunlardır:

1- Felaket

2- Kucak dolusu

3- Bir duyguyu kuvvetle hissetmek.

Başına da  ف۪ي  harfi gelmiştir. [Ölümün kucağına düşmüş] ifadesinde istiare vardır. Yüce Allah peş peşe gelen ölüm sıkıntısı ve kederleri, insanlara ardarda gelip de onları sürükleyen dalgalara benzetmiştir. Bu hal insanın kalbini sarıp kuşattığı için  غَمَرَ  denilmiştir. (Râdî)

[Onları bir görseydin] şartının cevabı mahzuftur. Bu üslup korkuyu daha da arttırır.

غَمَرَاتِ الْمَوْتِ  buradaki  غَمَرَاتِ  kelimesi, "ölümün şiddeti, sıkıntısı" manasına gelen اَلْغَمْرَةُ  kelimesinin çoğuludur.  غَمْرَةُ كُلِّ شَيْءٍ  tabirinin manası, "O şeyin çokluğu, büyüklüğü.!" demektir.  غَمْرَةُ المَاءِ  (suyun çokluğu, muazzam oluşu) ve  غَمْرَةُ الحَرْبِ  (harbin büyüklüğü, muazzam oluşu) deyimleri de böyledir. Yine bir şey bir şeyin üzerine çıkarak onu sarıp bürüdüğünde, غَمْرَهُ الشَيْءُ  (o şey onu sardı, bürüdü) denir. Zeccâc şöyle demektedir: "Çok olan bir şeyin içine dalıp onun içinde kalan herkese,  قَدْ غَمَرَهُ ذَالِكَ  "O, onu sardı, bürüdü "; yine borcun içinde boğulup kalmış olan kimse hakkında da  غَمْرَهُ الدَّيْنُ  "Borç, onu kapladı..." denir. İşte, kelimenin asıl lügat manası budur. Daha sonra sıkıntılar, istenmeyen şeyler hakkında da  الغَمَرَاتُ  kelimesi kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)


اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ 

 

Beyanî istînâf olan cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اَلْيَوْمَ , meçhul bina edilmiş  تُجْزَوْنَ  fiilinin mukaddem mef’ûlüdür. Fiilin meçhul bina edilmesi mef’ûle dikkat çekme amacına matuftur.

اَلْيَوْمَ  kelimesindeki tarif, ahd içindir. Yani bu sözle kıyamet günü kastedilmiştir.  اَلْيَوْمَ  kelimesinin bu anlamda kullanılması meşhurdur. (Âşûr) 

Azap kelimesinin  الهُونِ  (aşağılayıcı) kelimesine muzâf olması izafetin taşıdığı ihtisas ve milk manası dolayısıyladır. Yani azap, küçük düşürmenin levazımıdır. (Âşûr)

Cenab-ı Hak  اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ  [Bugün hakaret azabı ile cezalandırılacaksınız.] buyurmuştur. Zeccâc, ayetteki  عَذَابَ الْهُونِ  [zillet azabı] tabirinin, "çok şiddetli bir zillete sebebiyet veren azap" manasına olduğunu söylemiştir. Bu azaptan maksat, Hak Teâlâ'nın elem verme ile hor ve hakir kılmayı birlikte yaptığı azaptır. Çünkü mükâfatın saygı ile içiçe olan bir menfaat olması şarttır. Aynı şekilde cezanın da, hor ve hakir kılma ile birlikte bulunan bir zarar olması şarttır. Bazı kimseler  الْهُونِ  kelimesinin, "hevân" (zillet) manasına geldiğini; "hevn" kelimesinin ise vakar ve tevazu manasına olduğunu; Hak Teâlâ'nın da  وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا  "O Rahmanın, yeryüzünde hevn ile, yani vakar ve tevazu ile yürüyen kulları..." (Furkân, 63) buyurmuş olduğunu söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  تُجْزَوْنَ  , مَا ‘ye müteallıktır.

بِمَا  kelimesindeki  بِ  harf-i ceri sebep içindir. Yani sözleriniz sebebiyle aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız demektir. (Âşûr)

Sılası  كان  , كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiştir.  Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

تُجْزَوْنَ - كُنْتُمْ - تَقُولُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)


وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ

 

Mevsûlün sılasına matuf olan bu cümle  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede car mecrur, amili olan  كان ’nin haberine önemine binaen takdim edilmiştir.

Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mutat olarak yapılan, adet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)

بِاٰيَاتِه۪ۜ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır.

كُنْتُمْ - قَالَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

كُنْتُمْ - تَسْتَكْبِرُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)


En'âm Sûresi 94. Ayet

وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟  ...


Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia ettikleriniz, sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 جِئْتُمُونَا yine bize geldiniz ج ي ا
3 فُرَادَىٰ tek olarak ف ر د
4 كَمَا gibi
5 خَلَقْنَاكُمْ sizi yarattığımız خ ل ق
6 أَوَّلَ ilk ا و ل
7 مَرَّةٍ kez م ر ر
8 وَتَرَكْتُمْ ve bıraktınız ت ر ك
9 مَا şeyleri
10 خَوَّلْنَاكُمْ sizi hayaline daldırdığımız خ و ل
11 وَرَاءَ arkasında و ر ي
12 ظُهُورِكُمْ sırtlarınız ظ ه ر
13 وَمَا
14 نَرَىٰ ve görmüyoruz ر ا ي
15 مَعَكُمْ yanınızda
16 شُفَعَاءَكُمُ şefaatçilerinizi ش ف ع
17 الَّذِينَ kimseleri
18 زَعَمْتُمْ sandığınız ز ع م
19 أَنَّهُمْ onların
20 فِيكُمْ içinizden
21 شُرَكَاءُ ortak olduklarını ش ر ك
22 لَقَدْ andolsun
23 تَقَطَّعَ (bağlar) kesilmiş ق ط ع
24 بَيْنَكُمْ aranızdaki ب ي ن
25 وَضَلَّ ve kaybolup gitmiştir ض ل ل
26 عَنْكُمْ sizden
27 مَا şeyler
28 كُنْتُمْ ك و ن
29 تَزْعُمُونَ sandığınız ز ع م

İnkârcıların âhirette, mutlak güç ve hâkimiyet sahibi olan Allah karşısındaki yalnızlık ve çaresizliklerinin anlatıldığı âyete göre onların dünyadaki akraba ve dostları, kendilerini şımartıp azgınlaştıran mal ve mülkler, makam ve mevkiler, Allah’tan başka tapmış oldukları şeyler Allah karşısında onlara zerre kadar fayda sağlamayacak, yardımını umdukları şeyler kaybolup gidecektir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 442

Riyazus Salihin, 412 Nolu Hadis

Hz. Âişe radıyallahu anhâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim demiştir:

“İnsanlar, kıyamet gününde, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzurunda toplanırlar.” Bunun üzerine ben:

– Yâ Resûlallah! Kadınlar ve erkekler birlikte olunca, birbirlerine bakmazlar mı, dedim? Peygamber Efendimiz:

– “Âişe! Durum, onların bunu akıllarına getiremeyecekleri kadar ciddidir” buyurdu.

Bir başka rivayette:

“İş, birbirlerine bakamayacakları derecede şiddetlidir”, buyurdu.

Buhârî, Rikak 45; Müslim, Cennet 56,59. Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 8, 48, Tefsîru sûre (5), 14; Tirmizî, Kıyamet 3, Tefsîru sûre (80), 2; Nesâî, Cenâiz 118-119; İbni Mâce, Zühd 33

خول Havele: خَوَّلَ vermek, bahşetmek anlamındadır. Birine köle ve hizmetçi vermektir. Alışılmış olup ihtiyaç haline gelmiş şeyleri vermektir diyenler de olmuştur. Arapçada خَالٌ kelimesi dayı, خَالَةٌ  (hala) ise teyze demektir ve bu sözcüğün aslı da ‘falan adam sığırlarına, develerine vs. mallarına iyi bakar, malın dayısıdır.’ şeklindeki deyimden gelmektedir. (Müfredat) 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) 

 

Türkçede kullanılan şekli haladır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

جِئْتُمُونَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  جِئْتُمُونَا  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  فُرَادٰى  kelimesi  جِئْتُمُونَا  ’deki failin hali olup mukadder fetha ile mansubtur.  

Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَ  harf-i cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  جِئْتُمُونَا ‘daki failin mahzuf ikinci haline müteallıktır.  

خَلَقْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا   fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اَوَّلَ  zaman zarfı,  خَلَقْنَاكُمْ  fiiline müteallıktır.  

مَرَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


 وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ


وَ  haliyyedir.  تَرَكْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  “و ”  gelir. Nadiren   “و ”  sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  خَوَّلْنَاكُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

خَوَّلْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَرَٓاءَ  mekân zarfı,  تَرَكْتُمْ  fiiline müteallıktır.  ظُهُورِكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَوَّلْنَاكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  خول ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نَرٰى  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

(و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَعَ  mekân zarfı,  نَرٰى  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شُفَعَٓاءَكُمُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  شُفَعَٓاءَكُمُ ‘un sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  زَعَمْتُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

زَعَمْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  زَعَمْتُمْ  fiilinin iki mef’ûlu yerindedir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  زَعَمْتُمْ  fiili sanmak manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ zamiri,  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. 

ف۪يكُمْ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.  شُرَكٰٓؤُ۬ا  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur. 

فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır – mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟

 

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

تَقَطَّعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  بَيْنَكُمْ  mekân zarfı,  تَقَطَّعَ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَنْكُمْ  car mecruru  ضَلَّ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası   كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كُنْتُمْ  ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَزْعُمُونَ۟  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur. 

تَزْعُمُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَقَطَّعَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  قطع ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

Tefe'ul babı aynı zamanda fiile teksir manası da katar. Burada teksir manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ 


وَ  istînafiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  قَدْ  ve  لَ  tekid ifade eder.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا ’nın sılası  خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ ,  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel  كَ  harfiyle birlikte جِئْتُمُونَا  fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır.

Önceki ayetteki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine iltifat vardır. 

Cümledeki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazfedildiği için de mücmeldir.

Henüz gerçekleşmemiş olayların zikrinde muzari yerine mazi fiil gelmesi; mazi menzilesine konması (yani, kesinlik ifadesi) içindir. Zira Allah’ın sözünde asla değişiklik olmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu geliş hakiki manada gelmiş olabilir. Bu durumda قَدْ  harfi tahkik içindir. Ama mazi fiil müstakbel için kullanılmış ise istiare vardır ve قَدْ  harfi terşîh manası içindir. 

(Âşûr)  

جِئْتُمُونا  sözündeki mansub mahaldeki  نَا  zamiri, heybet zamiridir,  كَما خَلَقْناكُمْ  sözünün deliliyle meleklere ait değildir. (Âşûr)

فُرادى  kelimesi  جِئْتُمُونا  fiilindeki merfû zamirin halidir. İlk hayatınızda mal, çocuk, ve yardımcılar gibi gurur duyduğunuz her şeyden ayrılmış bir haldesiniz. فُرادى  kelimesi  فَرْدانَ  şeklinde çoğul olur.  فُرادى  kelimesi, yalnız başına manasındaki  فُرادَ kelimesinin manasıyla sınırlı değildir.  Teker teker manasını da taşır.  ثَلاثٍ ورُباعٍ  gibi ma’dûl sayılar gibidir. (Âşûr)

Ayetteki  وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى  "Andolsun ki yapayalnız, tek tek huzurumuza geldiniz" buyruğu ile, bir azarlama ve korkutma kastedilmiştir. Çünkü o kâfirler, dünyada bütün gayret ve çabalarını, şu iki şeyi elde etmek için sarf etmişlerdir:

a) Makam ve mevki elde etmek...

b) Allah yanında kendilerine şefaatçi olacaklarına inandıkları putlara tapmak... Sonra onlar kıyamette mahşere geldiklerinde, dünyadaki mallarından hiçbirşey bulunmaz ve yanlarında, Allah katında şefaatçi olacaklarını sandıkları putlarını göremezler. Böylece de dünyada elde ettikleri ve son derece güvendikleri şeylerden tamamen uzak, tek başına kalmış olurlar. (Fahreddin er-Râzî)

فُرَادٰى  kelimesi, cemidir ve müfredi  فَرْدَانَ  şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

İnkâr ettikleri ve gözleriyle gördükleri ölümden sonraki diriliş için yapılmış bir teşbihtir.  كَ  harfi yeni yaratılışı, ilk yaratılışa benzetir. Mef’ûlu mutlak konumundadır. (Âşûr)


وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ 

 

وَ  istînafiyyedir. Veya cümle  قد  takdiriyle haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

 تَرَكْتُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  خَوَّلْنَاكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Mekân zarfı olan  وَرَٓاءَ ’nin amili  تَرَكْتُمْ  fiilidir. 

وَرَٓاءَ - ظُهُورِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ  ifadesinde tecsim, yani cisimlendirme sanatı vardır. Sanki adamın biri bir şeyi arkasına doğru fırlatıp atıyormuş gibi hissediyoruz, sanki onu görüyoruz. Bu benzetme, gözümüzde yükünü sırtının arkasına atmış bir hamalı canlandırır. Maksat, o şeyi senin gözünde çirkinleştirip bir daha unutmamayı sağlamaktır.


 وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ


تَرَكْتُمْ  cümlesine matuf bu cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

 شُفَعَٓاءَكُمُ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  ‘nin sılası  زَعَمْتُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkûne ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine/6) Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ , faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  زَعَمْتُمْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

زَعَمْتُمْ  fiilinde irsâd sanatı,  ف۪يكُمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır.  

وما نَرى مَعَكم شُفَعاءَكُمُ  cümlesi  جِئْتُمُونا وتَرَكْتُمْ  cümlelerine matuftur. Çünkü bu haberle onların hataları ve pişmanlıkları kastedilmiştir. Müşriklerin İslam karşısında kalpleri etkilenip bocaladığı zaman ilâhlarının yani putlarının Allah katında kendilerine şefaat edeceğini söyleyerek rahatlarlardı.  (Âşûr)

فِيكم شُرَكاءُ  ifadesinde harf-i cerin müteallakı olan شُرَكاءُ  kelimesine takdimi bu iddialarına taaccüp içindir. (Âşûr)


 لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟


Fasılla gelen cümle mukadder kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  قَدْ  ve لَ  tekid ifade eder.  وَضَلَّ عَنْكُمْ , kasemin cevabına matuftur. Car-mecrur  عَنْكُمْ , faile takdim edilmiştir.  ضَلَّ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Burada  تَقَطَّعَ  şeklindeki okuyuşta fail hazfedilmiştir. Çünkü maksat bu kesilmenin kopmanın meydana gelmesidir. Fail bu fiile birlikte kullanılabilecek müphem bir isimdir. Bu kelime  لَقَدْ تَقَطَّعَ الحَبْلُ  şeklinde ip vs gibi takdir edilebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:  وتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الأسْبابُ (Bakara, 2/166). Bu ayetteki kullanım da buna benzer, veciz bir kullanım sözkonusudur. Arap kelamında  التَّقَطُّعِ  kelimesinin uzaklık ve bağın kopması manasında tebei istiare olarak kullanılması yaygındır. (Âşûr)

Nâfî, Kıssâî ve Hafs  بَيْنَكُمْ şeklide, diğerleri ise  بَيْنُكم  şeklinde okumuştur. Bu kıraatte بَيْنُ  kelimesi zarfiyye olmaktan çıkar ve çekimi yapılan bir isim olur. Bu kelimeye التَّقَطُّعُ  fiilinin isnad edilmesi aklî mecaz olur. (Âşûr)

بَيْنُكم  şeklindeki okunuşta bu izafet fail olur. Yani zarf olmaktan çıkar ve mekân ismi olur. Toplanma mekânı olan mekân ashabının ayrılığından kinaye olur. (Âşûr) 

بَيْنَ  zıt anlamlı kelimelerdendir; kavuşma için de ayrılma için de kullanılır. Şöyle de denilmiştir: O zarftır, mecazen fiil ona isnat edilmiştir. Mana da aranıza kopukluk girdi demektir. (Beyzâvî)

بَيْنَكُمْ  Bu kelime, bazı bakımlardan aralarında bir birlik ve alaka bulunan iki şeyin birbirinden ayrılması hakkında kullanılır. Bu, Arapların  بَيْنِى وَبَيْنَهُ شِرْكَةٌ  "Onunla aramda bir ortaklık vardır";  بَيْنِى وَبَيْنَهُ رُحْمٌ  "Onunla aramızda bir akrabalık bağı vardır" demelerinde olduğu gibidir. Buna göre  لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ   tabiri, "Bağınız kopmuştur" manasındadır. Bu, "Ruh ile beden arasındaki bağlar paramparça olmuş, onu yeniden elde etmek, bağlamak imkânsızlaşmıştır" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Yararsız olduklarına işaret için ilâhları akılsız varlıkları ifade eden  مَا  ism-i mevsûlu ile ifade edilmiştir. (Âşûr)

كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)

زَعَمْتُمْ - تَزْعُمُونَ۟  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شُفَعَٓاءَكُمُ - شُرَكٰٓؤُ۬اۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Günün Mesajı
92. ayette "Ve onlar namazlarını koruyucudurlar." (Namazı vaktinde kılmak, rükunlarını tam olarak yerine getirmek vs) buyurulmuştur. Hafaza fiili korudu demektir. Hâfeza şeklinde araya bir elif gelerek gelen fiilde karşılıklı yapma anlamı vardır. Yani biz namazı korursak, namaz da bizi korur. Bu ifade Müminun/9 ve Meâric/34 te aynen Bakara/238 de emir şeklinde gelmiştir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsanın içindeki düzen domino taşları gibi ard arda dizilidir. Bazen bir tane taşın devrilmesiyle zorla ayakta tuttuğun taşlar da teker teker devrilir gözlerinin önünde. Sanırım bu insanın kendisini en çaresiz hissettiği anlardan bir tanesidir.

Rahat bırak kendini. Olmayan şeyi istemek için harcama vaktini. Sıkıştırma bedenini. Gücünün sınırlarını zorlama. Tek bir şeye odaklanma. Asla ya olacak, ya da olacak deme.

Rahat bırak kendini. Bazen insanın imtihanıdır olmayanı olmadığıyla kabul etmek. Bazen insanın imtihanıdır olan elinde patladığında hayal kırıklığına uğrayarak, olanla yaşamak zorunda kalmak. Olmayan da Allah’tan, olan da. Olmaması mı daha hayırlı hakkında, yoksa olması mı? Bunu en iyi bilen yine Rabbin. 

Hayat bu. Kimi zaman boyun kadar karlar içinde yolunu bulmaya çalışıyormuş gibi hissedersin. Kimi zaman da yemyeşil çayırlarda hiçbir engel olmadan koşarsın. Kimi zaman sonraki adımını bile göremezsin, kimi zaman da yolun sonuna kadar adımlarını tek tek hesaplarsın.

İste, her zaman iste. Sabrederek iste. Ama ölçülü çabala. Ne vaktinden önce çabalamayı bırakma ki yıllar boyunca acaba biraz daha uğraşsaydım olur muydu sorusu hayalet gibi dolanmasın peşinde. Ne de vaktinden sonra bırakma ki başka bir şey için çabalamaya enerjin, sabrın, huzurun ve umudun kalsın. 

 

Rabbim daima hakkımda hayırlı olanı istemeyi nasip et. İnadımdan dolayı hakkımda hayırsız olanın peşinde koşup yorulmaktan ve elde ettiğimde hayal kırıklığına uğramaktan koru. En hayırlısını, en güzelini bilen Sensin.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji