بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah’tır |
|
3 | فَالِقُ | yaran |
|
4 | الْحَبِّ | daneyi |
|
5 | وَالنَّوَىٰ | ve çekirdeği |
|
6 | يُخْرِجُ | çıkarır |
|
7 | الْحَيَّ | diriyi |
|
8 | مِنَ | -den |
|
9 | الْمَيِّتِ | ölü- |
|
10 | وَمُخْرِجُ | ve çıkarır |
|
11 | الْمَيِّتِ | ölüyü |
|
12 | مِنَ | -den |
|
13 | الْحَيِّ | diri- |
|
14 | ذَٰلِكُمُ | işte budur |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | فَأَنَّىٰ | o halde nasıl |
|
17 | تُؤْفَكُونَ | çevriliyorsunuz |
|
Bu ve müteakip âyetlerde, her biri başlı başına birer mûcize olan, fakat her zaman tekrarlandığı için insanların önemini kavramaktan gafil olduğu başlıca yaratılış olaylarına ve ilâhî kudretin işaretlerine dikkat çekilmiştir.
Tohumun ve çekirdeğin patlayarak filiz vermesi ve bu suretle tabiatın canlanması, bitkilerle bezenmesi, nimetlerle dolup taşması o yüce kudretin muhteşem eserleridir. Böylece O, ölüden diriyi, diriden ölüyü, tohumdan ve çekirdekten bitkileri, bitkiden tohum ve çekirdekleri çıkarmaktadır. Âyette, kesintisiz tekrar eden bu açık seçik tecellilere rağmen insanoğlunun nasıl olup da gerçeğe sırtını dönebildiği, O’nu yaratıcı olarak tanıyıp kulluk etmekten geri durabildiği sorulmaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 444
Neveye نوي :
نَوَى fiili niyet etmek, karar vermek, yapmaya niyetlenmek anlamındadır. (Dağarcık)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri niyet etmek ve nüvedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. فَالِقُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْحَبِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
النَّوٰى kelimesi atıf harfi وَ ’la الْحَبِّ ’ye matuf olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
فَالِقُ kelimesi sülâsî mücerred olan فلق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ
Fiil cümlesidir. يُخْرِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْحَيَّ mef’ûlun bihtir.
مِنَ الْمَيِّتِ car mecruru يُخْرِجُ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مُخْرِجُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو şeklindedir. الْمَيِّتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنَ الْحَيّ car mecruru مُخْرِجُ’ye müteallıktır.
مُخْرِجُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
İsim cümlesidir. İsaret ismi ذٰلِكُمْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن بدا لكم بيان قدرة الله فأنى تؤفكون وتصرفون عن الإيمان (Eğer size Allah’ın kudreti tecelli ediyor gibi geliyorsa o halde nasıl imandan dönersiniz?) şeklindedir.
اَنّٰى istifham ismi كَيْفَ manasındadır. تُؤْفَكُونَ fiilinin hali olarak mahallen mansubtur. تُؤْفَكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naibi fail olup mahallen merfûdur.
• Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
• Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
• Cevap cümlesi; olumlu mazi, olumlu muzari ve umumiyetle لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin bütün esmayı bünyesinde toplayan اللّٰهَ ismiyle marife oluşu telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsned veciz ifade kastıyla izafet terkibiyle gelmiştir.
الْحَبِّ - النَّوٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْحَبِّ (tane), ot tohumlarına; النَّوٰى (çekirdek), ağaç tohumlarına delalet eder. Bununla beraber ot ve ağaç ikisi de bitkisel olduğundan النَّوٰى kelimesini tanenin içindeki bitkisel maya gibi düşünmek mana bakımından daha uygun olacaktır ki bir tanenin içindeki öz, maya, bir hurma veya üzüm tanesinin içindeki çekirdek gibidir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى [(O), taneleri ve çekirdekleri yaratandır.] vasfı ile ilgili iki görüş vardır:
İsim cümlesi gelmesi; bu vasfın sabit ve devamlı olduğuna delalet eder. Çünkü bu vasıf Allah Teâlâ’nın zati sıfatıdır. Bu fiili vasıftır veya kudret vasfıdır ki fiil sıfatı verilemeyen durumlarla alakalı ıstılah olarak kullanılır. Burada maksat; Allah’ın ölülerden diri çıkarmak kudretine delil getirirken tohumun ve çekirdeğin yarılmasını zikretmekle yetinmektir. (Âşûr)
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ
Beyanî istînâf olan cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümleye matuf olan وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيَّ ise sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Bunun sebebi tefennün (değişik sıygalar kullanarak muhatap için sözü monotonluktan kurtarmak) de olabilir. Diğer yandan hayat ve ölüm birbirini tamamlayan bir devir daim içindedir. Ölüm her canlının tadacağı kaçınılmaz bir netice olması sebebiyle hayattan daha açık daha görülür bir gerçektir. Bu yüzden diriden ölüyü çıkarmak isim cümlesiyle ölüden diriyi çıkarmak ise fiil cümlesiyle ifade edilmiştir.
مُخْرِجُ takdiri هو olan mahzuf mübteda için haberdir. Mübtedanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
مُخْرِجُ - يُخْرِجُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْحَيِّۜ - الْمَيِّتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ cümlesi ile مُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيَّ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيَّ ifadesinde fiillerin müteallıkları arasında akis gerçekleşmiştir. Aks (tebdîl) çaprazlama demektir. Beyitte veya cümlede kelimelerin sırasını değiştirerek tekrarlama sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu konuda iki görüş vardır: Birinci bahis: Hayy “diri”, canlılıkla nitelendirilen her şeyin adıdır. Meyyit ise kendisinde hayat sıfatı bulunmayan şeyin adıdır. Bu takdire göre bitkiler “hayy” değildir. Bu konuda da iki görüş vardır:
Birinci görüş: Bu iki lafzı, hakikî manaya hamletmektir. İbni Abbas şöyle der: “Cenab-ı Hakk, nutfeden canlı bir beşer, canlı beşerden de ölü bir nutfe çıkarır. Yine aynı şekilde yumurtadan canlı civcivi, tavuktan da ölü yumurtayı çıkarır. Bundan maksat, canlı ile ölünün birbirlerinin zıttı olup birbirlerini nefyettiklerini ifade etmektir. Binaenaleyh benzer bir şeyin benzer bir şeyden meydana gelmesi, bunun tabiat ve hassalar icabı olduğu zannını uyandırabilir. Ama zıddın zıddan meydana gelmesine gelince, bunun tabiat ve o şeylere ait özellikler sebebiyle olması imkânsızdır. Bilakis bunun, hakîm olan bir yaratıcının takdiri ve Alîm olan bir müdebbirin yönetmesiyle meydana gelmesi gerekir.
İkinci görüş: “Hayy” ve “Meyyit” kelimelerinin, bizim zikrettiğimiz manalar ile yine bazı mecazî manalara hamledilmesidir. Bu hususta da şu izah şekilleri bulunmaktadır:
يُخْرِجُ الْحَیَّ مِنَ الْمَيِّتِ “O, ölüden diriyi çıkarır.” daha sonra da وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَیِّ buyurmuş. Halbuki isim cümlesinin fiil cümlesine atfı güzel değildir. Böyle ifade etmesinin sebebi; وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَیِّ buyruğu, O’nun فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى taneleri ve çekirdekleri yaratandır.” sözüne atfedilmiştir. Zira bu, o sözün adeta bir beyanı ve tefsiri gibidir. Çünkü bitki ve büyüyen ağacı bitirmek için taneyi ve çekirdeği çatlatmak ölüden canlı çıkarma cinsindendir. Çünkü “büyüyen”, canlı hükmündedir.
Birincide Fiil, İkincide İsim Cümlesi Kullanmanın Sebebi:
Fiil cümlesi, o failin o fiile her an ve her zaman itina gösterdiğine delalet eder. Ama isim cümlesine gelince bu, her zaman yenilenmeyi ve itina göstermeyi ifade etmez.
Canlı cansızdan daha kıymetlidir; diriyi ölüden çıkarma hususunda gösterilen itinanın, ölüyü diriden çıkarmaya gösterilen itinadan daha fazla olması gerekir. İşte bu manadan dolayı diriyi ölüden yaratmaya gösterilen ihtimam ve dikkatin ölüyü diriden yaratmaya gösterilen itinadan daha fazla ve daha mükemmel olduğuna dikkat çekmek için birincisi fiil, ikincisi de isim cümlesiyle getirilmiştir. Allah, muradını en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder. İtiraz olarak gelmiştir. (Âşûr)
Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder.
فَ mahzuf şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Şartın takdiri, إن بدا لكم بيان قدرة الله (Eğer size Allah’ın kudreti tecelli ediyor gibi geliyorsa) şeklindedir. Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Fakat haber manalıdır.
Cevap cümlesi olan فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. اَنّٰى istifham harfi cümlede hal konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasındaki تُؤْفَكُونَ meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Bu ayette فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ifadesinde bulunan istifham inkârî olup nefy/olumsuzlama anlamındadır. Yani apaçık deliller kaim olduktan sonra imandan yüz çevirmenize hiçbir yol yok demektir. İbn Âşûr da bu istifhamın taaccübî ve inkarî olduğunu, mananın “Sizi Allah’ı birlemekten/tevhidden çevirecek herhangi bir şey bulunmamaktadır.” şeklinde olduğunu ifade etmektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اللّٰهُ - مِنَ - الْحَيِّۜ - الْمَيِّتِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
“Allah Teâlâ’nın ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkardığını müşahede ettiğiniz, sonra canlı bedeni, bir seferde ölü nutfeden (meniden) çıkardığını müşahede ettiğiniz halde daha nasıl olur da çürümüş ölünün toprağından yeniden canlı bedeni çıkarabileceğini uzak ihtimal görürsünüz?” Bundan maksad, o insanların haşr ve neşri yalanlamalarını reddir. Hem sonra bu iki zıt şey nispet hususunda birbirine denktir. Binaenaleyh iki zıddan birinden diğerine geçiş nasıl imkansız ise diğerinden birinciye geçiş de aynı şekilde imkânsız olmalı. Hayat varken ölümün bulunması nasıl imkânsız ise aynı şekilde (bir bedende) ölüm varken de hayatın bulunması imkânsız olur. Her iki takdirde de öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğu neticesi çıkar. (Fahreddin er-Râzî)
ذَلِكُمُ اللَّهُ cümlesi müstenef bir cümledir. Maksat, konunun önemidir. (Âşûr)
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَالِقُ | karanlığı yarıp |
|
2 | الْإِصْبَاحِ | sabahı ortaya çıkarmış |
|
3 | وَجَعَلَ | ve kılmıştır |
|
4 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
5 | سَكَنًا | dinlenme zamanı |
|
6 | وَالشَّمْسَ | ve güneşi |
|
7 | وَالْقَمَرَ | ve ayı |
|
8 | حُسْبَانًا | hesap (ölçüsü) yapmıştır |
|
9 | ذَٰلِكَ | bu |
|
10 | تَقْدِيرُ | takdiridir |
|
11 | الْعَزِيزِ | o üstün |
|
12 | الْعَلِيمِ | bilen(Allah)ın |
|
Sabahın aydınlanması, gecenin sükûnet ve âsûdeliği, ay ve güneşin şaşmaz bir matematiksel nisbetle, insanların zamanı ve daha başka astronomik ve coğrafî ölçüleri bulmalarına imkân verecek düzenlilikle işlevlerini sürdürmeleri de o azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir, düzenlemesidir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 444
Feleqa فلق :
فَلَقٌ bir şeyi yarmak ve bir bölümünü diğer bölümünden ayırmaktır.
إنْفَلَقَ fiili onu yardı ve parçaları birbirinden ayrıldı demektir.
Felâk sûresi birinci ayette geçen فَلَقٌ sözcüğü ufkun güneşin ilk ışıklarıyla kızardığı tan vakti olan sabahın başları anlamındadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri falaka ve infilâktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ
فَالِقُ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو şeklindedir. الْاِصْبَاحِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
سَكَناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الَّيْلَ ‘ye matuftur. حُسْبَاناً mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Takdiri, جعل şeklindedir.
فَالِقُ kelimesi sülâsî mücerred olan فلق fiilinin ism-i failidir.
ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
تَقْد۪يرُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْعَز۪يزِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْعَل۪يمِ kelimesi الْعَز۪يزِ ’den bedel veya sıfattır.
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَناً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَاناًۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.
فَالِق, takdiri هو olan mübtedanın haberidir. Haber, az sözle çok anlam ifade etmek amacıyla izafet terkibi olarak gelmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَجَعَلَ الَّيْلَ cümlesi makabline matuftur.
سَكَناً ve حُسْبَاناًۜ kelimelerindeki tenvin, tazim ve nev ifade eder.
الْاِصْبَاحِۚ - الَّيْلَ - الشَّمْس -الْقَمَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْاِصْبَاحِۚ - الَّيْلَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu ayet, yaratıcının varlığının, ilminin kudretinin ve hikmetinin delillerinden bir çeşittir. Binaenaleyh önceki ayette zikredilen çeşit, bitkilerin ve canlıların hallerinin bu hususlara delil oluşundan alınmıştı. Bu ayetteki çeşit ise feleklerin (gökteki cisimlerin) hallerinden çıkarılmış delillerdir. Çünkü gecenin karanlığının, sabahın aydınlığı ile yarılıp bölünmesi, bitki ve ağacın kendisinden çıkışı için tanenin ve çekirdeğin yarılıp bölünmesinden daha fazla kudret-i ilâhiyenin mükemmelliğine delalet eder. Bir de gökteki cisimlerin hallerinin kalp üzerindeki tesirlerinin, yeryüzü hallerinin tesirinden daha fazla olduğu açıkça bilinen hususlardandır.
Karanlık, ademe (yokluğa) benzer. Hatta kesin aklî deliller, karanlığın “yokluğu” ifade eden bir mefhum, nurun (ışığın, aydınlığın) da tamamen var oluşu ifade eden bir mefhum olduğuna delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
فَلْقُ الإصْباحِ tabiri gecenin karanlığı arasında ışığın ortaya çıkması için bir istiaredir. Sabah; ışıkla gecenin karanlığının yarılmasına benzetilmiştir. Aynı mana için hayvanın derisinin soyulması manasındaki السَّلْخُ kelimesi de kullanılır. (Âşûr)
ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Sübut ifade eder. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ şeklindeki uzaklık ifade eden işaret isminde işaret edilen hususun derecesinin yüksekliğini ve fazilet mertebesinin yüceliğini göstermek kastı vardır.
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
الْعَز۪يزِ,الْعَل۪يمِ kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de mübalağa kalıbındadır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
[Bu] yani Güneş ve Ay’ın belli bir hesaba göre yaratılmaları… Güneş ve Ay için geçerli olan bu belirli ölçüye göre hareket etme durumu, bunları emri altına alan [mutlak izzet sahibinin] ve bunları idare etmeyi ve döndürmeyi en iyi bilen [mutlak ilim sahibinin takdiridir.] (Keşşâf)
Azîz olması; hükmünün galip olduğunu, yenilemez olduğunu, Alîm olması da bunların yaratılışını ve sebeplerini bilen tek zatın o olduğunu vurgular.
Yaratılışını ve sebeplerini bilen tek zatın o olduğunu vurgular.
Bu ifadede bulunan el-Azîz vasfı O’nun kudretinin; el-Alîm kelimesi de O’nun ilminin mükemmel olduğuna bir işaret olup bunun manası şudur: “Feleklerin kütlelerinin, hızlılık ya da yavaşlık bakımından muayyen ve hususi miktarlarla ve hususi sıfatlar ve muayyen durum ve hareketlerle takdir edilmiş olması, bütün mümkinata taalluk eden kâmil bir kudret; malumatın bütün külliyat ve cüziyatında geçerli olan bir ilim ile ancak elde edilebilir. Bu, bu hallerin ve sıfatların, o maddelerin tabiat ve özellikleri sebebiyle değil, ancak bir Fail-i Muhtar’ın (Allah) bunu onlara tahsis etmesiyle olabileceğinin bir açıklanmasıdır. Allah en iyisini bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي | kimse |
|
3 | جَعَلَ | yaratan |
|
4 | لَكُمُ | sizin için |
|
5 | النُّجُومَ | yıldızları |
|
6 | لِتَهْتَدُوا | yol bulasınız diye |
|
7 | بِهَا | onlarla |
|
8 | فِي |
|
|
9 | ظُلُمَاتِ | karanlıklarında |
|
10 | الْبَرِّ | karanın |
|
11 | وَالْبَحْرِ | ve denizin |
|
12 | قَدْ | gerçekten |
|
13 | فَصَّلْنَا | biz genişçe açıkladık |
|
14 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
15 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
16 | يَعْلَمُونَ | bilen |
|
İnsanlar çok eski dönemlerden beri yolculuk ederken yön tayininde bazı yıldızların ve yıldız kümelerinin konumundan yararlanırlar. Özellikle henüz pusulanın icat edilmediği çağlarda büyük önem taşıyan bu durum, bugün de modern imkânların bulunmadığı şartlarda önemini korumaktadır. Yıldızların konumlarından yararlanılsın veya yararlanılmasın, onların kozmik düzeni –Allah bu düzeni devam ettirdiği sürece– ilâhî kudretin işareti olma özelliğini koruyacaktır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 444-445
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لَكُمُ car mecruru جَعَلَ fiiline müteallıktır. النُّجُومَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. لِ harfi, تَهْتَدُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَعَلَ fiiline müteallıktır.
تَهْتَدُوا fiili, نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِهَا car mecruru تَهْتَدُوا fiiline müteallıktır. ف۪ي ظُلُمَاتِ car mecruru تَهْتَدُوا ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, سائرين أو كائنين في ظلمات البر (yeryüzünün karanlıklarında bulunan veye yürüyen) şeklindedir.
الْبَرِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْبَحْرِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْبَرِّ ’ye matuftur.
تَهْتَدُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi هدي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
قَدْ tahkik içindir, yani tekid ifade eder. فَصَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
الْاٰيَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِقَوْمٍ car mecruru فَصَّلْنَا fiiline müteallıktır.
يَعْلَمُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَصَّلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ
Ayet فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ cümlesine matuftur. Mübteda ve haberden oluşmuş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
İki taraf da yani mübteda da haber de marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasırdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ cümlesi, fiile dahil olan lam-ı ta’lîl sebebiyle masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel cer mahallinde جَعَلَ fiiline müteallıktır.
ف۪ي ظُلُمَاتِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ظُلُمَاتِ içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ظُلُمَاتِ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
الْبَرِّ - الْبَحْرِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ظُلُمَاتِ kelimesinin, karaya ve denize izafe edilmesi, aralarındaki ilgi sebebiyledir. Çünkü yıldızlarla yolu bulma ihtiyacı, ancak o zaman belirmektedir ya da karanın ve denizin karanlıklarından maksat, bilinmeyen yollardır; bu yollar, mecazî olarak karanlıklar diye ifade edilmiştir. (Ebüssuûd)
Bu haberden ilk maksat; Allah Teâlâ’nın ilâhlıktaki birliğine delil getirmektir. Bunun için iki taraf da marife olarak gelerek kasr üslubu kullanılmıştır. Muhataplar yıldızları Allah’ın yarattığını ve insanların bu yıldızlarla yolunu bulmasının Allah sayesinde olduğunu kabul ediyorlardı ama bunun gereği olarak ibadeti Allah’a tahsis etmiyorlardı. (Âşûr)
ظُلُماتِ kelimesinin البَرِّ والبَحْرِ kelimelerine izafe edilmesi في manasındadır. Çünkü karanlık bu mekanlarda vaki olur. Yani karanlıkta bu mekânlarda yürürken yolu bulmak için demektir. İzafette bu في harfinin manasını uygun görmeyenler de لِ manasında kabul edebilir. (Âşûr)
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümle قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
Müstenef bir cümledir. Tescil, tebliğ ve iman etmeyenlere mazeret kalmaması için gelmiştir. (Âşûr)
Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki يَعْلَمُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
قَوْمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Ayetlerin tafsilatlı olarak açıklaması bütün insanlara müteveccih iken bunun bilen bir topluma tahsis edilmesi onların bu ayetlerden daha fazla yarar sağlamaları sebebiyledir. (Ebüssuûd)
Ayette bahsedilen ilim akıl manasında olabilir. Binaenaleyh [Biz ayetleri, bilen kimseler için gerçekten açıkça beyan ettik…] ifadesi, Bakara Suresinde geçen, [Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında aklı ile düşünen kimseler için nice ayetler vardır] ayetiyle, [Hakikat, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde hâlis akıl sahipleri için elbet ibret verici deliller vardır. (Âl-i imran Suresi, 190)] ayetinin benzeridir. (Fahreddin er-Râzî)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي | kimse |
|
3 | أَنْشَأَكُمْ | sizi inşa eden |
|
4 | مِنْ | -ten |
|
5 | نَفْسٍ | nefis- |
|
6 | وَاحِدَةٍ | bir tek |
|
7 | فَمُسْتَقَرٌّ | (sizin için) bir karar |
|
8 | وَمُسْتَوْدَعٌ | ve emanet yeri vardır |
|
9 | قَدْ | gerçekten |
|
10 | فَصَّلْنَا | biz genişçe açıkladık |
|
11 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
12 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
13 | يَفْقَهُونَ | anlayan |
|
Kur’an mûcizesinin gerçekleştiği âlem içinde yaratılış hadisesinin en muhteşem sonucu hiç şüphesiz insandır. Bu âyette yüce Allah bu büyük mûcizeyi de kudretinin nişanesi olarak zikretmektedir. Tefsirlerde genellikle âyet-i kerîmedeki nefs kelimesinden Hz. Âdem’in kastedildiği belirtilmiş; müstakar kelimesine “yeryüzü veya ana rahmi”, müstevda‘ kelimesine de “kabir veya babanın sulbü” gibi mânalar verilmiştir (geniş bilgi için bk. Elmalılı, III, 1990-1995; İbn Âşûr, VII, 396-397). Süleyman Ateş klasik tefsirlerin aksine, nefsi “Hz. Âdem’den ve evrimleşerek ikili cinsel üreme düzeyine ulaşmadan önceki insanlığın eşeysiz ilk kökeni veya genel olarak baba”, müstakar kelimesini “babaların belleri”, müstevda‘ kelimesini de “annelerin rahimleri” olarak açıklamıştır (III, 206-208).
Bazı eski ve yeni tefsirlerde belirtildiği gibi (meselâ bk. Taberî, VII, 286-291; İbn Atıyye, II, 326-327; İbn Âşûr, VII, 397) bu iki kavramı, insanın birbirini takip eden iki muayyen konumuyla sınırlamak yerine, bunların ilk yaratılıştan insanın varlığının devamı süresince içinde bulunduğu ve intikal etmeye hazır olduğu bütün konumlarına işaret ettiğini düşünmek daha isabetli olur. Buna göre insanoğlu başlangıcından itibaren varlığının her konumunda hem bir karar hem de intikale aday olma, emanet halinde bulunma durumlarını birlikte yaşar. Böylece o, cennet veya cehenneme varıncaya kadar, sırasıyla ilk nefsin özünde yani insanı saklayan ilk cevherde, babanın sulbünde, annenin rahminde, toprağın üzerinde, yerin altında ve haşir yerinde hem bir karar halini hem de gelecek intikale namzet emanet halini birlikte yaşar. Müstakâr bu hallerin ilkine, müstevda‘ da ikincisine işaret etmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 445
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْشَاَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْ نَفْسٍ car mecruru اَنْشَاَكُمْ fiiline müteallıktır. وَاحِدَةٍ kelimesi نَفْسٍ’in sıfatıdır.
فَ atıf harfidir. مُسْتَقَرٌّ mukaddem mahzuf haberin mübtedası olup lafzen merfûdur. Takdiri, لكم مستقر şeklindedir.
مُسْتَوْدَعٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la مُسْتَقَرٌّ ’e matuf olup lafzen merfûdur.
مُسْتَقَرٌّ - مُسْتَوْدَعٌ kelimeleri sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.
İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ
قَدْ tahkik ifade eder. Tekid ifade eder.
فَصَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
الْاٰيَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِقَوْمٍ car mecruru فَصَّلْنَا fiiline müteallıktır.
يَفْقَـهُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. يَفْقَـهُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَصَّلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ
Ayet önceki ayetteki وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ cümlesine matuftur. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
İki taraf da yani mübteda da haber de marife olduğu için kasır ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَفْسٍ ’deki tenvin, cins ve tazim ifade eder.
فَ ile makabline atfedilen, مُسْتَقَرٌّ mahzuf mukaddem haberin mübtedasıdır. Cümlenin takdiri, لكم مستقر [Sizin için yerleşmek vardır.] şeklindedir. فَمُسْتَقَرٌّ ,وَمُسْتَوْدَعٌ ’a matuftur.
O ki sizi tek bir nefisten ilk defa yaratandır cümlesi Nisa Suresi 1. ayette de geçmiştir. Ancak orada خَلَقَ fiili, burada ise اَنْشَاَ fiili kullanılmıştır. O ayeti hatırlattığı için iktibas sanatı vardır.
مُسْتَقَرٌّ ve مُسْتَوْدَعٌ, istikrar (yerleşme) ve istida (emanet bırakma) manasına mimli masdar veya yerleşme yeri veya emanet yeri manasına yer ismi olur. Yani hepiniz bir nefisten meydana gelmiş olduğunuz halde her birinizin bir istikrar haliniz bir istida haliniz var. (Elmalılı Hamdi Yazır)
فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ ifadesindeki وَ harfi taksim için değil bu iki kelimenin birlikteliği güzel olduğu içindir. (Âşûr)
قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَـهُونَ
İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümle قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki يَفْقَـهُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
قَوْمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Ayetlerin tafsilatlı olarak açıklaması bütün insanlara müteveccih iken bunun düşünen bir topluma tahsis edilmesi onların bu ayetlerden daha fazla yarar sağlamaları sebebiyledir.
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları, geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan teakkul kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (teakkul) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (tezekkür) geleceğe yol bulmaları (tedebbür) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Son cümle ile önceki ayetin sonu arasında mukabele vardır.
Beşerin yaratılışını tafsilatlı olarak beyan eden bu ayetlerle benzerlerini, zekâlarını kullanarak derin düşünerek, muğlak incelikleri değerlendirmesini bilen bir toplum için ayrıntıları ile açıkladık, manasındadır. Ademoğlunun yaratılışının çeşitli aşamalarındaki incelikler, en üstün akıllıları bile hayrette bırakan ilâhi bir sanattır. Burada daha önce yıldızlar için kullanılan عْلَم fiilinin değil, فْقَـه fiilinin tercih edilmesindeki hikmet de budur. Zira fıkh, ince ve derin bilgiler için kullanılır.
Burada يَعْلَمُونَ değil, يَفْقَهُونَ fiili gelmiştir. Çünkü bu aşamalar üzerine inşa ettikleri istikrar ve dayanıklılık işareti ve bu ikisindeki hikmet, ele alınması, üzerinde düşünülmesi gereken kesin bir işarettir. (Âşûr)
Biz bu ayetleri fıkıh ehli (anlayışlı) olan, nefsinde ince ve derin bir anlayışı bulunan hikmet sahibi kimseler için açıkladık. Yani açıklamadan istifade edebilmek için sadece ilim ehli olmak yeterli değil, kendini bilmiş olmak da şarttır. “Fıkıh” asıl olarak lügatta bir şeyi sebep ve hikmetiyle anlamak, ince anlayış ile anlamak manasınadır ki bunda “nefsi bilmek” manası da yer almıştır. Bununla şuna işaret edilmiştir ki bundan önceki ayetlerin ilmi açıklamasının şartlarından biri de insanların kendilerini ve nefislerinin hallerini tanımalarıdır. Normal ilim ehli olanlar kendilerini bilmeyi hesaba katmadan her şeyi anlayıverdiklerini sanırlar. Halbuki objektif deliller, subjektif delillerle bilinir ve doğru karar ikisinin uyuşmasıyla verilir. Şu halde insani gelişme ve subjektif hayat anlaşılıp fark edilmedikçe objektif gelişme hakkındaki ilim sağlam olmaz. İnsana has gelişme ise bitkisel ve hayvansal gelişmeden daha derli toplu olduğu için kendini bilmek daha zor ve kendini unutmamak şartıyla objektif mütalaa zor olduğundan ve فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ [karar yeri ve emanet yeri]’nin analizi bu açıklamayı da içine aldığından birincisinde لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ [bilen bir kavim için] ifadesiyle yetinildiği halde burada لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ [derin anlayışlı bir kavim için] buyrularak daha çok tahsis edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
لِقَوْمٍ ifadesindeki lâm harfi, “lâm-ı âkibe”dir. Veyahut da bu ifade, bir fiili herhangi bir maksat için yapan kimsenin haline benzetme manasına hamledilmiş olur. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hakk, kendisiyle yıldızların durumlarından istidlale dair ayetini, يَعْلَمُونَ ifadesiyle bu ayetini ise يَفْقَهُونَ [iyi ve ince anlarlar] lafzıyla bitirmiştir. Buradaki fark şudur: İnsanları tek bir candan yaratıp onları farklı farklı haller arasında döndürüp dolaştırmak, sanat ve tedbir bakımından çok hoş ve çok ince bir durumdur. “Fıkh...” kelimesi, iyice anlamayı, kuvvetli zekâ ve anlayışı ifade ettiği için, Cenab-ı Hakk burada bu kökten olan يَفْقَهُونَ kelimesini kullanmıştır. Allah en iyisini bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي | kimse |
|
3 | أَنْزَلَ | indiren |
|
4 | مِنَ | -ten |
|
5 | السَّمَاءِ | gök- |
|
6 | مَاءً | suyu |
|
7 | فَأَخْرَجْنَا | çıkardık |
|
8 | بِهِ | onunla |
|
9 | نَبَاتَ | bitkiyi |
|
10 | كُلِّ | her |
|
11 | شَيْءٍ | çeşit |
|
12 | فَأَخْرَجْنَا | ve çıkardık |
|
13 | مِنْهُ | o (bitki)den |
|
14 | خَضِرًا | bir filiz |
|
15 | نُخْرِجُ | çıkarıyoruz |
|
16 | مِنْهُ | ondan da |
|
17 | حَبًّا | daneler |
|
18 | مُتَرَاكِبًا | birbiri üzerine binmiş |
|
19 | وَمِنَ |
|
|
20 | النَّخْلِ | hurmanın |
|
21 | مِنْ | -ndan |
|
22 | طَلْعِهَا | tomurcuğu- |
|
23 | قِنْوَانٌ | sarkan |
|
24 | دَانِيَةٌ | salkımlar |
|
25 | وَجَنَّاتٍ | ve bahçeleri |
|
26 | مِنْ |
|
|
27 | أَعْنَابٍ | üzüm |
|
28 | وَالزَّيْتُونَ | ve zeytin |
|
29 | وَالرُّمَّانَ | ve nar |
|
30 | مُشْتَبِهًا | (kimi) birbirine benzer |
|
31 | وَغَيْرَ |
|
|
32 | مُتَشَابِهٍ | (kimi) benzemez |
|
33 | انْظُرُوا | bakın |
|
34 | إِلَىٰ |
|
|
35 | ثَمَرِهِ | meyvesine |
|
36 | إِذَا | zaman |
|
37 | أَثْمَرَ | meyve verirken |
|
38 | وَيَنْعِهِ | ve olgunlaştığı |
|
39 | إِنَّ | şüphesiz |
|
40 | فِي |
|
|
41 | ذَٰلِكُمْ | bunda |
|
42 | لَايَاتٍ | çok ibret vardır |
|
43 | لِقَوْمٍ | toplumu için |
|
44 | يُؤْمِنُونَ | inananlar |
|
Aynı yağmurla sulandığı halde sayılamayacak kadar çok çeşitli cinslerde bitkiler veren yeryüzündeki tabiat hârikalarından bir demet sunulmakta ve bunların, şuursuz tabiatın, kör tesadüfün sonucu olmayıp yine o ulu kudretin eserleri olduğu bildirilmekte; bunların her birinde inanan insanlar için âyetler, yaratıcısına delâlet eden tecelliler bulunduğuna dikkat çekilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 445
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru اَنْزَلَ fiiline müteallıktır.
مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَخْرَجْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru اَخْرَجْنَا fiiline müteallıktır. بِ harf-i ceri sebebiyyedir. نَبَاتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. اَخْرَجْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْهُ car mecruru اَخْرَجْنَا fiiline müteallıktır. خَضِراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
نُخْرِجُ مِنْهُ cümlesi خَضِراً kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur.
نُخْرِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
مِنْهُ car mecruru نُخْرِجُ fiiline müteallıktır. حَباًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مُتَرَاكِباً kelimesi حَباًّ ’in sıfatıdır.
مُتَرَاكِباً sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفاعَلَ babının ism-i failidir.
وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ
وَ atıf harfidir. مِنَ النَّخْلِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ طَلْعِهَا car mecruru مِنَ النَّخْلِ’den bedeldir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قِنْوَانٌ muahhar mübtedadır. دَانِيَةٌ kelimesi قِنْوَانٌ ’un sıfatıdır.
جَنَّاتٍ kelimesi atıf harfi وَ ’la نَبَاتَ’ye matuftur. مِنْ اَعْنَابٍ car mecruru جَنَّاتٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
الزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la نَبَاتَ ‘ye matuftur. مُشْتَبِهاً kelimesi الزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ’nin hali olup fetha ile mansubtur.
غَيْرَ kelimesi atıf harfi وَ ’la مُشْتَبِهاً ‘e matuftur. مُتَشَابِهٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
دَانِيَةٌ kelimesi sülâsî mücerred olan دنو fiilinin ism-i failidir.
مُشْتَبِهاً sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
مُتَشَابِهٍ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفاعَلَ babının ism-i failidir.
اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. اُنْظُـرُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ car mecruru اُنْظُـرُٓوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
اَثْمَرَ şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَثْمَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
يَنْعِه۪ atıf harfi وَ ’la ثَمَرِه۪ٓ’ye müteallıktır.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ف۪ي ذٰلِكُمْ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismidir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَاتٍ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
يُؤْمِنُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi أمن’dır.
İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ
Cümle, 97. ayetteki وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ cümlesine matuftur. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
İki taraf da yani mübteda da haber de marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasırdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَٓاءًۚ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ
Müspet mazi fiil sıygasındaki فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ cümlesi فَ ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِراً cümlesi de sılaya matuftur. خَضِراً için sıfat olan نُخْرِجُ مِنْهُ حَباًّ مُتَرَاكِباًۚ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin başındaki gaib zamirden, bu cümlede azamet zamirine iltifat edilmiştir.
فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ [Onunla çıkarttık] Burada üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aslı, فَاَخْرَجَ بِهِ [Onunla çıkarttı.] şeklindedir. Bundaki nükte ise çıkaranın şanına itina göstermek ve nimetinin büyüklüğüne işaret etmektir. (Sâbûnî)
Burada “biz” kipinin kullanılması, indirilen şeye çok önem verildiğini göstermek içindir.
Su bir tek maddedir. Oysa kemiyet ve keyfiyet, özellik ve sonuçları bakımından bitkiler, ağaçlar son derece çeşitlidir (Elmalılı Hamdi Yazır)
ب harfi mülâbese içindir. Allah Teâlâ suyu, bitkinin yetişmesi için sebep kılmıştır. Bu harfle birlikte gelen zamir suya aittir. فَأخْرَجْنا بِهِ نَباتَ كُلِّ شَيْءٍ ifadesindeki فَ harfi tefri’ içindir. فَأخْرَجْنا مِنهُ خَضِرًا cümlesi فَأخْرَجْنا بِهِ نَباتَ كُلِّ شَيْءٍ cümlesinin ifade ettiği manayı detaylandırır, bunun için tafsil manasındadır. مِن harfi, ibtida veya teb'iz içindir, zamir ise nebat kelimesine aittir. (Âşûr)
وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ cümlesi ise isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنَ النَّخْلِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. قِنْوَانٌ muahhar mübtedadır. مِنَ النَّخْلِ , مِنْ طَلْعِهَا ’den bedeldir.
قِنْوَانٌ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. دَانِيَةٌ sıfattır. Anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
نَبَاتَ ,جَنَّاتٍ ’ye matuftur. وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ da mansubata dahildir. مِنْ اَعْنَابٍ mahzuf sıfata müteallıktır.
وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ [Zeytini ve narı…] Değerlerinin fazlalığına binaen hususi olanın umumi olan üzerine atfı kabilindendir. Çünkü bunlar en büyük nimetlerdendir. (Sâbûnî)
مُشْتَبِهاً haldir. وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ, hale matuftur.
Hal, bedel ve sıfatlar nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.
نَبَاتَ - خَضِراً - حَباًّ -النَّخْلِ - اَعْنَابٍ -الزَّيْتُونَ - الزَّيْتُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَخْرَجْنَا - نُخْرِجُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مُشْتَبِهاً - غَيْرَ مُتَشَابِهٍ kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede “Birbirinden farklı ya da birbirine uyumlu şeylerin kelamda cem edilmesidir.” şeklinde tarif edilen cem’u-l mu’telif ve-l muhtelif sanatı vardır.
Azamet zamiri; yapılan işin ne kadar ulvi olduğunu ifade eder. Ondan başkasının bunları asla yapamayacağına delalet eder.
Önceki ayet gibi başladığı için reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Birbirine hem benzeyen hem de benzemeyen. (Bu benzeyiş ve benzemeyiş kaydı, yukarda istikrar (yerleşme) ve istida (emanet bırakma) ile ifade olunan birbirini takip etme ve zıtlaşma düsturunun mantık nokta-i nazarından daha açık bir ifadesidir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Suyun inmesi, bitkilerin, çimin çıkartılması, انزل [indirdi] اَخْرَجْنَا [çıkardık] diye geçmiş zaman kipiyle (mazi sıygasiyle) ifade edilmiş olduğu halde حَبّاً مُتَرَاكِباً [birbirine binmiş taneler] kısmı نُخْرِجُ kelimesini gelecek zaman kipiyle ve خَضِراً [yeşillik] kelimesinin sıfatı olarak bir potansiyel halinde gösterilmesi ve tomurcuğun, salkımların bu minval üzere bunlara atfedilmesi dikkate şayandır. Bununla Mekke’de bu ayetin indiği sırada İslam dininin henüz o çim, o tomurcuk misalinde olduğuna, Kur’an’ın gökden inen bir rahmet bulunduğuna müminlerin gelecekleri o cennetler ve olgunlaşmış meyveler gibi olacağına da işaret edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Ayetteki, “indirdi” tabirinden sonra “Biz çıkardık!” ifadesinin kullanılışına, fesahat üsluplarından kabul edilen “iltifat” üslubu denilir. (Fahreddin er-Râzî)
Leys, Allah’ın kitabında geçen خَضِر (yeşil) kelimelerinin, “ekin” manasına geldiğini ve “her bitki yeşildir” denildiğini söylemiştir. Ben derim ki: “Allah Teâlâ, önceki ayette [Allah taneleri ve çekirdekleri yaratandır. (Enam Suresi, 95)] buyurarak bitkileri iki kısma ayırmıştır. Binaenaleyh taneden bitenler “ekin”; çekirdekten bitenler de “ağaç”tır. Bu sebeple Allah Teâlâ, bu taksimi burada da nazar-ı dikkate alıp [İçlerinden taze ve yeşil (bitkiler) meydana getirdik.] diyerek önce ekini zikretmiştir.
Zeccâc ise şöyle demiştir: “Allah Teâlâ ayette uzak salkımları zikretmemiştir. Uzak ve yakın salkımlardan birinin zikredilmesi diğerine de delalet eder. Çünkü birbirinin zıttı iki şeyden birinin zikredilmesi, diğerine de delâlet eder. Bu ayette de böyledir. Şöyle de denilmiştir: İnsana yakın olan nimet, daha mükemmel ve daha çok sayıldığı için Allah yakın olanı zikretmiş, uzak olanı zikretmemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Keşşâf sahibi şöyle der: قنوان kelimesi, mübteda olarak merfû; مِنَ النَّخْلِ kelimesi ise onun haberidir. مِنْ طَلْعِهَا kısmı ise مِنَ النَّخْلِ ifadesinden bedeldir. Buna göre sanki “Hurmadan yani onun tomurcuğundan olan salkımlar vardır.” denilmek istenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Ferrâ, “Hakk Teâlâ zeytun ve nar kelimeleriyle zeytin ile nar meyvelerini değil, zeytin ve nar ağaçlarını kastetmiştir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Yüce Allah burada dört çeşit ağaçtan bahsetmiştir. Bunlar hurma, üzüm, zeytin ve nardır. Cenab-ı Hakk ekini, (hububatı) ağaçlardan önce zikretmiştir. Çünkü hububat gıdadır, ağaçların mahsulleri ise meyvedir. Gıda ise meyveden önce gelir. Allah hurmayı da diğer meyvelerden önce zikretmiştir. Çünkü hurma, Araplara göre gıda yerine geçer. Bir de hukemâ, hurma ile hayvanlar arasında diğer bitki çeşitlerinde bulunmayacak bir biçimde pek çok özellik bakımından benzerlikler bulunduğunu söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
اُنْظُـرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ
Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ınkıta’dır. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَثْمَرَ fiiline muzaf olan şarttan mücerret zaman zarfı اُنْظُـرُٓوا ,اِذَٓا fiiline müteallıktır. وَيَنْعِه۪ cümlesi, اَثْمَرَ cümlesine matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.
ثَمَرِه۪ٓ - اَثْمَرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Cümle ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اِنَّ , ف۪ي ذٰلِكُمْ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. اِنَّ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ’e dahil olan لَ, tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde de istiare vardır.
Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki يُؤْمِنُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
قَوْمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Üç ayetin sonu; bilen, akleden, iman eden kavim şeklinde gelmiştir. Önce bilmek sonra akletmek ve iman gelmiştir.
Burada da, ذَلِكم işaret isminin kullanılması, işaret edilen hususun derecesinin yüksekliğin belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
إنَّ في ذَلِكم لَآياتٍ cümlesi “düşün” emrinin illetidir. Buradaki إنَّ ta’lîl lam’ı manasındadır. (Âşûr)
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَعَلُوا | ve yaptılar |
|
2 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
3 | شُرَكَاءَ | ortak |
|
4 | الْجِنَّ | cinleri |
|
5 | وَخَلَقَهُمْ | halbuki onları O yaratmıştır |
|
6 | وَخَرَقُوا | ve icadettiler |
|
7 | لَهُ | O’na |
|
8 | بَنِينَ | oğullar |
|
9 | وَبَنَاتٍ | ve kızlar |
|
10 | بِغَيْرِ |
|
|
11 | عِلْمٍ | bilmeden |
|
12 | سُبْحَانَهُ | O münezzehtir |
|
13 | وَتَعَالَىٰ | ve yücedir |
|
14 | عَمَّا |
|
|
15 | يَصِفُونَ | onların nitelemelerinden |
|
Cin kelimesi ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri olan varlıkları ifade eder (bilgi için bk. Cin 72/1-3).Tefsirlerde cin kelimesinin “örtülü, kapalı, duyularla algılanamayan” şeklindeki sözlük anlamı dikkate alınarak âyetteki cin kavramının, belirtilen terim anlamı yanında, melekleri ve şeytanları da kapsadığı yönünde açıklamalar yapılmıştır. Araplar cinlere bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler, zararlarından korunmak için tedbirler alır, hoşnutluklarını kazanmaya çalışır, bunun için cinler adına kurban keserlerdi. Ayrıca onlar, cinlerin kâhinlere gökten haberler getirdiğine, şeytanların da şairlere ilham verdiğine inanır; böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir bağ kurarlardı (İbn Âşûr, VII, 405). Nitekim başka âyetlerde de müşriklerin cinlere ve meleklere taptıkları (Sebe’ 34/41; Zuhruf 43/20), Allah ile görünmez varlıklar arasında nesep bağı kurdukları (Sâffât 37/158), melekleri Allah’ın kızları olarak düşündükleri (Nahl 16/57; Sâffât37/149; Zuhruf 43/16; Tûr 58/39) bildirilmektedir. İbn Âşûr’un kaydettiğine göre Câhiliye Arapları’nın bir kısmı şeytanın şer tanrısı olduğuna inanır, melekleri Allah’ın askerleri, cinleri de şeytanın askerleri sayarlardı. Özellikle bu son inançta Mazdeizm’in iki tanrılı inancının etkisi olduğu düşünülmektedir. Fahreddin er-Râzî’ye göre âyette, bu âlem ve orada olup bitenlerin iki ayrı tanrıya bağlı bulunduğunu, bunlardan birinin iyilik tanrısı, diğerinin kötülük tanrısı olduğunu ileri süren inanca işaret edilmiştir (XIII, 112-113). Nitekim İbn Abbas’a isnat edilen bir rivayette âyetin, Allah ve İblîs’in “iki kardeş” olduğuna, Allah’ın iyileri ve iyilikleri, İblîs’in de kötüleri ve kötülükleri yaratıp yönettiğine inanan “Zenâdıka” hakkında indiği belirtilmiştir (Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s. 165). İslâmî kaynaklarda, Mecûsîliğin Zend (Zend Avesta) isimli kutsal kitabına inananlara “Zendî” denildiği, Arapça’daki zındık (çoğulu zenâdıka) kelimesinin buradan geldiği belirtilir. Ayrıca, eski kaynaklarda bu tür düalist dinlere Sineviyye de (Seneviyye) denilmektedir. Sonuç olarak âyette bu şekilde Allah’tan başka gözle görülmeyen bazı varlıkların da ulûhiyyetine inananlar; özellikle putperestlik yanında Sâbiîlik, şeytanperestlik, Mecûsîlik ve kısmen Yahudilik’le Hıristiyanlığın tevhide aykırı inançlarından etkilenmiş olan Araplar’ın bâtıl itikatları eleştirilmiştir.
“Oysa onları da (görünmez varlıkları) Allah yaratmıştır” meâlindeki cümle, müfessirlerce “Halbuki bu varlıkları Allah’a ortak koşanların kendileri de onları Allah’ın yarattığını biliyorlardı” şeklinde anlaşılmıştır. Buna göre âyette müşriklerin, mahlûk olduğunu kabul ettikleri varlıkları hâlika ortak koşmalarının, böylece onlara ulûhiyyet tanımalarının bir çelişki olduğu ifade edilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 446-44
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. جَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru شُرَكَٓاءَ’nin mahzuf haline müteallıktır.
شُرَكَٓاءَ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْجِنَّ birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ haliyyedir. خَلَقَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. خَرَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru خَرَقُوا fiiline müteallıktır. بَن۪ينَ mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir.
بَنَاتٍ kelimesi atıf harfi وَ ’la بَن۪ينَ’ye matuftur. بَنَاتٍ kelimesi cemi müennes salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti kesradır.
بِغَيْرِ car mecruru خَرَقُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur. Takdiri, خرقوا له بنين وبنات جاهلين (Cahil kızlar ve erkekler onu uydurdular.) şeklindedir.
عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟
سُبْحَانَهُ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. تَعَالٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, عَنْ harf-i ceriyle birlikte تَعَالٰى fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَصِفُونَ۟’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَصِفُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
لِلّٰهِ mef’ûle takdim edilmiştir. Takdim, maksadın ona ait olduğunu belirtmek içindir. Çünkü inkâr; Allah’a ortak kılmaya yöneliktir. Genel olarak ortak kılmaya yönelik değildir.
Zikredilen hale taaccûb ve tebkît [azarlama, kınama] için de takdim yapılır. َوَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ [Allah’a cinleri şerik [ortak] koştular] ibaresinin aslı الْجِنَّ شُرَكَٓاءَ olmalıydı. Maksat azarlama olduğu için bu manayı daha iyi ifade etmek kasdıyla takdim yapıldı. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
Aynı üsluptaki وَخَلَقَهُمْ cümlesi قد takdiriyle haldir. Hal ıtnâb sanatıdır.
İstînâfa matuf olan وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍ cümlesi de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَن۪ينَ - بَنَاتٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
عِلْمٍ’deki tenvin kıllet ifade eder.
Tefsircilerin beyanına göre buradaki “cin”, melekleri ve şeytanları da içine alan genel bir manada kullanılmıştır. İbni Abbas demiştir ki: “Cin kelimesi, istitardan (gizlenme, örtünme) türemiştir. Melekler ve bütün ruhaniler de gözle görünmezler ve sanki gözlerden gizli gibidirler. Bu yorum iledir ki İblis de cinden sayılır. Meleklere ve ruhanilere de cin denilmiştir.” Yukarda putlar ve yıldızlar gibi hissedilen ve fiziki şeylerden ortak kabul edenlerin, puta tapanların, yıldızlara ve heykellere tapanların sapıklıkları beyan olunduktan sonra burada da bunların felsefi kaynağı olan ruha tapanların sapıklıkları yani melekler, şeytan, akıl, nefis, madde, kuvvet, tabiat gibi gizli ve fizik ötesi sebeplere bağlananların ve bunları “üç tanrı” ve “aracı” sayanların sapıklıkları beyan olunmuştur. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Ayette, لِلّٰهِ lâfza-i celâlinin شُرَكَٓاءَ kelimesinden önce getirilmesinin hikmeti: Arapların, en mühim hususu (cümle içinde) öne almalarıdır. Bundan dolayı bu önce getirmenin faidesi, ister melek ister cin ister insan ve isterse bunların dışında herhangi bir şey olsun, Allah’a herhangi bir ortağın koşulmasının, olmayacak bir iş olduğunu göstermektir.
Ben derim ki Yüce Allah (önce), İblis’i Allah’a şerik koşan bir kavimden, sonra da Allah’ın kızları ve oğulları olduğunu söyleyen diğer başka kavimlerden bahsetmiştir. Allah’ın oğulları olduğunu söyleyenler, Hristiyanlar ile bir grup Yahudidir. Allah’ın kızları olduğunu söyleyenler ise “Melekler, Allah’ın kızlarıdır.” diyen Araplardır. Hakk Teâlâ’nın, “bilmeden” ifadesi, bu görüşün bozukluğu ve yanlışlığı konusunda kesin delil olacak şeye adeta dikkat çekmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu cümlenin öncekilere atfı; kıssanın kıssaya atfı kabilindendir. لِلَّهِ شُرَكاءَ ifadesine car-mecrurun mef’ûle takdimi önemi sebebiyle ve akıllarının yaptığı hataya şaşma manası içindir. Çünkü Allah’a ortak kıldıkları şeyler O’nun mahlukatıdır. Müşrikler cinleri Allah’ın yarattığını itiraf ediyorlardı. Bu takdim, muktezâ-i zâhire aykırıdır. (Âşûr)
بِغَيْرِ عِلْمٍ tabirindeki ilimden maksat sahih ilimdir. Zorunluluk veya kanıta dayalı gerçekliğe uyan zihni bir yargıdır. (Âşûr)
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
سُبْحَانَكَ ifadesi, takdiri نسبّح olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır. سُبْحَانَهُ itiraz cümlesidir. Konu ile direkt olarak alakası olmayan bir cümlenin araya girmesi sanatıdır.
سُبْحَانَهُ cümle-i mûteriza olup zalimlerin iddialarının batıl olduğunu açıklar. Ebüssuûd şöyle der: Sübhan kelimesinin سبح’dan türemiş, tef’il kalıbına nakledilmiş ve masdara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Manası şöyle olur: “Allah'ı O’na yakışır bir şekilde tenzih ederim. (Safvetu’t Tefasir)
وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟ cümlesi makabline matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl تَعَالٰى ,مَّا’ya müteallıktır. Sılası يَصِفُونَ۟ , muzari fiil sıygasında gelerek istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | بَدِيعُ | yoktan var edendir |
|
2 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
3 | وَالْأَرْضِ | ve yeri |
|
4 | أَنَّىٰ | nasıl? |
|
5 | يَكُونُ | olabilir |
|
6 | لَهُ | O’nun |
|
7 | وَلَدٌ | çocuğu |
|
8 | وَلَمْ |
|
|
9 | تَكُنْ | yoktur |
|
10 | لَهُ | kendisinin |
|
11 | صَاحِبَةٌ | bir eşi |
|
12 | وَخَلَقَ | ve O yaratmıştır |
|
13 | كُلَّ | her |
|
14 | شَيْءٍ | şeyi |
|
15 | وَهُوَ | ve O |
|
16 | بِكُلِّ | her |
|
17 | شَيْءٍ | şeyi |
|
18 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Bedî‘ kelimesi Allah’ın ismi olarak kullanıldığında “Bir şeyi herhangi bir alete, temel maddeye, daha önce var olan örneğe, zaman ve mekâna ihtiyaç duymadan, yoktan ve eşsiz bir mükemmellikte yaratan” anlamına gelir ve sadece Allah için kullanılır. Bir önceki âyette müşriklerin, yüce Allah’ın birliğine ve kemaline aykırı düşen bâtıl inançları reddedilip, O’nun bu tür yakıştırmalardan münezzeh bulunduğu ifade buyurulduktan sonra bu âyette de tenzihin gerekçesi açıklanmıştır. Buna göre müşriklerin iddialarının aksine, gerek onların ulûhiyyet isnat ettikleri varlıkları gerekse bütün görünür ve görünmez mevcudatı, gökleri ve yeri kısaca bütünüyle evreni benzersiz bir şekilde yapıp yaratan Allah’tır. Bu durumda herhangi bir varlığı O’na ortak koşmak son derece anlamsızdır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 448
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
بَد۪يعُ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ
اَنّٰى istifham ismidir. يَكُونُ fiilinin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
وَلَدٌ kelimesi يَكُونُ’nun ismi olup lafzen merfûdur.
وَ haliyyedir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَكُنْ nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
لَهُ car mecruru تَكُنْ’un mahzuf mukaddem habere müteallıktır. صَاحِبَةٌ kelimesi تَكُنْ’un muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ ise haberdir.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. بَد۪يعُ kelimesi takdiri هو olan mübtedanın haberidir.
Müsnedin izafetle gelmesi, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur. Cümle isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder.
الْاَرْضِ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
بَد۪يعُ kelimesi Kur’an’da 2 kere gelmiş ikisinde de göklerin ve yerin yaratılışı için kullanılmıştır.
Kurtubî der ki: O, gökleri ve yeri eşsiz yaratandır demek, tarifsiz ve örneksiz olarak gökleri ve yeri icat eden, yaratan, inşa eden ve güzel yapan demektir. Örneği olmaksızın bir şey inşa eden kimseye mübdi denir. “Ehl-i bidat” tabiri de bu köktendir. Bidatı söyleyen kimse onu, herhangi bir imamın söz veya fiili olmaksızın icat ettiği için bidat ismi verilmiştir. Buharî’de bulunan “Bu (Ramazan orucunu tutmak) ne güzel bidattir.” hadisindeki bidat kelimesi bu manada kullanılmıştır.
(Safvetu’t Tefasir)
اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ
Cümle kemal-i inkıta nedeniyle fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. أَنَّىٰ nasıl? manasında zarfiyyedir. Âşur’a göre كَيْفَ manasındadır. Müteallakı يَكُونُ ’nun mahzuf mukaddem haberidir. وَلَدٌ muahhar ismidir. Veya یَكُونُ fiili bu ayette tam fiildir. Mübteda olan soru isminin haberi olmuştur. Bu durumda وَلَدٌ kelimesi يَكُونُ fiilinin faili olur. Car mecrurun faile takdimi söz konusudur.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
وَلَدٌ ’deki tenvin kıllet ve tahkir içindir.
Müekked hal cümlesi olan وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌ menfi muzari sıygadaki كَانُ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَانُ ’nin tam fiil olması da caizdir.
وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ cümlesi makabline matuftur. شَيْءٍۚ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder. Bu cümle de önceki hal cümlesi gibi müekkeddir.
صَاحِبَةٌ ‘daki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakda nekre, selbin umumuna işarettir.
hal cümlesi menfi muzari veya mazî fiil olduğu zaman وَ’ın zikri de hazfı de caizdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
مَا كَانُ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi …خَلَقَ ’ya veya istînâfa matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Bu cümle; muhataba Allah Teâlâ’nın bazı sabit kemal sıfatlarını öğretmek için gelmiş bir tezyîl cümlesidir. İfade ettiği sıfat dolayısıyla وخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ cümlesine matuftur. (Âşûr)
شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, isnadın Allah Teâlâ’ya olması karinesiyle hasr ifade eder. Yani o, her şeyi bilir, bilmediği hiçbir şey yoktur. Mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. بِكُلِّ شَيْءٍ maksûrun aleyh, عَل۪يمٌ۟ ise maksûrdur.
عَل۪يمٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayette teşâbüh-i-etrâf sanatı vardır. Burada ilk bakışta ayetin وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (O, her şeye kadirdir.) şeklinde bitmesi uygunmuş gibi düşünülebilir. Ama biraz dikkat edilince siyakta zikredilen arzın ve semanın yaratılışı, ulvî ve suflî âlemlerdeki tasarrufu, ölüleri diriltmesi sonra öldürüp tekrar diriltmesi, bütün bunların her şeyi kuşatan kâmil bir ilmi gerektirmesi dolayısıyla ayetin kudret değil ilimle bitmesinin daha münasip olduğu anlaşılır.
Ebu Hayyan şöyle der: Yüce Allah kendini عَلَّام ,عَلِيم ,عَالِم vasıflarıyla vasıflandırdı. Bu son iki vasıf mübalağa ifade eder. Araplar, aşırılığı pekiştirmek için عَلَّام kelimesinin sonuna ة ilave ederek عَلَّامة derler. Kelimenin bu şekliyle Allah için kullanılması caiz değildir. (Safvetu't Tefasir)
Allah’ın nimetleri, kevnî ayetlerin içine gizlenerek insanlara hatırlatılmaktadır. Ayet, Allah’ın sonsuz kudretinin eşsiz olduğu, yoktan var etmenin sadece onun elinde olduğu anlamlarını da içererek tevhide ve ibrete delil teşkil etmektedir. Bütün bu anlamlara ilaveten ayetin, insanın hesaba çekileceği gerçeğine de işaret etmesi, “bir mana için gelen kelamın içine başka bir mana daha sokmak” şeklinde tarif edilen idmâc sanatıdır.
Sayfadaki ayetlerin fasılalarındaki ونَ ve يمٌ harfleriyle oluşan ahenk, muhatabın sanat zevkine hitap etmektedir.Herkesin günlük hayatta kullanmayı sevmediği kelimeleri vardır. Benim için o kelimelerden biri “tesadüf”dür. Yaşanılan hiçbir şeyin tesadüf olduğuna inanmıyorum. İnsan yaşadığı her şeyin arkasındaki sebebi dillendirmek istediği için sebebini anlamadığı kesişen olay ve vakitler birliğine, tesadüf deyip geçmeyi tercih eder. Bir nevi kolaya kaçmak, tam açıklanamadığı için tıkanmışlıkları açmak için söylenen basit bir kelime. O yüzden de en sevdiğim kelimelerden biri “tevafuk”tur. Yaşanılan her anın arasındaki uyumu hatırlatan o güzel kelime.
Yoldayken karşılaştığımız tanıdıklar, hiçbir sebep yokken aklımıza gelenler, kurduğumuz hayaller, hüzünlendiren veya sevindiren anıları hatırladığımız vakitler, gönlümüzden geçirdiğimiz ufak istekler, görünmeyen sebepler yüzünden hissettiklerimiz, bir gün bir yerde sadece on dakikalığına da olsa ömürlük dost gibi sohbet edip bir daha görmediklerimiz, sadece ihtiyaç anımızda bize yardım etmek için hayatımıza girenler, şu an yanımızda olmayan ama bir zamanlar sevdiklerimiz, aldığımız kararlar, hayatımızı değiştiren imtihanlar ve bir anda imtihanına ortak olup, imtihanı imtihanımız olanlar.
Bazen yaşadıklarımızın arkasında gizlenen sebepler yıllar sonra ortaya çıkarken bazen de o sebebin ortaya çıkması için ömür yetmez. Bazen sebep ortadayken bize görmek nasip olmaz, bazen de kanıtlayamasakta sebebi gönlümüze doğar. Bunaldığında kalbini Rabbine yaklaştırıp “Allahuekber! Rabbim her şeyden haberdar” demek bile yeter o sıkıntıları boşluğa süpürmeye.
Allahım gönlümüzü imanınla ve sevginle güçlendir. Öyle ki yaşadıklarımız kalbimize tesir edip, kirletmesin düşünce ve duygularımızı. Bugünlerimizi aratma. Her anımızda, mutluluğumuzda ve hüznümüzde, ilk Senin kapına koşmamızı nasip et. Ettiğimiz ilk teşekkür Sana, çaresizlikle çağırdığımız ilk yardım Sen ol. Sev bizi ya Rab. Sevdiklerine sevdir. İki cihanda da sevindir bizi.
Amin.
***
Allah’ın kudretiyle alemde her şey belli bir düzen ve uyum içinde akıp gitmektedir. Bu düzenin korunması için de devamlı bir değişimin olması şarttır. Gözle görülür değişimler olduğu gibi gözle görülmeyenleri de vardır.
Canlı ve cansız her varlığın özelliklerinde bazı kutuplar bulunmaktadır. Bir kutuptan diğerine geçerken çeşitli değişimler gerçekleşir. Gözle görülen değişimler dikkate alınmadığı zaman, göz önünde gerçekleşmeyen adımlarla birden son gelir.
Buna; atılan tohumun filizlenmesi, kurumuş ağacın çiçeklenmesi, toplanan bulutların çakması, korunmamış yiyeceğin küflenmesi, beklenen bebeğin doğması, hastalıkların açığa çıkması ve son nefesin verilmesi gibi birçok örnek verilebilir.
Son değişimlerle beraber aniden ulaşılan her kutup, insana ibrettir. Dünya hayatının geçiciliğini ve farkedilir değişimlerin önemini hatırlatır. Önemsenmeyen değişimlerin arkası kesilmeyecek hissinin bir yanılgıdan ibaret olduğu ispatlar.
Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Son ana kadar bekleme hatasına düşerek; dünya hayatında kendi eliyle zorlanmaktan veya diriliş günü pişman olmaktan muhafaza buyur. Bizi yeryüzünde gördüklerimizden ve kendi yaşantılarımızdan ibret alanlardan ve düşünmesini bilenlerden eyle. Gözle görülür değişimleri ciddiye alarak elinden geldiğince hazırlananlardan ve iki cihanda da kazanan kullarından eyle.
Amin.