En'âm Sûresi 91. Ayet

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ  ...

Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Çünkü, “Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi” dediler. De ki: “Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği, parça parça kâğıtlar hâline koyup ortaya çıkardığınız, pek çoğunu ise gizlediğiniz; (kendisiyle) sizin de, babalarınızın da bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitab’ı kim indirdi?” (Ey Muhammed!) “Allah” (indirdi) de, sonra bırak onları, içine daldıkları batakta oynayadursunlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 قَدَرُوا tanıyamadılar ق د ر
3 اللَّهَ Allah’ı
4 حَقَّ hakkıyla ح ق ق
5 قَدْرِهِ O’nun kadrini ق د ر
6 إِذْ zira
7 قَالُوا dediler ق و ل
8 مَا
9 أَنْزَلَ indirmedi ن ز ل
10 اللَّهُ Allah
11 عَلَىٰ üzerine
12 بَشَرٍ insan ب ش ر
13 مِنْ
14 شَيْءٍ bir şey ش ي ا
15 قُلْ de ki ق و ل
16 مَنْ kim
17 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
18 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
19 الَّذِي o ki
20 جَاءَ getirdi ج ي ا
21 بِهِ onu
22 مُوسَىٰ Musa
23 نُورًا nur olarak ن و ر
24 وَهُدًى ve yol gösterici olarak ه د ي
25 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
26 تَجْعَلُونَهُ siz onu haline getirip ج ع ل
27 قَرَاطِيسَ parça parça kağıtlar ق ر ط س
28 تُبْدُونَهَا gösteriyorsunuz ب د و
29 وَتُخْفُونَ ve gizliyorsunuz خ ف ي
30 كَثِيرًا çoğunu da ك ث ر
31 وَعُلِّمْتُمْ ve size öğretildiği ع ل م
32 مَا şeylerin
33 لَمْ
34 تَعْلَمُوا bilmediği ع ل م
35 أَنْتُمْ ne sizin
36 وَلَا
37 ابَاؤُكُمْ ne de babalarınızın ا ب و
38 قُلِ de ki ق و ل
39 اللَّهُ Alah
40 ثُمَّ sonra
41 ذَرْهُمْ bırak onları و ذ ر
42 فِي
43 خَوْضِهِمْ daldıkları bataklıkta خ و ض
44 يَلْعَبُونَ oynayadursunlar ل ع ب
 

Bu âyet, peygamberler ve onların gösterdikleri hidayet yolu, getirdikleri dinler ve kitaplarla ilgili önceki âyetlerin bir sonucu olarak görülmektedir.

 “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” diyerek bütün peygamberleri ve ilâhî kitapları inkâr edenlerin kim veya kimler olduğu hususunda tefsirlerde değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre bu sözü söyleyen kişi bir yahudi hahamıdır. İbn Abbas’a isnad edilen bir rivayete göre Hz. Peygamber kendisiyle tartışmaya kalkışan bu hahama “Tevrat’ı Mûsâ’ya indiren Allah için doğru söyle, Tevrat’ta Allah’ın şişman hahamı sevmeyeceği yazılmış mıdır?” diye sormuş; kendisi de şişman olan haham, bu söze öfkelenerek “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” demiştir (Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, s. 164). Bu rivayetin doğruluğunu kabul eden müfessirlere göre En‘âm sûresi Mekkî olmakla beraber 91. âyet Medine’de inmiştir. Çünkü Mekke’de yahudi cemaati bulunmadığından böyle bir tartışmadan da söz edilemez.

 Ancak söz konusu rivayetin sıhhati tartışmalıdır. Öncelikle Resûlullah’ın bir insanı şişmanlığından dolayı küçük düşürmesi onun üstün ahlâkıyla bağdaşmaz. Çünkü o, insanların dinî ve ahlâkî kusurlarını bile yüzlerine vurmaz; “İçinizde şöyle şöyle yapanları görüyorum” gibi sözlerle uyarılarını isim vermeden yapardı. Ayrıca, bir yahudi din adamının bütün peygamberleri ve kitapları inkâr etmesi inanılır gibi görünmüyor. Söz konusu rivayette hahamın bu inkârı üzerine, yahudilerin kendisini görevinden uzaklaştırarak yerine Kâ‘b b. Eşref’i getirdikleri belirtiliyor. Ancak Kâ‘b’ın Arap asıllı ve bir Arap kabilesinin lideri olması göz önüne alınırsa, bu rivayetin asılsız olma ihtimali daha da artar.

 

 Bu durum karşısında, âyette peygamberleri ve kitapları inkâr ettikleri bildirilenlerin müşrik Araplar olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Onlar bu gibi inkârcı ifadeleriyle, önceki âyetlerde bir kısmı isimleriyle anılan peygamberleri, aynı âyetlerde üzerinde durulan Allah’ın hidayetini, tebliğlerini ve dolayısıyla insanlara yönelik rahmetini inkâr etmiş; bu suretle Allah’ı gerektiği şekilde tanımadıklarını, hakkıyla takdir etmediklerini göstermişlerdir.

 Onların bu tutumlarına karşı yüce Allah, peygamberine şu soruyu sormasını öğütlemiştir: “Öyleyse Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı (Tevrat’ı) kim indirdi?” Çünkü Araplar yahudi olmamakla birlikte, daha çok ticarî seyahatler esnasında az çok bilgi edindikleri Yahudiliğe, onun peygamberlerine ve kutsal kitabına bir ölçüde saygı duyuyorlardı. Âyette bu duruma da işaret edilerek, buna rağmen “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” demelerinin bir çelişki olduğu ortaya konmuştur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 438-439

 

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  قَدَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup lafzen mansubdur.

حَقَّ  mef’ûlu mutlaktan naibtir. Aynı zamanda muzâftır.

قَدْرِه۪ٓ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذْ  zaman zarfı  قَدَرُوا  fiiline müteallıktır. 

إِذ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûu üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olarak mahallen merfûdur.

عَلٰى بَشَرٍ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.  

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki  عَلَى  harf-i ceri istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 مِنْ  zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur olup  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

مَنْ  istifham harfi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اَنْزَلَ الْكِتَابَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

الَّذ۪ي  müfret müzekker has ism-i mevsûlu,  الْكِتَابَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاءَ بِه۪ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  بِه۪  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır.  مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir.  مُوسٰى  burada maksur isim olduğu için takdiri olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُوراً  kelimesi  بِه۪ ’deki zamirin hali olup fetha ile mansubtur.  هُدًى  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  نُوراً ‘e matuftur.

لِلنَّاسِ  car mecruru  هُدًى ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

تَجْعَلُونَهُ  cümlesi  الْكِتَابَ ’nin veya  بِه۪ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubtur.Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  و  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَجْعَلُونَهُ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette ‘bir halden başka bir hale geçmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  قَرَاط۪يسَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

تُبْدُونَهَا  fiiliقَرَاط۪يسَ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur.  تُبْدُونَهَا  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

تُخْفُونَ كَث۪يراً  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  تُبْدُونَهَا  fiiline matuftur.  تُخْفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

كَث۪يراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

   

وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ

 

وَ  haliyyedir. Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  “و”  gelir. Nadiren  و  sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 عُلِّمْتُمْ  sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  عُلِّمْتُمْ kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. 

Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ تَعْلَمُٓوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَعْلَمُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْتُمْ  munfasıl zamiri  تَعْلَمُٓوا ’deki faili tekid etmek içindir.

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَٓا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ  kelimesi  تَعْلَمُٓوا ’deki faile matuf olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir.  Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.  Mekulü’l-kavli,  اللّٰهُ ’dur. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri; أنزل الكتاب şeklindedir.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

Sümme  (ثُمَّ) : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ   ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذَرْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ف۪ي خَوْضِهِمْ  car mecruru  ذَرْهُمْ  fiiline müteallıktır. ف۪ي   harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır – mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mecazî mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَلْعَبُونَ  fiili  ذَرْهُمْ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubtur.  يَلْعَبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Masdara muzâf olan  قَدَر , حَقَّ ’den naib, mef’ûlü mutlaktır. 

Zaman zarfı  اِذْ , müspet mazi fiil sıygasındaki  قَالُوا  fiiline muzâf olmuştur.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede fiiller mazi sıygada gelerek sübuta, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, muhatabın zihninde müsemmayı zatıyla canlandırmak içindir. Lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَيْءٍۜ  ve  بَشَرٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade ederek kelimeye ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder. Zaid  مِنْ  harfi de bu manada tekid ifade eder.

قَدَرُوا - قَدْرِه۪ٓ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Nefy cümlesinde gelen nekre isim, umumi mana ifade eder. Bunun delili, bu ayettir. Çünkü Allah Teâlâ'nın,  مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ  "Allah hiçbir beşere, hiçbir şey indirmemiştir" buyruğundaki ‘beşer’ ve ‘şey’ kelimeleri, olumsuz cümledeki nekre kelimelerdir. Binaenaleyh bu kelimeler umumi mana ifade etmemiş olsaydı,  قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى  "De ki: Musa'nın getirdiği kitabı kim indirdi?" ayeti, o ifadeyi iptal etmez ve tenakuzunu (çelişki) göstermiş olmazdı. Eğer böyle olmasaydı, bu istidlal (çıkarım) yanlış olurdu. Bu yanlış olunca, nefy cümlesinde gelen nekre kelimenin, umumi mana ifade ettiği sabit olur. (Fahreddin er-Râzî)


 قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يراًۚ 

 

Müstenefe olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mübteda olan istifham ismi  مَنْ , inkârî manadadır. Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda gelen cümle mecâz-ı mürsel mürekkebtir. 

İstifham takrir manasında gelmiştir. (Âşûr)

Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı sanatı vardır.

الْكِتَابَ ‘nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası  جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُوراً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Açıklık ve gerçek manasında gelen نُوراً  kelimesinde istiare vardır. Batılın  karanlığa benzetilmesi gibi hak da aydınlığa benzetilmiştir.  (Âşûr)

O kitabın insanlar için bir nur ve hidayet olması; bil ki Allah Teâlâ o kitabı, yolu aydınlatan ışığa benzeterek, "nur" diye nitelendirmiştir. Eğer bazıları, "Bu tefsire göre, Tevrat'ın bir nur olması ile, insanlar için bir hidayet rehberi olması arasında bir fark kalmaz. Halbuki bu iki kelimenin birbirine atfedilmiş olması, başka başka şeyler olmalarını gerektirir" derlerse, biz deriz ki: "Nur"un iki özelliği vardır. Birincisi: Bizzat kendisinin açık ve aşikâr olması; ikincisi ise başka varlıkların görünmesine vesile olabilecek bir durumda olmasıdır. İşte Tevrat'ın bir nur ve hidayet olmasından murad, bu iki durumdur. Bil ki Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'i de bir başka ayette bu iki sıfat ile tavsif ederek  وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ [Fakat biz o (Kur'an'ı) bir nur yaptık. Bununla, kullarımızdan dilediğimize hidayet ederiz] (Şûra, 52) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

القَراطِيسُ  kelimesi  قِرْطاسٍ  kelimesinin cemisidir. Aynı surenin 7. ayetinde de müfredi gelmişti. Paçavra, kağıt veya varak olsun, herhangi bir şey yaprağıdır. Yani; ‘’Musa'ya indirilen kitabı, bir kısmını açığa vurup, bir kısmını gizlemek niyetiyle ayrı sayfalar haline getiriyorsunuz’’, demektir. (Âşûr)  

تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ  cümlesi  بِه۪ ’deki zamirden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  تُبْدُونَهَا  ve  تُخْفُونَ كَث۪يراًۚ  cümleleri  قَرَاط۪يسَ  kelimesi için sıfattır. Sıfat ve hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

نُوراً  ve  هُدًى  kelimelerindeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. Ayrıca bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

تُبْدُونَهَا - تُخْفُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  اَنْزَلَ - مَٓا اَنْزَلَ  tıbâk-ı selb sanatı vardır.

قَرَاط۪يسَ - الْكِتَابَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قُلْ - قَالُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

”O kitabı alelade bir kitap haline getirdiler (kâğıt yerine koydular). Onu açık ediyorlar, gösteriyorlar ve çoğunu da gizliyorlar” ifadesinde kötü fiillerinden dolayı ciddi bir uyarı vardır. Sanki onlar kitabı kitap olmaktan çıkarmış boş kâğıtlar haline getirmişlerdir.


وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ 

 

Başına tahkik harfi  قد  takdir edilmiş müspet fiil cümlesi, haldir. Fiil meçhul mazi sıygada gelerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. 

عُلِّمْتُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfi  لَٓا  tekid içindir. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

عُلِّمْتُمْ - لَمْ تَعْلَمُٓوا  kelimeleri arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve tıbâk-ı selb sanatları vardır. 

Ayette mezheb-i kelâmî sanatı vardır.

Öğretilenlerin “size ve babalarınıza” şeklinde açıklanması taksim sanatıdır.

مَا [şeyler], Yahudilerin Tevrat'tan aldıkları ilimler ve hükümler demektir. Bu kelâm, onlara yapılan uyarı ve kınamayı daha da ağırlaştırır. Çünkü onlar, istediklerini almak ve çoğunu gizlemek suretiyle Tevrat'ın bütünlüğünü bozmuş, onu parçalara bölmüşlerdir. Bu, büyük bir alçaklıktır. Tevrat'ın, onların ilim ve irfanlarının kaynağı olması onların bu yaptıklarını daha da vahimleştirir. (Ebüssuûd)


 قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ

 

Müstenefe olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli sübut ifade eden isim cümlesidir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  اَنْزَلَ الْكِتَابَ  (Kitabı indirdi) olan haber mahzuftur.

ثُمَّ  terahi (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  içindir. Yani onlara deliller işlemez demektir. Bu yüzden tebliğ yaptıktan sonra onları daldıkları şeyde bırakmak en iyisidir. Onlara delil getirmek; azarlamak ve onlara mazeret bırakmamak içindir. (Âşûr)

Resulullah'a onların yerine cevap vermesinin emredilmesi, kaçınılmaz cevabın belli olduğunu ve onların tamamen susturulup konuşmaya kudretleri kalmadığını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Makabline  ثُمَّ  ile atfedilen  ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Cümleler mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sübut, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.